(Hindistan, 3 Aralık 2007) Yasadışı Hindistan Komünist Partisi (Maoist) , Pazar günü (2 Aralık) yaptığı çağrı ile “Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) Haftası”nı kutlamak üzere ülkenin her köşesinde ve bucağında halk savaşını yükseltilmesini istedi. Ülkenin her yanına HKO’nun propagandalarını içeren afişler asan Maoistler için üst düzey bir polis görevlisi, “Maoistler, saldırılar düzenlemek üzere bir çok kadrosunu Bastar bölgesine gönderdi” şeklinde konuştu
PAKİSTAN KOMÜNİST PARTİSİ'NDEN DARBE ÜZERİNE AÇIKLAMA...
Wednesday, 14 November 2007
PKP: “Yüksek Yargıdan Sonuç Çıkmazsa Silahlı Mücadeleye Başlarız”
Islamabad - 3 Kasım 2007 - Pakistan Komünist Partisi (PKP) yaptığı bir açıklama ile, Pakistan’da ilan edilen sıkıyönetim ve darbeye karşı direnmekte kararlı olduğunu beyan etti.
Yapılan açıklamada, [PKP]'nin ordu ve general Müşerref tarafından beşinci kez yapılan darbeye ve sıkıyönetime Anayasa mahkemesinde karşı çıkacağı, sürecin olumsuz sonuçlanması durumda ise silahlı mücadele vermekten kaçınmayacağı bildirildi. PKP’nin konuya yönelik politik tutumunu bir basın oturumu ile açıklayan PKP Genel Sekreteri Mühendis Jameel Ahmad, Quaid-e-Azam’ın Pakistan’ı askeri kurallara teslim olsun diye yaratmadığını söyledi.
Ahmad, ordunun ve genelkurmay başkanı Müşerref’in, antidemokratik adımları sürdürmesi durumunda, PKP’nin demokratik normları ifade eden hattı terk edip sıkıyönetime direneceğini ve askeri darbeye karşı silahlı mücadeleyi esas alan bir rota izleyeceğini bildirdi. Ahmad, Pakistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1947’den bu yana geçen 60 yılın son 35 yılında, çeşitli düzmecelerle ülkeyi yöneten ordunun ve general müşerrefin, artık Pakistan’ın yoksullarının ve emekçilerin gözünden düştüğünü, kitleler arasında itibarı kalmadığını söyledi.
Ordunun ülkeyi bir avuç elitin, büyük tüccarların ve halkın gözünde saygınlığı kalmamış dönek politikacıların yardımı ile yönettiğini söyleyen Ahmad, “Pakistan Müslüman Ligi başkanı Chaudhry Shujaat Hussain, federal başkan Sheikh Rashid Ahmad ve diğerleri gibi askeri rejimi ve Müşerrefi destekleyen dönek siyasetçiler, Anayasa Mahkemesi’nin Müşerrefin aleyhine karar vermesi halinde, ülkenin karışıklıklara sürükleneceği uyarısında bulunuyorlar. Gerçekte, bu politikalarının asıl amacı, Müşerref’in yasalarca korunması yönünde Anayasa Mahkemesine baskı yapmaktır. Bu yaptıkları esasen, Anayasa Mahkemesine müşerref aleyhine karar vermemeleri doğrultusunda verdikleri bir mesajdır.” şeklinde konuştu.
PKP’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde komünistlerce verilen silahlı mücadeleleri baştan aşağıya desteklediğini ifade eden Ahmad, Nepal’deki devrimci mücadeleye atıfta bulunarak, baskıcı rejimlerin teker teker yıkılacaklarını söyledi.
Baburam Bhattarai ile Yeni Dönem Üzerine
Saturday, 12 January 2008
Baburam Bhattarai*: “Nepal, Hindistan’la Çok Samimi Bir İlişki İçinde Olacaktır”
Sarat C Das, Maoistlerin seçimlere yönelik hazırlıklarını, barış sürecine katkılarını ve devletin gelecekteki yapılanmasında Hindistan’ı ortak olarak değerlendirme noktasındaki istekliliklerini anlamak amacıyla, Katmandu’da Bhattarai ile görüştü.
Nepal Komünist Partisi (Maoist) ’ten Baburam Bhattarai ile Röportaj
Nepal şu anda, Nepal Komünist Partisi (BML) ’nin Maoistlerin nispi seçim sistemi önerisini kabul etmesi üzerine Baburam Bhattarai’ın geçici hükümette başbakan yardımcısı olarak atanması spekülasyonuyla çalkalanıyor.
Mao Zedung’a güçlü bir şekilde inanıyorsunuz ve “Devrimci Enternasyonal Hareket”ten ve Peru’daki solcu uç gerilla hareketinden esinleniyorsunuz. Gerçek ideolojinizi anlatır mısınız?
Marksizm-Leninizm-Maoizm-Prachanda yolu bizim ideolojimizin rehber gücüdür. Bununla birlikte, Peru’daki hareket gibi diğer komünist hareketlerle karşılaştırdığınız zaman, Prachanda yoluna bağlılığımız nedeniyle kendimizi farklı bir konuma oturtuyoruz. Prachanda yolunu bilmeniz, hareketimizin tarihsel önemini anlamanızı kolaylaştıracaktır.
NKP (Nepal Komünist Partisi) kısaltmasını isimlerinde ortak olarak kullanan, aktif ya da feshedilmiş) pek çok grup var. Sizce bu durum, seçimlerde NKP (Maoist) ’in kimliğine yönelik bir karmaşaya neden olur mu?
Tarihin farklı noktalarında komünist hareket içine sokulan çeşitli ideolojiler mevcuttur, bu yüzden hizipler ve karşı hizipler bu kadar çok partinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, yalnızca iki büyük güç mevcut; birisi, demokrasinin parlamenter biçimine inanan ve NKP (Birleşik Marksist-Leninist) olarak bilinen reformist komünist parti; diğeri de toplumun gelişmesinde devrimci yolu benimseyen ve NKP (Maoist) olarak bilinen devrimci komünist partidir. Nepal’de yeterince bilgi sahibi olmayan kimseler dahi bu iki partiyi de biliyor; bu nedenle herhangi bir karışıklık doğmayacaktır.
Sizce NKP (Maoist) ’in Devrimci Enternasyonal Hareket ve Güney Asya Maoist Partiler ve Örgütler Koordinasyon Komitesi üyeliği, onun uluslararası alanda daha çok kabul görmesinde yardımcı oldu mu?
Marksist ideoloji, uluslararası bir ideolojidir. Dünyadaki bütün devrimci hareketler bizimle dayanışma içinde olduklarını açıkladılar. Bununa birlikte, Nepal’deki mevcut siyasi hareket üzerinde bir etkiye sahip değiller. Biz kendi stratejilerimizi kendimiz belirliyoruz.
Her fırsatta, Maoist Halk Savaşı’nın feodalizm** ve emperyalizme karşı tarihsel bir ayaklanma olduğunu, bu yolla Nepal’de “yeni demokrasi” kurmayı amaçladığını iddia ediyorsunuz. O halde demokrasiye daha erken ulaşmamızı sağlayabilecek bir barış sürecine neden yeterince katkı sunmuyorsunuz?
Biz sürmekte olan barış sürecine fazlasıyla katkı sunmakta olduğumuzu düşünüyoruz; bunun aksini düşünen her kimse çok büyük bir yanılgı içindedir. Bizim nihai hedefimiz sosyalizm ve komünizmdir; bunun da demokrasi gelişiminin çeşitli aşamalarından geçerek gerçekleştirilebileceğine inanıyoruz. Toplumun acil ihtiyacı olarak gördüğümüz federal demokratik bir cumhuriyet kurmaya uğraşıyoruz. Bu nedenle önce silahlı halk savaşını örgütledik ve daha sonra bunu barışçıl bir harekete yönlendirdik.
Maoistlerin 4 Şubat 1996’da zamanın başbakanı Sher Bahadur Deuba’ya yolladıkları muhtırada su ve elektrik dağıtımı konusunda Hindistan’la imzalanan Mahakali Anlaşması’nın feshedilmesi talep ediliyordu. Bu tavrınızı sürdürüyor musunuz?
Uluslararası düzeydeki ilişkimizi yeniden tanımlamak istiyoruz. Nepal’in Hindistan’la mevcut diplomatik ilişkisi Hindistan’daki güçlü İngiliz kalıntısına dayanmaktadır. İngiliz-Nepal savaşının ardından bize dayatılan 1816 tarihli bu eşitsiz anlaşma varlığını hala sürdürmektedir. Bu nedenle, bu kalıntılardan kurtulmak ve böylelikle iki taraf için de kabul edilebilir ve yararlı bir ilişki geliştirmek istiyoruz. Temel kaynaklarımızdan biri olan suyun dağıtımı konusundaki anlaşma da aralarında olmak üzere bazı anlaşmaların feshedilmesini istiyoruz. Fakat, bu demek değildir ki Hindistan ile uzlaşmaz bir ilişki olacağız; biliyoruz ki Hindistan bizim en önemli komşumuzdur ve onun desteği olmadan ilerleyebilmek zordur.
Mahakali anlaşmasının feshedilmesi talebi 40 maddelik bir talepti. Bunların hepsinin yerine getirilmesini mi istiyorsunuz?
Oturup konuşarak bir çözüm yolu bulmak istiyoruz.
Seçim sonrasında Nepal’in Hindistan’la ilişkisini nasıl öngörüyorsunuz?
Biz her zaman iyi bir ilişki içinde olduk. Maalesef her iki ülkenin halkı da yönetici sınıfların bencil çıkarları için bu sınıflar tarafından sömürülmekteler. Çok samimi bir ilişki kuracağımıza inanıyorum.
Hindistan, daha iyi bir siyasi ilişki için Nepal Maoistlerinin Hindistan’daki Naksalitlerle bağlantısını koparması gerektiği konusunda ısrar ediyor!
Bizim onlarla yalnızca ideolojik ve siyasi bağlantılarımız vardır; herhangi bir askeri ilişkimiz yok. Ve hiçbir zaman da askeri bir ilişki kurmayacağız. Dünyadaki çeşitli komünist partileri arasında da benzer siyasi bağlantılar mevcut. Bunda sorun olan yön nedir?
Fakat ULFA [Assam Birleşik Kurtuluş Cephesi, Assam: Hindistan’da bir bölgenin adı – ç.n.] gibi bazı radikal naksalit gruplarla gizli bir askeri anlaşma içinde olduğunuz iddia ediliyor!
ULFA ile birlik içinde oluğumuzu iddia eden bazı temelsiz haberlerle karşılaşıyoruz. Onlarla herhangi bir birlik içinde değiliz ve Maoizm’e inanmadıkları için de asla bir birlik kurmayacağız. Kendi hakları için mücadele eden çeşitli milliyetçi hareketler var ve bizim bu hareketlerle hiçbir ilişkimiz yok.
Şimdi Kral için nasıl bir rol çiziyorsunuz?
Biz, kralın törensel [sembolik] bir lider olarak dahi hiçbir role sahip olmadığı bir demokratik cumhuriyeti savunuyoruz. Bununla birlikte, onun ülkedeki varlığı yeni siyasi sistemle nasıl bir işbirliği içinde olacağına bağlı. Eğer sıradan bir yurttaş gibi yaşamayı tercih ederse her zaman için kendisine yer bulacaktır; aksi halde ise kendini belaya sürüklemiş olacaktır.
Siz, komünizmin bir kalesi olan Hindistan Jawaharlal Nehru Üniversitesi (JNÜ) mezunusunuz. Kurulu düzene karşı isyanınızda ne kadar etkili oldu JNÜ?
JNÜ’nün benim üzerimde çok büyük bir etkisi oldu. Marksizm’i orada sadece teorik olarak değil pratik olarak da öğrendim.
Gelin Nisan’daki seçim sonrası senaryoyu gözümüzde canlandıralım. Siyasi başarı anlamında kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ülkedeki dalitler, kadınlar ve janjatiler gibi değişik hareketleri destekliyoruz; seçimde büyük çoğunluğu kazanacağımızı düşünüyoruz. Ve bu da gerçek bir değerlendirmeye dayanıyor.
Seçimler için bir tarih öngörüyor musunuz?
Her zaman için seçimlerin mümkün olan en yakın tarihte yapılmasını istiyoruz. Şu an için Nisan’da olacak gibi görünüyor.
Uluslararası bağımsız gözlemcilerin seçimlerde gözlemcilik yapmasını istiyor musunuz?
Serbest ve adil bir seçim sağlamak üzere Birleşmiş Milletler ve benzeri örgütlerden bağımsız gözlemciler talep eden bizdik
Hindistan’ın seçimler sırasında uluslararası gözlemciler arasında yer almasını ister miydiniz?
Hindistan’daki sivil topluluklardan ve insan hakları gruplarından insanları bağımsız gözlemcilerin bir parçası olarak her zaman için memnuniyetle ağırlayacağız.
Ülke seçime giderken eşiniz Yoldaş Parvati için daha büyük bir siyasi rol tasarlıyor musunuz?
Ben onun için herhangi bir plan tasarlamıyorum. Kendisi Nepal’deki komünist harekete kendi bağımsız katkısını sunmaktadır. Aslında biz onunla mücadele sırasında karşılaştık. Kendi kariyerini planlayabilecek kapasiteye sahip ve Nepal’deki kadınların özgürleşme hareketine pek çok katkı sunmakta.
Seçimlerde yer almayı düşünüyor musunuz?
Kesinlikle evet. Başkanımız partinin üst düzey yöneticilerinin seçim koşusunda yer alacağını zaten belirtmişti.
Maoist savaşçıların, milislerin, kadroların, kararlı takipçilerin ve sempatizanların yaklaşık bir sayısını verebilir misiniz?
