Şairiniz burada!
Duyguların dört mevsimini kelimelere döken, hüzünle sarıp sarmalayan, aşkla yakan, hayatın sancılarını dokunaklıca anlatan… Ama unutma, tam kalbin kırıldığı yerde, bir anda kahkaha patlatan mısralarla karşına çıkar!
Bura ...
Şairiniz burada!
Duyguların dört mevsimini kelimelere döken, hüzünle sarıp sarmalayan, aşkla yakan, hayatın sancılarını dokunaklıca anlatan… Ama unutma, tam kalbin kırıldığı yerde, bir anda kahkaha patlatan mısralarla karşına çıkar!
Bura ...
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Münzevi Zeyrek Nedire Yazılan Yorumlar Sayfası
27 Temmuz 2025 Pazar - 08:03:40
annelerin garip huyları
30.06.2025 - 15:12Anneler… Dünyanın en tatlı, en özverili varlıkları… Ama bir de garip huyları var ki, sormayın gitsin! Mesela, “Üşürsün” diye yaz-kış klima açmayı yasaklayan, yazın sıcak havada mont giymeye zorlayan annelerimiz var. Onlar için sıcaklık ölçüsü, evdeki termosun içindeki çayın sıcaklığı kadar kesin!
Bir başka huyları: Evin ortasında ansızın “Odaya bak, biraz toz var” diye kontrol turu yapmak. Sanki orada gizli bir toz canavarı saklanıyor ve annemizin radarından kaçması imkansız! Hele çocukken yapılacak her hareket, “Bunu yapma, düşersin”, “Sakın oraya gitme” uyarılarıyla doludur. Artık yürüyüşümüz bile bir macera filmine dönüşür.
Ve tabii, annelerin yemek konusunda “az ye, kilo alma” ile “tabakları bitir, israf olmasın” arasında gidip gelen o çelişkisi… Masada büyük bir psikolojik savaş var adeta! Ama hangi annede olmasın, o yemekleri gözümüz kapalı yedikten sonra bir bakarız ki, tabağımızda mucizeler yaratmışlar.
Telefonla konuşurken başka bir şey yapmama izin vermemeleri de ayrı bir mevzu. “Sana bir şey söyleyeceğim, dikkat et!” derler, sanki sırat köprüsündeyiz de bir yanlış hareketimiz sonsuz dikkat gerektiriyor.
Ama en güzeli, annelerin o her haliyle, garip huylarıyla bile içimizi ısıtan sevgileri. Çünkü onlar, o gariplikleriyle bizim için dünyadaki en güvenli limandır.
kadın ve erkeğin aşk anlayışı
30.06.2025 - 15:10Aşk dediğimiz o karmaşık duygu, kadın ve erkek için bazen adeta iki farklı evrenden gelmiş gibi anlaşılır. Kadınlar aşka “Netflix ve çikolata gecesi” gibi yaklaşıyor; duyguların derinliklerine dalmak, hissettiklerini anlatmak, mesajların anlamını çözüp “beni ne kadar düşündüğünü” saymak onların hobisi. Erkekler ise aşkı çoğunlukla “uzaktan kumanda ve pizza siparişi” gibi görüyor: Sessiz, pratik ve doğrudan işe yarayan bir şey.
Kadınların aşk dilinde, “Sen nasılsın?” sorusu aslında “Beni düşünüyor musun?” anlamına gelir; ama erkeklerin cevabı çoğunlukla “İyiyim” olur. Burada iletişim krizi başlar. Kadın “Bu kadar kısa cevap olur mu?” diye içlenirken, erkek “Ne bekliyorsun, bu kadar mı detaylı olsun?” diye düşünüyor. İşte o an, aşkın renkli oyunları başlar.
Kadın, sevgisini dokunuşlarla, sohbetle, küçük sürprizlerle gösterirken; erkek bazen aşkını “Bira aldım” veya “Kumandayı sana verdim” gibi eylemlerle anlatmaya çalışır. Kadın bu davranışları “Ne kadar düşüncelisin” diye okurken, erkek “Ben işte aşkımı böyle ifade ederim” diye kendi dilinde sevgi sunar. Sonuç? Komik ama tatlı bir dil karmaşası.
