Dilek Karagüzel Pıtırcık Adlı Antoloji.com Üy ...

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    07.12.2019 - 03:13

    Kendini tanıdığın ölçüde başkalarını yargılayabilirsin.!

    De bana; Hangimiz günahkar, hangimiz masum?

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    07.12.2019 - 03:08

    Dünyada neyi yargılıyorsan,hayatındaki kişilerde neyi sorguluyorsan o senin hayatında yüzleşmekten kaçtığın bir konudur.

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    06.12.2019 - 13:35

    Kalbim o kadar büyük ki ne atsa(n)m taşıyo ah kalbim az küçülsen mi ki bedenimden büyüksün...
    Kalbimi seviyorum.
    Dilek ce
    6 Aralık2019

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    06.12.2019 - 12:00

    Ne tuhaf insan bedeni her yere gidiyorda kalbte olanina bir türlü ulasamıyor bazen.Halbuki sıfır mesafe.
    Dilekce (devamı dileklerde)

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    06.12.2019 - 10:12

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    06.12.2019 - 00:05

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    04.12.2019 - 23:36

    "Ne zoruma gidiyor biliyor musun Olric?
    O 'na yazdıklarımı ondan başka herkes okuyor"

    "Elimde olmayan şeyler var Olric...
    _Nedir Efendimiz?
    Elleri Olric elleri..."

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    04.12.2019 - 16:57

    Aramızda duran üç şehri saymazsak (ilçeler hariç) ellerini ikametgah adresim olarak verebilirim.
    Ismin beş harf vatan toprağı
    memleket dediğin de saçlarından daha güzel kokmaz sevgilim
    Şimdi farkettim de yüzüne hiç sevgilim diyemedim
    Seni seviyorum da..
    Yüzüne onca şey var ki diyemediğim..
    Bir kez görmüş olsaydım hani, bir kez yüzünü avuçlarımın arasına almış
    Üç Okyanus yedi anakara buraya sığmış derdim
    Buraya çocukluğum, buraya hayallerim, buraya söylemediklerim sığmış.
    Kutsal bir çoğrafya düşün, ibadet eden insanlar, dualar, ilahi okuyan çocuklar düşün
    Düşün işte sevgilim hepsi teninin esmer coğrafyasına sığmış.

    Aramızda duran üç beş hayal kırıklığı, üç beş intihar yada hatırlamak istemediğim kadar sevişmeyi saymazsak sanki milyon yıldır vardın sanki milyon yıldır hasretim
    Milyon yıldır avuçlarımda eksikliğin.
    Yürürlüğe girmemiş bir yasa tasarısı gibi duruyor aramızda şu özlemek dediğin
    Ne çok şiire karışıyor da adın, karışmıyor parmaklarımın arasına saç tellerin.
    Oysa bir kelebek toka olup orda bir asır geçirebilirim..

    Aramızda duran ne varsa, ki hepsinin amına koyayım (sezen Aksu şarkıları hariç) uyandığında yanında olmama gerçeğinin en çokta
    En çokta mesafelerin sevgilim.
    Her hangi bir şehrin her hangi bir sokak lambasının altında dans edebiliriz diye başlayan bir hayalin ortasındayım şimdi
    Sahi sarılsak geçer mi?
    Sahi sarılsak ve öylece kalsak bir kaç mevsim, bir kaç bin yıl yada örneğin
    Sen kirli sakallarımdan öpsen ben dağılan çocukluğunu toplasam kentsel dönüşümün uğramadığı ardışık sayılarla oluşan sokak aralarından
    Beraber büyüsek yeniden, yeniden büyütsek yitirdiğimiz umudu
    Umut gelecek vaad eden bir çocuk ismi olur üstelik
    Üstelik sen en güzelisin annelerin

    Seninle aramızda duran ’ve’ bile fazlalıktır artık (ve seni seviyorum) hariç
    ben sesine muktedi
    Diyalektik diye birşey yok, bütün lirik şiirlerde özneldir bu yüzden
    Işte hepsi yüzünden
    Bağımsızlık mücadelesi eden bir halkın onurlu direnişi var yüzünde
    Ne çok birikmiş ve söylenmemiş cümle içimde
    Biliyorsun işte
    Seninle kavuşmamız gereken bir konu var
    Sarılmamız gereken daha çok ve öpüşmemiz ve sevişmek buna dahil değil
    Benim sende yarınım var.
    Benim sende ismimim Türkçe karşılığı var.

