Nice ayrılıklardan sonra 'kâlbe' sordular; 'Yare 'Kâbe' olmaktan vazgeçtin mi', dediki kalp: 'Kâbem yardan gayrı 'haccı' tanımaz, gecem 'yardan' gayrı 'ay' tanımaz; kavuşmak fani bir şey, lakin sadece o yare ahdım var, başka yar ahd-ı 'yar' a denk ol ...
26.05.2010 - 09:18
Tümağan
Gel gelde ey zalım son bulsun ahuzarım
sebebpsizce akmasın bedenimde şiryanım
yürek tumağan matemim var yastayım
söndü çerağım yok ışığım göçükler altındayım.
Fevç ordusu içinde yolu yiten bir naçarım
hüda görmez aciz kulun el açıp durmaktayım
kurudu gülistanım kalmadı gönül bağım
bu cihanda olmasada mahşerde davacıyım.
Nazlı Akın
25.05.2010 - 16:43
Azap
Firgat düşerse can öze hergünün sedhazar olur.
Sevdalı yitirirse mahbûbe yi yürek ğarik-i emvac olur.
Dolaşık bir yolun gezgini güzeyde de cünun bulur
Gönül yardan feyz almazsa hüsnü kabulü hüsran olur.
Nazlı Akın
23.05.2010 - 23:05
Sone 1
Artmasını isteriz en Güzel varlıkların
Güzelliğin gül Yuzu solmasın diye wanna know Ve bilmek.
BİR Güzel, yaşlanıp da göçünce olmamı yarın
Anısı Yaşar yine körpecik yavrusuyla:
Ama yoldaşındır edebilirsiniz kendi Parlak gözlerin.
Kendi Ateşin Besler ruhunun alevini:
Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin,
Kendi düşmanın hazırsındır, ezersin olabilir evini.
Birsey sen yeryüzünün taptaze BİR süsüsün,
Varlığın çiçek Dolu bahardan Müjde taşır,
Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün.
Pintiliğin arttıkça kendi sonun yaklaşır.
___Dünyaya Acımazsan, oburlar hazırsındır ancak
___Varlığın Da Mezar da güzelliği yutacak.
----------
Sone 2
Kırk Yilin kışı, Güzel alnını kuşattı mi,
Kapladı mi yüzünü derin çukurlar artik,
Gençliğinin kibirli, giyim kuşamı Süslü
Bes para etmez Olur, hırpani yırtık pırtık:
O Zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvaların çökmüş su gözlerdedir,
Bencillik utancıyla israfa övgüdür met.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
'Benim Güzel çocuğum Beni kurtarır' dersen
'Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan Gale'
Güzelliğinin onda sürdüğünü göstersen.
___O, Sen yaşlandığında Yeniler varlığını,
___Soğuktan Donan Kanin Duyar ısındığını.
----------
Sone 3
Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle:
Şıra gelmiştir artik BİR Taze Yüz yapmana,
Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle,
Yeryüzü yoksun kalır, lânetlenir BİR ana.
Hiçbir Güzel var mi ki el sürülmemiş Rahmi
Dolaşmam sürdüğün çiftin ekinini tepecek?
SIRF kendini sevmenin mezarını Ba mi,
Geleceği ahmakça durdurur mu BİR ERKEK?
Sen annenin aynası olmuşsun da o sende
Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını;
Kendi Dinç varlığınla görürsün pencerende
Kırışıklara rağmen, su Altın yıllarını.
___İstersin Ki varlığın unutulsun ve bitsin,
___Bir Kuru basina Ol, Topçu Alay Komutanı de ölüp gitsin.
----------
Sone 4
savurgan Güzel, nedir met kendini harcaman
dolaşmam mirasın olan güzellikleri Boyle?
Doğa Temelli vermez, ödünç verir onu Zaman
eli Açık olana borç verir içtenlikle
Boyle yanlış kullanmak olurmu Güzel pinti
miras bırakman Click sana bırakılanı?
kar etmeyen tefeci met koskoca serveti
niye tüketiyorsun yaşatmak varken cani
meraklısın kendinle içli Dişli olmaya
met Tatlı benliğin SIRF aldatmağa Yarar
vaktin geldi diyerek seni çağırsa Doğa
vereceğin hesapta elle tutulur ne var?
kullanmazsan gömülür güzellğin yanıyordu
kullanırsan varisin Olur da Sürer Gider boyle
----------
Sone 5
Her gözün takıldığı o bir-içim-su Yuzu
Özenle, incelikle yaratan su saatler
Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hos eser.
Durmak bilmeyen Zaman, yaz'ı söküp götürür,
Yok Eder iğrenç kışın kucağına atarak;
Özsu, ayazda donar, Sağlam Yapraklar çürür:
Güzellik kar Altında, onu Yone çıplak, Çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa Yaz,
Cam duvarlar içine kapatmamışsa ONU,
Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz:
Gelir, kendisi hazırsındır, anılarının sonu.
___Özsuyu Çekilmişse, kış gelince o çiçek
___Kupkuru Kalsa safra, Tatlı Ozu sürecek.
----------
11.Sone
Gençliğin günden Güne kalırken gerilerde
BİR yavru yaratırsan alsın diye yerini,
Dinçken o körpe ilerde olabilir verirsen olabilir
Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni.
Boyle sürecek Akil, güzellik ve Başarı;
Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek var yer Altında:
Hic kimse düşünmese gelecek kuşakları,
İnsanlık Sona erip giderdi Üç batında.
Dünya çoğalmak Click doğmayanlarla Dolu,
Kaknem, kakavan, Kaba: kısırlıktan bitsinler;
Yaradan vermis sana en iyiyi Bolu tr
Ayşe Cömert aramağana cömertçe karşılık ver
Seni kendine mühür yapmış, bunu boyle bil:
Sen de eşler yap diye, ölüp git diye Aliyormusun.
----------
Sone 15
düşünüyorum da, dünyada büyüyen ne varsa,
bir tutunabiliyor yetkinlik noktasında BİR;
Su Koca sahnede sergilenen çift sayfalar oyunlarsa,
gizliden gizliye hep yıldızların etkisinde.
bakıyorumda, Bitkiler hazırsındır çoğalıyor insanlar,
aynı gökten açılıyor ya da kapanıyor Yolları;
gençlikte kabarıyor, inişe geçince sönüyorlar,
silinmeye başlıyor akıllardan gösterişli Günleri.
o görkemli gençliğin geliyor gözlerimin önüne;
savruk Zaman belki çöküşle tartışmaya girdi safra,
Gençlik gününü, Karanlık geceye döndürsek mi diye.
AMA SEVGİN UĞRUNA ZAMAN'LA SAVAŞI SÜRDÜREN BEN,
YENİDEN AŞILIYORUM SANA, O NE GÖTÜRÜRSE Senden...
----------
Sone 22
Yaslisin deseler de Bana, inanmam aynalara,
Genclik ve sen ayni yastasiniz ya!
sende de Ama zamanin Yol Yol izler actigini görürüm,
Anlarim, Ergeç Bana da gelip catacak ölüm.
Seni bastan ayaga saran su güzellik var ya,
Yüregimin en gösterisli örtüsü de o ISTE Benim.
Gügsünde yasadikca yüregim, yüreginse ben de arttikca,
nasil diyebilir ki Kim der ki, Senden yasliyim?
Yeni dogmus yavruyu sakinir hazırsındır ebesi,
Tasidigim yüregin üstüne ben nasil titreyeceksem.
Nasil sakinacaksam kendimi, feel for Aliyormusun, dolaşmam Click;
Öyle Sakin ISTE sen de kendini, ey sevdigim!
Geri gelir sanma yüregin, Benim yüregim öldükten Gale;
Bana vermistin ONU, unutma, Geri almamak üzere BİR daha.
----------
Sone 23
Korkudan sahnede eli ayağına dolaşıp,
Rolünü şaşıran kötü BİR oyuncu misali;
Ya da azdıkça içine sığmayan öfkesi taşıp
Kendi yüreğini zayıf düşüren Çılgın Biri hazırsındır,
Unutuyorum, kendime güvenim olmadığından Mutlaka,
Tam olarak söylemeyi Aşk oyununun sözlerini;
Ve aşkımın yükü öylesine Ağır geliyor ki Bana,
Kendi aşkımın Gücü karşısında eziliyorum sanki.
O halde, nedemek istediğimi bakışlarım anlatsın,
Konuşan gönlümün sessiz sözcüsü Olsun becerileri;
Aşkımı becerileri açığa vursun, derdime öncelikle özen arasın;
Öyle ki, HIC kalsın yanında, durmadan konuşanlar.
Ah, sessiz Aşk neler yazmış, öğren artik okumayı,
Aşkın sırrına ermişler Bilir gözleriyle duymayı...
----------
Sone 24
Gözlerim ressam rolünü Aldi ve kabartma çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı;
Bedenime gelince, o da yanıma resmin çerçevesi oldu ISTE;
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın Sanatı.
Seni oldugu hazırsındır yansıtan wallpaperler nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini Orda görmelisin;
Camlarının parlaklığını dolaşmam gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
ISTE bak, Gözler Gözler Click neler yapıyor!
Gözlerim dolaşmam şeklini çizdi, seninkilerse,
Gönlüme açılan birer Pencere; Güneş de bayılıyor
Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.
Ama gözlerin sanatında yine de BİR eksiklik var:
Gördüklerini çiziyorlar Yalniz, yüreği tanımıyorlar.