30.000 savaşçı var ve çok yakında onaylanmanın ardından 20.000 – 22.000 savaşçı daha katılacak bu listeye. 50.000 – 70.000 kadromuz var ve kararlı takipçilerimiz ile sempatizanlarımızın sayısı ise milyonları buluyor. Katmandu’daki sendikalardan yaklaşık olarak 200.000 takipçimiz var.
Bu büyük sayılar seçimlere yansıyacak mı?
Seçimden büyük çoğunluğu kazanan parti olarak çıkacağımız noktasında kendimize güveniyoruz. Fakat kesin oy rakamlarını öngörmek için henüz biraz erken.
BM (Birleşmiş Milletler) raporuna göre Maoistler monarşiye karşı verdikleri mücadele sırasında silahlarının yaklaşık yüzde 85’ini Polis kuvvetlerinden ve Nepal Krallık Ordusu’ndan (NKO) ele geçirdi. Bu durumun [Maoistlerin güvenlik güçlerinden silah gaspetmesi durumunun] halen sürdüğüne dair raporlar var. Bu gerçek mi?
Ateşkes yapıldığından bu yana silahlı mücadele vermiyoruz.
3 Ocak 2008
[Kaynak: Hindustan Times,
Çeviri: Solun Doğusu]
*Baburam Bhattarai, NKP(M) Siyasi Büro üyesi ve partinin en önde gelen liderlerindendir.
** Röportajın orjinalindeki “federalizm” ifadesi, teknik bir hata olarak yazıldığı öngörüsü ile “feodalizm”olarak tarafımızca değiştirilmiştir. – S.D.
Not: Ülke solu içinde farklı değerlendirmelerle anılsa da, Nepal'deki gelişmeler özellikle sosyalist çevrelerden bir çok grubun ilgisini çekiyor. Özellikle son dönemde Nepal'de yaşanan gelişmeler hatırı sayılacak kadar popülerleşmiş olsa da, konuyu görünür kılacak çevirilerin azlığı bu ilgi ile çelişiyor. Bu eksende, Baburam Bhattari ile yapılan bu röportajın, yine geçtiğimiz günlerde Red Star'dan çevirdiğimiz NKP(M) MK Sekreterya Üyesi Netrabikram Chand röportajının (http://www.solundogusu.net/index.php? option=com_content&task=view&id=89&Itemid=1) ve 'İşçi Köylü' gazetesinin 28 Aralık-10 Ocak tarihli sayısında yayınlanan -yine Red Star'dan çevrilen- Krishna Bahadur Mahara röportajının birlikte okunmasının Nepal devriminin yeni dönemini kavramak adına faydalı olacağı inancındayız. - S.D
Komünist Birlik,[2] o zamanyn ko?ullary altynda elbette ancak gizli olabilen uluslararasy bir i?çi derne?i, Kasym 1847'de Londra'da yapylan kongrede, a?a?yda imzalary bulunanlary, yayynlanmak üzere, ayryntyly bir teorik ve pratik parti programy hazyrlamakla görevlendirdi. ?ubat Devriminden[3] birkaç hafta önce müsveddesi basylmak üzere Londra'ya gelen a?a?ydaki Manifesto, i?te böyle ortaya çykty. Ylk kez Almanca yayynlanmy? olarak Almanya'da, Yngiltere'de ve Amerika'da gene bu dilden en az oniki yeni farkly baskysy yapyldy. Yngilizce olarak, ilk kez, Miss Helen Maefarlane'in çevirisiyle, 1850'de, Red Republican'da,[4] ve 1871'de, en az üç farkly çevirisiyle, Amerika'da yayynlandy. Fransyzcasy, ilk kez, 1848 Haziran ayaklanmasyndan[5] önce Paris'te, ve yakynlarda da New-York'un Le Socialiste'inde[6] çykty. Yeni bir çevirisi halen hazyrlanmaktadyr. Lehçesi, Almanca olarak ilk yayynlany?yndan kysa bir süre sonra Londra'da çykty. Bir Rusça çevirisi, altmy?larda, Cenevre'de yayynlandy.[7] Ylk çyky?yndan hemen sonra, Danimarka diline de çevrildi.
Son yirmibe? yyl içerisinde durum ne denli de?i?mi? olursa olsun, bu Manifesto'da geli?tirilmi? bulunan genel ilkeler, ana çizgileriyle, bugün de her zamanki kadar do?rudur. ?urada ya da burada bazy ayryntylar daha iyi hale getirilebilir. Ylkelerin pratikteki uygulany?y, Manifesto'nun kendisinin de belirtti?i gibi, her yerde ve her zaman o günün ko?ullaryna ba?ly olacaktyr ve, bu nedenle, Ykinci Bölümün sonunda önerilen devrimci önlemlere hiç bir özel a?yrlyk verilmemi?tir. Bu pasaj, bugün, birçok bakymdan, çok farkly bir biçimde ifade edilebilirdi. Modern sanayiin son yirmibe? yyl içerisinde gösterdi?i büyük geli?me ve i?çi synyfynyn bununla beraber ilerleyen parti örgütlenmesi kar?ysynda, ilk kez ?ubat Devriminde ve, daha önemlisi, proletaryanyn ilk kez iktidary iki ay boyunca elinde tuttu?u Paris Komününde edinilen pratik deney kar?ysynda, bu program, bazy ayryntylary bakymyndan, bugün eskimi? bulunuyor. Komün özellikle bir ?eyi, 'i?çi synyfynyn mevcut devlet mekanizmasyny salt elinde tutmakla onu kendi amaçlary için kullanamayaca?y'ny tanytlamy?tyr. (Bkz: bu noktanyn daha da geli?tirildi?i Fransa'da Yç Sava?; Uluslararasy Y?çi Birli?i Genel Konseyinin Ça?rysy, London, Truelove 1871, s. 15.) Ayryca, apaçyk ortadadyr ki, sosyalist yazynyn ele?tirisi, bugün için yetersiz kalyyor, çünkü bu ancak 1847'ye kadar uzanyyor; ayny zamanda, komünistlerin çe?itli muhalefet partileriyle olan ili?kileri konusundaki sözler (Bölüm IV) , ilke olarak hâlâ do?ru olmakla birlikte, pratik olarak eskimi?lerdir, çünkü siyasal durum tamamyyla de?i?mi?tir ve tarihsel geli?im orada sayylan siyasal partilerin büyük bir kysmyny yeryüzünden silip götürmü?tür.
Bununla birlikte, Manifesto, üzerinde artyk hiç bir de?i?iklik yapma hakkymyz olmayan tarihsel bir belge haline gelmi?tir. Belki de ileride, 1847'den günümüze dek olan bo?lu?u dolduran bir giri? ile birlikte, bir ba?ka basky çykabilir; bu yeniden basym, bize bunu yapma zamany byrakmayacak kadar ani oldu.
Londra, 24 Haziran 1872 KARL MARX FRYEDRYCH ENGELS
1872'de Leipzig'de çykan
Almanca basky için
Marx ve Engels tarafyndan
yazylmy?tyr
1882 RUSÇA BASKIYA ÖNSÖZ
Komünist Parti Manifestosu'nun Bakunin’in çevirisiyle yapylan ilk Rusça baskysy, Kolokol[8] basymevi tarafyndan altmy?laryn[7] ba?larynda yayynlandy. O syralar Baty, buna (Manifesto'nun Rusça baskysyna) , yalnyzca yazynsal bir ilgi gösterdi. Böyle bir görü? bugün olanaksyzdyr.
Proleter hareketin o syralar (Aralyk 1847) hâlâ ne denli synyrly bir alany kapsady?yny, Manifesto'nun son kesimi -komünistlerin çe?itli ülkelerdeki çe?itli muhalefet partileri kar?ysyndaki konumu- en açyk bir biçimde gösteriyor. Burada özellikle yer almayanlar Rusya ve Birle?ik Devletler'dir. Bu, Rusya'nyn tüm Avrupa gericili?inin son büyük yede?ini olu?turdu?u, Birle?ik Devletler'in göç yoluyla Avrupa'nyn proleter güç fazlasyny emdi?i syralardy. Her iki ülke de, Avrupa'ya hammaddeler sa?lyyor ve, ayny zamanda da, onun synai ürünleri için bir pazar olu?turuyorlardy. O syralar, her ikisi de, bu nedenle, ?u ya da bu ?ekilde, mevcut Avrupa düzeninin temel dayanaklaryydylar.
Ama durum bugün ne kadar da farkly! Rekabeti ile Avrupa'daki -büyüklü küçüklü- toprak mülkiyetinin temellerini sarsan devasa bir tarymsal üretim için Avrupa göçü, Kuzey Amerika için pek uygundu. Buna ek olarak, bu, Birle?ik Devletler'e, muazzam synai kaynaklaryny, Baty Avrupa'nyn ve özellikle Yngiltere'nin bugüne dek varolan synai tekelini kysa zamanda kyracak bir enerjiyle ve ölçekte kullanma olana?yny da verdi. Her iki durum da, bizzat Amerika üzerinde, devrimci bir tepki yaratyyor. Tüm siyasal yapynyn temelini olu?turan çiftçilerin küçük ve orta boy toprak mülkiyetleri, dev çiftliklerin rekabeti kar?ysynda adym adym çöküyor; ayny anda, sanayi kesimlerinde ilk kez bir proletarya kitlesi ve müthi? bir sermaye yo?unla?masy geli?iyor.
Ya Rusya! 1848-49 Devrimi syrasynda, yalnyzca Avrupaly hükümdarlar (prensler) de?il, Avrupa burjuvazisi de, henüz uyanmaya ba?layan proletarya kar?ysynda tek kurtulu?laryny Rus müdahalesinde buldular. Çar, Avrupa gericili?inin ba?y ilân edildi. Bugün ise, Gaçina'da,[9] devrimin sava? tutsa?ydyr, ve Rusya ise, Avrupa'daki devrimci eylemin öncüsü durumundadyr.
Komünist Manifesto'nun amacy, modern burjuva mülkiyetinin yakla?makta olan kaçynylmaz çözülü?ünü ilân etmekti. Ama Rusya'da, hyzla geli?en kapitalist vurguna ve henüz geli?mekte olan burjuva toprak mülkiyetine kar?ylyk, topra?yn yarysyndan fazlasyna köylülerin ortakla?a sahip olduklaryny görüyoruz. ?imdi sorun ?udur: Büyük çapta zayyflamy? olsa bile, gene de, ilkel bir ortak toprak sahipli?i biçimi olan Rus ob?ina'sy,[1*] do?rudan do?ruya komünist ortak mülkiyetin üst biçimine geçebilir mi? Ya da, tersine, ilkönce, Batynyn tarihsel evrimini olu?turan ayny çözülme sürecinden mi geçmelidir?
Buna bugün verilebilecek tek yanyt ?udur: E?er Rus Devrimi, Batydaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya'daki mevcut ortak toprak sahipli?i, komünist bir geli?menin ba?langyç noktasy olabilir.
Londra, 21 Ocak 1882 KARL MARX FRYEDRYCH ENGELS
1882'de Cenevre'de çykan
Manifesto'nun
Ykinci Rusça baskysynda
yayynlanmy?tyr
1883 ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Bu baskynyn önsözünü, ne yazyk ki, tek ba?yma imzalamak zorundayym. Marx, Avrupa'nyn ve Amerika'nyn tüm i?çi synyfynyn herhangi bir ba?ka ki?iye oldu?undan çok daha fazla ?ey borçlu oldu?u bu adam, Highgate Mezarly?ynda yatyyor ve mezarynyn üstünde ilk çimler büyümeye ba?lady bile. Manifesto'yu gözden geçirmek ya da eksikliklerini gidermek, onun ölümünden sonra, hele hiç dü?ünülemez. Bu yüzden, burada, ?u, noktalary vurgulayarak belirtmeyi daha da gerekli buluyorum:
Manifesto'ya egemen olan temel dü?ünce —iktisadi üretimin ve her tarihsel dönemin buradan çykan toplumsal yapysynyn, o dönemin siyasal ve fikir tarihinin temellerini olu?turdu?u; bunun sonucu olarak, (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülü?ünden bu yana) tüm tarihin bir synyf sava?ymlary tarihi, sömürülen ile sömüren arasyndaki, toplumsal geli?menin çe?itli a?amalarynda egemen olunan ile egemen olan synyflar arasyndaki sava?ymlaryn tarihi oldu?u; ne var ki, bu sava?ymyn, ?imdi, sömürülen ve ezilen synyfyn (proletaryanyn) , ayny zamanda toplumun tümünü sömürüden, ezilmekten ve synyf sava?ymlaryndan sonsuza dek kurtarmaksyzyn, onu sömüren ve ezen synyftan (burjuvaziden) kendisini artyk kurtaramayaca?y bir a?amaya ula?ty?y dü?üncesi— bu temel dü?ünce, yalnyzca ve tamamyyla Marx'a aittir.[2*]
Bunu, daha önce de, birçok kez belirttim; ne var ki, bunun bizzat Manifesto'nun önünde de yer almasy ?imdi özellikle zorunludur.
Londra, 28 Haziran 1883 FRYEDRYCH ENGELS
Manifesto'nun 1883'te
Hottingen-Zurich'te çykan
Almanca baskysynda yayynlanmy?tyr.
1890 ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Yukardakilerin[3*] yazyly?yndan bu yana Manifesto'nun yeni bir Almanca baskysy zorunlu hale geldi ve Manifesto'ya ili?kin olarak burada sözü edilmesi gereken pek çok ?ey de oldu.
Ykinci bir —Vera Zasuliç'in yapty?y— Rusça çeviri, 1882'de Cenevre'de çykty; bu baskynyn önsözü Marx ve benim tarafymdan yazylmy?ty. Ne yazyk ki, özgün Almanca elyazmasy kaybolmu?tur, bu yüzden Rusçasyndan tekrar çevirmem gerekiyor, ki bununla metin bir ?ey kazanacak de?ildir. Orada ?öyle deniliyor: [... ][4*]
Hemen hemen ayny syrada, Cenevre'de, bir yeni Lehçe çevirisi çykty: Manifest Komunistyczny.