    Kemal YAZGAN

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    04.12.2019 - 12:54

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    04.12.2019 - 01:00

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    03.12.2019 - 23:53

    sevmek karşılığı varken bir ödül

    karşılığı yoksa bir suçmuş meğer

    yürekten alıntı

    A soylu

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    03.12.2019 - 23:09

    Şah çeker kadının biri
    Bir de bakarsın yitip gitmiş vezir
    Kalelerine güvenip hesaplar yaparsın
    Ama atların gider fillerin ardından
    Şah çeker kadının biri
    Aptallaşırsın

    FERHAN ŞENSOY

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    03.12.2019 - 21:55

    Yatak odamın sarı ışığı altında, kelimeler gözlerimin önünden akmaya devam ederken önce kalbime, sonra beynime ulaşamaz oldular. Göz bebeklerime çarpıp yere düşmeye başladıklarında ise, elimdeki kitapla olan tek bağım sadece elimde olmasıydı. Kitabı kapatıp artık uyumayı düşünüyordum ki bana seslenen birinin sesiyle irkildim:

    “Artık bırakmalısın, okuduklarından bir şey anlamaz oldun, aşk ile ilgili düşüncelerimin olduğu bölümdesin, kaçırmanı istemem.”

    Ayakucumda durup bana bakan adamı görüyor, yaşadığım şokun etkisiyle ben de sadece ona bakıyordum. O ise suratımın korku ve şaşkınlıkla büründüğü ifadeye bakıp için için gülüyordu.

    “Ne arıyorsun benim yatak odamda, in misin, cin misin?”

    “Hayır, ne inim ne de cin. Ben Haruki Murakami’yim. Kitaplarımı okuyarak beni sen çağırdın unuttun mu?”

    Galiba rüyadayım diye düşündüm fakat rüyaya benzemiyordu. Öldüm mü desem, o da değildi. Bir müddet sonra merak etmeyi bırakıp ne de olsa rüyadır diyerek Murakami’ye seslendim.

    “Buraya nasıl geldin diye sormayacağım ama neden geldin?”

    “O zaman lafı çok uzatmadan anlatayım. Biliyorsun! Ben hala bu dünyada yaşayan yazarlardan biriyim ve ölmüş yazarlarla bu dünya arasında bir köprü görevi görüyorum. Biz bu yazarlarla belli aralıklarla, belirli bir yerde toplanıp bazı konular üzerinde kısa sohbetler ediyoruz. Bu sohbetlere, yine hala dünyada yaşayan ve tüm bu yazarlarla ortak bir bağı olan birini de davet ediyoruz. Bundan sonraki toplantımız için ise seni seçtik. Toplantımızı senin şehrinde ve senin belirleyeceğin bir yerde yapacağız. O gün geldiğinde gece tam 01:00’da herkes orada olacak.”

    “İyi ama benim o yazarlarla ne gibi bir bağım olabilir ki? Anlattıkların çok saçma ve mümkün olmayan şeyler. Sana inanmamı beklemiyorsun herhalde.”

    “Bak evlat! Sen istemeseydin eğer zaten seçilmezdin. İnanıp inanmamak senin seçimin. O gün ki toplantımızın konusu ‘aşk’ olacak. Senin belirlediğin yeri biz biliyor olacağız ve tam söylediğim saatte orada olacağız. Haftaya pazartesi gecesi unutma. Hatta konunun ilk açılışını da ben yapayım. Kim âşık olmuşsa, kendisinin eksik parçalarını arıyordur. Bu yüzden âşık, maşuğunu düşündükçe acı çeker. Bu tıpkı, uzun zamandır görmediğin birinin odasına girdiğinde bulduğun anılar gibidir.” Dedi ve gözden kayboldu.

    Sabah uyandığımda başım ağrıyor, hemen yanımda Murakami’nin kitabı duruyordu. “Ne rüyaydı ama” dedim içimden. Her zamanki gibi yine kitabın etkisinde kalıp rüya görmüştüm. Daha iki gün önce de rüyamda Goethe’yle birlikte Genç Werther’in mezarını ziyaret etmiştik.