Bir de kadınların aşkı “On dakika ağlayayım, sen sarıl, her şey geçer” şeklinde yaşama biçimi var; erkekler ise “Problemi çöz, sonra konuşuruz” der. Kadın biraz yumuşak yumuşak dokunmayı ister; erkek ise doğrudan problemi halletmeye çalışır. Arada bir şaka vardır, “Biz savaşçıyız, biz ağlamayız” diye; ama kadın “Sen de biraz duygusallaş, belki kalbim biraz daha hızlı atar” diye karşılık verir.
Ama işin sırrı şu ki, tüm bu farklılıklar aşkı renklendirir. Kadın ve erkek, farklı kanallardan sevmeyi öğrenir; birbirinin dilini çözmeye çalışırken aslında kendi kalplerini de büyütür. Aşk, bazen “Ben sana kırmızı güller aldım” derken, “Sen bana en sevdiğim yemekleri yaptın” demektir. Birinin dili sözlerken, diğerinin dili davranışlardır; ama iki dil de aynı kalbi konuşur.
Yani sonuç olarak, kadın ve erkek aşkı, farklı gezegenlerden gelen iki astronotun aynı gemide yol alması gibidir. Bazen iletişim kopar, bazen rota şaşar ama birlikte yol almak, yıldızlara ulaşmak her şeye değer. Çünkü aşk, farklarla değil; paylaşılan o eşsiz duyguyla büyür.
Sanal Kumar Bağımlılığı
30.06.2025 - 15:01İnternetin sunduğu sınırsız imkânlarla birlikte hayatımıza birçok kolaylık girdi. Ama her kolaylığın bir bedeli oluyor. Sanal kumar da bu kolaylıkların içindeki en tehlikelilerden biri. Başta sadece eğlence gibi görünür. Boş zamanları geçirmek, biraz heyecan yaşamak ya da ufak kazançlar elde etmek için bir oyun gibi başlar. Ama zamanla bu oyunun ipleri kişinin elinden kaymaya başlar.
Sanal kumar, adı üzerinde sanal; ama etkileri fazlasıyla gerçek. İnsan bazen kaybettiği parayı değil, kendini aramaya başlar o ekranlarda. giderek daha çok oynamak ister. kaybettikçe “geri kazanırım” der, kazandıkça “daha fazlası olur” umuduna kapılır. Bir kısır döngüdür bu. sonunda oyun oynamazsın artık; oyun seni oynar.
Bu bağımlılığın farkına varmak da kolay değildir. Çünkü fiziksel bir madde yok ortada, içki ya da sigara gibi elle tutulur bir şey değil. Ama ruhu kemiren, zamanı çalan, ilişkileri koparan görünmez bir zincir gibi. Kimi ailesinden gizli oynar, kimi borçlanır ama hâlâ “bir daha olmayacak” der. oysa her “son kez” sözü, yeni bir başlangıç olur.
Bu bağımlılık sadece parayla ilgili değil. daha çok duygularla ilgili. Yalnızlıkla, boşlukla, bastırılmış acılarla. Sanal kumar bir kaçış yolu gibi sunulur. ama o kaçış, insanı en çok kendine yaklaştırır. Çünkü insan oynarken değil, kaybederken kendini fark eder.
Zararları gözle görülür hale geldiğinde ise çoğu zaman çok geçtir. Borçlar büyür, güven sarsılır, işten ya da okuldan kopmalar başlar. Uykusuzluk, stres, öfke, pişmanlık… bunlar hep peşinden gelir. bir de “keşke”ler. En çok da onlar yakar içini insanın.
Ama kurtuluş mümkündür. önce insan kendine itiraf etmeli. “evet, ben bu durumu kontrol edemiyorum.” demek, ilk ve belki de en zor adımdır. Sonrasında yardım aramak, profesyonel destek almak, konuşmak, anlatmak… Bunların hepsi iyileşmenin yollarıdır. Kimse bu yükü tek başına taşımak zorunda değil.
Ayrıca sadece bırakmak yetmez. Yerine bir şey koymak gerekir. Yeni alışkanlıklar, yeni uğraşlar, yeni çevreler… Hayatın başka alanlarında da kazanmak mümkün; ama en önemlisi kendini yeniden kazanmak.