Ayryca, Danimarka dilinde bir yeni çevirisi de, 1885'te Kopenhag'da, 'Sozial-Demokratisk Bibliotek'te çykty. Ne yazyk ki, çeviri tam de?ildir; çevirene güçlük çykardy?y anla?ylan bazy önemli pasajlar atlanmy?tyr ve ayryca, ?urada burada, dikkatsizlik belirtileri görülmektedir ki, bunlar çok daha rahatsyz edicidir, çünkü e?er çevirmen biraz daha çaba gösterseydi kusursuz bir i? çykartabilirdi.
Bir yeni Fransyzca çevirisi 1886'da Paris'te Le Socialiste'de çykty; bu, o güne kadar çykmy? olanlaryn en iyisidir.
Bu çeviriye dayanylarak, ayny yyl Yspanyolca bir çevirisi ilkin Madrid'de, El Socialista'da çykty, sonra da bro?ür olarak yayymlandy: Manifesto del Partido Comunista por Carlos Marx y F. Engels, Madrid, Administracinón de El Socialista, Hernán Cortéas 8.
Ylgi çekici bir olay olarak da, 1887'de, bir Ermeni çevirmenin elyazmalarynyn Ystanbullu bir yayyncyya sunulmu? oldu?unu belirteyim; ama adamca?yzyn üzerinde Marx'yn ady bulunan bir ?eyi basacak yüre?i yoktu ve yazar olarak çevirmenin kendi adyny koymasyny önerdi, ama çevirmen bunu reddetti.
Aslyndan azçok farkly Amerikan çevirilerinden birinin, ve derken bir ba?kasynyn Yngiltere'de birçok kez basylmasyndan sonra, nihayet aslyna uygun bir çeviri 1888 yylynda çykty. Bu çeviri dostum Samuel Moore tarafyndan yapylmy?ty ve baskyya gönderilmeden önce üzerinden birlikte bir kez daha geçtik. Ba?ly?y ?öyledir: Manifesto of the Communist Party, by Karl Marx and Frederick Engels. Authorized English Translation, edited and annotated by Frederick Engels, 1888. London, William Reeves, 185 Fleet St. E. C.. Oradaky bazy notlary bu baskyya da aldym.
Manifesto'nun kendisine ait bir ya?am öyküsü vardyr. Çykty?ynda bilimsel sosyalizmin (ilk önsözde[5*] sözü edilen çevirilerin de tanytlady?y gibi) o syralar hâlâ sayyca hiç de fazla olmayan öncüsü tarafyndan co?kuyla kar?ylanan Manifesto, Haziran 1848'de Paris i?çilerinin yenilgileriyle birlikte ba?layan gericilik tarafyndan, çok geçmeden, arka plana itildi ve nihayet Kasym 1852'de,[10] Köln Komünistlerinin mahküm edilmeleriyle, 'yasa uyarynca', aforoz edildi. ?ubat Devrimi ile ba?lamy? olan i?çi hareketinin sahneden çekilmesiyle, Manifesto da arka plana geçti.
Avrupa i?çi synyfy, egemen synyflaryn gücüne kar?y yeni bir saldyry için yeniden yeterli güç toplady?ynda, ortaya Uluslararasy Y?çi Birli?i çykty. Amacy, Avrupa'nyn ve Amerika'nyn tüm militan i?çi synyfyny tek bir büyük ordu içinde kayna?tyrmakty. Bu yüzden, Manifesto'da ortaya konmu? bulunan ilkelerden hareket edemezdi. Yngiliz sendikalaryna, Fransyz, Belçika, Ytalyan ve Yspanyol prudoncularyna ve Alman lasalcylaryna[6*] kapylary kapamayacak bir programa sahip olmak zorundaydy. Bu program —Enternasyonalin Tüzü?ünün giri?i— Bakunin'in ve anar?istlerin bile teslim ettikleri bir ustalykla Marx tarafyndan hazyrlanmy?ty. Manifesto'da ortaya konmu? bulunan dü?üncelerin nihai zaferi için Marx, yalnyzca ve tamamyyla i?çi synyfynyn eylem birli?i ve tarty?ma sonucu zorunlu olarak gösterece?i fikri geli?meye güveniyordu. Sermayeye kar?y sava?ymdaki olaylar ve ini?-çyky?lar, ba?arylardan çok yenilgiler, sava?çylara, o güne kadarki her derde deva dü?üncelerinin yetersizli?ini göstermemezlik ve zihinlerini de, i?çilerin kurtulu?u için gerekli gerçek ko?ullaryn adamakylly kavranmasyna daha açyk hale getirmemezlik edemezdi. Ve Marx haklyydy. Enternasyonalin da?ytyldy?y 1847'deki i?çi synyfy, kuruldu?u 1864'tekinden tamamyyla farklyydy. Latin ülkelerindeki prudonculuk ile Almanya'daki özgül lasalcylyk ölmekteydi, ve zamanyn katmerli tutucu Yngiliz sendikalary, 1887'de, yaptyklary Swansea Kongresi'nin ba?kanynyn,[7*] onlar adyna, 'Kyta sosyalizmi bizim için korkunçlu?unu yitirmi?tir' diyebilece?i noktaya giderek yakla?yyorlardy. Oysa 1887'de, Kyta sosyalizmi, hemen tamamyyla, Manifesto'da sunulan teoriden ibaretti. Böylece, Manifesto'nun tarihi, bir ölçüde, 1848'den bu yanaki modern i?çi synyfy hareketinin tarihini yansytmaktadyr. ?u anda Manifesto, ku?kusuz ki, tüm sosyalist yazynyn en yaygyn, en uluslararasy ürünüdür, Sibirya'dan Kaliforniya'ya dek tüm ülkelerin milyonlarca i?çisinin ortak programydyr.
Ama, çykty?ynda, gene de, ona sosyalist Manifesto diyemezdik. 1847'de, sosyalist denilince, iki tür insan anla?ylyyordu. Bir yanda çe?itli ütopik sistemlerin yanda?lary vardy, özellikle, o tarihte her ikisi de salt mezhep durumuna dü?üp giderek ölmekte olan Yngiltere'deki ovyncylar ile Fransa'daki furiyeciler. Öte yanda ise, toplumsal bozukluklary çe?itli her derde deva yollarla, her türden bölük-pürçük çaly?malaryyla, sermayeye ve kâra hiç bir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çe?itli türden toplumsal ?arlatanlar. Her iki durumda da, i?çi hareketinin dy?ynda duran ve daha çok 'e?itim görmü?' synyflardan destek arayanlar. Ama, i?çi synyfynyn salt siyasal devrimlerin yeterli olmady?yna inanan, toplumun köklü bir biçimde yeniden in?aasyny isteyen kesimi, kendisine o syra komünist diyordu. Bu henüz yontulmamy?, yalnyzca içgüdüsel ve ço?u kez de biraz kaba bir komünizmdi. Ama, gene de, ortaya iki ütopyacy komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin 'Ykaryan' komünizmini, ve Almanya'da da Weitling'inkini çykartacak kadar güçlüydü. 1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir i?çi synyfy hareketi anlamyna geliyordu. Sosyalizm, hiç de?ilse Kytada, çok saygyde?erdi, komünizm için ise, durum bunun tam tersiydi. Ve 'i?çilerin kurtulu?u i?çi synyfynyn kendi eseri olmalydyr'[11] kanysyny daha o syralar kesinlikle ta?yyor oldu?umuzdan, bu iki addan hangisini seçmemiz gerekti?i konusunda hiç bir duraksama gösteremezdik. O günden beri bunu yadsymak da aklymyzdan geçmi? de?ildir.
'Bütün ülkelerin i?çileri, birle?iniz! ' Ama, kyrkiki yyl önce proletaryanyn kendi istemleriyle ortaya çykty?y ilk Paris Devriminin arifesinde bu sözleri dünyaya duyurdu?umuzda, buna çok az ses kar?ylyk verdi. Bununla birlikte, 28 Eylül 1864'te Baty Avrupa ülkelerinin ço?unun proleterleri, ?anly anylara sahip Uluslararasy Y?çi Birli?ini kurmak üzere birle?tiler. Entemasyonalin kendisinin ancak dokuz yyl ya?ady?y do?rudur. Ama onun yaratty?y bütün ülkelerin proleterlerinin ölümsüz birli?inin hâlâ ya?amakta oldu?unun ve her zamankinden daha güçlü ya?amakta oldu?unun en iyi tanyty günümüzdür. Çünkü ?u satyrlary yazmakta oldu?um bugün,[12] Avrupa ve Amerika proletaryasy, ilk kez seferber edilmi? olan, tek bir ordu olarak, tek bir bayrak altynda, tek bir ivedi amaç için —1866'da Enternasyonalin Cenevre Kongresi, ve gene 1889'da Paris Y?çi Kongresi tarafyndan ilân edildi?i gibi, sekiz saatlik normal i?gününün yasala?masy için— seferber edilmi? olan sava? kuvvetlerini gözden geçiriyor. Ve bugünkü görkemli gösteri, bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprakbeylerine, bütün ülkelerin i?çilerinin bugün gerçekten de birle?mi? olduklary gerçe?ini gösterecektir.
Bir de Marx bunu kendi gözleriyle görebilmek için hâlâ yanymda olsaydy!
Londra, 1 Mayys 1890 FRYEDRYCH ENGELS
Manifesto'nun
1890'da Londra'da çykan
Almanca baskysynda
yayynlanmy?tyr
1892 LEHÇE BASKIYA ÖNSÖZ
Komünist Manifesto'nun yeni bir Lehçe baskysynyn zorunlu hale gelmi? olmasy, çe?itli dü?üncelere yolaçmaktadyr.
Birincisi, Manifesto'nun, son zamanlarda, Avrupa kytasynda büyük sanayiin geli?mesinin bir göstergesi haline gelmi? olmasy dikkate de?erdir. Belirli bir ülkede büyük sanayiin geni?lemesi oranynda o ülkenin i?çileri arasynda, i?çi synyfy olarak, mülk sahibi synyflar kar?ysyndaki konumlary konusunda aydynlanma özlemi de büyümekte, sosyalist hareket bunlar arasynda yaygynla?makta ve Manifesto'ya olan talep artmaktadyr. Böylece, yalnyzca i?çi hareketinin durumu de?il, büyük sanayiin geli?me derecesi de, her ülkede, Manifesto'nun o ülke dilinde da?ytylan nüsha sayysyyla oldukça do?ru bir biçimde ölçülebilir.
Buna göre, bu yeni Lehçe basky, Polonya sanayiinde kesin bir ilerlemeyi göstermektedir. Ve on yyl önce yayynlanmy? baskysyndan bu yana bu ilerleme gerçekten de olmu?tur, bu konuda hiç bir ku?kuya yer olamaz. Rus Polonyasy, Kongre Polonyasy,[13] Rus imparatorlu?unun büyük sanayi bölgesi haline gelmi?tir. Rusya'nyn büyük sanayiinin geli?igüzel da?ylmy? olmasyna kar?ylyk —bir kysmy Finlandiya Körfezi civaryna, di?eri merkeze (Moskova ve Vladimir) , bir üçüncüsü Karadeniz ve Hazer denizi kyyylaryna, ve di?erleri de ba?ka yerlere da?ylmy?tyr—, Polonya sanayii, nispeten küçük bir alan içerisine syky?my?tyr ve böylesine bir yo?unla?madan ileri gelen üstünlüklere ve sakyncalara sahiptir. Rakip Rus fabrikatörleri, Polonyalylary rusla?tyrma arzusuyla yanyp tutu?uyor olmalaryna kar?yn, Polonya'ya kar?y koruyucu gümrükler isteminde bulunmakla, bu üstünlükleri kabullenmi? oldular. Sakyncalar —Polonyaly fabrikatörler ve Rus hükümeti açysyndan— kendilerini, sosyalist dü?üncelerin Polonyaly i?çiler arasynda hyzla yayyly?ynda ve Manifesto'ya olan talebin büyümesinde de göstermektedir.
Ama Polonya sanayiinin Rusya'nynkini geride byrakan hyzly geli?imi, kendi payyna, Polonya halkynyn tükenmez ya?am gücünün yeni bir kanyty ve yakla?makta olan ulusal kurtulu?unun yeni bir güvencesidir. Ve ba?ymsyz güçlü bir Polonya'nyn yeniden kurulmasy yalnyzca Polonyalylary de?il, hepimizi ilgilendiren bir sorundur. Avrupa uluslary arasynda içtenlikli bir uluslararasy i?birli?i, ancak e?er bu uluslaryn herbiri kendi ülkelerinde tamamyyla özerkseler olanaklydyr.
Sonuç olarak, burjuvazinin i?inin proletarya bayra?y altynda proleter sava?çylara yaptyrmakla kalmy? olan 1848 Devrimi, vasiyetnamesinin icracylary Louis Bonaparte ve Bismarck'yn aracyly?yyla, Ytalya'nyn, Almanya'nyn ve Macaristan'yn da ba?ymsyzly?yny sa?lamy?tyr; ama 1792'den bu yana devrim için bu üçünün birarada yaptyklaryndan daha ço?unu yapmy? olan Polonya, 1863'te on kat daha büyük Rus kuvveti kar?ysynda boyun e?di?inde, tek ba?yna byrakylmy?ty. Soyluluk, Polonya'nyn ba?ymsyzly?yny ne koruyabilir ne de tekrar elde edebilirdi; bugün ise bu ba?ymsyzlyk, burjuvazi için en azyndan önemsizdir. Ama bu Avrupa uluslarynyn uyumlu i?birli?i için gene de bir zorunluluktur.[8*] Bu, ancak genç Polonya proletaryasy tarafyndan elde edilebilir, ve ancak bu ellerde güvenlik içinde bulunur. Çünkü Polonya'nyn ba?ymsyzly?yna Avrupa'nyn geriye kalan i?çileri de, bizzat Polonyaly i?çiler kadar gerek duyuyorlar.