    Rüyanın üzerinden bir hafta geçmiş ve pazar akşamına gelmiştik. Uyumadan önce yeni bir kitaba başlama düşüncesiyle kütüphanemi karıştırdım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri ayarlama enstitüsü’ kitabını raftan indirip yatağıma uzandım. Hep yaptığım gibi önce kitabı kokladım. Huzur kokusunu tarif et deseler, kitap kokusu derdim galiba. Kitabın bilgi ve önsöz sayfalarını geçip ilk sayfasını açtığımda içinde bir not kâğıdı buldum. Çok eski bir kâğıda çok eskiden yazılmış gibiydi ve okumaya başladım:

    “Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde, fakat daima ödersiniz. Yarın gece saat tam 01:00’da unutma! Ahmet Hamdi” Yazılıydı kâğıtta.

    Allah’ım sen benim aklıma mukayyet ol. Galiba artık kafayı yemek üzereydim. Güneşin doğmasıyla beraber çoktan toplanılacak yeri bulmak için arayışlara başlamıştım. Nereyi bulacaktım ki, kimler gelecekti, nasıl bir düzen istiyorlardı. Yemek ya da içecek bir şeyler isterler miydi? Zihnimde dolaşan onlarca sorunun arasında aklıma bir yer gelmişti; Mezarlık! Ne de olsa mezarlıklardan korkmuyordum. Asıl korkacaklarımız mezarlığın dışındakilerdi.

    Akşam saat 22:00’da hazırlanıp evden çıktım. Mezarlığa ulaşıp içindeki parsel yollarından birinin üzerindeki banka oturup beklemeye başladım. Etrafta tam bir ölüm sessizliği ve karanlığı mevcuttu.

    Kendi kendime seslendim:

    Allah’ım ben ne yapıyorum böyle… Ve Ey aşk! Sen nelere kadirsin!

    Zaman, gecenin koyu karanlığı içinde bir yılan gibi sessizce akıp gitmekteydi. Zaman ilerledikçe zihnimin içinde tepinip duran sorulara bir yenisi daha ekleniyor, akıl sağlığım ile ilgili şüphelerim artıyordu. Mezarlık, ölü yazarlar, aşk ve ben. Bu dört kelimeyi cümle oluşturması için insanlara dağıtsak, birçoğu dokunmadan geri teslim ederdi muhtemelen.

    Karanlığın içerisinde ışık olarak beliren tek nokta kol saatimin akrep ve yelkovanı üzerindeki fosfordu. Akrep 1’e doğru yaklaşırken, yelkovan 9’un üzerindeydi. Kalan on beş dakika ömrümün en yavaş ilerleyecek olan on beş dakikası olabilirdi. Börtü böceğin mezarlık içerisinde kurumuş otlar arasında çıkardıkları sesler, muhtemelen biraz sonra şahit olacaklarına seyircilik yapmak için ön saflardan yer kapma telaşından kaynaklanıyordu. Kalın gövdeli meşe ağaçları ise baykuşları davet etmiş, dallarında misafir etmekteydi. Sahne ve seyirciler hazırsa, geriye tek eksik kalıyordu; oyuncular.

    Saat 01:00

    “Aşk, aslında hiç doğal olmayan bir olgudur ki kendini nadiren tekrar eder; ruh yeniden bakire kalamayacak hale gelir ve bir başkasının ruhundaki okyanusa dalacak gücü kendinde yeniden bulamaz.” Sözlerinin ardından bileğinden sonrasının olmadığı bir el bana uzanıyordu, o an anladım ki gösteri başlamıştı. Bana uzanan eli tutmamla beraber James Joyse’nin bedeni belirivermişti ve : “Hey! Genç dostum tam bir hayal kırıklığı içerisindeyim. Ben ‘ölüler’ kitabını yazarken bile mezarlığa gitmedim. Sen aşk üzerine olan bir toplantı için mezarlığı mı seçtin?”