Sanal kumar bağımlılığı; fark edilmesi zor ama sonuçları derin bir yaradır. Ve her yara gibi, zamanında müdahale edilirse iyileşir. Bu yazı, belki birilerinin ilk adımı olur. Belki bir sessiz çığlığa tercüman. kim bilir, bazen en büyük kazanç, kaybetmemeyi öğrenmektir.
şairlerin atatürk'e benzeyen özellikleri
30.06.2025 - 14:56Atatürk gibi ben de yanımdan kitapları hiç eksik etmem. gittiğim her yere, yanında binlerce hayatın ve düşüncenin saklı olduğu o kutsal sayfaları götürürüm. onun gibi, okurken kelimelerin arasına notlar bırakırım; bazen kâğıtlara, bazen kitapların sayfalarına… sanki o an, zamanın ve mekanın ötesinde, onunla aynı odada, aynı havayı soluyormuşuz gibi… her satırda onun ruhunu hissederim; onun hayallerini, umudunu, acısını ve cesaretini.
Yurtdışından gelen her yeni kitap, bana ona biraz daha yakınlaşmak için bir fırsat gibi gelir. Atatürk gibi ben de kelimelerle değil belki, ama kalbimle yazıyorum; onunla aynı sevdayı taşıyorum. onun kitap sevgisi, benim içimde bir ateş gibi yanıyor; o ateş, yalnızca bilgiye değil, insanlığa ve özgürlüğe olan inancın da simgesi.
Belki onun kadar büyük eserler yazamam, ama onun bıraktığı mirasın yükünü her gün yüreğimde hissediyorum. Kitaplarımız, bizim aramızdaki sessiz bir köprü, zaman ve mesafeleri aşan bir bağ. Her açtığım sayfa, onun ışığında yürüdüğüm yolun yeniden hatırlanması; her aldığım not, ona yazılmış bir sevgi mektubu gibi… ve bu sevgi, yaşamımın en derin, en gerçek mirası.
Münzevi Zeyrek
30.06.2025 - 14:55Kim demiş yalnızlık sıkıcıdır diye? Münzevi Zeyrek tam tersini kanıtlıyor! Şiir dünyasının gizemli kahramanı, kalemini kuşanıp Zeyrek’in arka sokaklarında hem yalnız hem de çok kalabalık. Çünkü onun dünyasında kelimeler en iyi dost, mısralar ise en sadık yoldaş.
Münzevi Zeyrek, adeta şiirlerin Ninja’sı: Sessizce gelir, derinlere işler, kimse fark etmez ama etkisi uzun sürer. Şiirlerinde ne çok laf ne de boşluk; tam kararında, tam zamanında. Onun dünyasında kahve kokusu, eski defterlerin hışırtısı ve hafif bir melankoli vardır ama sakın yanılmayın, bu melankoli içinde gizlenmiş devasa bir espri anlayışı da bulunur.
Belki de en büyük sırrı, “Münzevi” kelimesini tam da Zeyrek gibi eski ve mistik bir semtle birleştirmesi. Yani “kendi halinde ama derinliği olan, şehir içinde saklanmış bir bilge.” Hani derler ya, “sessizlik bazen en yüksek sestir” diye; Münzevi Zeyrek bu sessizliği kelimeleriyle haykırıyor.
Şimdi hazır ol, çünkü o bu satırları okurken, kahvesini yudumluyor, etrafı izliyor ve yeni şiirinin esprili dizesini düşünüyor. Belki de sen bir gün onun Münzevi Zeyrek’le tanışmasını sağlayan şanslı kişilerdensin!
90'lı yıllardaki zenginlik belirtileri
30.06.2025 - 14:52levi’s 501 giyen adamın dramı
90’lı yıllarda zengin olmak üzerine küçük bir deneme
1990’lı yıllarda zengin olmak öyle bugünkü gibi bankada kripto hesapları, nft koleksiyonları ya da dubai manzaralı story'ler paylaşmakla anlaşılmazdı. o zamanlar zenginlik daha mütevazı ama çok daha somut işaretlerle kendini belli ederdi. öyle ki bazı insanlar vardı, sadece çoraplarına bakarak bile evlerinin üç katlı olduğunu anlardınız.
zengin misin kardeşim? hemen test edelim.