----------
Sone 29
bakışlarda küçümeyiş okuyorum
ağızdan, bedbahtım, tesellisizim.
Gökler Sağır, sesim boğuk
ve Go Hadi okuyorum talihime
kıskançlıktan kuduruyorum
kiminin ikbalini
aczimden utanıyorum.
hazlarım iğrendiriyor Benî.
o Zaman sen geliyorsun aklıma,
ve Birden bire kanatlanıyorum, Bir tarla kuşu hazırsındır, mest
içim aydınlıkla doluyor, yükseliyorum yükseliyorum
neşideler söylüyorum Hayata,
göklerin eşiğinden
Bana ne toprağın çirkinliğinden
insanların zilletinden Bana ne?
hatıran öyle sonsuz BİR Hazine
ve sevgin öyle Büyük mutluluk ki dostum!
en mağrur hakanların tacını
Hor görüyorum
----------
Sone 57
Kölen olmuşum dolaşmam, Elden Baska ne gelir,
Gece Gündüz el pence divanım buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan Başa BİR hiçtir
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Dolaşmam Click, sultanım, saatleri gözlerken
Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, ACI çekmem özlerken
Uğurlar Olsun dersen kölene sen BİR Kere
Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın İşler;
Derdim günüm, hazırsındır düşünmeden durayım koymak
Mutlu kıldıklarını bilmek içime İşler.
Öyle körkütük Sadık BİR köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.
----------
Sone 61
Ağır gözkapaklarım, yorgun Gece içinde
Hayalinle apaçık kalsın, dileğin met mu?
Sana Benzer gölgeler, gözümle eğlensin de
Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu?
Gönderdiğin, ruhun mu canevinden uzağa
İşlerime gözkulak Olsun, düşürsün diye
Aylak saatlerimi, utancımı tuzağa:
Hasedine, kuşkuna yardakçılık etmeye?
Hayır, sevgin çoksa da Büyük Aliyormusun o kadar
Benim kendi aşkımdır vermeyen uyku Durak,
ISTE öz Sevgim, Dirlik düzenliğimi Bozar
Dolaşmam uğruna Bana hep nöbet tutturarak.
Ben bekçinim, sen Baska yerlerde uyanıksın:
Benım uzaksın, sana başkaları cok Yakin.
----------
66. Sone
Vazgeçtim met dünyadan
Tek ölüm paklar Beni
Değmez met yangın Yeri
Avuç açmaya değmez
Aliyormusun mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
Aliyormusun mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Ezilmiş Hor görülmüş el emeği Göz nuru
Ödlekler gecmiş Başa derken mertlik bozulmuş
Aliyormusun mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Aliyormusun mi ki çılgınlık Sahip çıkmış düzene
Doğruya Doğru derken eğriye çıkmış Adın
Aliyormusun mi ki kötüler Kadı Olmuş yemen'e
Vazgeçtim met dünyadan
Dünyamdan geçtim AMA
Seni Yalniz komak var
O koyuyor Adama...
----------
Sone 87
Hosca Kal! Degerin cok Yuksek, tutamam seni,
Tıpkı bi kızın kıyafetlerini kendine ne Paha bictigini;
Ozgurluge kavustun alip Değer belgeni,
IPTAL ettik sendeki hakkimin senedini
Nasil tutarim seni, saglamadan iznini,
Neyim var hak edecek dolaşmam zenginligini,
Ayşe essiz kim armagana layik Görür Beni?
Bana verilmis berat, donup buldu vereni.
Sen vermistin kendini, bilmeden degerini
Ya da Bana vermekle hit isledigini,
BİR anlamanin sonucu hediyeni yanlis;
Ama, o yine buldu hatayi duzelteni
Sen benimdin: ruyanin gorkemleriyle doldum.
Ben uykuda sultandim, uyaninca hic garden Bahçedeki eşsiz
----------
Sone 88
Gün gelip artik Bana Değer vermez olduğunda,
Dolaşmam yanında yer alıp kendime Karşı çıkacağım,
Hor görüp Yüz çevirdiğini gördüğüm Zaman Bana;
Haksızlık etsen de, dolaşmam hakkını savunacağım.
En zayıf yanlarımı en iyi ben bildiğime Gore,
Çekinmeden açığa vurup Arka çıkabilirim sana,
Kusurlarımdan hangisi Benim Click tr Büyük lekeyse
Beni kaybederken Büyük Şan kazanırsın aynı Anda.
Üstelik BU ISTE Benim Click de kazanç var;
Çünkü yedi düşüncelerim sana yöneldikçe etrafında dönmez,
Ba istemez kendime vereceğim zararlar,
Sana Yarar sağlarken, kat kat Yarar getirecek Bana.
Öyle bağlıyım ki ben sana, öyle ki Benim Sevgim,
Sen Hakli olasın diye, onu haksızlığı üstlenirim...
----------
Sone 126
Hey OĞUL, guzel OĞUL, avucunda kiskivrak:
Vaktin donek aynasi, Bir de saatli ORAK.
Sen evet hazırsındır buyurken, serpilip gelisirken
Hepten cokmus varsa seni yedi kim gorunur.
Yikimlara Egemen olan Doğa tanrica
Seni Geri cekiyor sen hizla Yol aldikca:
Amaci, hunerini sende kanitlayarak
Zamani rezil etmek, sefil anlara kiymak.
Birsey gozbebegisin, AMA Kork ondan, cunki
Tuttugu hazinesi sonsuz onun Olmaz ki.
Ertelese de Ergeç hesabi kapanacak:
Yapacagi Ödeme sen olacaksin ancak.
----------
Bahar Naktası'ndan Tisbe
Sahiden uyuyor mu?
Ahh! Kim vurmuş kumrumu?
Ben geldim, civanım, yiğidim, kalk!
Kalksana, konuşsana!
Görmüyor musun? Yoksa...
Örttü mü, gözlerini Kara Toprak?
Ayşe Zambak dudaklara,
Su Zeren yanaklara,
Acımadın mi hic kahpe Felek?
Aşıklar, Aşk timsali,
Gozu pırasa yeşili
Piremuz bırakıp gitti Beni!
Hadi gel, tezcanlı ecel,
Gel Bana, geline gel,
Batır mum sarısı ellerini,
Batır Benim de kanıma!
Madem kıydın canina,
kopardın onun bamtellerini.
Konuşma artik, ey dil,
Sadık Kılıç, naz etme, jel,
Odlara yanmış bağrımı dağla!
Bıçaklar kendini.
Geldim yolun sonuna,
Uğurlar Olsun Bana!
A dostlar, o dostlar, kalsın Siz de sağlıcakla!
----------
Sometimes
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
BİR Çocuk gözlerine Bakar, Arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca BİR sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar Gider, koşsan da tutamazsın...
----------
Benim Günahım Aşktır
Benim günahım aşktır, dolaşmam erdemin nefret:
Sevgi günahtır diye günahımdan nefret met.
Gel, kendi durumunu benimkine kıyas et,
Görürsün siteminin ne haksız olduğunu.
Haklıysa da, o sozler Kızıl süsünü Bozan
Ve benimkiler kadar bol sahte Aşk senedi
Düzüp başkalarının yataklarını Talan
Eden dudaklarından işitilmemeliydi.
Seni sevmem yasaldır; bak, seviyorsun sen de:
Gözüm SIRF sana düşkün, dolaşmam gözün onlara;
Merhamet yüreğinde KÖK salıp boy versin de
Acımanla hak Kazan sana acınanlara.
Aramağa kalkarsan kendi gizlediğini
Dolaşmam kendi örneğin yoksun bırakır seni.
----------
Gezinen BİR Gölgedir Hayat
Gezinen BİR gölgedir hayat, gariban BİR Aktor
sahnede BİR İleri BİR Geri saatini doldurur
ve Gale duyulmaz Olur Sesi, Bir masaldır
gürültücü BİR salağın anlattığı
ki yoktur hiçbir anlamı.
----------
Korkuyorum
Yağmuru Seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi Seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı Seviyorum diyorsun,
Rüzgar'ın çıkınca pencereni kapatıyorsun...
ISTE, bunun Click korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
----------
Tanrı Beni İlkbaşta Sana Kul Yaptı
Tanrı Beni ilkbaşta sana kul yaptı, Gale
Keyfine el koymayı kurmamı Yasak etti.
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara;
Kölenim ya Bos vaktin Olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pence divan: Değer,
Dolaşmam özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara Baş Eger,
İncittin diye hic Suç yüklemez safra sana.
Sen nerde olursan ol, Yetkin, Güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin hazırsındır kendi vaktine:
Canin neyi isterse varsın o Keyif sürsün,
Kendine Suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, AMA beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.
----------
Unut gitsin
Yas mas tutma sevgilim, öldüğüm Zaman.
Toprakta böceklere güldüğüm Zaman
Duyurunca, paslı sesiyle, ölüp gittiğimi, Bir çan...
Yas mas tutma sevgilim, öldüğüm Zaman
Çürüyen gövdem hazırsındır, yitip gitsim Aşkın da...
SÖZ Ne BİR Mektup kalsın Bizden, ne Bir, ne BİR Eşya...
Unut gitsin adımı, arkamdan da Ağlama
Göz yaşınla da eğlenir, ONU da alıp-Satar met Dünya..
----------
Var Olmak mi, Yoksa Olmamak mi
yoksa olmama mi Var Olmak mi, BÜTÜN sorun met!