    Ben daha cevap olarak ne söyleyeceğimi düşünürken hemen ardımdan bir ses daha belirdi: “James! Sakin ol dostum, sadece sen değilsin bu toplantının tek misafiri ve ben mezarlıkları çok severim. Ne şiirlerime ilham olmuştur mezarlıklar ve ölüler, onlara olan hasretimdi intihar etmeme sebep ve sen genç dostum kulak asma, kendin ol; diğerleri çoktan kapıldı.” Kalın paltosu ve elinde bastonuyla Oscar Wilde karşımda duruyordu. Keskin bakışları göz bebeklerimi delebilirdi. Tebessüm ederek devam etti: “Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret. Ben mazarlığı gezeceğim müsaadenizle”

    “Hey Oscar! Bizi karşılamadan mı gidiyorsun. ‘İşkence’ üzerine sohbet ettiğimiz Prag’daki müzede de işkence aletlerini inceleyeceğim diye gözden kaybolmuştun. Merhaba genç adam, ben Milan Kundera, son okuduğun kitabımı sıkılıp bitirmediğini bilmediğimi sanıyorsan yanılıyorsun. Madem konumuz aşk dinle öyleyse: Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.” Milan Kundera sözünü bitirip şapkasını çıkardı ve bizi selamlayarak yanıma oturdu.

    Ben ise içinde bulunduğum paranormal olay karşısında sınırları belli beynimin, kontrolü, sınırları sonsuz ruhuma vermesi için dua ediyordum. Derken bir elin başımı okşadığını fark ettim ve ılık bir ses dalgasının kulaklarımın kıyılarına çarpışını:

    “Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-Li-Ta; Dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, Üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-Li-Ta. Bu sadece kitabımdan bir alıntı genç adam, aşk ile ilgili asıl söyleyeceğim şu ki; Aşk yalnızca cinsel olamaz; çünkü o zaman bencilcedir ve bencilce olduğu için de yaratmaz, yıkar. Ben Vladimir Nabakov, biraz kenara kayarsanız yanınıza oturabilirim.”

    Mezarlık içinde toplanmaya başlayan ölü yazarların üzerinden şiddeti düşük, gözü rahatsız etmeyen çok loş bir ışık dalgası yayılıyordu. Yazarların çoğalmasıyla ışık da çoğalıyor, artık gözler yüzleri seçebiliyordu. Yazarlar ardı ardına beliriyor. Kimi mezar taşlarına sırtını vermiş yerde oturuyor, kimi meşe ağaçlarına dayanmış ayakta duruyordu. Tabi yerden biraz yüksekte havada asılı duranlar ve bana temas halinde yanımda oturanları da belirtmeliyim.

    “İki insan birbirini seviyorsa, buna mutlu bir son yoktur.” Dedi elinde tuttuğu siyah beyaz renkteki kedisiyle Ernest Hemingway.

    Mezar taşına sırtını dayamış yerde oturan İtalyan şair Cesare Pavase söze girdi Hemingway’in ardından. “İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Aşk bizi tüm çıplaklığımız, sefilliğimiz, düşkünlüğümüz ve hiçliğimizle açığa vurduğu için öldürür. İşte ben de kendimi öldürdüğümde sadece kırk iki yaşımdaydım genç dostum” dedi bana seslenerek.

    “Hey! Bırakın şu ipe sapa gelmez aşk üzerine düşüncelerinizi ve beni dinleyin. Hey Genç Türk! Sen daha fazla aç kulağını, diğerleri dinlemeyecek çünkü. Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; bizi gidişten daha fazla büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.“ Fransız yazar Marcel Proust’tu sırasını salan.

    “Ülkeme hoş geldiniz dostlar! Ve sen genç arkadaş, sen de aramıza hoş geldin.” Dedi Oğuz Atay ve devam etti: “Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.“ Dedi ve sustu.

    Mezarlık her geçen dakika kalabalıklaşıyordu. Virginia Volf, Jane Austen, Mary Shelley, Harper Lee gibi birçok kadın yazar da kalabalığın içindeydi. Bazen aşk üzerine konuşmalar karşılıklı atışma şeklinde, bazen herkesin kulak kesildiği kısa bir anektod şeklinde devam ediyordu.