1. pantolonun levi’s 501 mi?
o yıllarda bir insanın levi’s 501 giymesi demek, “ben almanya’dan geldim, yeğenim. gümrükte biraz sıkıntı oldu ama geçirdik,” demekti.
eğer pantolonun fermuarında levi’s logosu varsa, yokuş yukarı yürürken bile seni izlerlerdi.
zenginlikti.
cebinde belki 5 bin lira (o zamankiyle) vardı ama levi’s pantolonun varsa moralin 5 milyondu.
2. casio saatin 7 alarm kurabiliyor muydu?
eğer bileğinde casio’nun hesap makinesi olan saatinden varsa...
sen sadece zengin değil, teknolojiyle içli dışlı entelektüel bir müteahhittin.
saatinden dünya saatini görebiliyor musun?
e tamam, zaten uzaylısın bizden değilsin.
3. evde video oynatıcı var mı?
eğer vhs video oynatıcın varsa, hele ki “çift kasetli”yse, sen açık ara mahallenin zenginisindin.
komşular, salı günleri “jetgiller” izlemeye sana gelirdi.
hatta bazen sadece “görüntülü saat” kaç diye bakıp giderlerdi.
evde “tom & jerry” kaseti varsa zaten o ev nato korumasına alınmalıydı.
4. çanak anten mi?! aman allahım!
normal antenle tgrt bile zor çeken çocuklar varken, sen hotbird üzerinden rtl izliyorsan...
o artık zenginlik değil, kültürel emperyalizmdir.
bir de kumandadan şifreli kanalı çözüp cine5 izleyebiliyorsan...
senin için çocuklar “bu kesin almancı” derdi.
5. ayakkabılar almancı mı?
kalın tabanlı, kenarı ışıklı, 10 kilo gelen ayakkabılar varsa...
ve yürüdüğünde “fışş fışş” diye ses çıkarıyorsa...
kusura bakma ama senin ailen almanya’dan efsane alışveriş yapmış.
üstelik ayakkabıyı poşetle saklıyorsun ki kirlenmesin.
çünkü biliyorsun: o bir yatırım.
6. teyzene bodrum'da yazlık mı verilmiş?
90’larda tatile gitmek bir lükstü.
yazın “bodrum’a gittik” diyeni duyan herkes durup saygı duruşuna geçerdi.
“annemin teyzesinin yazlığı var” cümlesi bir pasaport gibi her yerde kapı açardı.
kumburgaz’da günübirlik denize giden bizler için, o ev versay sarayı’ydı.
7. bip cihazın mı var? şimdi ararım seni…
eğer cebinde “bip” taşıyorsan, sen doktor olmasan da kesin bir yerlerde patron ya da "ağır abiydin".
çünkü bip taşımak, cebinde telefon taşımakla eşdeğerdi.
“arayın beni” dediğinde biri gerçekten seni arayıp mesaj bırakıyordu.
ve sen de 4. ankesörlü telefonda sıraya girip geri arıyordun.
zenginliğin de bir zahmeti vardı sonuçta.
8. salon koltukları naylonluysa dikkat!
o koltuklara oturulmazdı.
onlar misafir koltuklarıydı.
halk arasında “gösterge koltuklar” olarak bilinirdi.
üzerinde dantel vardı, yastıkta ise nazar boncuğu.
salona ancak önemli misafirler alınırdı: kaymakam, okul müdürü, elektrik sayacını okumaya gelen adam gibi...
ve sonuç...
90’lı yıllarda zenginlik; gösterişli olmaktan çok, “gösterecek bir şeyin olmasıydı.”
levi’s pantolonun, casio saatin, dantelli salonun ya da cine5’ten gelen renkli bir ekranın…
hepsi bir dönem rüyasıydı.
bugün hâlâ levi’s giyen biri görünce içten içe “yurtdışından mı geldi acaba?” diye düşünüyorsan, sen 90’ları yaşamışsındır.
ve biliyor musun?
o zamanlar zenginlik biraz da mutluluğun saklı haliydi.
çünkü küçük şeyler büyük sevinçler doğuruyordu.