Düşüncemizin katlanması mi Güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip denizlerine Karşı bela
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla Yalniz
Bitebilir BÜTÜN acıları yüreğin,
Çektiği BÜTÜN kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, AMA Düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü, o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız Zaman yaşamak kaygısından,
Ne Düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Ayşe düşüncedir felâketleri yaşanır Yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine..
----------
İnandıramaz Aynam Yaşlandığıma Beni
İnandıramaz aynam yaşlandığıma Benî.
Aliyormusun mi ki doğduğunuz aynı Gün gençlikle sen;
Ama örtünce vaktin kırışıkları seni
Medet umarım süre sinema tv sektöründe bitsin diye ecelden.
Varlığına o eşsiz güzelliği giysen de
Gönlümün urbasından Baska Sey giyemezsin.
Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende:
Demek ki Bana edat yaşlısın diyemezsin.
Onun Click, sevgilim, kendine bakman Gerek,
Nasil ki ben BİR hiçim bakmak dururken sana,
Yüreğin bende diye üstüne titreyerek
Olmuşum yavrusunu esirgeyen BİR ana.
Gönlüne bel bağlama gönlümü fade edersen,
Geri Almak YÖK diye ONU Verdin Bana sen.
WILLIAM SHAKESPEARE
22.05.2010 - 19:03
'Özlemlerim üryandır
Susuyorum
Tutuşan özlemlere bıraktığım kelimelerimle
Bendeki bizle ıslanıyor dudağımdaki izler
Bakışlarım titriyor infaz edilmiş gibi
Pervazsızca düş kuruyor kirpiklerim
Sevdalı bir yürüyüşle
Sessizce başlıyor yolculuğu şiirimin.
Gel diyorum usulca
Kimsenin geçmediği kara pelerinli geceden gel
Aklıma düş ıssız yollarda
Suskunluğumla tanı beni
Sen olmazsan nerede saklanacak ruhum
Kim ısıtacak gözlerimdeki üşümeleri
Her gelişinden artakalan avunmalarım yetmiyor artık
Gel, sevdayı kuşanmış gönlünle
Gecenin telvesinde biriken müjde gibi gel….
Koşuyorum
Uzaklardan seni almaya
Yalnız şehirleri aşıyorum yalın ayak
Yırtılıyor karanlığın perdesi
Yıldızlara uçuyoruz birlikte
Asi bir çığlık
Müjdeliyor geceyi ezberindeki aşkla
Ay’ ın şavkı vuruyor şahikalara
Gecede deli bir titreme
Seni seviyorum diyor usulca
İşte o an
Gökyüzünü arşınlıyor içimizdeki deli taylar.
Biliyorum
Şefkatimi seviyorsun yağmur yağdığında
Yalnızlığına yüreklice sarılmamı seviyorsun
Geceyi kucaklıyorsun bende
Kirpiklerine uzanan düşlerimde özgürleşiyorsun
Cemren olup, toprağına düşmemi
Sabrımla güneşe sızmamı
Karanlıktan aydınlığa doğuşumu
Dudaklarıma sıkışan merhabalarımı
Ayaklarımdaki yorulmaz çingene dansını seviyorsun
Biliyorum
Hiç usanmadan sana koşan
Sevdamın bereketini seviyorsun.
Anlatması ne zor
Kovuğuna sığmayan aşkı
Beklemenin telaşıyla asileşmiş
Sevinç sözcüklerini anlatmak ne zor.
Esmer tenli kavuşmaların çığlığı bu
Kadim yağmurların ıslattığı çölün susuzluğu bu
Gel hadi
Tanık ol yüreğimin ağrıyan yanına
Arsız sevinçlerime bağışla kavuşmaları
Derin özleyişlerimin alfabesini çöz
Ağlama deme bana
Gözyaşlarımın yüzüme yakıştığını da söyleme
Vazgeçmedim hasrete dair dilekler tutmaktan
Bağrıma gizledim şiirlerimi
Başını koyduğunda yudumla istedim
Can suyu gibi
Doya doya iç istedim
Dudaklarında bin yıllık dizelerle
Sevdamın şifresini kır istedim.
Zeynep Nilgün Gökçeöz
20.05.2010 - 13:48
TUT
Son kaya iniyor kuyu aydınlanıyor
Ses insanın derinlerde parlayan
Son isyan denemesi oluyor güzel
İçimde yaman tutuk bir şair doğuyor
Tut elimden
Dosta düşmana karşı bir iyi konuşayım
Tut
Kulede saat kırılmasın
Geyikler sağır
Rüyalar boğuk olmasın
Son kıral ağlıyor, üstünde son kuş yoruluyor
Halkın kayıp annelere karşı saygısı yok
Tut elimden
Düşen tüyleri toplayalım
Tut
İsimsiz çocuk ağlamasın
Kuyuda ışık sönmesin
Kırk oda içiçe dönmesin
Halayıklar sağır
Dualar boğuk olmasın
Son insan yürüyor
Tut elimden kaçalım
Kaçalım kaçalım
Bizi kimseler görmesin
Arıyanlar bulmasın
Tren duvarları sarsmasın
Yürek bu kadar hızlı çarpmasın
Kan böylesine hızlı akmasın
Askın kulakları sağır
Sesi boğuk olmasın
Sezai Karakoç
19.05.2010 - 22:56
Ve ben şimdi gitmekteyim;
Kalan yaşamımda olacak
Kader vareden tercihte
Etken olmaya yeminler etmekte...
Umarım kaderin güzel olur ablam.
En azından sen etkirsin...
Hoşça kal ablam;
Ben gibi boşlukta asla...
14.05.2010 - 13:28
Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer
Guyiyâ mir'âta aks-i pertev-i hâver düşer
Baki
20.03.2010 - 21:10
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU-gurubuna davetlisiniz
BİLGİ PAYLAŞIM
SAYGI PAYLAŞIM
SEVGİ PAYLAŞIM
EN İYİ PAYLAŞIM
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU –davetlisiniz
DEĞERLİ KARDŞİM SEVİYELİ VE KARDEŞÇE BİR PAYLAŞIM ATMOSFERİNDE SİZLERİDE ARAMIZDA GÖRMEKTEN MUTLU OLURUZ
ihvani-paylasim-platformu
http://gruplar.Antoloji.Com/ihvani-paylasim-platformu yazarak bu gruba daha hızlı ulaşabilirsiniz
DAVETLİM SİNİZ ONUR DUYARIM
18.03.2010 - 17:31
Ayrılık Diye Birşey Yok (ümit yaşar oğuzcan)
Şiiri Paylaş:
Mayıs 24th, 2008 | Yazar: admin Etiketler: ayrılık diye bişey yok, şair, ümit yaşar oğuzcan
Ayrilik diye bir sey yok.
Bu bizim yalanimiz.
Sevmek var aslinda, özlemek var, beklemek var.
Simdi neredesin?
Ne yapiyorsun?
Günes çoktan dogdu.
Uyanmis olmalisin.
Saçlarini tararken beni hatırladin,degil mi?
Öyleyse ayrılmadik.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Zamani hatirlatan her seyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafi yaşantimizin.
Bir çocugun önce dogmasini bekliyorlar,
Sonra yürümesini,konuşmasini, büyümesini…
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasini,
kanunlara saygi göstermesini, insanlari
sevmesini, aldanmasini, aldatmasini bekliyorlar.
Ve sonra ölümü bekleniyor insanoglunun.
Ya o?
Ya o?
Insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, cocuklarindan saygi ve bir parça huzur bekliyor,
saadet bekliyor yasamaktan.
Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artik.
Aradiklarinin çogunu bulamamis, beklediklerinin
çogu gelmemis bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan.
İste yasamak maceramiz bu.
Yasarken beklemek, beklerken yasamak.
Ve yasayip beklerken ölmek!
Özleme bir diyecegim yok.
O kömür kirintilari arasinda parlayan bir cam parçasi.
O nefes alisi sevgimizin, kavusmalarimizin anlami.
O tek güzel yönü bekleyislerimizin.
Insanligimiz özleyişlerimizle alimli,
yasantimiz özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadi var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere degismem.
Bir isigi var, bir rengi var seni özlemenin, anlatilmaz.
Verdigin bütün acilara dayaniyorsam;
seni özledigim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
seni özledigim içindir.
Yasiyorsam;
içimde umut varsa,
yine seni özledigim içindir.
Seni bunca özlemesem;
bunca sevemezdim ki! ”
Ümit Yasar Oguzcan
aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle
AHMET TELLİ
nietzsche sözleri=)
kimine göre yalnızlık,hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de,hasta kişilerden kaçıştır
İnsan da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o kadar yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe.
Babanın gizlediği şey, oğulda açığa çıkar.
Büyük borçlar insanları değer bilmeye değil, kin beslemeğe yöneltir.
Yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve
sağlam bir havanın estiği yere kaç! .
Yalnızlığına kaç! . Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın.Onların göze
görünmez
Öclerinden kaç! .. Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın
sinek kovmak değil ki! ...
Siz yükselmek isteyince yukarı bakarsınız. Bense aşağı bakarım
Ben bu kulaklara göre ağız değilim.
'insanları sevdiğinizi söylüyorsunuz! ama daha derine indiğinizde sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz...! ! ! '
'insan, sonunda arzularını sever; arzuladıklarını değil! '
(fateandhate, 05.10.2004 00:23 ~ 00:24) #5949482! ?
'ahlaksal olay yoktur. yalnızca olayların ahlaksal yorumu vardır'
'hayran olmada bir masumluk var. kendilerine de birgün hayran olunabileceği hiç akıllarına gelmemiş olanlarda bulunur.'