    Bir ara kalabalığın arasından aksakallarıyla göğe doğru bir yazar yükseldi. Tüm konuşmalar kesildi ve herkes o yöne doğru bakıyordu. Bu Tolstoy’du. Gür ve bilge sesiyle seslendi: “İnsanlar, aşk üzerindeki görüşlerini değiştirmelidir. Kadınla erkek, cinsel aşkı şimdi olduğu gibi şiir havasına büründürmekten kaçınmalıdır. Bunun yalnızca insanı alçaltan hayvanca bir iş olduğu kabul edilmeli.“

    “Konu aşk olunca, haliyle katılan çok olmuş.” Dedi sağ kolunu omzuma dolayan Nazım Hikmet. “Unutma evlat, başka hiçbir konu başlığı bu kadar ölü yazarı bir araya toplayamazdı. Daha sabaha çok var ve güneş doğana kadar burada olacağız. Herkes aşk ile ilgili kısa düşüncelerini paylaşacak. Şu ana kadar duyduklarına dikkat et hepsi farklı. Neden? Çünkü burada gördüğün herkes kendi oldu da ondan. Oscar Wilde’nin dediği gibi “kendin ol; diğerleri çoktan kapıldı.” Ve kendi aşk tarifini kendin yap. Her gönlün, her zihnin aşka verdiği tepki farklıdır. Kimi yok oluşu tadar, kimi yeniden doğuşu.”

    Güneş yüzünü göstermiş, mezarlık içerisindeki kısa çalıların üzerlerinde biriken çiğ tanelerini uyandırmaktaydı. Uyanıp buharlaşan çiğ taneleri mezarlığı sis bulutu içinde bıraktı. Kimse kalmamıştı. Gecenin karanlığında şahit olduklarımın büyüsünü gün ışığının tırnakları törpülüyordu. Eve gitmek için ayağa kalktığımda, sol çaprazımda ki mezar başında biri uyumaktaydı. Yüzümde ince bir tebessüm belirdi; bu Haruki Murakami’ydi. Uyandırdım.

    “Sen neden buradasın?”

    “Unuttun mu, dün gece burada olanların arasındaki tek yaşayan yazar benim. Yani hala buraya aitim. Hadi sana gidip kahvaltı yapalım. Ardından Tokyo’ya uçacağım. Beni havaalanına bırakır mısın?”

    “Hı hı… Tabi ki…”

    “Herkes söyledi fikirlerini, sen ne diyorsun bu aşk olayına?”

    “Aslında söyleyecek bir şeylerim var. Gece burada olan yazarların birçoğunun aşk üzerine olan düşüncelerini okumuştum. Yıllardır her bulduğumu kazana attım, yıllardır fokurdar. Ve bir gün yeter dedim bu kadar kaynadığı. Daldırdım avuçlarımı içine ve bir yudum içtim. Sordum ruhuma, nasıl tadı diye… Anlat dedim bir cümleyle.”

    “Eeeee meraklandırma insanı, ne dedi?”

    “Aşk, âşık ve maşuk arasında ağzı açık makas arasında durur. Makas kapanmadığı sürece canlıdır. Yani, bedenler birbirine yaklaştıkça, ruhlar birbirinden uzaklaşır.”

    Murakamiye döndüm ve: “Yatak odama geldiğin gece, bu sohbetlere yine hala dünyada yaşayan ve tüm bu yazarlarla ortak bir bağı olan birini davet ediyoruz demiştin. Peki neydi bu yazarlarla benim aramda olan ortak bağ?”

    Murakami tüm bedenini bana doğru döndürerek japon usulü selamladı ve ardından cevap verdi:

    “Aşk”