şimdi her şey büyük ama sevinçler küçük.
ertelenmemesi gereken şeyler
30.06.2025 - 14:51hayatta bazı şeyler vardır ki beklemeye gelmez. bekledikçe büyür, bekledikçe uzaklaşır ya da ağırlığını arttırır. ertelenmemesi gerekenler, aslında ruhumuzun “hemen şimdi” dediği şeylerdir. ama çoğu zaman, “yarın yaparım” der geçeriz. oysa bazı yarınlar hiç gelmez.
bir telefon görüşmesi mesela. uzun süredir aramadığın bir dost, kırdığın bir kalp ya da görmek istemeye korktuğun bir aile büyüğü. ertelenmemeli. çünkü bazen insanlar beklerken yorulur, bazen de artık orada olmazlar.
sağlık kontrolleri... ağrının yerini tahmin etmek yerine bir doktora görünmek, yıllardır “bi baktırmam lazım” dediğin o konuyu artık ciddiye almak. ertelenmemeli. çünkü beden, sabreder ama susmaz. geç kalınan teşhisler, pişmanlıkla beslenir.
kendine ayırdığın zaman. günler geçiyor; iş, sorumluluk, koşuşturma derken kendini unutuyorsun. ama insanın kendiyle baş başa kalması, bazen her şeyden daha önemli. bir kitap, bir yürüyüş, bir nefeslik huzur. bunlar ertelenmemeli. çünkü tükenen sen olursan, diğer her şey anlamsızlaşır.
hayır demek de ertelenmemeli. her şeye “evet” deyip, içten içe yıpranmak yerine, sınırlarını korumayı öğrenmek gerekir. her kabul, kendine bir redse; orada bir durup düşünmek gerekir.
bir de duygular var... sevdiğini söylemek, özlediğini dile getirmek, affetmek ya da vedalaşmak. bunlar bekledikçe içte yumruya dönüşür. oysa zamanında söylenmiş bir “seni seviyorum” ya da “özür dilerim”, hayat kurtarır.
ve tabii ki hayaller... “bir gün mutlaka” deyip de ertelediğin o yolculuk, o eğitim, o yeni başlangıç. beklerken geçen yıllar, bir gün fark etmeden “artık çok geç”e dönüşebilir. hayat uzun gibi görünür, ama aslında oldukça kırılgandır.
kısacası; sevgi, sağlık, vicdan, dostluk, hayaller ve kendine olan sorumluluk... bunlar ertelenmemesi gerekenlerdir. çünkü bazı şeyler zamanla düzelmez; sadece silinir.
Gibi (dizi)
30.06.2025 - 14:50gibi”, türk internet dizileri arasında kendine has üslubu ve samimi hikâyesiyle dikkat çeken yapımlardan biri. ilk bakışta “sıradan” bir gençlik dizisi gibi görünse de, aslında pek çok katmanda hem mizahıyla hem de gerçekçi karakter tasvirleriyle izleyiciyi kendine bağlıyor.
hikâye ve konu
dizi, istanbul’da yaşayan bir grup gencin günlük hayatlarını, dostluklarını, aşklarını ve yaşadıkları zorlukları konu alıyor. en önemli artısı ise hikâyeyi abartmadan, yapmacıksız, “olduğu gibi” anlatması. izlerken kendinizi ya da çevrenizdekileri bulmanız çok kolay. gündelik hayatın küçük sorunları, gençlerin kafa karışıklıkları, iş hayatına başlama çabaları ya da sevgi arayışları gibi evrensel temalarla bağ kuruyor.
karakterler
“gibi”nin karakterleri sıradan ama etkileyici. klişelere kaçmadan, derinlikli ve sempatik figürler yaratılmış. her biri kendi zayıflıkları ve güçlü yanlarıyla gerçek hayattan koparılmış gibi. izleyiciler özellikle ana karakterin samimiyetine, içtenliğine hayran kalıyor. karakterlerin diyalogları ve jestleri, doğal bir şekilde yaşanmış hissi veriyor.
mizah
dizinin en güçlü yönlerinden biri de mizah anlayışı. “gibi”de komedi, abartı ya da slapstick değil; daha çok gündelik hayatın içindeki küçük ironiler, incelikli gözlemler ve karakterlerin birbirine attığı espirilerle kendini gösteriyor. bu, diziyi hem eğlenceli hem de düşündürücü yapıyor.