Londra, 10 ?ubat 1892 FRYEDRYCH ENGELS
Przedswit, 27 ?ubat 1892,
n° 35, ve K. Marx i F. Engels,
Manifest Komunistyczny,
Londyn, 1892'de yayynlanmy?tyr
1893 YTALYANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Ytalyan Okura
Komünist Parti Manifestosu'nun yayynlany?ynyn, 18 Mart 1848 ile, o güne dek bölünmelerle ve iç çeli?melerle zayyflamy? ve böylece yabancy egemenlik altyna dü?mü?, biri Avrupa kytasynyn, ötekisi Akdeniz'in merkezinde yer alan iki ulusun silahly ayaklanmalary olan Milano ve Berlin devrimleri ile çaky?ty?y söylenebilir. Ytalya'nyn Avusturya Ymparatoruna ba?ymly olmasyna kar?ylyk, Almanya Rus çarynyn, daha dolayly olsa bile daha az etkin olmayan boyunduru?u altyna girdi. 18 Mart 1848'in sonuçlary, hem Ytalya'yy ve hem de Almanya'yy bu yüzkarasyndan kurtardy; bu iki büyük ulus, 1848'den 1871'e kadar geçen zaman içerisinde yeniden kurulabilmi?ler ve her nasylsa kendi ba?laryna kalabilmi?lerse, bu, Karl Marx'in dedi?i gibi, 1848 Devrimini bastyranlaryn, kendilerine kar?yn gene de bu devrimin vasiyetnamesinin icracylary olmalary sayesindedir.
Bu devrim her yerde i?çi synyfynyn eseri olmu?tur; barikatlary kuran ve bunu hayatyyla ödeyen i?çi synyfyydy. Hükümeti devirmekteki niyeti, açykça, burjuva rejimini devirmek olanlar yalnyzca Paris i?çileriydi. Ama, kendi synyflary ile burjuvazi arasyndaki onmaz uzla?maz kar?ytly?yn bilincinde olsalar bile, gene de, ne ülkenin ekonomik geli?mesi, ne de Fransyz i?çi kitlesinin zihinsel geli?mesi, henüz toplumsal bir yeniden kurulu?u olanakly kylacak a?amaya ula?my? de?ildi. Bu nedenle, devrimin meyvelerini toplayan, son tahlilde, kapitalist synyf oldu. Öteki ülkelerde, Ytalya'da, Almanya'da, Avusturya'da, i?çiler, daha ba?tan, burjuvaziyi iktidara getirmekten ba?ka bir ?ey yapmadylar. Ama herhangi bir ülkede ulusal ba?ymsyzlyk olmadykça, burjuvazinin egemenli?i olanaksyzdyr. Bu yüzden, 1848 Devrimi, o zamana dek birlik ve özerklikten yoksun bulunan uluslara, kendisiyle birlikte, birlik ve özerklik getirmek zorunda kaldy: Ytalya'ya, Almanya'ya, Macaristan'a. Syra Polonya'ya da gelecektir.
Böylece, 1848 Devrimi bir sosyalist devrim olmamy?sa da, bunun için yol açmy?, ortam hazyrlamy?tyr. Büyük sanayiin bütün ülkelerde geli?mesiyle birlikte, burjuva rejimi, son kirkbe? yyl içerisinde, ortaya, her yerde, kalabalyk, yo?un ve güçlü bir proletarya çykardy. Böylece, Manifesto'nun dilini kullanacak olursak, kendi mezar kazycylaryny yaratty. Her ülkenin özerkli?i ve birli?i sa?lanmadykça, proletaryanyn uluslararasy birli?ini ya da bu uluslaryn ortak amaçlara do?ru bary?çy ve akylcy bir i?birli?ini gerçekle?tirmek olanaksyz olacaktyr. Ytalyan, Macar, Alman, Polonyaly ve Rus i?çilerin 1848 öncesi siyasal ko?ullar altynda uluslararasy eylem ortakly?y yaptyklaryny dü?ünün bir!
Böylece, 1848'de verilen sava?lar bo?una verilmemi?lerdir. Bizi o devrimci dönemden ayyran kyrkbe? yyl da bo?a gitmemi?tir. Meyveler olgunla?yyor, ve benim bütün dile?im, Manifesto'nun ilk yayynlany?y nasyl uluslararasy devrimin habercisi olduysa, bu Ytalyanca çevirinin yayynlany?ynyn da Ytalyan proletaryasynyn zaferinin habercisi olabilmesidir.
Manifesto, kapitalizmin geçmi?te oynady?y devrimci rolün tam hakkyny vermektedir. Ylk kapitalist ulus Ytalya idi. Feodal ortaça?yn sonuna ve modern kapitalist ça?yn ba?langycyna, dev bir ki?i damgasyny vurdu: hem ortaça?yn son ?airi ve hem de modern zamanlaryn ilk ?airi bir Ytalyan, Dante. 1300'de oldu?u gibi, bugün de, yeni bir tarihsel ça? yakla?yyor. Ytalya, bize, bu yeni, proleter ça?yn do?u? anyna damgasyny vuracak yeni Dante'yi verecek mi?
Londra, 1 ?ubat 1893 FRYEDRYCH ENGELS
Karlo Marx e Federico Engels,
Il Manifesto del Partito Comunista,
Milano 1893'te yayynlamy?tyr
----------
KOMÜNYST PARTY
M A N Y F E S T O S U[1]
Avrupa'da bir hayalet dola?yyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nyn bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransyz radikalleri ile Alman polis ajanlary.
Muhalifleri tarafyndan komünist olmakla suçlanmamy? muhalefet partisi nerede vardyr? Bu lekeleyici komünizm suçlamasyny, daha ilerici muhalefet partilerine oldu?u kadar, gerici hasymlaryna kar?y da gerisin geriye fyrlatmamy? muhalefet nerede vardyr?
Bu olgudan iki ?ey çykyyor:
I. Komünizmin kendisi, daha ?imdiden, bütün Avrupa güçleri tarafyndan bir güç olarak tanynmy?tyr.
II. Komünistlerin açykça, tüm dünyanyn kar?ysynda, görü?lerini, amaçlaryny, e?ilimlerini yayynlamalarynyn ve bu Komünizm Hayaleti masalyna partinin kendi Manifestosu ile kar?ylyk vermelerinin zamany çoktan gelmi?tir.
Bu amaçla, çe?itli milliyetlerden komünistler, Londra'da toplanmy?lar ve Yngiliz, Fransyz, Alman, Ytalyan, Flemenk ve Danimarka dillerinde yayynlanmak üzere, a?a?ydaki Manifestoyu kaleme almy?lardyr.
I. BURJUVALAR VE PROLETERLER [1*]
?imdiye kadarki bütün toplumlaryn tarihi,[2*] synyf sava?ymlary tarihidir.
Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustasy[3*] ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli kar?y-kar?yya gelmi?ler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açyk bir sava?, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kurulu?uyla, ya da çaty?an synyflaryn birlikte mahvolmalaryyla sonuçlanan bir sava? sürdürmü?lerdir.
Tarihin daha önceki ça?larynda, hemen her yerde, çe?itli zümreler halinde karma?yk bir toplum düzeni, çok çe?itli bir toplumsal mevki derecelenmesi buluyoruz. Eski Roma'da patrisyenleri, ?övalyeleri, plebleri, köleleri; ortaça?da feodal beyleri, vasallary, lonca ustalaryny, kalfalary, çyraklary,[4*] serfleri; bu synyflaryn hemen hepsinde, gene, alt derecelenmeleri görüyoruz.
Feodal toplumun yykyntylary arasyndan uç vermi? olan modern burjuva toplumu, synyf kar?ytlyklaryny ortadan kaldyrmady. Yeni synyflar, yeni basky ko?ullary, eskilerin yerine yeni sava?ym biçimleri getirmekle kaldy.
Ne var ki, bizim ça?ymyzyn, burjuvazinin ça?ynyn ayyrycy özelli?i, synyf kar?ytlyklaryny basitle?tirmi? olmasydyr. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük dü?man kampa, do?rudan birbirlerinin kar?ysyna dikilen iki büyük synyfa bölünüyor: Burjuvazi ve Proletarya.
Ortaça?yn serflerinden, ortaya, ilk kentlerin ayrycalykly kentlileri çykty. Bu kentlilerden de burjuvazinin ilk ö?eleri geli?ti.
Amerika'nyn ke?fi, Ümit Burnu'nun dola?ylmasy, ortaya çykmakta olan burjuvazi için yeni alanlar açty. Do?u Hindistan ve Çin pazarlary, Amerika'nyn sömürgele?tirilmesi, sömürgelerle ticaret, de?i?im araçlaryndaki ve genel olarak metalardaki arty?, ticarete, gemicili?e, sanayie o güne dek görülmemi? bir atylym, ve böylelikle, çökü? halindeki feodal toplumunun devrimci ö?esine de hyzly bir geli?im getirdi.
Synai üretimin kapaly loncalar tarafyndan tekelle?tirildi?i feodal sanayi sistemi,[5*] yeni pazarlaryn büyüyen gereksinmelerine artyk yetmiyordu. Onun yerini manüfaktür sistemi aldy. Lonca ustalary imalâtçy orta synyf[6*] tarafyndan bir kenara itildiler; farkly lonca birlikleri arasyndaki i?bölümü, tek tek her atölye içindeki i?bölümü kar?ysynda yok oldu.
Bu arada, pazarlar durmaksyzyn büyümeye, talep durmaksyzyn yükselmeye devam etti. Manüfaktür bile artyk yeterli de?ildi. Bunun üzerine, buhar ve makine, synai üretimi devrimcile?tirdi. Manüfaktürün yerini dev modern sanayi, sanayici orta synyfyn yerini, sanayici milyonerler, tüm sanayi ordularynyn önderleri, modern burjuvazi aldy.
Modern sanayi,[7*] Amerika'nyn ke?finin temellerini atty?y dünya pazaryny kurdu. Bu pazar, ticarete, gemicili?e, kara ula?tyrmacyly?yna büyük bir geli?me kazandyrdy. Bu geli?me de, sanayiin yayylmasyny etkiledi; ve sanayiin, ticaretin, gemicili?in, demiryollarynyn geni?lemesine orantyly olarak, burjuvazi de ayny oranda geli?ti, sermayesini artyrdy ve ortaça?dan kalma bütün synyflary geri plana itti.
Böylece, modern burjuvazinin kendisinin, nasyl uzun bir geli?im yolunun, üretim ve de?i?im biçimlerindeki bir dizi devrimlerin ürünü oldu?unu görüyoruz.
Burjuvazinin gösterdi?i her geli?meye, bu synyfyn[8*] buna denk dü?en bir siyasal ilerlemesi e?lik etti. Feodal soylulu?un egemenli?i altynda ezilen bir synyf,[9*] ortaça? komününde[10*] silahly ve kendi kendini yöneten bir topluluk olan; ?urada ba?ymsyz kentsel cumhuriyet (Ytalya ve Almanya'da oldu?u gibi) , burada monar?inin vergi mükellefi 'üçüncü katman' olan (Fransa'da oldu?u gibi) ,[11*] daha sonralary, asyl manüfaktür döneminde, soylulu?a kar?y bir denge unsuru olarak ya yary-feodallere[12*] ya da mutlak monar?iye hizmet eden ve, aslynda, genel olarak büyük monar?ilerin temel ta?y olan burjuvazi, en sonunda, modern sanayiin ve dünya pazarynyn kurulmasyndan bu yana, modern temsili devlette siyasal egemenli?i tamamyyla ele geçirdi.
Modern devletin yönetimi, tüm burjuvazinin ortak i?lerini yöneten bir komiteden ba?ka bir ?ey de?ildir.
Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynady.
Burjuvazi, üstünlü?ü ele geçirdi?i[13*] her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ili?kilere son verdi. Ynsany 'do?al efendiler'ine ba?layan çok çe?itli feodal ba?lary acymasyzca kopardy, ve insan ile insan arasynda, çyplak öz-çykardan, katy 'nakit ödeme'den ba?ka hiç bir ba? byrakmady. Dinsel tutkularyn, ?övalyece co?kunun, darkafaly duygusally?yn en ilâhi vecde gelmelerini, bencil hesaplaryn buzlu sularynda bo?du. Ki?isel de?eri, de?i?im-de?erine indirgedi, ve sayysyz yokedilemez ayrycalykly özgürlüklerin yerine, o tek insafsyz özgürlü?ü, ticaret özgürlü?ünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanylsamalarla perdelenmi? sömürünün yerine, açyk, utanmaz, dolaysyz, kaba sömürüyü koydu.
Burjuvazi, ?imdiye dek saygy duyulan ve saygyly bir korkuyla bakylan bütün mesleklerin halelerini söküp atty. Doktoru, avukaty, rahibi, ?airi, bilim adamyny kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi.
Burjuvazi, aile ili?kisindeki duygusal peçeyi yyrtyp atty ve bunu salt bir para ili?kisine indirgedi.
Burjuvazi, gericilerin o çok hayran olduklary ortaça?yn kaba kuvvet gösterisinin nasyl en hareketsiz tembelli?in bir tamamlayycysy oldu?unu açy?a çykardy. Ynsan faaliyetinin neler yaratabilece?ini ilk gösteren o oldu. Mysyr piramitlerini, Roma'nyn su kemerlerini ve Gotik katedralleri kat be kat a?an ?aheserler yaratty; daha önceki bütün tarihsel göçleri ve haçly seferlerini gölgede byrakan seferler düzenledi.