    Özkan Sarı

    mezarlikta-bir-gece



    #özkansarı

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    01.12.2019 - 16:49

    Karşılıksız Aşklar

    Kendi gùzelligi, kendi hirçinligi,
    Yada yersiz bir cesaretin ardina saklanan bir genç kiz rolùnù oynamak istemiyorum.
    Sende, karsiliksiz bir aska yùz tutmus yùregini,
    Yalanci asklarla avutup,
    Ask sarhosu olmus,genç bir adam rolùnù oynama.
    Sonuçta ikimide firtinali,dalgali bir denizden geçtik.
    Ne kadar zorlasak zorlayalim,
    Kendi hayatimizin kaderini çizdigimiz gibi,
    Kendi yùregimize soz geçiremiyoruz.
    Malesef, bu acimasiz bir ask gerçegi...Senin gibi gùçlù ve cesaretli bir insan olmak isterdim.
    Yada senin gibi asil, zarif,
    Ufku gok yùzù kadar genis,tertemiz ve benimle konustugu zaman,
    Her bir kelimesi asaleti ve zerafeti anlatan, genç bir adama asik olmak.
    Ancak bunun için, ne bùyùk bir cesaretim,
    Nede tek tarafli bir aska yetecek kadar yùksek bir sadakatim var...Kendi umutlarini bana karsi koprùledigini biliyorum.
    Fakat, benden yùregimi avuçlarima arasina alipta, o koprùden sana dogru yùrùmemi bekleme.
    Eger, yine o koprùden geçmemi istiyorsan,
    Senin için gozùmù kirpmadan bunu yaparim.
    Ama senin yanindIletişi hayatinda ve sana karsi,
    Her zaman bos bir yùrek tasimak zorunda kalicam,
    Bunu bilmelisin.Senden bir hosçakali esirgememin, tek bir nedeni vardi.
    Seni unutmak ve kendimi sana unutturmakti.
    Sirf bu yùzden, yùreginde bana karsi, yersiz firtinalar estirip,bùyùk kinler,
    Bùyuk nefretler besleme.Biliyorum belki inanmayacaksin ama,
    Sana soz veriyorum,
    Sen baska bir kadina asik olmadigin sùrece,
    elim yùzùm aska bulansa bile,
    kalbimi aska sùrmiyicem...SIZIN GUNER
    fransa/PARIS
    (karsiliksiz asklara)
    Kayıt Tarihi : 24.7.2009 16:20

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    01.12.2019 - 14:01

    Hiç parmaklarını kırmak istedin mi?

    Ben bazen istiyorum, her zaman değil, ne zaman sana yazmak için alsam kalemi elime, ayak tabanımla ezmek istiyorum parmaklarımı. Tutamasınlar kalemi, basamasınlar daktilo tuşlarına… Olmuyor! Duyguları parmaklar üretmiyor, bir yer var insanın içinde, hissettiğin ama öyle ultrason, röntgen, mr, tomografi gibi cihazlarda gözükmeyen. Duyguları parmaklar üretmiyor, bazısı kalp diyor, bazısı gönül, bazısı ruh diyor, bazısı hormonların işi… Bilmiyorum! Sadece hissediyorum. Suçu yok parmakların, onlar sadece elçi! Hem kırsam ne olacak? Hislerimi kelimelere dönüştüremezsem eğer birbiri üzerine yığılıp kalacaklar içimde bir yerlerde; havasız kalacaklar, çürümeye yüz tutacaklar, kokuşacaklar, zehirleyecekler beni… Ve doktorlar tahlil üstüne tahlil, röntgen üzerine neler isteyecekler neler… Sonra; bir şey göremiyoruz diyecekler!

    Bugün Pazar, sabah erkenden kalkıp çıkınca sokağa, koca şehir bana aitmiş gibi hissediyorum. İşte böyle zamanlarda duyabiliyorum beton arasında kaözkansartük ağaçların hışırtılarını, işte böyle zamanlarda dinliyorum sesleri şehrin homurtusuna galip gelen serçe cıvıltılarını. Bir de Ekimin veda hazırlığı eşlik ediyor tüm olan bitene… Hani demiştim ya bir yer var insanın içinde, hissediyorum, bir şeyler oluyor, ya bir fidan tomurcuklanıyor ya da bir ağaç yaprak döküyor.

    Gecenin çiyi hala üzerinde duran bir bank bulup oturuyorum. Yine böyle zamanlarda garip bir şey oluyor, kimseye söylemedim daha önce ilk sana söylüyorum. Ne zaman sana yazmak için hazırlansam, dışarıdan bana doğru yürüyen birilerini görüyorum. Ne oluyor biliyor musun? Göğüs kafesimin oradan içime giriyorlar. Belki zihnim bana oyun oynuyor bilmiyorum, ama hissediyorum… Hani demiştim ya bir yer var insanın içinde, işte oralarda dolaşıyorlar.

    Seni hiç görmedim ben. Ne gördüm ne de sesini duydum. Var mısın onu da bilmiyorum. Varsın da bir bütün değil gibisin. Hem bedenin hem ruhun parçalanmış da saklanmış başka başka insanların bedenleri ve ruhları içine!