'bir duyguyu yenme isteği, eninde sonunda, yalnızca bir başka duygu isteği, daha başka bir duygu isteğidir.'
'aşk ve nefretin yer almadığı bir oyunda kadın orta dereceli bir oyuncudur.'
'delilik tek tek insanlarda pek seyrektir. ama gruplarda, partilerde, halk arasında, çağlarda kural olarak bulunur.'
'bir uçurumun içine baktığınızda, uçurum da sizin içinize bakar.'
uçmayı öğretemediğinize düşmesini öğretin
zayıflar bizi kendi gücümüzden utanmaya zorladıkları için kazandılar.
----------
* 'simdi hafifim, simdi ucuyorum, simdi kendimi kendi altimda goruyorum, simdi bir tanri dansedip geciyor icimden
* yukseldikce ucma bilmeyenlere daha kucuk gorunmemiz kacinilmazdir..
Ümit en son kötülüktür. Çünkü işkenceyi uzatır.
18.03.2010 - 07:35
ahhh eski dostum, eskimeyen dostum!
seni gercekten severim!
ali'min gulu!
siirlerini cok sevmem bilirsin belki :))
ama seni bir dost olarak kesinlikle!
kesinlikle severim!
ben tembel bir ismailim!
05.03.2010 - 17:27
PORTAKAL ÇİÇEĞİ
Kara bulutlar yağmurlarını getirmişti. Kara bulutlar gözyaşlarını yüklenmişti insanların. Karakoçan derin bir uykudaydı. Binbir gece masallarından pasajları dinliyorlardı belki de rüyalarında Şehrazat’ın ağzından. Ya da sonelerini Sheakespeare’in. Ya da Hayyam’ın rubailerini. “Bir gün seni kaybedersem; ne hale geleceğimi, ne halde olacağımı, ne hallere düşeceğimi öğrenmen için bunu yazdım. Bu yazılanlar sadece ve sadece hayal. Çünkü seni kaybetmem imkânsız.”diye başlıyordu hikâyemiz. Karakoçan’ın yalnız ve de karanlık tarafında.
Sana Portakal Çiçeği diyorum! Tamam mı? Yazgıyı değiştirememenin çaresizliği üzerine.
“Karagüller sarmış etrafını.
Karagüller.
Bulutlar sarmış etrafını,
Kara bulutlar.
Bir çıkış yok bu mahpustan.
Bir ışık yok dört duvardan.
Karagüller bitmiş mezarının başında,
Karagüller bitmiş ak teninde.”
Masal havası katalım sözün başlangıcına. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir Portakal Çiçeği varmış. Adı Portakal Çiçeği imiş ama bütün bahar çiçeklerinin rengi ve kokusu onda toplanmış.
Güldükçe bütün ülkelerdeki savaşlar biter barış ilan olunurmuş. Aşkın ve güzelliğin kudreti sadece kâğıtta kalmasın. Ağladıkça gökyüzünden yeryüzüne pırlantalar düşermiş sağanak sağanak. Tek taşlı hem de. Gelinlik kızlara ilanen duyurulur. Kızdıkça öfkelendikçe yer yerinden oynarmış. Fay hatları harekete geçermiş. Barışçı tüm uluslar yeniden savaşırlarmış barış için.
Portakal Çiçeği’nin güzelliği kâğıda kaleme gelmezmiş. Şiirlere, türkülere, şarkılara, çizgilere, gölgelere sığmazmış gözlerinin rengi. Saçları her mevsim taze lale kokarmış. Endamı diğer bütün çiçekleri, fideleri kızdıracak denli ince imiş. Gül bahçesine çıktığı vakit bütün güller onun güzelliği karşısında mahcup bir şekilde kıpkırmızı olurlarmış. Meğer bülbülün kanı değilmiş güle rengini veren. Portakal Çiçeği’nin gülzârda dolaşmasının mahcubiyeti imiş bütün hikâye. Çok güzel bir sandalı varmış Portakal Çiçeği’nin. İnce mi ince, hafif mi hafif; her yanı elmaslarla, yakutlarla işlenmiş sandalın. Her sabah gün doğmadan sandalına biner gök mavisi, süt köpüğü denizlerde dolaşırmış. Sandalın kürekleri yokmuş ama kanatlarına kurdeleler bağlanmış kuğular çekermiş sandalı.
O hangi denizin üstünde geçerse denizin dibinde bayram yaparmış balıklar. Akdeniz ondan dolayı Akdeniz olmuştur. Karadeniz Portakal Çiçeği uğramadığından Karadeniz olmuştur. Kızıldeniz kıskandığı için, sinirden kızıl olmuştur.
Bir kristal gibi gün ışığı vurdu mu Portakal Çiçeği’ne ondan yansıyan ışıklar deniz altı ülkesindeki onca canlıya renk olurmuş. Kırmızılar, sarılar, maviler, turuncular, eflatunlar, yeşiller, lilalar ilk defa Portakal Çiçeği’nden yansımış buralara. Her şey rengini ondan almış, güzellik adına. İnciler onun güzelliğinden korkup kaçmışlar istiridyelerine içine. Mercanlar tek başlarına kaldıramamışlar bu güzelliği, yan yana gelip mercan adaları oluşturmuşlar. Ahtapotlar o benimdir diye kollarını çoğaltmış ki kimse kendisinden alamasın diye. Balinalar onu kaptırmamak için büyümüş de büyümüş. Deniz tanrısı Poseidon bile o benimdir diye, onun yoluna çıkan her şeyi batırmış. Ama nafile tüm bunlar. Portakal Çiçeği yüreğinin sesini arıyormuş. Ruh ikizini ya da güncel bir ifade ile.
Çok erken saatlerde denizin içi pırıl pırılmış. Portakal Çiçeği altın çerçeveli sırlı camlara küsmüş. Denizin kendisin gösteren berraklığında taramaya başlamış ipek saçlarını. Saçlarından denizin derinliklerine sarkan teller aradığı prensin bileklerine takılmış. İnci avcısı prens yakışıklı mı yakışıklı imiş. Sanırsınız ki onu gören herkes Züleyha kesilir, Züleyha gibi bileklerini keser şaşkınlığından. Sürüklenivermiş sandalın peşinden prens. Kader ağlarını örmüş bir kere. Portakal Çiçeği ayaklarına kadar gelen kaderi fark ettiğinde ellerini uzatmış ak köpüklü sulara. Su birden bire gül kokmaya başlamış. Dokunduğu her şey onu gibi oluyormuş masal bu ya. Peşi sıra sürüklenen delikanlıyı sandalına almış. Gözleri sevinçten deliye dönmüş prensi görünce. Aradığını bulmuş neticede. Yavrusunun üstüne kanat geren kuşlar gibi kalkan olmuş prense, onu tüm kötülüklerden korumuş, kem gözlerden ırak tutmuş yıllarca. Susadıkça aşkın sütünü içirmiş masal ülkesinde prense, acıktıkça kalbini sunmuş dilim dilim gümüş tepside.
Az gitmişler, uz gitmişler. Dalga dalga, köpük köpük, sahil sahil düz gitmişler. Kuğuların çektiği sandalın içinde tatmadık mutluluk bırakmamışlar. Her güzel hikâyenin acı sonu vardır ey okuyucu.
Bir gün acı bir rüzgâr esmiş uzak iklimlerden. Portakal Çiçeği’nin sandalı devrilmiş. Ak kuğular yitip gitmiş köpüklü dalgalar içinde. Portakal Çiçeği hastalanmış yataklara düşmüş. Sonra gözlerini kapatmış ve kaybolmuş ansızın.
Denizin dibindeki balıklar, göğün üstündeki melekler ağlaşıvermiş. İnsanlar sahil boyunca boşuna beklemişler. Masalın en güzel yerinde yapayalnız kalmış prens. Hem de Ümit Yaşar’ın Acılar Denizi şiiri gibi. Gözyaşını içine akıtmış, gönül ağrısını defter sayfalarına. Ağlamalarını kimseye duyuramamış ama çağlamalarını sayfa sayfa iletmiş sevda dolu yüreklere. Rivayet olunur ki Deniz Tanrısı Poseidon kaçırıp götürmüş Portakal Çiçeği’ni. Hem de karanlıklar ülkesine. Yani okyanusların en dibine. İnsan teknolojisinin bile ulaşamayacağı diyarlara. Bir tek sevgi yolunda gidenlere yardımcı olmak üzere gün yüzüne çıkarmış. Bir de geride bıraktığı prensi görmek için 14 Şubat’ta.
Okyanusun kalbi o imiş. Titanik falan hep hikâyeymiş. Bütün insanların yüreğinin Titaniğiymiş artık.
Şiir olmuş, hayal olmuş, rüya olmuş, hikâye olmuş Portakal Çiçeği.
Portakal Çiçeği’nin okyanusun ta derinlerinden: “Prensim, prensim” diye bağırışları derinden derine gelen dalgaların arasında yitip gidermiş her seferinde.
Prens ise bir sahil kasabasında her saat kulağı okyanusta kendini teselli etmekte imiş. Midye kabuklarını kulağına götürür orada Portakal Çiçeği’nin sesini bulmaya çalışırmış. Millet delirdiğini zannetmekte imiş.