Burjuvazi, üretim araçlaryny, ve böylelikle üretim ili?kilerini ve, onlarla birlikte, toplumsal ili?kilerin tümünü sürekli devrimcile?tirmeksizin varolamaz. Daha önceki bütün sanayici synyflaryn ilk varlyk ko?ulu, bunun tersine, eski üretim biçimlerinin de?i?meksizin korunmasyydy. Üretimin sürekli altüst olu?u, bütün toplumsal ko?ullardaki düzenin kesintisiz bozulu?u, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva ça?yny bütün daha öncekilerden ayyrdeder. Bütün sabit, donmu? ili?kiler, beraberlerinde getirdikleri eski ve saygyde?er önyargylar ve görü?ler ile birlikte tasfiye oluyorlar, bütün yeni olu?mu? olanlar kemikle?emeden eskiyorlar. Yerle?mi? olan ne varsa eriyip gidiyor, kutsal olan ne varsa lânetleniyor, ve insan, kendi gerçek ya?am ko?ullaryna ve hemcinsiyle olan ili?kilerine nihayet ayyk kafa ile bakmak zorunda kalyyor.
Ürünleri için sürekli geni?leyen bir pazar gereksinmesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dörtbir yanyna kovalyyor. Her yerde barynmak, her yere yerle?mek, her yerde ba?lantylar kurmak zorundadyr.
Burjuvazi, dünya pazaryny sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere bo?arak, sanayiin ayaklan altyndan üzerinde durmakta oldu?u ulusal temeli çekip aldy. Eskiden kurulmu? bütün ulusal sanayiler yykyldylar ve hâlâ da her gün yykylyyorlar. Bunlar, kurulmalary bütün uygar uluslar için bir ölüm-kalym sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafyndan, artyk yerli hammaddeleri de?il, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri i?leyen sanayiler, ürünleri yalnyzca ülke içinde de?il, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafyndan yerlerinden ediliyorlar. O ülkenin üretimiyle kar?ylanan eski gereksinmelerin yerini, kar?ylanmalary uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alyyor. Eski yerel ve ulusal kapalyly?yn ve kendi kendine yeterlili?in yerini, uluslaryn çok yönlü ili?kilerinin, çok yönlü kar?ylykly ba?ymlyly?ynyn aldy?yny görüyoruz. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek uluslaryn zihinsel yaratymlary, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlylyk ve darkafalylyk giderek olanaksyzla?yyor ve sayysyz ulusal ve yerel yazynlardan ortaya bir dünya yazyny çykyyor.
Burjuvazi, bütün üretim araçlaryndaki hyzly iyile?me ile, son derece kolayla?my? haberle?me araçlary ile, bütün uluslary, hatta en barbar olanlary bile, uygarly?yn içine çekiyor. Ucuz meta fiyatlary, bütün Çin setlerini yerlebir etti?i, barbarlaryn inatçy yabancy dü?manly?yny teslim olmaya zorlady?y a?yr toplar oluyor. Bütün uluslary, yoketme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onlary uygarlyk dedi?i ?eyi benimsemeye, yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratyyor.
Burjuvazi, kyry kentlerin egemenli?ine soktu. Çok büyük kentler yaratty, kentsel nüfusu, kyra kyyasla, büyük ölçüde artyrdy, ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kysmyny kyrsal ya?amyn bönlü?ünden kurtardy. Kyry nasyl kentlere ba?ymly kyldyysa, barbar ve yary-barbar ülkeleri de uygar olanlara, köylü uluslary burjuva uluslara, Do?uyu Batyya ba?ymly kyldy.
Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarynyn ve mülkiyetin da?ynyk durumuna giderek daha çok son veriyor. Nüfusu biraraya toplamy?, üretim araçlaryny merkezile?tirmi?, ve mülkiyeti birkaç elde yo?unla?tyrmy?tyr. Bunun zorunlu sonucu, siyasal merkezile?me oldu. Ayry çykarlara, yasalara, hükümetlere ve vergi sistemlerine sahip ba?ymsyz ya da birbirleriyle gev?ek ba?lara sahip eyaletler, tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir ulusal synyf çykaryna, tek bir synyra ve tek bir gümrük tarifesine sahip tek bir ulus içinde biraraya geldiler.
Burjuvazi, ancak yüzyyly bulan egemenli?i syrasynda, daha önceki ku?aklaryn tümünün yaratmy? olduklaryndan daha yo?un ve çok daha büyük üretici güç yaratty. Do?a güçlerine egemen olunmasy, makine, kimyanyn sanayie ve taryma uygulanmasy, buharly gemiler, demiryollary, elektrik telgrafy, koskoca kytalaryn taryma açylmasy, nehirlerin suyollary haline getirilmesi, yerden bitercesine nüfus ço?almasy toplumsal eme?in ba?rynda böylesine üretici güçlerin yatmakta oldu?unu daha önceki hangi yüzyyl sezebilmi?tir?
?u halde görüyoruz ki: burjuvazinin kendisini onlara dayanarak güçlendirdi?i üretim ve de?i?im araçlary, feodal toplum içerisinde yaratylmy?lardyr. Bu üretim ve de?i?im araçlarynyn geli?iminin belirli bir a?amasynda, feodal toplumun üretimde ve de?i?imde bulundu?u ko?ullar, tarymyn ve imalât sanayiinin feodal örgütlenmesi, tek sözcükle, feodal mülkiyet ili?kileri, geli?mi? bulunan üretici güçlere artyk ayak uyduramaz hale geldiler; [14*] bir o kadar ayakba?y oldular. Bunlar kyrylmalyydylar; kyryldylar.
Bunlaryn yerini, kendisine uygun dü?en bir toplumsal ve siyasal yapy ile, ve burjuva synyfynyn iktisadi ve siyasal egemenli?i ile birlikte, serbest rekabet aldy.
Gözlerimizin önünde buna benzer bir hareket yer alyyor. Kendi üretim, de?i?im ve mülkiyet ili?kileri ile modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve de?i?im araçlary yaratmy? bulunan bu toplum, ölüler diyarynyn büyüleriyle harekete geçirdi?i güçleri artyk kontrol edemeyen büyücüye benziyor. Sanayiin ve ticaretin tarihi, on yyllardan beri, modern üretici güçlerin, modern üretim ko?ullaryna kar?y, burjuvazinin ve onun egemenli?inin varlyk ko?ulu mülkiyet ili?kilerine kar?y isyanynyn tarihinden ba?ka bir ?ey de?ildir. Bu konuda, tüm burjuva toplumunun varly?yny dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari bunalymlaryn sözünü etmek yeterlidir. Bu bunalymlar syrasynda yalnyzca mevcut ürünlerin de?il, daha önceleri yaratylmy? üretici güçlerin de büyük bir kysmy dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu bunalymlar syrasynda, daha önceki bütün ça?larda anlamsyz görülecek bir salgyn[15*] ba?gösteriyor —a?yry üretim salgyny. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlyk durumuna sokulmu? buluyor; sanki bir kytlyk, genel bir yykym sava?y, bütün geçim araçlary ikmalini kesmi?tir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmi?tir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlyk, çok fazla geçim aracy, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardyr da ondan. Toplumun elindeki üretici güçler, burjuva mülkiyet ili?kilerinin[16*] ilerlemesine artyk hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayakba?y olan bu ili?kiler için çok güçlü hale gelmi?lerdir, ve bu ayakba?laryndan kurtulduklary anda, burjuva toplumunun tamamyna düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varly?yny tehlikeye sokuyorlar. Burjuva toplum ko?ullary, bunlaryn yaratty?y zenginli?i kucaklayamayacak denli dardyr. Peki, burjuvazi bu bunalymlary nasyl atlatyyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kysmyny zorla yokederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de daha kapsamly bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygyn ve daha yykycy bunalymlar hazyrlayarak, ve bunalymlary önleyen araçlary azaltarak.
Burjuvazinin feodalizmi yerlebir etti?i silahlar, ?imdi, burjuvazinin kendisine kar?y çevrilmi?tir.
Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahlary yaratmakla kalmamy?; bu silahlary kullanacak insanlary da varetmi?tir, —modern i?çi synyfyny— proleterleri.[17*]
Burjuvazi, yani sermaye, hangi oranda geli?iyorsa, proletarya da, modern i?çi synyfy da ayny oranda geli?iyor —i? bulduklary sürece ya?ayan ve emekleri sermayeyi artyrdy?y sürece i? bulan bir emekçiler synyfy. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan bu emekçiler, bütün öteki ticaret nesneleri gibi, bir metadyrlar, ve bunun sonucu olarak, rekabetin bütün ini? çyky?laryna, pazaryn bütün dalgalanmalaryna açyktyrlar.
Yaygyn makine kullanymy ve i?bölümü yüzünden, proleterin i?i, tüm bireysel niteli?ini, ve bunun sonucu olarak da, çaly?an insan için tüm çekicili?ini yitirmi?tir. Kendisi makinenin bir eklentisi haline geliyor, ve ondan beklenen yalnyzca en basit, en tekdüze ve en kolay edinilen hüner oluyor. Dolayysyyla, bir i?çinin üretim maliyeti, hemen tamamyyla, kendi bakymy ve neslinin ço?almasy için gerek duydu?u geçim araçlaryndan ibaret oluyor. Ama bir metayn, ve dolayysyyla eme?in de fiyaty, [14] kendi üretim maliyetine e?ittir. Dolayysyyla, i?in i?rençli?i artty?y oranda ücret azalyyor. Dahasy, makine kullanymy ve i?bölümü hangi oranda artyyorsa, ister çaly?ma saatlerinin uzatylmasy ile, ister belli bir zamanda çykarylmasy gereken i?in artyrylmasy ile, ya da ister makinelerin hyzynyn artyrylmasy, vb. ile olsun, i?in a?yrly?y[18*] da ayny oranda artyyor.
Modern sanayi, ataerkil ustanyn küçük atölyesini sanayi kapitalistinin büyük fabrikasy haline getirmi?tir. Fabrikaya dolu?mu? emekçi yy?ynlary, askerler gibi örgütlenmi?lerdir. Sanayi ordusunun erleri olarak mükemmel bir subaylar ve çavu?lar hiyerar?isinin komutasy altyna sokulmu?lardyr. Yalnyzca burjuva synyfynyn ve burjuva devletin kölesi olmakla kalmyyorlar, makine tarafyndan, denetleyici tarafyndan ve, hepsinden çok, tek tek burjuva imalâtçylarynyn kendileri tarafyndan gün be gün, saat be saat kölele?tiriliyorlar. Bu despotluk, amaç ve hedefinin kazanç oldu?unu ne denli açykça ilân ederse, o denli baya?y, o denli nefret uyandyrycy, o denli öfke yaratycy oluyor.
El eme?inin içerdi?i hüner ve güç harcamasy ne denli az olursa, bir ba?ka deyi?le, modern sanayi ne denli geli?irse, erke?in eme?inin yerini o denli kadynynki[19*] alyr. Ya? ve cinsiyet farklylyklarynyn i?çi synyfy için artyk herhangi bir ayyrycy toplumsal geçerlili?i yoktur. Bunlaryn hepsi de, kullanylmalary, ya?laryna ve cinsiyetlerine ba?ly olarak, az ya da çok pahaly i? araçlarydyrlar.
Fabrikatör tarafyndan sömürülmesi son bulup ücretini nakit olarak alyr almaz, emekçinin üzerine burjuvazinin öteki kesimleri, ev sahibi, dükkâncy, tefeci, vb. çullanyr.
Orta synyfyn alt tabakalary[20*] —küçük çapta ticaretle u?ra?anlar, dükkâncylar, ve genellikle emekli olmu? esnaflar,[21*] zanaatçylar ve köylüler— bütün bunlar, kysmen kendi küçük sermayelerinin modern sanayiin i?letildi?i ölçek bakymyndan yetersiz kalmasy ve büyük kapitalistlerle rekabette yenik dü?meleri yüzünden, ve kysmen de bunlaryn özel hünerlerinin yeni üretim yöntemleri kar?ysynda de?erini yitirmesi yüzünden, giderek proletaryaya kary?yyorlar.
Proletarya çe?itli geli?me a?amalaryndan geçer. Do?masyyla birlikte, burjuvaziye kar?y mücadelesi de ba?lar.[22*] Sava?ym ba?langyçta tek tek i?çiler tarafyndan, sonra bir fabrikadaki i?çiler tarafyndan, sonra da bir i?kolunun bir yöredeki i?çileri tarafyndan, onlary do?rudan sömüren tek tek burjuvalara kar?y yürütülür. Saldyrylaryny burjuva üretim ko?ullaryna kar?y de?il, bizzat üretim araçlaryna kar?y yöneltirler; [23*] kendi emekleriyle rekabet eden yabancy mallary imha ederler, makineleri parçalarlar, fabrikalary ate?e verirler, ortaça? i?çilerinin ortadan kalkmy? statüsünü zor yoluyla geri getirmeye çaly?yrlar.
Bu a?amada emekçiler hâlâ tüm ülkeye da?ylmy? ve kar?ylykly rekabet yüzünden parçalanmy? düzensiz[24*] bir yy?yn olu?tururlar. Herhangi bir yerde daha toplu organlar olu?turmak üzere biraraya gelseler de, bu henüz kendi etkin birliklerinin sonucu de?il, kendi siyasal amaçlaryna varmak için tüm proletaryayy harekete geçirmek zorunda kalan ve, dahasy, bir süre için bunu ba?aran burjuvazinin kendi birli?inin. Bu a?amada, demek ki, proleterler kendi dü?manlary ile de?il, dü?manlarynyn dü?manlary ile, mutlak monar?i kalyntylary, toprak sahipleri, sanayici olmayan burjuvazi, küçük-burjuvazi ile sava?yrlar. Böylece, tüm tarihsel hareket burjuvazinin ellerinde yo?unla?yr; bu biçimde elde edilen her zafer, burjuvazinin zaferidir.