    Zaman zaman denk geliyorum sanki bir parçana;

    Alamıyorum bazen gözlerimi bir kadının gözünden,

    Dinlemeyi bırakıp uzaklaşamıyorum bazen bir kadının sesinden.

    Bazen bir yerlerde okuduklarımı sen yazdın sanıyorum,

    Bazen de güneşi arkasına almış bir yüzün siluetine kanıyorum.

    Sen misin? Diye sorasım geliyor; soramıyorum.

    Sen değilsin; biliyorum!

    Merak etme okumuyor kimse, önceleri sayfa sayfa saklardım da şimdilerde atıyorum çöpe…

    Sana yazmak, bana yazmak gibi…

    Hiç parmaklarını kırmak istedin mi?

    Ben bazen istiyorum, her zaman değil, ne zaman sana yazmak için alsam kalemi elime, ayak tabanımla ezmek istiyorum parmaklarımı. Tutamasınlar kalemi, basamasınlar daktilo tuşlarına… Olmuyor!

    Onların suçu yok! Duyguları parmaklar üretmiyor.

    Bak! Kalabalıklaşıyor sokaklar. Homurdanıyor arabalar.

    Duyulmuyor artık ağaç hışırtıları, serçe cıvıltıları.

    Göğüs kafesimden geri çıkıyor birileri, uzaklaşıyorlar.

    Hani demiştim ya bir yer var insanın içinde;

    İşte…

    Müsaadenle!

    Özkan SARI

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    01.12.2019 - 12:31

    "Ateş tadında kum tadında kalarak,
    Derinleştirir bazı ayrılıkları zaman.
    Al ağrını git burdan*!!

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    01.12.2019 - 07:50

    Aşk ile atan bir kalbin yok senin
    Sevdayla yanan bir gönlün yok senin
    İçinde kanayan yaran yok senin
    Yıllarca yaşasan sen sevemezsin

    Ahmet SEZGIN dizelerinden.

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    30.11.2019 - 10:34

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    29.11.2019 - 22:36

    İmgelerin haz/anında
    sevmelere özendi dizelerim
    ışık olmayan yerde gölge de olmaz diye
    karanlığın alnına şiir düşürüp
    depderin kuyunun
    kısacık ipliğinde gölgeni gördüm...Sabır makamında inadına yürüyor ayaklarım
    suskun yüreğimin kürsüsüne doğru
    iliklerime kadar çizilmiş suretin
    d/okuyorum içime düşen binlerce seni
    soluğunu nutukluyorum birer birer...Gözlerime batıyor yorgun okları kirpiklerimin
    kaç zamandır boy verdi başağrılarım
    aşkından kızıla kesen sayfalarımın
    sancılandıkça teni
    okşanıp yatışmak istiyor
    ellerim ellerin sanıyor kendini,
    avutuyorum...Oysa yalnızlığa kelepçelenmiş yüreğimle
    fırtınada açılmış bir yelkenliyim
    korkunun soğuk yüzü ısırıyor parmaklarımı
    dönene kadar seferinden sıcacık günler
    yüreğim yüreğin sanıyor kendini, ısıtıyorum. ..Aşkımı alıp götürse de
    fasılasız
    süregiderken zamanın mavi bulutları
    gözlerim gözlerin sanıyor kendini
    gökyüzünün saçlarına asıp harflerimi
    okutuyorumyüzdesi hudutsuz bir aşkla
    Seni Seviyorum ....

    Ebru Asya YILDIRIM

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    28.11.2019 - 08:39

    Beni bul.
    Montpellier bir Fransız akşamı ve gözlerin hala başa ela,
    San Pedro meydanında öpüşen iki sevgilinin silüetine bakıyorum elimde bira dudaklarımda sinetra şarkıları ve Ağustos yangını bir boşluk , sana seni hiç anlatamadığım şiirlerden, seninle karşılaşamadığım şehirlerden, dinlerden devletlerden, paralel ve meridyenlerden, sabah hep yalnız uyandığın gecelerden çıkıp beni bul, sana sarılacaklarım var.