Oysa gelen her dalga prense; Portakal Çiçeği’nin sevgi dolu sözcüklerini fısıldıyormuş ”Seni seviyorum” diye.”Gelip de Portakal Çiçeğim olmaya ne hakkın var.” diye
Şimdi soruyorum size:”Gerçekten ölen bu iki sevgiliden hangisi? ”
Acaba hayatta kalan mı?
Ne dersiniz?
Saçları Portakal Çiçeği Kokulu Yarim
Son demir kapıda kapandı
yine iliklerime kadar sensizim
Nerdesin, saçları portakal çiçeği kokulu yarim,nerde?
hangi duvara vursam kafamı
anılar yıkılıyor üstüme
böyle mi yaşarmış insan parçalanmışlığı!
bilsen nasıl kızıyorum kendime
kurudu dudağımda,son öpüşünün ıslaklığı
tahammülüm kalmadı artık sensizliğe...
Nerdesin saçları portakal çiçeği kokulu yarim,nerde?
kurtar beni bu küf kokulu odaların ıslak duvarlarından
tut iki kolumdan,çek al beni
hiç değilse bu gece,başını yasla omzuma
kabulümdür;
sevişmesin kollarım yalnızca sarsın
uzanmasın bedenim sol yanına
gözlerinde volta atsın...
Hiçliğin kimsesizliğinde tanıdım ben seni
kimsesizliğin sessizliğinde sevdim
ne sırlar bozdum uğruna
yaktım adı dün olan gemimi
bugünüm de sensin benim yarınım da.
Nerdesin saçları portakal çiçeği kokulu yarim,nerde?
hadi,giyde gel beyaz gelinliğini
yüzyılların öyküsünü paylaşmak istiyorum seninle
sadece seninle,ille de seninle
hiç kimse sevdama senin kadar yakışmadı
ve sevdam hiç kimseyi senin kadar yaşatmadı yüreğimde...
22-02-06 Metin Gültekin
Portakal Çiçeği Düşler
leyla kuğulu — Per, 17/07/2008 - 02:00
.Akdeniz düşlerine bile düşmeyen birinin
portakal çiçeğine sevdasıydı,
bunca vakit kalemin bile yazmaya hicap ettiği…
Mayısın tazeliğinde takvimler…Bir buğulu name, bin bir çiçeğin kokusunun esintisi, bir portakal çiçeği kokusu savruldu yolcunun yüreğinin izbe sokaklarına…Oysa ki mevsimi geçmişti portakal çiçeklerinin ve mevsimi geçmişti o sokaklara böyle sevdalar düşürmenin… Düşlerine bir çiçek düşüverdi… Ve bilemedi çiçek mi düştü düşlerine yoksa düşleri mi düştü bir çiçeğin ellerine… Bilmediği bir ağacın dalına takıldı gülüşleri inceden inceye…
Bilmezdi ki portakal çiçeğini… Ne zaman acardı? Rengi Efsunlu muydu? Yüksek miydi ağaçları? Takılır mıydı budaklarına en yükseğine çıksa, kokusunu çekebilmek için iliklerine? Köyündeki elma ağaçlarına benzer miydi? Sever miydi suyu güneşi… Yolcu yağsa sağanak sağanak suyunu sever miydi çiçek? Yansa ağıt ağıt yüreği sevgisinden,güneş olup ısıtsa kökünü gövdesini yönünü ona çevirir miydi? Dallarında var mıydı dikenler kanatır mıydı avuçlarını yada nemli miydi yüreciği? Islatır mıydı ellerini? Meyvesi gibi miydi? Yolcunun uzağında bir renk, turuncu muydu rengi? Unursamaz mıydı? ’Daha çiçeğim önümde ne günler var’ der miydi? Yoksa aynı dalda yanında duran meyvesine bakıp gelecek günlerde mi yaşardı bir yanı… Bir yanı çocukluğunda bir yanı olgunluğunda mıydı olabildiğine? Sever miydi şiirleri? Portakal çiçeği kokusuna sarıldığı gecelerde şiirler yazsa ona daha bir başka açar mıydı? Öyküleri hep portakal çiçekleri söylese; seven sevdiğine yıllarca portakal çiçeğinden kolyeler yapıp taksa mesela yada seven her mektubunun arasına kurumuş portakal çiçekleri koysa hep… Yolcunun kokusu olsa kokusu… Ömrünü ömrü saysa,, yolcu yolculuğunu onda bıraksa… Dese ki: ‘ ister ak ol ister ateş gibi turuncu, ister ıslat ellerimi ister budaklarında kanasın avuçlarım… Yüreğim olsan…’
Sonra öğrendi ki yolcu; portakal çiçekleri usul usul alırmış suyu içine… Usul usul da olsa alır mıydı onu sırlı alemine dallarındaki? Gelince dallarına mutluluk olur muydu tomurcukların adı? Yolcu bu yolculukta, hep bir muamma içinde portakal çiçeği düşler ve hep umut kokar portakal çiçeği düşler…
04.03.2010 - 02:25
Bir söz vardır hani; 'İnsan kardeşini seçme şansına sahip değildir... Ama arkadaşını seçebilir.' Bir de 'İstisnalar kaideyi bozmaz.' Denir. Benim yaptığım istisna mıdır? Kaideyi bozar mı? Bozmaz mı? ... Ama ben kardeşimi seçtim... Adı: NAZLI AKIN
17.12.2009 - 12:07
değerli yorumunuz vede zamanınzı şiirimle paylaştığınız için çok teşekkürler
19.11.2009 - 12:02
Gülce
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce'm uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum
1981
Ömer Lütfi Mete
15.11.2009 - 00:17
Bıraktığımız izler hoşuma gider, bir yüreğe atılan bir sayfaya yazılan yada tuvale yansıyan... Soruları severim, beni yanıtlarını bulmaya mecbur kılan...Geceyi severim, ay ı, yıldızları, ıssız kumsaldaki gökyüzü şölenlerini, portakal çiçeklerini...İnsanları severim en fazla binbir türlü garip hallerini, hepsi yetiştiği toprağın minarelleriyle beslenen, şekillenen insanları.Bir ağaç misali yaşlandıkça sertleşen kabuklarını ama dokununca camdan bile hassas ve kırılgan oluşlarını...TİK TAK lara inanırım en çok, o TİK TAK ların hayatı anlamlı kıldığını düşünürüm.Bize zamanı hatırlatan, telaşa kaptıran, iz bırakmaya zorlayan TİK TAK ları... TİK TAK, TİK TAK, TİK TAK...
14.11.2009 - 21:47
bîpayanım
şirazeden şirazeye saklı mektuplar
aguş-i mevtte başlar hayatım
yalan ile bir ömür ey yâr
bir kendimi kandırırım
Birgün seni yazmaktan vazgeçersem şiraze, bu hâmuşun ardına düşme. Gün gelir herkes ve her şey susar şiraze. Açanlar solmak, duranlar eğilmek, parlayanlar sönmek, gidenler dönmek mecburiyetinden baş eğer de bu muammanın içinde kalır bir başına. Takatimin bittiği yerde kargaların döne döne uçuşlarını izliyorum şu soğuk havada. Yağmur bir yandan kar bir yandan şiraze, kuzeyin sert rüzgarı dudaklarımda derin yaralar açarken; bir yılın son noktasının eğlentisini yapar insanlar. Giden zamana yakılan mumlar etrafında döner şu zeminin zavallıları. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Aşk
değil gönül gönül dolaşmak, aşk değil demden deme akmak, aşk değil yön değiştirip yol çizmek, aşk değil gözyaşına tutsak hüzne zincir dolamak. Aşk değil şiraze masalarda uyuyakalmak. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Geçen zamandan bîhaberlerin yitişine sarf-ı nazar et. Geceleri orta yere saçılıp gündüzleri gizlenenlerin hâline, ötelerden gelen sesin yanıbaşlarında dönmesine aldırış etmeyenlerin çilesine, gayr-i mahdut eyleşmelerde tükenen hâl dilinin çırpınışına şiraze...
bendideyim...
Benim ağladıklarıma sen de ağla. Sensizliğe, sensiz geçen her gecenin sabahına, sabahların soğuk dokunuşunda an an vuruluşumuza, yüze inen her çizgiye, her çizginin sensiz çekilişine, dumana, bozkır kışına, çamurda kalan yanlarımın ne etsem lekelerini çıkaramayışıma, mahşere az kala gözüm gökte yarıldı yarılacak korkularıma... Ağla şiraze; zemin katta istersen, istersen merdiven boşluğunda, istersen terasta ağla. Maziye gir odalarında dolaş, orada ağla. Şimdide dur, durduramadığın zamana ağla. Gelecek girerken kapıdan tut elinden oyala, ninni söyle eğilip kulağına.
hezayım...
Başıma doladığım sarı yazma, memleket kokulu. Prut kenarındayım. Bakıyorum akışına, sarı yazma başımda. Diyor bana, “hayattan kaçanlar bende boğulmaya gelir.”
Şiraze; ne gam yetemem ne sana, ne bana, ne dualarından adım düşmeyen canana.
Ürperdi tenim. Kılıç keskin şiraze. Kimsenin umursamadığı dik bir kayadan başkası olamadım. Kimse kayaların da kırılabileceğini düşünmüyor şiraze. Kimse kayaların da rüzgara, yağmura direnemediğini bilmiyor şiraze. Kırılıyorum her yanımdan. Un ufak dökülüyorum toprağa, ben de topraktan bir toprak oluyorum şiraze. Aşkındır beni böyle perişan eden, böyle bedbaht, böyle garip, böyle hey gidi hey şiraze.
gri bir gök rahmet, sen bu rahmet altında
sır gibi, inci mercan gibi, bir can gibi taşıdığım
söz olsun dönmeyeceğim, seni görüp yüzümü yüzüne dönmeyeceğim
sen bende hayat şiraze
sen bende hep şiraze
14.11.2009 - 14:55
Bir Hasret Mektubu
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.
Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda? Nerdeyim, nasılım? Bilmiyorum.
Derdim, kederim ne? Biliyor musun yanıtını? ... Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim. O coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum.
Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait herşeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun? Özümü özlüyorum, özümü.....Kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin.
Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var? Binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey.
Şimdi ise, gülmek-ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi. Silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum. İşte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm. Gayesiz ve huysuz. Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum.
Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde... İşte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz? Bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok..........
Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip geldiğim bu yabancı ülkede, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi.Ki, okyanuslar söndüremez.
İnsanlar, var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ. Sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası....
Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla #65533; mın. Ferhat oldum dağları deldim. Kerem oldum yaktım kendimi. Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm. Horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım.
Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi. İçimde bin yangınla çıktım yola. Sevgilime şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük ibadetimdi. Kavuşmak ise en inanılmaz hayalim.
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.
Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan! Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu gurbete, bu hasrete iki gözüm, nasıl?
Dokunma iki gözüm
sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.
Tut ki, bir pınarım suyu kesik
akamadım nazlı nehirlere tut ki,
tut ki, susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk, acı ve ateş
Say ki, küle gömülmüş bir sevdadan
düşleri islenmiş bir gecenin acısı damlıyor gözlerime
hasreti yaraya dönmüş bir ayrılığın sancısı kanıyor içimde
Uzun bir zaman eveldi
toplayıp suskularımı denizlere fırlattım
yalnız balıklar görsün
yalnız balıklar öpsün diye gözyaşlarımı
Sorma ben kimim, adım ne, nereden geldim
nasıl düştüm bu kahrolası kaldırım taşlarına
hangi anılar, acılar, ihanetler geçti üzerimden
Düşlerime hüzünler el koydu
deli rüzgarların öfkesinde savruldu bahçelerim
güllerim bir ihanetin girdabında kavruldu
bütün sevdiklerimden ayrıyım şimdi
bütün sevenlerim kırgın
iflah olmam ben iki gözüm, iflah olmam
düşmüş içime bir kez bu sevda sızısı
bağışlamaz beni artık hiç bir hatıra
Say ki, incinmiş bir gülüş
gecikmiş bir düşüm
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan
tut ki, kar altında sevincim
bütün mevsimlere küsüm
Kanadı kırık bir serçeyim tut ki
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek
ateşin zulmünü gördüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş milyonlarca türküyüm
gerisini ne sen sor, ne ben söyleyim
Dokunma iki gözüm
sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim, yaşım kaç
yaşamak neyin karşılığıdır, ölmek neyin
nasıl unutulur ölümsüz bir aşkın hazin öyküsü
kaç mevsim gözlerimi ardından bırakıp gitti
yıkılmış bir duvar
kapısına kilit vurulmuş bir ev say beni
Say ki, dudaklarda üşüyen bir şiir,
yatağı kurumuş bir nehirim
suskun, susuz, mısra mısra yalnızlığı kanayan
Sorma ben kimim, adım ne
vurulmuş bir ceylanın yarasında
yalvaran bir ananın gözlerinde gör beni
Sorma
bir sarı çiçek
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin
Upuzun yolların düğümlediği
ihanetlerin kilitlediği....
Nuri CAN
13.11.2009 - 22:59
Asrevya! ...
Sevgiler büyüttüm kır çiçeklerinden, güneşin kanını emen...
umutlar yeşerttim bahar renginde al yeşil.
dağlarda kar erirken ceylanlar emzirdim.
melekler uyandırdım her tan ağardığında...
Toplamak için düş kırıklarını aynalardan,
mavi bir kuş tutup avuçlarıma,
yıldızlarla selam yolladım dağ doruklarından...
dudaklarıma gül ve rüzgar iliştirip bekledim her gece
gelmedin Asrevya! ...
Upuzun köprüler kurdum içimdeki yolculuklara
beyaz günlere uzandım, beyaz atlarla sana kavuşmak için.
sana getirsinler diye umutlarımı, güvercinler besledim...
dudaklarımın arasından inleyen bir kaval sesiyle,
her gece özlemler gönderdim, yalnızlık ve hüzün diyarından...
duymadın Asrevya! ...
Ak alınlı taylar koşarken alnımın çayırlarında
al türkülerle inledim lekesiz sabahlara her bahar geldiğinde...
özlemler kanatıp gecelerin sayfalarında,
mavi rüzgarların terkisinde sevgiler yolladım sana...
bilmedin Asrevya! ...
Çoğaldıkça çoğaldı çılgınlığım,
kanımda milyonlarca yıldız tutuştu,
alevler içinde parlayan nehirler gibi yüreğime aktı hasret...
her suyun sesine bir damla gözyaşı bıraktım senin için
görmedin Asrevya! ...
Bilki, sensiz uzak bir dağbaşı yalnızlığıyım
ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım
seni özlemenin korkunç rüzgarıyla,
göğünü ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut gibi
her gece bir uçurumun kenarından kendimi bıraktım...
görmedin Asrevya! ...
Hasret ateşine bürünürken geceler
uzun ayrılıkların dağladığı sevdalarda
korkunç alevler içirdim seven yanıma...
bir yanım iç çekmeyi ögrendi, bir yanım acı çekmeyi
oturup ağladım gecelerce küskün ırmaklar gibi
karışıp gitti gözyaşlarım çağlayanlara...
silmedin Asrevya! ...
Ey kırçıl saçlarımda yıldız tutuşturan, alıp savuran yangınlara
ey yüreğimin yegane sahibi, umudumun adresi
gel al beni, şiirlerin ve sevgilerin diyarına götür
yıldızlara götür, samanyoluna, ölümsüzlüğe, sonsuzluğa...
sevgiyle yıka yüreğimi, hasretin ipeğiyle sar, aşkın öpücüğüyle öp...
Hazan bahçelerinde yaralı bir güldür kalbim sensiz,
dört mevsim aşkı ve hasreti kanayan...
yüreğimde demlenen ay oldun her gece, gözlerimde çiçeklenen yıldız
uzun saçlı hasretim oldun, bitmek bilmeyen gurbetin ahında...
geçen bütün mevsimlerde seni bekledim, bütün trenlerde seni sordum...
gelmedin Asrevya! ...
Özlemlerle yaralı bir yağmur bulutuyum şimdi buralarda
firari bir hüznün girdabında yitirdim güldesenli sevinçlerimi
bil ki, çağlayan bütün nehirler benim gözlerimdir
benim yüreğimdir ağlayan bütün denizler
su içtiğim bütün pınarlarda seni susadım
düştüğüm her uçuruma bir tutam çiçek bırakır gibi
bir tutam kor ve bir demet gözyaşı bıraktım senin için
gelmedin, görmedin, bilmedin, silmedin Asrevya! .......
Bir gün gökyüzü gülünce ve geçince üşümesi kalbimin
uzaklardan taa... uzaklardan, acılar ve korkular diyarından
bütün hasretleri yükleyip yüreğimin yangınına
upuzun yollardan çıkıp geleceğim sana... Bekle Asrevya! ...
Ve dudaklarından 'seni seviyorum' diyen sesinin rüzgarıyla öleceğim...
Nuri Can
03.11.2009 - 08:31
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU-gurubuna davetlisiniz
BİLGİ PAYLAŞIM
SAYGI PAYLAŞIM
SEVGİ PAYLAŞIM
EN İYİ PAYLAŞIM
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU –davetlisiniz
DEĞERLİ KARDŞİM SEVİYELİ VE KARDEŞÇE BİR PAYLAŞIM ATMOSFERİNDE SİZLERİDE ARAMIZDA GÖRMEKTEN MUTLU OLURUZ
ihvani-paylasim-platformu
http://gruplar.Antoloji.Com/ihvani-paylasim-platformu yazarak bu gruba daha hızlı ulaşabilirsiniz
DAVETLİM SİNİZ ONUR DUYARIM
28.10.2009 - 22:07
GÖNLÜ İNSAN SEVGİSİYLE DOLU DOST BİR YÜREK CAN BİR BACI.
RABBİM KENDİSİNDEN RAZI OLSUN
22.10.2009 - 12:54
Güçlü olmak artık beni yoruyor Şiraze,
herkese karşı dimdik olmak...
bir çınar gibi asırlara direnebilecekmişim gibi görünmek...
Liman olmaktan yoruldum Şiraze,
artık ben de ağlamak istiyorum uluorta
susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum.
haykırmak...
çılgınca bağırmak...
en cart pembeyi giyip yürümek yollarda, kimseyi umursamadan
ve önemsemeden kurulacak cümleleri.
artık ben de ağlamak istiyorum Şiraze; sakınmadan gözlerden, sakınmadan kendimi.