Ama, sanayiin geli?mesiyle, proletarya, yalnyz sayyca artmakla kalmaz, daha büyük yy?ynlar halinde yo?unla?yr, gücü büyür ve bu gücü daha çok hisseder. Proletarya saflaryndaki farkly çykarlar ve ya?am ko?ullary, makinenin tüm emek ayrylyklaryny silmesi ve hemen her yerde ücretleri ayny dü?ük düzeye indirmesi oranynda giderek daha çok e?itlenirler. Burjuvazi arasyndaki büyüyen rekabet ve bunun sonucu ortaya çykan ticari bunalymlar, i?çi ücretlerini durmadan dalgalandyryr. Makinelerdeki sonu gelmez iyile?me, durmadan daha hyzly geli?erek, bunlaryn geçimlerini giderek daha çok güvensiz yapar; tek tek i?çiler ile tek tek burjuvalar arasyndaki çaty?malar, giderek daha çok iki synyf arasyndaki çaty?ma niteli?ini alyr. Bunun üzerine, i?çiler, burjuvalara kar?y birlikler (sendikalar) [25*] olu?turmaya ba?larlar; ücret hadlerini yüksek tutmak için biraraya gelirler; zaman zaman çykan isyanlar için önceden hazyrlyk yapmak üzere kalycy dernekler kurarlar. ?urada burada, sava?ym, ayaklanma halini alyr.
Zaman zaman i?çiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Sava?larynyn gerçek meyveleri o andaki sonuçlarda de?il, i?çilerin durmadan geni?leyen birli?inde yatar. Modern, sanayi tarafyndan yaratylan geli?kin haberle?me araçlary bu birli?e yardymcy olur ve bu, ayry ayry yerlerdeki i?çileri birbirleriyle ili?ki içine sokar. Hepsi de ayny nitelikteki sayysyz yerel sava?ymlary, synyflar arasyndaki tek bir ulusal sava?ym halinde merkezile?tirmek için gerekli olan da i?te bu ili?kidir. Ama her synyf sava?ymy bir siyasal sava?ymdyr. Ve ortaça? kentlilerinin, peri?an karayollary ile ula?mak için yüzyyllara gerek duyduklary bu birli?i, modern proleterler, demiryollary sayesinde, birkaç yyl içinde gerçekle?tirirler.
Proleterlerin bir synyf olarak ve, bunun sonucu, bir siyasal parti olarak bu örgütlenmeleri, gene i?çilerin kendi aralaryndaki rekabet yüzünden sürekli bozulur. Ama daha güçlü, daha sa?lam, daha kuvvetli olarak durmadan yeniden do?ar. Burjuvazinin kendi arasyndaki bölünmelerden yararlanarak, i?çilerin özel çykarlarynyn yasal olarak tanynmasyny zorlar. Yngiltere'deki on-saat tasarysy böyle yasala?my?tyr. [15]
Eski toplumun synyflary arasyndaki çaty?malaryn tümü, proletaryanyn geli?im çizgisine birçok bakymdan yardymcy olur. Burjuvazi kendisini sürekli bir sava? içerisinde bulur. Ba?langyçta aristokrasi ile; daha sonralary bizzat burjuvazinin, çykarlary sanayiin ilerlemesine ters dü?en kesimleri ile; her zaman da, yabancy ülkelerin burjuvazisi ile. Bütün bu sava?larda, proletaryaya ba?vurmak, onun yardymyny istemek, ve böylece, onu siyaset arenasyna sürüklemek zorunda kaldy?yny görür. Demek ki, proletaryaya kendi siyasal ve genel[26*] e?itim ö?elerini sa?layan bizzat burjuvazidir, bir ba?ka deyi?le, burjuvaziye kar?y sava?aca?y silahlary proletaryaya sa?layan kendisidir.
Ayryca, daha önce de görmü? oldu?umuz gibi, egemen synyflaryn bütün kesimleri, sanayiin ilerlemesiyle birlikte, proletaryaya do?ru itilirler, ya da, bunlaryn varlyk ko?ullary, en azyndan, tehlikeye girer. Bunlar ayny zamanda proletaryaya yeni aydynlanma ve ilerleme ö?eleri[27*] sa?larlar.
Nihayet, synyf sava?ymynyn karar saatine yakla?ty?y anlarda, egemen synyf içerisinde, aslynda boydanboya tüm eski toplum içerisinde, sürüp giden çözü?me süreci öylesine sert, apaçyk bir nitelik alyr ki, egemen synyfyn küçük bir kesimi kendisini koparyr ve devrimci synyfa, gelece?i ellerinde tutan synyfa katylyr. Demek ki, typky daha önceleri soylulu?un bir kesiminin burjuvaziden yana geçmi? olmasy gibi, ?imdi de burjuvazinin bir kesimi proletaryadan yana geçmektedir, ve özellikle de burjuva ideologlarynyn kendilerini tüm tarihsel hareketi teorik olarak kavrama düzeyine ula?tyrmy? olan kesimi.
Bugün burjuvazi ile kar?y kar?yya gelen bütün synyflar içerisinde yalnyzca proletarya gerçekten devrimci bir synyftyr. Öteki synyflar modern sanayi kar?ysynda erirler ve nihayet yok olurlar; proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür.
Alt orta synyf,[28*] küçük imalâtçy, dükkâncy, zanaatçy, köylü, bütün bunlar, orta synyfyn parçalary olarak varlyklaryny yokolmaktan kurtarmak için, burjuvaziye kar?y sava?yrlar. Bunlar, ?u halde, devrimci de?il, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin tekerle?ini gerisin geriye döndürmeye çaly?yrlar. Kazara devrimci olsalar bile, proletaryaya katylmak üzere olduklaryndan ötürü böyledirler; ?u halde, o andaki çykarlaryny de?il, gelecekteki çykarlaryny korumakta, proletaryanyn baky? açysyny edinmek için kendilerininkini terketmektedirler.
'Tehlikeli synyf', toplumsal tortu,[29*] eski toplumun en alt tabakalary tarafyndan fyrlatylyp atylmy? oldu?u yerde çürüyen bu yy?yn, ?urada burada, bir proleter devrimi ile, hareketin içine sürüklenebilir; ne var ki, kendi ya?am ko?ullary onu daha çok gerici entrikalaryn paraly aleti olmaya hazyrlar.
Eski toplumun ko?ullary zaten, büyük ölçüde, proletaryanyn ko?ullan içinde fiilen eriyip gitmi?tir. Proleter mülksüzdür; karysyyla ve çocuklaryyla olan ili?kisinin burjuva aile ili?kileriyle artyk ortak bir yany kalmamy?tyr; Yngiltere'deki ile Fransa'dakinin, Amerika'daki ile Almanya'dakinin ayny olan modern sanayi eme?i, modern sermaye boyunduru?u, kendisini bütün ulusal karakter izlerinden aryndyrmy?tyr. Onun gözünde hukuk, ahlâk, din, ardynda bir o kadar burjuva çykaryny pusuda bekleten bir yy?yn burjuva önyargylarydyr. Üstünlü?ü ele geçirmi? bundan önceki bütün synyflar, toplumu büyük ölçüde kendi mülk edinme ko?ullaryna boyun e?direrek, zaten edinmi? olduklary konumlaryny peki?tirmeye bakmy?lardyr. Proleterler ise, daha önceki kendi mülk edinme biçimlerini ve, böylelikle, daha önceki bütün öteki mülk edinme biçimlerini de ortadan kaldyrmadykça, toplumsal üretici güçleri ele geçiremezler. Kendilerine ait korunacak ya da peki?tirilecek hiç bir ?eyleri yoktur; görevleri, özel mülkiyetin o güne kadarki bütün güvencelerini ve korunaklaryny yoketmektir.
Daha önceki bütün tarihsel[30*] hareketler, azynlyk hareketleri, ya da azynlyklaryn çykaryna olan hareketlerdi. Proleter hareket, büyük ço?unlu?un, büyük ço?unlu?un çykaryna olan bilinçli,[30*] ba?ymsyz hareketidir. Proletarya, bugünkü toplumumuzun en alt tabakasy, resmi toplumun tüm üstyapy tabakalary havaya uçurulmadykça, davranamaz, do?rulamaz.
Öz olarak olmasa bile, biçim olarak, proletaryanyn burjuvaziyle sava?ymy ilkin ulusal bir sava?ymdyr. Her ülkenin proletaryasy, elbette, her ?eyden önce kendi burjuvazisiyle hesapla?malydyr.
Proletaryanyn geli?iminin en genel evrelerini betimlerken, mevcut toplum içerisinde azçok üstü örtülü bir biçimde sürüp giden iç sava?y, sava?yn açyk bir ihtilâl olarak patlak verdi?i ve burjuvazinin zor yoluyla devrilmesinin proletaryanyn egemenli?inin temellerini atty?y noktaya dek izledik.
Bugüne kadarki bütün toplum biçimleri, görmü? oldu?umuz gibi, ezen ve ezilen synyflaryn kar?ytly?y üzerine dayandyrylmy?tyr. Ama bir synyfy ezebilmek için, ona hiç de?ilse kendi kölece varly?yny sürdürebilece?i birtakym ko?ullaryn sa?lanmasy gerekir. Serflik döneminde serf, kendisini komün üyeli?ine yükseltmi?tir, typky küçük-burjuvanyn, feodal mutlakyyetçili?in boyunduru?u altynda bir burjuva haline gelmeyi becerdi?i gibi. Modern emekçi ise, tersine, sanayiin geli?mesiyle yükselece?i yerde, gittikçe daha çok kendi synyfynyn varlyk ko?ullarynyn altyna dü?üyor. Sadakaya muhtaç bir kimse oluyor, ve sadakaya muhtaçlyk, nüfustan ve servetten daha hyzly geli?iyor. Ve burjuvazinin artyk toplumda egemen synyf olarak kalacak ve kendi varlyk ko?ullaryny topluma belirleyici yasa olarak dayatacak durumda olmady?y burada açykça ortaya çykyyor. Egemen olacak durumda de?ildir, çünkü kölesine köleli?i çerçevesinde bir varlyk sa?layacak durumda de?ildir, çünkü kölesini, onun tarafyndan beslenece?i yerde, onu beslemek zorunda kaldy?y bir duruma dü?ürmeden edemiyor. Toplum bu burjuvazinin egemenli?i altynda artyk ya?ayamaz, bir ba?ka deyi?le, onun varly?y toplumla artyk ba?da?myyor.
Burjuva synyfyn varly?ynyn ve egemenli?inin esas ko?ulu,[31*] sermayenin olu?masy ve ço?almasydyr; sermayenin ko?ulu, ücretli emektir. Ücretli emek, bütünüyle, emekçiler arasyndaki rekabete dayanyr. Sanayiin, burjuvazinin elde olmayarak te?vik etti?i ilerleyi?i, emekçilerin rekabetten ileri gelen yalytylmy?lyklarynyn yerine, birlikteliklerinden ileri gelen devrimci dayany?malaryny kor. Demek ki, modern sanayiin geli?mesi, burjuvazinin ayaklarynyn altyndan bizzat ürünleri ona dayanarak üretti?i ve mülk edindi?i temeli çeker alyr. ?u halde, burjuvazinin üretti?i, her ?eyden önce, kendi mezar kazycylarydyr. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanyn zaferi ayny ölçüde kaçynylmazdyr.
II. PROLETERLER VE KOMÜNYSTLER
Komünistlerin bir tüm olarak proleterler kar?ysyndaki tavry nedir?
Komünistler, öteki i?çi synyfy partilerine kar?y ayry bir parti olu?turmazlar.
Tüm proletaryanyn çykarlarynyn dy?ynda ayry çykarlara sahip de?illerdir.
Proleter hareketi biçimlendirmek ve kalyba sokmak üzere kendilerine özgü hiç bir sekter[32*] ilke getirmezler.
Komünistler, öteki i?çi synyfy partilerinden yalnyzca ?unlarla ayrylyrlar: 1. Farkly ülke proleterlerinin ulusal sava?ymlarynda, her türlü milliyetten ba?ymsyz olarak, tüm proletaryanyn ortak çykarlaryna i?aret eder ve bunlary öne sürerler. 2. Y?çi synyfynyn burjuvaziye kar?y sava?ymynyn geçmek zorunda oldu?u çe?itli geli?me a?amalarynda, her zaman ve her yerde. tüm hareketin çykarlaryny temsil ederler.
Komünistler, demek ki, bir yandan, pratik olarak, bütün ülkelerin i?çi synyfy partilerinin en ileri ve[33*] en kararly kesimi, bütün ötekileri ileri iten kesimidirler; öte yandan ise, teorik olarak, proletaryanyn büyük yy?yny üzerinde, hareket hattyny, ko?ullary, ve proleter hareketin nihai genel sonuçlaryny açykça anlama üstünlü?üne sahiptirler.
Komünistlerin acil hedefleri, bütün öteki proleter partilerininkiyle aynydyr: proletaryanyn bir synyf olarak olu?masy, burjuva egemenli?inin yykylmasy, siyasal gücün proletarya tarafyndan ele geçirilmesi.
Komünistlerin vardyklary teorik sonuçlar, hiç bir biçimde, ?u ya da bu sözde dünya reformcusu tarafyndan icat olunmu? ya da ke?fedilmi? dü?üncelere ya da ilkelere dayandyrylmamy?tyr.
Bunlar, yalnyzca, varolan bir synyf sava?yndan, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten do?an ili?kilerin genel ifadeleridir. Mevcut mülkiyet ili?kilerine son verilmesi, hiç de komünizmin ayyrycy bir özelli?i de?ildir.
Geçmi?teki bütün mülkiyet ili?kileri, tarihsel ko?ullardaki de?i?meler sonucu, durmadan tarihsel de?i?melere ugramy?lardyr.[34*]
Örne?in Fransyz Devrimi, burjuva mülkiyetinin lehine, feodal mülkiyeti kaldyrmy?tyr.
Komünizmin ayyrycy özelli?i, genel olarak mülkiyetin kaldyrylmasy de?il, burjuva mülkiyetinin kaldyrylmasydyr. Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin synyf kar?ytly?yna, ço?unlu?un azynlyk tarafyndan sömürülmesine[35*] dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir.
Bu anlamda, komünistlerin teorisi tek bir tümcede özetlenebilir: Özel mülkiyetin kaldynlmasy.