görsel ve teknik kalite
internet dizisi formatında değerlendirildiğinde “gibi”nin görsel kalitesi gayet yeterli. çok yüksek bütçelerle yapılmış televizyon yapımları kadar parlak olmasa da, sade ve gerçekçi bir atmosfer yaratıyor. bu sadelik, dizinin samimiyetini artıran unsurlardan biri.
eksiler ve geliştirilebilecek alanlar
tabii ki, bazı eleştiriler de yok değil. bölümlerin süresi bazen çok kısa, bu da karakter gelişimine ve hikaye derinliğine biraz engel olabiliyor. ayrıca, zaman zaman hikaye akışı biraz yavaşlıyor ve bazı yan karakterlere daha fazla alan açılabilirdi. ancak bunlar, dizinin genel samimiyeti ve içtenliği karşısında göze çok batmıyor.
genel değerlendirme
“gibi”, özellikle genç izleyiciler ve gerçekçi hikayeler sevenler için kaçırılmaması gereken bir yapım. büyük prodüksiyonlar ve klişe gençlik dizileri arasında, samimiyeti ve doğallığıyla fark yaratıyor. izlerken hem gülüyor hem de kendinizden bir parça buluyorsunuz. eğer sıradan hayattan, gerçek ilişkilerden, samimi ve bohem bir istanbul gençliğinden hikayeler hoşunuza gidiyorsa, “gibi” tam size göre.
son söz: “gibi”, büyük hayaller ve dev prodüksiyonlar olmadan, sade ve gerçekçi dokunuşlarla nasıl kaliteli işler çıkartılabileceğinin güzel bir örneği. samimi oyunculukları ve zekice kaleme alınmış diyaloglarıyla sizi ekran başına bağlayacak.
Erkeklerin Hoşlanma Belirtileri
30.06.2025 - 14:03Erkeklerin hoşlandığını anlamak bazen oldukça zor olabiliyor. Çünkü onların duygularını açık açık ifade etmeleri yerine gizli gizli sinyaller vermeyi tercih ettikleri bir gerçek. Mesela telefonlarını eskiden rahat rahat bırakırlarken, hoşlandıkları kişinin yanında telefonları adeta elinden düşmüyor. Mesajlara anında cevap verme telaşı başlıyor. Bu da onların “Seni gördüm, hemen mesaj atayım” demek istediklerinin küçük bir göstergesi.
Göz teması da önemli bir belirti. Erkekler hoşlandıkları kişiye bakarken çekingen davranırlar. Bakışlarını yakalar yakalamaz hemen gözlerini kaçırır, sonra tekrar bakar. Bu bakış kaçırma oyunu, “Seni seviyorum ama söyleyemiyorum”un sessiz dilidir.
Bir diğer belirti ise “kazara” dokunuşlardır. Onlar, sevdiği kişiye hafifçe dokunmaya bayılırlar ama bunu da o kadar ustaca yaparlar ki, sanki hiç dokunmamış gibi davranırlar. Bu küçük dokunuşlar aslında “Ben buradayım ve seni fark ediyorum” mesajıdır.
Yanında olma isteği de hoşlanmanın önemli göstergelerindendir. Eskiden saatlerce oyun oynayan, televizyon izleyen adam, şimdi “Birlikte takılalım” diye ısrar eder. Çünkü yanında olmak ve vakit geçirmek onun için çok değerlidir.
Hoşlandığı kişinin yanında birden bilgi şovu yapmaya başlar. Mesela sevdiği filmin yönetmeninden ya da sevdiği yemeğin tarihinden bahsederek dikkat çekmeye çalışır. Bu da “Beni dinle, ben buradayım” demenin başka bir yoludur.
Espri yaparken ya da sohbet ederken kahkahaları biraz daha yüksek çıkar. Hatta bazen espri komik olmasa bile sevdiği kişi gülsün diye kendini güldürür. Kendiyle dalga geçme cesaretini de yalnızca hoşlandığı kişiye gösterir, çünkü ona güveniyordur.