Kurumuş rengi bakıra çalmış, bir bahar sonu kırgınlıklarım var içimde
İçimden içime, düşlerimden gecelerime, gecelerimden gündüzlerime... uçurduğum
turnalarım var
seher vakti kavak yelleriyle salınan, salındıkça cama tık’layan; beni benden alıp bilmediğim diyarlarda bana öyküler yaşatan düş kanatlarım var
turnalar uçarken, başımdan allı yazmalar düşer...
ben düşerim; toprak, kokusunu salar içime; içim ürperir, hasret türküleri yakar
‘bilemedim kıymetini kadrini/hata benim, günah benim, suç benim’
düşer bakışlarım...
sen masal uykularındayken gönderilmiş beyaz güvercinler uçuşur etrafımda
çırp çırp kanat sesleri; çırp çırp... çırp çırp...
ben buralarda bilmem ki hangi uykunun hangi köşesinde beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı
bir beyaz kelebek olur umut, avuçlarıma konan
biliyor musun, bir zemheri gününde, yine elimde mektuplar yola çıktığımda
tam da başımın üzerinde beyaz bir kelebek... hafif kanatları huşu içinde
dönüyor... dönüyor... dönüyor...
işte o gün sonrası Şiraze, ben her bahar beyaz kelebekleri aradım
her güne beyaz kelebek görme umuduyla başladım
uyan Şiraze, doğrul... kelebekler seni bekliyor, düş değil gerçek
kelebekler seni bekliyor...
revnakı güzelliğinin, tüm zamanlarımı doldurduğunda
en onulmaz derdin tam orta yerine düştüğümün idrakinde değildim elbet
kimseye düş bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım
duymayın da artık beni...
bundan sonrasında mı lâl rengi masallara yelken açacağız Şiraze?
lâl olup lâl’e mi boyanacağız Şiraze?
gözümüzden akan lâl, gönlümüzden taşan lâl...
hepsinin içinde ben de bir lâl...
biryerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken,
o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin kıstırılmışlığı ile
pusuyorum bazen
uzun süre gecelere küsüyorum...
uzun süre kendime küsüyorum...
uzun süre kaleme, kağıda küsüyorum...
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze,
şimdi kara görünmüyor gerimizde
küsmeyi de boşverelim, hep ileri... hep ileri... hep ileri...
bizi bekleyen sahilin taşlarında ışıltı var Şiraze.
denizin dalgalarından anemonları toplayıp dolduralım çıkınımıza
onlar da mor, düşlerimiz gibi...
varacağımız sahilleri mor’a boyayıp, mor uykulara dalalım
biz, denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze.
düş bahçesi ile...
Güçlü olmak artık beni yoruyor Şiraze,
herkese karşı dimdik olmak...
bir çınar gibi asırlara direnebilecekmişim gibi görünmek...
Liman olmaktan yoruldum Şiraze,
artık ben de ağlamak istiyorum uluorta
susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum.
haykırmak...
çılgınca bağırmak...
en cart pembeyi giyip yürümek yollarda, kimseyi umursamadan
ve önemsemeden kurulacak cümleleri.
artık ben de ağlamak istiyorum Şiraze; sakınmadan gözlerden, sakınmadan kendimi.
Kurumuş rengi bakıra çalmış, bir bahar sonu kırgınlıklarım var içimde
İçimden içime, düşlerimden gecelerime, gecelerimden gündüzlerime... uçurduğum
turnalarım var
seher vakti kavak yelleriyle salınan, salındıkça cama tık’layan; beni benden alıp bilmediğim diyarlarda bana öyküler yaşatan düş kanatlarım var
turnalar uçarken, başımdan allı yazmalar düşer...
ben düşerim; toprak, kokusunu salar içime; içim ürperir, hasret türküleri yakar
‘bilemedim kıymetini kadrini/hata benim, günah benim, suç benim’
düşer bakışlarım...
sen masal uykularındayken gönderilmiş beyaz güvercinler uçuşur etrafımda
çırp çırp kanat sesleri; çırp çırp... çırp çırp...
ben buralarda bilmem ki hangi uykunun hangi köşesinde beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı
bir beyaz kelebek olur umut, avuçlarıma konan
biliyor musun, bir zemheri gününde, yine elimde mektuplar yola çıktığımda
tam da başımın üzerinde beyaz bir kelebek... hafif kanatları huşu içinde
dönüyor... dönüyor... dönüyor...
işte o gün sonrası Şiraze, ben her bahar beyaz kelebekleri aradım
her güne beyaz kelebek görme umuduyla başladım
uyan Şiraze, doğrul... kelebekler seni bekliyor, düş değil gerçek
kelebekler seni bekliyor...
revnakı güzelliğinin, tüm zamanlarımı doldurduğunda
en onulmaz derdin tam orta yerine düştüğümün idrakinde değildim elbet
kimseye düş bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım
duymayın da artık beni...
bundan sonrasında mı lâl rengi masallara yelken açacağız Şiraze?
lâl olup lâl’e mi boyanacağız Şiraze?
gözümüzden akan lâl, gönlümüzden taşan lâl...
hepsinin içinde ben de bir lâl...
biryerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken,
o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin kıstırılmışlığı ile
pusuyorum bazen
uzun süre gecelere küsüyorum...
uzun süre kendime küsüyorum...
uzun süre kaleme, kağıda küsüyorum...
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze,
şimdi kara görünmüyor gerimizde
küsmeyi de boşverelim, hep ileri... hep ileri... hep ileri...
bizi bekleyen sahilin taşlarında ışıltı var Şiraze.
denizin dalgalarından anemonları toplayıp dolduralım çıkınımıza
onlar da mor, düşlerimiz gibi...
varacağımız sahilleri mor’a boyayıp, mor uykulara dalalım
biz, denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze.
düş bahçesi ile...
Ey sen’i ben bilip ben’i sen’de
sen’i ben’de erittiğim! Ayıl da
ayıl da
kaç meş’um hergelenin çelmesine takıldığımızı gör.
Aşk da bir çukurmuş aslında
ehil olmayana,
cehennem gibi
Bir velvelenin orta yerinde, sürgün’lerin alevlere atıldığı zamanlardan kalma beş bin mısrayı maziye kaptırdık şiraze. Mazide gezinen filozofların kule diplerinde oturan siluetleri fısıldıyor en anlamlı kelimelerini, bir de siyaha çalan cübbeleri oynaşıyor geceyle, gözlerinin gerisinden fışkıran “yapmayın, etmeyin, aldanmayın” feryatları geziniyor kıyı şeridinde. Mahareti hıza vurduk şiraze. Uyuduk kaldık gecelerin yumuşak yataklarında. İçimizden gelen bir şey yok; yemedik, gezmedik; konuşmaya, yazmaya, yürümeye üşendik; istemek hissi tükendi şiraze. Artık ertelemekten de vazgeçtik. Kıyı şeridi ninni söylüyor, dalgalar salınıyor öne arkaya, taşlardan yükselen şıkırtılar bir dansın giriş bölümünde tekerrüre düşüyor. Ben takılıyorum şiraze. Buhranlara, anaforlara, uzay boşluğunun zamansızlığına... Bir ezan ile doğrulurken efdal olanın güzelliği yansıyor yüzüme. Artık şu nefs denene anlatmalı, dünyanın işveli görünen vechine bir kırıntı gözü ile bakmanın zamanıdır diye şiraze. Zamanıdır yüzmenin tatlı sularda ve zamanıdır uçmanın bulutların yukarısında. Zamanıdır kavuşmanın, zamanıdır kabullenmenin. Ve zamanıdır şiraze aşkı aşk ile öldürmenin.
şitaya girerken çöktü üzerimize ağırlık
neşideler yastadır şimdi
ne melikler ne melîkeler mes’ud
safabahş sabahlar yastadır şimdi
Varna’da hatırladım Sonya’yı, bir dağ yamacından Karadeniz’e el ederken şiraze. Sonya bir memeleketin bana yabancı kızı. Gözleri yosun yeşili. Kitabın birinde diyordu “Sonya bir yere gitti / Döndüğünde artık eksikti / Ya da eskisinden fazlaydı belki / Eksik ya da fazla / Eskisi gibi değildi yani.” Gözleri yosun yeşili şiraze. Denizin toprakların önünü kestiği yerlerden birinde serpildi. Ben de bir deniz kızı, sen o deniz kızının hep hayalinde üzerine titrediği şiraze. Gözleri yosun yeşili. Gözleri yosun yeşili, dilinde anlamını çözemediğim bir heyûla. Baktıkça dalgalanıyor üzerimde, şeffaf zamanlardan kalma hançerlerin derin oyuklarını “hatırla” dercesine. Gözleri yosun yeşili şiraze.
bimeal...
Kendimi bulmak için çıktım yola, kendimsiz kime olsun faydam şiraze.
Bulayım derken daha çok yittim dehlizlerde, kim duysun bu mağrur sesimi şiraze.
Ene’lerle kavgam, ene’lerle mücadelem; ene’ler ene’ler ene’ler şiraze. Var ya; bu kadar mı çok olunur, bu kadar mı çok şiraze.
Bir çıkmazda dalgalanan ak bayrağın altında dökülen kan, kavganın al’ı şiraze.
Ak ve al sen, al ve ak sen; simsiyah sonunda ben şiraze.
O gün geldiğinde bir “ah” çekeceğim, diyeceğim “eyvah”.
Eyvah ki eyvah şiraze.
Ben senden değil, seni zamana sıkıştırıp beklemekten vazgeçtim. Sensizlikten vazgeçtim. Seni mekanda aramaktan vazgeçtim. Benden vazgeçtim. Hayat felsefesinden, sosyal olan her şeyden, toplumsalcılık oynamaktan, kültürel faaliyetlerin her birinden, ney’den, Beşevler’den, duvar gazetesinden, pembe boyalı binadaki odalardan, sağa sola çiziktirmekten... Vazgeçtim şiraze kuralları bir bir çiğnemekten. İster yak beni, ister karala. İstersen al da as duvarına. Vazgeçmekten başka işim kalmadı benim.