Biz komünistler, insanyn kendi eme?inin meyvesi olarak, ki?isel mülk edinme hakkyny kaldyrmayy istemekle suçlandyk; o mülkiyet ki, her türlü ki?isel özgürlü?ün, eylemin ve ba?ymsyzly?yn temeli oldu?u iddia edilir.
Güçlükle elde edilmi?, bizzat edinilmi?, bizzat kazanylmy? mülkiyet! Burjuva biçimden önceki bir mülkiyet biçimi olan küçük zanaatçy ve küçük köylü mülkiyetinden mi[36*] sözediyorsunuz? Bunu kaldyrmaya gerek yok; sanayideki geli?me bunu zaten büyük ölçü de yoketmi?tir ve hâlâ da gün be gün yokediyor.
Yoksa modern burjuva özel mülkiyetten mi sözediyorsunuz?
Yyi ama, ücretli emek, emekçi için herhangi bir mülkiyet yaratyr my? Asla. Bu, sermaye, yani ücretli eme?i sömüren ve yeni sömürü için yeni bir ücretli emek arzy do?uran ko?ullar dy?ynda ço?alamayan türden mülkiyet yaratyr. Mülkiyet, mevcut biçimi içerisinde, sermaye ile ücretli emek kar?ytly?yna dayanyr. Bu kar?ytly?yn iki yanyny inceleyelim.
Kapitalist olmak, üretimde yalnyzca salt ki?isel de?il, toplumsal bir konuma da sahip olmaktyr. Sermaye kolektif bir üründür, ve ancak birçok üyenin birle?ik eylemiyle, hatta son tahlilde, ancak toplumun tüm üyelerinin birle?ik eylemiyle harekete geçirilebilir.
Demek ki, sermaye ki?isel de?il, toplumsal bir güçtür.
?u halde, sermayeyi ortak mülkiyete, toplumun tüm üyelerinin mülkiyetine dönü?türmekle, ki?isel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönü?türülmü? olmaz. De?i?en, yalnyzca mülkiyetin toplumsal karakteridir. Mülkiyet, synyf karakterini yitirir.
?imdi de ücretli eme?i alalym:
Ücretli eme?in ortalama fiyaty, asgari ücret, yani emekçiyi bir emekçi olarak ya?atmak için mutlaka gerekli geçim araçlary miktarydyr. Demek ki, ücretli emekçinin kendi eme?i aracyly?y ile mülk edindi?i ?ey, yalnyzca salt kendi varly?yny sürdürmeye ve yeniden üretmeye yeter. Biz emek ürünlerinin bu ki?isel mülk edinilmesini, insan ya?amynyn devamy ve yeniden-üretimi için yapylan ve geriye ba?kalarynyn eme?ine komuta edecek hiç bir fazlalyk byrakmayan bu mülk edinmeyi hiç bir biçimde kaldyrmak niyetinde de?iliz. Bizim ortadan kaldyrmak istedi?imiz tek ?ey, içerisinde emekçinin salt sermayeyi artyrmak için ya?ady?y ve ya?amasyna ancak egemen synyfyn çykarynyn gerektirdi?i ölçüde izin verilen bu mülk edinmenin sefil karakteridir.
Burjuva toplumda, canly emek, birikmi? eme?i artyrma aracyndan ba?ka bir ?ey de?ildir. Komünist toplumda ise, birikmi? emek, emekçinin varly?yny geni?letme, zenginle?tirme, geli?tirme aracyndan ba?ka bir ?ey de?ildir.
Demek ki, burjuva toplumda, geçmi?, bugüne egemendir; komünist toplumda ise, bugün, geçmi?e egemendir. Burjuva toplumda, sermaye, ba?ymsyz ve ki?iseldir, oysa ya?ayan birey ba?ymlydyr ve ki?isel de?ildir.
Ve bu durumun kaldyrylmasyna, burjuvazi, ki?iselli?in ve özgürlü?ün kaldyrylmasy diyor! Ve hakly da. Burjuva ki?iselli?i, burjuva ba?ymsyzly?y ve burjuva özgürlü?ü ku?kusuz hedefleniyor.
Özgürlük ile, mevcut burjuva üretim ko?ullary altynda, serbest ticaret, serbest alym ve satym kastediliyor.
Ama e?er alym ve satym yok olursa, serbest alym ve satym da yok olur. Serbest alym ve satym konusundaki bu sözlerin, ve burjuvazimizin genel olarak, özgürlük konusundaki bütün öteki 'cesur sözcükleri'nin e?er bir anlamy varsa, ancak kysytlanmy? alym ve satym kar?ysynda ortaça?yn kösteklenen tüccarlary kar?ysynda bir anlamy vardyr; yoksa, alym ve satym, burjuva üretim ko?ullarynyn komünistçe kaldyrylmasy kar?ysynda hiç bir anlam ta?ymaz.
Özel mülkiyeti ortadan kaldyrma niyetimiz kar?ysynda deh?ete kapylyyorsunuz, oysa özel mülkiyet sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda-dokuzu için zaten ortadan kalkmy?tyr; birkaç ki?i için[37*] varolu?u, tamamyyla, bu ondadokuzun ellerinde varolmayy?yndan ötürüdür. Demek ki, siz bizi, varly?ynyn zorunlu ko?ulu toplumun büyük bir ço?unlu?unun mülksüzlü?ü olan bir mülkiyet biçimini ortadan kaldyrmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz.
Tek sözcükle, bizi, mülkiyetinizi ortadan kaldyrmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Elbette; bizim niyetimiz de zaten budur.
Eme?in artyk sermayeye, paraya, ya da ranta, tekelle?tirilebilecek toplumsal bir güce dönü?türülemeyece?i andan itibaren, yani ki?isel mülkiyetin artyk burjuva mülkiyete, sermayeye[38*] dönü?türülemeyece?i andan itibaren, o andan itibaren, ki?iselli?in yokoldu?unu söylüyorsunuz.
Öyleyse, itiraf etmelisiniz ki, 'ki?isel' demekle, burjuvadan, orta synyf mülk sahibinden[39*] ba?kasyny kastetmiyorsunuz. Bu ki?i, gerçekten de, ortadan kaldyrylmaly, ve olanaksyzla?tyrylmalydyr.[40*]
Komünizm kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun byrakmaz; yapty?y tek ?ey, onu, böyle bir mülk edinme aracyly?yyla, ba?kalarynyn eme?ini boyunduruk altyna alma gücünden yoksun byrakmaktyr.
Özel mülkiyetin kaldyrylmasyyla her türlü çaly?manyn duraca?y ve genel bir tembelli?in kök salaca?y itirazy öne sürülmü?tür.
Ona bakylyrsa, burjuva toplumun aylaklyk yüzünden çoktan yerlebir olmasy gerekirdi; çünkü çaly?anlar hiç bir ?ey edinemiyorlar, bir ?eyler edinenler ise çaly?myyorlar. Bu itiraz bütünüyle, sermaye olmayynca artyk ücretli eme?in de olamayaca?y safsatasynyn bir ba?ka ifadesinden ibarettir.
Maddi ürünlerin komünistçe üretilme ve mülk edinilme biçimine yöneltilen tüm itirazlar, ayny ?ekilde, zihinsel ürünlerin komünistçe üretilme ve mülk edinilme biçimine de yöneltilmi?tir. Burjuva için synyf mülkiyetinin yok olmasy, nasyl bizzat üretimin yok olmasy demekse, synyf kültürünün[41*] yok olmasy da, kendisi için, her türlü kültürün yok olmasyyla ayny ?eydir.
Yitmesinin onu yasa büründürdü?ü bu kültür, büyük ço?unluk için, bir makine gibi hareket etme e?itiminden ibarettir.
Ama bizim burjuva mülkiyeti kaldyrma niyetimizi[42*] kendi burjuva özgürlük, kültür, hukuk, vb. anlayy?larynyzyn kystasyna vurdu?unuz sürece, bizimle dala?mayy byrakynyz. Bizzat kendi dü?ünceleriniz, kendi burjuva üretim ve burjuva mülkiyet ko?ullarynyzyn ürününden ba?ka bir ?ey de?ildir, nasyl ki, hukukunuz, synyfynyzyn herkes için bir yasa haline getirilmi? iradesinden, esas karakteri ve do?rultusu synyfynyzyn varly?ynyn iktisadi ko?ullary tarafyndan belirlenen bir iradesinden[43*] ba?ka bir ?ey de?ilse.
Sizi, mevcut üretim biçiminden ve mülkiyet biçiminden —üretimin ilerlemesi syrasynda ortaya çykan ve yok olan tarihsel ili?kilerden— çykan toplumsal biçimleri, do?anyn ve usun ölümsüz yasalaryna dönü?türmeye götüren bencil yanylgynyz —bu yanylgyyy sizden önceki bütün egemen synyflarla payla?yyorsunuz.[44*] Antik mülkiyette açykça gördü?ünüz ?eyi, feodal mülkiyet için kabul etti?iniz ?eyi, kendi burjuva mülkiyet biçiminiz için elbette kabul edemezsiniz.
Ailenin kaldyrylmasy! En radikal ki?iler bile, komünistlerin bu menfur amacy kar?ysynda parlayyveriyorlar.
Bugünün ailesi, burjuva aile, hangi temele dayanyyor? Sermayeye, özel kazanca. Bu aile tam geli?mi? biçimiyle, yalnyzca burjuvazi arasynda vardyr. Ama bu durum, tayda?yny, proleterler arasynda ailenin fiilen varolmayy?ynda, ve açyk fuhu?ta bulmaktadyr.
Tayda?y yok olunca, burjuva ailesi de do?al olarak yok olacaktyr, ve sermayenin yok olmasyyla her ikisi de yok olacaktyr.
Bizi, çocuklaryn ana-babalary tarafyndan sömürülmesine son vermeyi istemekle mi suçluyorsunuz? Bu suçu kabulleniyoruz.
Ama, ev e?itiminin yerine toplumsal e?itimi koymakla, ili?kilerin en kutsalyny yok etti?imizi söylüyorsunuz.
Ya sizin e?itiminiz! O da toplumsal de?il mi? O da, içerisinde e?itim yaptyrdy?ynyz toplumsal ko?ullarla, toplumun dolaysyz ya da dolayly müdahalesiyle, okullar aracyly?yyla belirlenmiyor mu? E?itime toplumun müdahalesini komünistler icat etmedi. Yaptyklary ?ey, bu müdahalenin karakterini de?i?tirmeye ve e?itimi egemen synyfyn etkisinden kurtarmaya çaly?maktan ibarettir.
Aile ve e?itim konusundaki, ana-baba ile çocuk arasyndaki kutsal ili?ki konusundaki burjuva safsatalary, proleterler arasyndaki tüm aile ba?lary modern sanayiin etkisiyle parçalandykça, ve bunlaryn çocuklary basit ticaret nesneleri ve i? araçlary haline geldikçe daha da i?rençle?iyor.
Ama siz komünistler, kadynlaryn ortakly?yny getirmek istiyorsunuz, diye ba?yryyor tüm burjuvazi bir a?yzdan.
Burjuva, karysyny, salt bir üretim aracy olarak görüyor. Üretim araçlarynyn ortakla?a kullanylaca?yny duyuyor ve, do?al olarak, ortakla?a olma yazgysyndan kadynlaryn da ayny ?ekilde paylaryna dü?eni alacaklaryndan ba?ka bir sonuça varamyyor.
Hedeflenen gerçek noktanyn, kadynlaryn salt üretim araçlary olma durumuna son vermek oldu?unu aklyna bile getirmiyor.
Kaldy ki, burjuvalarymyzyn sözümona komünistler tarafyndan açykça ve resmen yerle?tirilecek olan kadynlaryn ortakla?aly?y kar?ysynda gösterdikleri erdemli öfkeden daha gülünç hiç bir ?ey olamaz. Komünistlerin kadynlaryn ortakla?aly?yny getirmelerine gerek yoktur; bu, çok eski zamanlardan beri zaten var.
Burjuvalarymyz, kendi proleterlerinin karylaryny ve kyzlaryny ellerinin altynda bulundurmakla yetinmiyorlar ve resmi fuh?u bir yana byrakyrsak, birbirlerinin karylaryny ba?tan çykarmaktan büyük zevk duyuyorlar.
Burjuva evlili?i, gerçekte, evli kadynlarda ortaklyk sistemidir, ve dolayysyyla komünistler, olsa olsa, kadynlaryn ikiyüzlüce gizlenmi? ortakla?aly?y yerine açykça yasala?tyrylmy? olanyny getirmeyi istemekle suçlanabilirler. Zaten, apaçyktyr ki, bugünkü üretim biçiminin kalkmasyyla birlikte, bu sistemden çykan kadynlaryn ortakla?aly?y da, yani resmi ve özel fuhu? da kalkacaktyr.
Komünistler, ayryca, vatan ve milliyeti kaldyrmayy istemekle de suçlanyyorlar.
Y?çilerin vatany yoktur. Onlardan sahip olmadyklary bir ?eyi alamayyz. Proletarya, her?eyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder synyfy[45*] durumuna gelmek, bizzat ulusu olu?turmak zorunda oldu?una göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldyr, ama sözcü?ün burjuva anlamynda de?il.
Halklar arasyndaki ulusal farklylyklar ve kar?ytlyklar, burjuvazinin geli?mesi ile, ticaret özgürlü?ü ile, dünya pazary ile, üretim biçimindeki ve buna tekabül eden ya?am ko?ullaryndaki tekdüzelik ile her geçen gün biraz daha yok oluyor.
Proletaryanyn egemenli?i, bunlary daha da çabuk yokedecektir. Eylem birli?i, en azyndan önde gelen uygar ülkelerinki, proletaryanyn kurtulu?unun ilk ko?ullaryndan biridir.