Kıskançlık belirtileri ise genellikle gizlidir. Çok belli etmez ama arada “O kimdi?” tarzında sorularla kıskandığını belli eder. Bu sorular genellikle sinsi bir “Seni başkasıyla görmek istemem” anlamı taşır.
Buluşmaların sonunda “Biraz daha kal” demesi ise onun sana olan ilgisinin ve yanında kalma isteğinin en net göstergesidir. Her saniye seninle olmak onun için değerlidir.
Son olarak, belki her zaman sözle ifade etmese de mesaj atmak, aramak ve küçük sürprizler yapmak gibi yollarla sürekli yanında olduğunu gösterir.
Özetle, erkeklerin hoşlandığını anlamak biraz dedektiflik işidir ama küçük ipuçları bir araya gelince anlamak zor olmaz. Bu belirtiler bazen sakarlıklarla, utanmalarla gelir ama hepsi samimi duyguların göstergesidir. En önemlisi, bu sinyalleri fark etmek ve karşılıklı anlayışla güzel bir iletişim kurmaktır.
Toplumda Bireysel Takıntılar
23.06.2025 - 09:01Toplumda Bireysel Takıntılar: Herkesin Kendi Mini Deli Hastanesi
Toplum dediğin, aslında bireylerin birbirinden komik takıntılarından oluşan dev bir mini deli hastanesidir.
Mesela, “Telefonum şarjı %20’ye düşmeden yanımdan ayrılmam” takıntısı var. Bu kişiler, şarj aleti olmadan dışarı çıkmaz, pil azaldığında panik moduna geçerler. Kısaca, modern dünyanın ‘şarj bağımlıları’!
Bir de vardır ki, saçını her sabah NASA mühendisleri gibi hizaya sokar; en ufak bir tüy bile yerinden oynarsa, “Bugün kötü gün!” diye ilan verir.
Toplumda bazıları var ki; “Instagram’da fotoğrafımı beğenmeyenlere alınırım.” İşte gerçek sosyal medya savaşçıları!
Kimi “Kahve fincanım tam ortada değilse günüm mahvolur” diye takıntılıdır. Kahve, sadece içecek değil, hayat demektir sonuçta!
En eğlencelisi de “Bir şeyler yanlış giderse, önce interneti kapatıp açarım” ritüelidir. Çünkü teknoloji de bazen insan gibi davranmalı!
Sonuçta herkesin kendi minicik garip takıntıları var, ama toplum böyle renkleniyor, hayat böyle eğlenceli oluyor. Takıntılarını sev, çünkü onlar seni ‘eşsiz’ yapıyor!
kadın
23.06.2025 - 08:56Kadın, evrende çözülememiş en büyük bilmecedir; çözmeye çalışanların kafası karışır, çözemeyenler ise “işte böyle işte” deyip hayatına devam eder. Kadın, bazen bir fırtına, bazen sakin bir denizdir.
Sabah uyandığında “Ne giyeceğim?” diye başlayan savaş, erkeklerin asla tam anlayamayacağı karmaşık bir stratejidir. Çünkü kadının dolabı, Everest Dağı kadar büyük olsa da “hiçbir şeyim yok!” cümlesi en keskin silahıdır.
Kadın, aynı anda hem “sadece dinlenmek istiyorum” der, hem de yanında olup onu rahat bırakacak kişi arar. Bu çelişki, erkeğin yaşam boyu çözmeye çalıştığı gizemdir.
Ayrıca, kadın çok yönlüdür: Hem “beni anla” der, hem de “kendim hallederim” der. Telefonun bir saniye bile sessizde kalmasına tahammül edemez, ama gizlice sosyal medyada saatlerce gezinir.
Ve tabii, kadın yemeği “kalp işidir” diye anlatır; erkekler ise “falan şeyi şöyle yap” deyince kolları sıvar, ama mutfak yangın yerine döner.
Kısacası kadın; bazen dünyayı değiştiren lider, bazen kahveyle hayata tutunan sıradan insan, bazen ise tüm evrenin enerjisini alan ve tekrar veren mucizedir.
Ve unutma, kadını anlamak kolay değildir; çünkü o, anlaşılmak değil, sevilmek ister.
Toplam 35 mesaj bulundu