İyi bilirim şiraze, sen benim ezberimdesin.
Ş İ R A Z E
21.10.2009 - 19:27
Seni içimin en ücra köşesine gizledim; ürkek, tedirgin, temkinli...”
Her temmuz, bana şehrimi anımsatıyor dünyanın her neresinde olursam olayım. Çok zaman geçirip, çok anı biriktirdiğim; bol tuzlu denizinde, üzerimde taşıyıp da sevmediğim her ne var ise dalgalarıyla atmaya çalıştığım; salkım saçak dolaşırken, siyah etek uçlarımdan yerlere istemediklerimi saçtığım; kavurucu güneşinin altında, incir kokulu yollarda, nar çiçeği endamında her bakan göze dokunup saklandığım; aşk tadında gece yürüyüşlerine çıktığım...
Minik temmuz sıcağı şehrimi yeniden yaşamak arzusu doluverince gözlerime, yüreğimdeki pır pır eden kanatları susturamıyorum işte. Yeniden’i olmayan geçmişin, geçmişte kilitlendiği gerçeği ile ıhlamur ağacı altına uzanıp temmuz şarkıları döküyorum dilimden bu yabancı toprağa. Hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki şiraze.
Kimseler bilmesin öykülerimi diye ketûm direnişlerle gömdüm mektuplarımı saklı kentime. İlk bûsenin açtığı yaranın bir daha kapanmayacağını, ilk bûsenin kopardığı fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini, ilk bûsenin tüm ‘hayır’lara bir asi yetiştirmede maharetinin yıllara değin uzanan dokunuşlarının artarak çoğalacağını, ilk bûsenin bedeni dolaşan bütün damarları nasıl da ‘çat’ diye bir bir çatlatacağını, ilk bûsenin ne varsa aniden değiştirivereceğini nereden bilebilirdin ki şiraze.
Mektuplarım benimdir, mektuplarımın ıhlamur kokusu benimdir, mektuplarımın canımı yakan her harfinin kıvrımları benimdir; temmuz sıcağında yeniden yazılıp, yeniden toprağa verilen, benimdir mektuplarım şiraze.
Şehirler değiştiriyorum, şehirlerle değişiyorum. Yüzleri yüzüme yansıyor, kokuları siniyor tenime, seslerinde yitip içimin feryatlarına sekte koyuyorum. Derûni bağlılıklarımı bir hilkat garibesi şekline bürüyüp yalnızlığına mahkum ediyorum.
Şehirler değişiyor şiraze, ben değişiyorum.
Ben değişiyorum, dünya değişiyor şiraze.
Bir, yaşanmışlar olduğu gibi duruyor.
“Sen yok desen de, ayın tamamı orada” diyorum.
“Hayat zaten zor, onu daha da zorlaştırmak için neden bu çaba? ” diye soruyorum.
“Yanlışlar birbirini izler” gerçeğine uyanıyorum.
“Yapmamız gereken, bize zaman verildiğinde yapacağımıza karar vermek” diyerek bir gayret yerimde doğrulup göğe avuç açıyorum.
Ve hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklarına...
Ben şiraze, her sabah yeniden doğuyorum; öykülerime bir yenisini eklemek, yeni bir mektuba başlamak için...
seni temmuz ile selamlıyorum...
21.10.2009 - 16:09
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Seni pamuklara yatırıp uyutmak geçti içimden. O kadar narindi yüreğime yansıyan duruşun. O kadar narin...
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Ben garip bir küçük kız, sana baktım uzun uzun. Yüzümden döküldü parçalanmış yaşanmışlar. Sen ne kadar erişilmezsen, ben o kadar çukurdaydım. Sen ne kadar mutmain bakıyorsan dünyaya, ben o kadar eksiktim.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Parıldayan bir gözlerin, bir parmaklarının ziyneti kıymetli yüzüklerin değildi. Her şeyinle, nurdu üzerinden damlayan. Ben o damlalardan birine dokunabilsem diye iç geçirirken... her şey karardı.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Düşlerin en güzelini en güzel yapan, senin duruşun... bakışın... ve suskunluğundu. Gökten inen her kar tanesini, her yağmur damlasını taşımakla vazifeli meleklerden biriydin belki... belki öyle gelmiştin düşüme. Bir rahmet... bir bereket...
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Bir sarkıt gibi dondum yerimde; ne bir adım ileri, ne de geri... Sen gelmiştin düş senfonime, sen gelmiştin... insan seni göürünce belki ne istemesi gerektiğini farkediyor. Ben de belki, işte sırf bu yüzden uzandım sana, ‘bir dokunsam’ dedim. Dedim de öylece kaldım.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Biri aldı götürdü beni senden. Bir evdi belki, bir oda... bir... bir... düş bu Şiraze. Gerçeğin çizgilerine uymuyor ki. Oturdum bir başıma, gözlerimde sönmeyen ışıltın. Bembeyazlığınla kalabalıklara yön oldun.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. ‘Yüzünü dökme küçük kız’ dedim kendime. ‘Bırak üzülmeyi’ dedim. ‘Yalnız sen misin bir düşün, unutan sevilmeyi.’
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Biliyorum, bir kere çıktın karşıma, düş olsa da farketmez. Bir kere girdin yüreğime. Biliyorum, ‘her siyahın bir beyazı, gecelerin gündüzü de vardır.’
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Yürüdüğüm düş bahçeleri beni sana taşıdı. Yine de kalakalsam da böyle tek... böyle kimsesiz; dedim, ‘yüzünü dökme küçük kız, kızma onlara.’ Buruk bir tadı vardı yalnızlığımın, sen hep kalabalıklar içinde kim? Ben hep yalnızlıklar içinde kim?
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Dedim kendime, ‘yalnız sen misin bir düşün, zincir oranda buranda. Her tutsağın bir kaçışı, uykunun uyanışı da vardır.’ Uyansam yitiririm seni ben. Biliyorum ki, uyansam yitiririm seni ben. Bir daha çıkmazsın karşıma hiç. Üstelik dokunamadım da o naz ellerine. Ellerin ki belki kurtuluşum... ellerin ki belki tek umudum...
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. ‘Gördüm düşümden büyük bahçe yok.’ Ve gördüm düşümün en güzel çiçeği sensin. Kalabalıkların sevdiği, kalabalıkların sende dinlendiği... gecenin aydınlığı sensin.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. ‘Düş’ dedim, ‘görmek istediğim mi? ’ ‘Düş’ dedim, ‘geleceğimden bir mektup mu? ’ Seni buldum Şiraze, düşte de olsa... İzin ver dokunayım, belki hep kalırım yanında. Gittin... Hangi yöne? Hangi gemiyle? Yine kalan ben oldum.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Ve ben, ‘yüzünü dökme küçük kız’ dedim kendime. ‘Yaşamın anlamını bul, sonra dinle kendini yolunu bil’ dedim. Sen uzaklardan ses veren, bir kere çıkıp karşıma ışıltını da alıp giden Şiraze... Sen yüreğinin götürdüğü yeri bilen, ben yüreğimin sesini bile duymaktan aciz... Aramızdaki ayrılıkların dozajının ayrımına varmak ne güç. Ne güç seni bir kere görüp yeniden bulma ümidiyle yaşamak.
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Ne kadar güzel, ne kadar derin...
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Bir dahası olur mu düşlerin? Tekerrür eden düşler de var mıdır? Geceler midir düşlerin mekanı? Mekansa sınırlar mı seni?
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Velhasılı...
Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
....................................
kesme nevanı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
El’an şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay’a. Ben hep tırmanıyorum şiraze. Tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. Annem düşüyor aklıma bir ara. Annem şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “Bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. İşte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
El’an şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. Sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım şiraze. Altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. Yalnızlık Yusuf’un kuyusu, içine düşen ben şiraze. Kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. Anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna şiraze. Dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu şiraze.
bir lâhza durup
lûtf ile
mercanları saçsan
düşse sana kem bakan...
düşse sana kem bakan...
El’an şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. İçim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgar desen of be şiraze. Ne aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. Sil baştan şiraze. Sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. Durmadan bakılmıyor şiraze. Durmadan da üstelik gidilmiyor şiraze. Dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. Çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenahım azdıkça azıyor. Uyumalıyım. Uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. Bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.
nazenin olanın halinden
bihaber
açar zakkumlar pembe ve beyaz
“dalmışlar tahayyüle” der
incinir kelebekler...
incinir kelebekler...
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
El’an şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. Gündelik telaşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. Bir hiç olsa olsa hiçtir işte. Bu ne biçim iştir şiraze. Sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. Boğulsam sevda mı kalır şiraze? Kalsa da kime kalır şiraze? Vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. Vurulmadan önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.
Ben şiraze, her damlada yitişimi izlemedeyim.
Ben şiraze; hep gidenlere, bir türlü gelemeyenlere laf üstüne laf dizmedeyim.
Ben şiraze, her sabah yeni bir ene silmedeyim.
Ben şiraze; hep bir yerde, hep bir yerde beklemedeyim.
Ben şiraze, biledikçe sensizliği bilenmedeyim.
13.09.2009 - 07:06
Hanginiz daha güzelsiniz bilemedim? İçiniz mi? dışınız Mı? yoksa hepi-topu Mu? -)) Canım arkadaşım kalbi harbi dost..
Toplam 96 mesaj bulundu