    Beni bul.
    İstanbul da bir nevizade akşamı dut gibi sarhoşum ve gözlerin hala ela.
    İstiklalin ortasında durmuşum st. Antuan klisesinde çan sesleri cami avlusunda çocuklar.
    Biliyorsun her masal mutlu bitmez, zaten bitmesin mutluluğu bize bakarak tarif etsinler,
    Bütün sıradaki şarkılar bize gelsin mesela,
    zeki müren elbet bir gün kavuşacağız demişse elbet bir gün kavuşmak diye bir şey varsa, varsa elbet sarılmak ve bütün ayrılıkları hiç edip, piç gibi bırakmak hasretliği Beni bul. sana kavuşacaklarım var.

    Ankara da bir ikindi vakti cebimde iki simit parası ve gözlerin yine ela.
    Tunalı hilmi caddesinde yürüyorum ve memur değilim ayazını yemişim yokluğunun üşümüşüm
    Eski bir gramafonda ümit yaşarın şiirini nihavent geçiyor timur Selçuk (beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın)
    Alınmışım üzerime senli herşeyi, alınganmışım. Arsızlığım çıkmış ayyuka üstüne bir ufak rakı içmişim her seven kadar içmişim, her içen kadar sevmişim beni bul. Sana susacaklarım var.

    İzmir de bir alsancak gecesi midye bira yapmışım sarhoşum ve gözlerin biraz ela.
    Şehir şehir solumuşum içime, işlemiş nakış nakış santim santim göğsüme , sekiz on beş Karşıyaka vapuru gibi vurup geçmişsin, geçmemişim gözlerinden bir adım öteye.
    eşgalim belli
    Dahil olmuşum 6.45 kaybedenler kulübüne, sevemeyenim beni bul.
    Sana öleceklerim var.

    Kemal YAZGAN

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    26.11.2019 - 23:40

    Herkesin bir hikayesi vardır. Kimi kağıda yazar hikayesini; Kimi etine… Kağıt yanınca et gömülünce biter hikaye...

    (Incir Reçeli)

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    26.11.2019 - 23:17

    Leke
    Bakma öyle yüzüme deliymişim gibi!
    En ağır komalardan çıkmış biriyim ben!
    Bilesin,
    Hayatı sandığın kadar acemice yaşamadım!
    Tecrübesizliğim, yangınıma su atışındandı…
    Baktığım,
    Gördüğüm her yerde sen varsan,
    Bununla gurur duyamazsın!
    Bakma öyle yüzüme deliymişim gibi!
    Seni alnıma, mavi bir leke diye yazdım ben!
    Gecenin karanlığına kıyametleri yükleyip,
    Karabasanlar gibi çökme üzerime!
    Sırra kadem bas,
    Gelme hayallerime!
    Hele de;
    Dokuz canlı mıdır bu sevda?
    Neden ölmüyor/sun içimde?
    Neden katran yüreğim?
    Neden gözyaşlarımda ırmaklar?
    Bakma bana öyle deliymişim gibi!
    Aklımı senin yokluğuna harcamaktayım ben!
    Seni, ömrüme ömür diye adamışsam
    Kendime, ensiz boysuz kefenler biçmişimdir!
    Delirmişsem eğer,
    Bakışların değmiştir akılsızlığıma!
    Kızıl ötesi aşkların, masmavi yalnızlıklarına atılmışımdır!
    Bakma bana öyle deliymişim gibi ey yar!
    Bende, en az senin kadarım inan!
    Seninle;
    Kabuk bağlamamış yaraya inat, nefes almayı
    Karanlığa inat, mum ışığında yaşamayı öğrendim.
    Severken öğrenemediğim tek bir şey vardı,
    Şu yetim yüreğimde sensizliği yaşamak!
    Nefes alsam sesini duyuyorum,
    Nefes alamamak oluyor sessizliğim!
    Gözlerimin sokaklarında hala bir sen varsın!
    Çıkmıyorsun gözlerinden soluduğum sesimden!
    17.11.'17
    Gül Başpınar

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    26.11.2019 - 08:52

    Üflesin sûra israfil,
    Hani olurya!
    Belki mahşer yerinde yanıma düşersin.

    Mustafa KAYA3

  • Dilek Karagüzel Pıtırcık
    Dilek Karagüzel Pıtırcık

    26.11.2019 - 08:48

    Gitmek tercihtir, kalmak kader.
    O yüzdendir;
    Gidenler üzülür,
    Kalanlar kahır çeker..


    Mustafa KAYA3

Toplam 1356 mesaj bulundu