Ki?inin bir ba?kasy tarafyndan sömürülmesine son verildi?i ölçüde, bir ulusun bir ba?kasy tarafyndan sömürülmesine de son verilmi? olacaktyr.[46*] Ulus içindeki synyflar arasy kar?ytly?yn kalkmasy ölçüsünde bir ulusun bir ba?kasyna dü?manly?y da son bulacaktyr.
Komünizme kar?y dinsel, felsefi ve genel olarak ideolojik açydan yöneltilen suçlamalar, ciddiye alynyp incelenmeye de?mez.
Ynsanyn dü?üncelerinin, görü?lerinin ve kavramlarynyn, tek sözcükle, insanyn bilincinin, maddi[47*] varly?ynyn ko?ullaryndaki, toplumsal ili?kilerindeki ve toplumsal ya?amyndaki her de?i?meyle birlikte de?i?ti?ini kavramak için derin bir sezgiye gerek var mydyr?
Fikir tarihi, zihinsel üretimin, maddi üretimin de?i?mesiyle birlikte de?i?ti?inden ba?ka neyi tanytlar ki? Her yüzyyldaki egemen dü?ünceler hep o yüzyylyn egemen synyfynyn dü?ünceleri olmu?tur.
Toplumu devrimcile?tiren dü?üncelerden sözedildi?inde, eski toplum içerisinde yeni toplum üyelerinin yaratylmy? oldu?undan, ve eski dü?üncelerdeki çözülmenin eski ya?am ko?ullaryndaki çözülmeyle atba?y gitti?inden ba?ka bir ?ey ifade edilmi? olmaz.
Antik dünya cançeki?irken, antik dinler de hyristiyanlyk kar?ysynda boyun e?diler. Hyristiyan dü?ünceler 18. yüzyylda usçu dü?ünceler[48*] kar?ysynda yenik dü?tüklerinde, feodal toplum da o günlerin devrimci burjuvazisiyle ölüm-kalym sava?yna tutu?mu?tu. Din ve vicdan özgürlü?ü dü?ünceleri, serbest rekabetin bilgi alanyndaki egemenli?inin ifadesinden ba?ka bir ?ey de?ildir.
'Ku?kusuz ki', denecek, 'dinsel, ahlâki, felsefi ve hukuksal dü?ünceler[49*] tarihsel geli?imin aky?y içerisinde de?i?mi?lerdir. Ama din, ahlâk, felsefe, siyasal bilim ve hukuk, bu de?i?meler içerisinde hep ayakta kalmy?lardyr.
'Ayryca, bir de, bütün toplum durumlarynda ortak olan Özgürlük, Adalet, vb. gibi ölümsüz hakikatler vardyr. Ama komünizm, ölümsüz hakikatleri kaldyryyor, bunlary yeni bir temel üzerine oturtaca?y yerde, her türlü dini ve her türlü ahlâky kaldyryyor; dolayysyyla da, tüm geçmi? tarihsel deneyime ters dü?üyor.'
Bu suçlama kendisini neye indirgiyor? Tüm geçmi? toplumlaryn tarihi, synyf kar?ytlyklarynyn, farkly dönemlerde farkly biçimler almy? kar?ytlyklaryn geli?iminden ibarettir.
Ama hangi biçimi almy? olurlarsa olsunlar, bir olgu bütün geçmi? ça?larda ortaktyr, ki o da, toplumun bir bölümünün ötekisi tarafyndan sömürülmesidir. ?u halde gösterdi?i bütün çe?itlili?e ve farklyly?a kar?yn, geçmi? ça?laryn toplumsal bilincinin, synyf kar?ytlyklarynyn tümüyle yokolmalary dy?ynda tamamyyla ortadan kalkamayacak belli ortak biçimler ya da genel dü?ünceler[50*] içerisinde hareket etmesinde ?a?ylacak bir ?ey yoktur.
Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ili?kilerinden en köklü kopu?tur; geli?mesinin, geleneksel dü?üncelerden en köklü kopu?u getirmesinde ?a?ylacak bir ?ey yoktur.
Ama artyk komünizme ka?y yöneltilen burjuva itirazlary byrakalym.
Yukaryda gördük ki, i?çi synyfynyn devrimde ataca?y ilk adym, proletaryayy egemen synyf durumuna getirmek, demokrasi sava?yny kazanmaktyr.
Proletarya, siyasal egemenli?ini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparyp almak, bütün üretim araçlaryny devletin, yani egemen synyf olarak örgütlenmi? proletaryanyn elinde merkezile?tirmek için, ve üretici güçlerin tamamyny olabildi?ince çabuk artyrmak için kullanacaktyr.
Ba?langyçta bu, elbette, mülkiyet hakkyna ve burjuva üretim ko?ullaryna despotça saldyrma dy?ynda; dolayysyyla iktisadi bakymdan yetersiz ve savunulamaz gibi görünen, ama hareketin aky?y içerisinde kendisini a?an, eski toplum düzenine daha ba?ka saldyrylary zorunlu kylan[51*] ve üretim biçimini tamamyyla devrimcile?tirmenin bir aracy olmasy bakymyndan kaçynylmaz olan önlemler dy?ynda gerçekle?tirilemez.
Bu önlemler elbette farkly ülkelerde farkly olacaktyr.
Bununla birlikte, ?u a?a?ydakiler en ileri ülkelerde oldukça genel bir uygulanabilirli?e sahip olacaklardyr:
1. Toprak mülkiyetinin kaldyrylmasy[52*] ve bütün toprak rantlarynyn kamu yararyna kullanylmasy.
2. A?yr bir müterakki ya da kademeli gelir vergisi.[53*]
3. Bütün miras haklarynyn kaldyrylmasy.
4. Bütün mültecilerin ve asilerin mülklerine elkonulmasy.
5. Sermayesi devletin olan ve tam bir tekele sahip bulunan bir ulusal banka aracyly?y ile kredinin devlet elinde merkezile?tirilmesi.
6. Haberle?me ve ula?ym araçlarynyn[54*] Devlet elinde merkezile?tirilmesi.
7. Devlet tarafyndan sahip olunan fabrikalaryn ve üretim araçlarynyn artyrylmasy; bo? topraklaryn ekime açylmasy, ve genel olarak topra?yn, ortak bir plan uyarynca iyile?tirilmesi.
8. Herkes için e?it çaly?ma yükümlülü?ü. Sanayi ordulary kurulmasy, özellikle tarym için.
9. Tarymyn imalât sanayileri ile birle?tirilmesi; kent ile kyr arasyndaki ayrymyn, nüfusun ülke yüzeyine daha e?it bir biçimde da?ylmasyyla yava? yava? kaldyrylmasy.[55*]
10. Bütün çocuklar için devlet okullarynda parasyz e?itim. Bugünkü biçimi içerisinde çocuklaryn fabrikalarda çaly?tyrylmalaryna son verilmesi. Egitimin synai[56*] üretimle birle?tirilmesi vb., vb..
Geli?imin aky?y içerisinde synyf ayrymlary kalkty?ynda ve üretim tüm ulusun geni? bir birli?inin ellerinde[57*] yo?unla?ty?ynda, kamu gücü siyasal niteli?ini yitirecektir. Gerçek anlamynda siyasal güç, bir synyfyn bir ba?ka synyfy ezmek amacyyla örgütlenmi? gücüdür. E?er proletarya, burjuvaziyle sava?ymynda, ko?ullaryn zorlamasyyla, kendisini bir synyf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen synyf durumuna getirecek, ve egemen synyf olarak eski üretim ko?ullaryny zor kullanarak ortadan kaldyracak olursa, o zaman, bu ko?ullarla birlikte, synyf kar?ytlyklaryny ve genel olarak synyflaryn varlyk ko?ullaryny da ortadan kaldyrmy? ve, böylelikle, bir synyf olarak kendi egemenli?ini ortadan kaldyrmy? olacaktyr.
Synyflaryyla ve synyf kar?ytlyklaryyla birlikte eski burjuva toplumun yerini, ki?inin özgür geli?iminin, herkesin özgür geli?iminin ko?ulu oldu?u bir birlik alacaktyr.
III. SOSYALYST VE KOMÜNYST YAZIN
1. GERYCY SOSYALYZM
A. FEODAL SOSYALYZM
Tarihsel konumlan yüzünden, modern burjuva toplumuna kar?y kitapçyklar yazmak, Fransyz ve Yngiliz aristokrasisinin mesle?i haline geldi. Haziran 1830 Fransyz devriminde ve Yngiliz reform hareketinde,[16] nefret ettikleri sonradan görmeler kar?ysynda bir kez daha yenik dü?tüler. O günden sonra, ciddi bir siyasal sava?ym, tamamyyla, sözkonusu olmaktan çykty. Geriye yalnyzca yazynsal bir sava? olana?y kaldy. Ama yazyn alanynda bile restorasyon döneminin[58*] eski çy?lyklaryny atmak artyk olanaksyzdy.
Sempati uyandyrmak için, aristokrasi, görünü?te kendi çykarlaryny unutmak ve burjuvaziye kar?y yalnyzca sömürülen i?çi synyfynyn çykaryna olan iddianameler hazyrlamak zorunda kaldy. Böylece aristokrasi, öcünü, yeni efendisine hicivler düzerek ve kula?yna da yakla?makta olan felâket konusunda u?ursuz kehanetler fysyldayarak aldy.[59*]
Feodal sosyalizm ortaya i?te böyle çykty; yary yakynma, yary hiciv; yary geçmi?in yankysy; yary gelece?in tehdidi; bazan acy, nükteli ve keskin ele?tirisiyle burjuvaziyi tam yüre?inden vurarak; ama modern tarihin gidi?ini kavramakta tam bir beceriksizlik gösterdi?inden etkisi bakymyndan hep gülünç dü?erek.
Halky kendi ardyna toplayabilmek için, aristokrasi, bayrak niyetine, önde, proleter sadaka torbasyny dalgalandyrdy. Ama halk, onun pe?ine her takyly?ynda kyçyndaki eski feodal hanedan armasyny görüp yüksek perdeden a?a?ylayycy kahkahalarla onu terketti.
Fransyz Me?ruiyetçilerin[17] ve 'Genç Yngiltere'nin[18] bir kesimi bu sahneleri pek güzel oynadylar.
Kendi sömürü biçimlerinin burjuvazininkinden farkly oldu?una i?aret ederken, feodaller, çok farkly ve artyk eskimi? durum ve ko?ullar altynda sömürüde bulunduklaryny unutuyorlar. Kendi iktidarlary syrasynda modern proletaryanyn hiç bir zaman varolmady?yny gösterirken, modern burjuvazinin kendi toplum biçimlerinin zorunlu ürünü oldu?unu unutuyorlar.
Kaldy ki, ele?tirilerinin gerici niteli?ini o denli az gizliyorlar ki, burjuvaziye kar?y yönelttikleri ba?lyca suçlama, burjuva rejim altynda eski toplum düzenini yerlebir edecek bir synyfyn geli?mekte oldu?undan ibaret kalyyor.
Burjuvaziyi, bir proletarya yaratmaktan çok, devrimci bir proletarya yaratmakla suçluyorlar.
Dolayysyyla, siyasal uygulamada, i?çi synyfyna kar?y alynan bütün zor önlemlerine katylyyorlar; ve günlük ya?amda da, bütün tumturakly sözlerine kar?yn, sanayi a?acyndan dü?en[60*] altyn elmalary toplamak ve do?rulu?u, sevgiyi ve onuru, yün, ?eker pancary ve içki ticareti ile trampa etmek için her ?eye boyun e?iyorlar.[61*]
Papaz nasyl hep toprakbeyi[62*] ile elele olmu?sa, kilise sosyalizmi de feodal sosyalizm ile hep elele olmu?tur.
Hyristiyan zahitli?ine sosyalist bir renk vermekten daha kolay ?ey yoktur. Hyristiyanlyk özel mülkiyete kar?y, evlili?e kar?y, devlete kar?y çykmamy? mydyr? Bunlaryn yerine yardym severli?i ve yoksullu?u, evlenmemeyi ve nefse eza etmeyi, manastyr ya?amyny ve kiliseyi vaazetmemi? midir? Hyristiyan[63*] sosyalizmi, rahibin aristokratyn kin dolu kyskançly?yny takdis etti?i kutsal sudan ba?ka bir ?ey de?ildir.
B. KÜÇÜK-BURJUVA SOSYALYZMY
Feodal aristokrasi, burjuvazi tarafyndan yykylan, modern burjuva toplumu ortamynda varlyk ko?ullary synyrlanan ve yokedilen tek synyf de?ildi. Ortaça? kentlileri ve küçük mülk sahibi köylüler,[64*] modern burjuvazinin habercileriydiler. Synai ve ticari bakymdan çok az geli?mi? ülkelerde, bu iki synyf, do?makta olan burjuvaziyle yanyana bitkisel ya?amlaryny hâlâ sürdürüyorlar.[65*]
Modern uygarly?yn tam olarak geli?mi? oldu?u ülkelerde, proletarya ile burjuvazi arasynda durmadan yalpalayan ve burjuva toplumunun tamamlayycy bir parçasy olarak kendisini durmadan yenile?en yeni bir küçük-burjuva synyfy olu?mu?tur. Ne var ki, bu synyfyn tek tek üyeleri, rekabet yüzünden, durmadan proletaryanyn arasyna fyrlatylyp atylyyorlar, ve modern sanayi geli?tikçe, bunlar, modern toplumun ba?ymsyz bir kesimi olarak tamamyyla yok olacaklary ve manüfaktürdeki, tarymdaki ve ticaretteki yerlerinin denetçiler, kâhyalar ve tezgâhtarlar tarafyndan alynaca?y anyn yakla?makta oldu?unu da görüyorlar.
Nüfusun yarysyndan çok daha fazlasyny köylülerin olu?turdu?u Fransa gibi ülkelerde, burjuvaziye kar?y proletaryanyn yanynda yer alan yazarlaryn, burjuva rejimini ele?tirirken köylünün ve küçük-burjuvanyn ölçütlerini kullanmalary ve i?çi synyfyny bu ara synyflaryn[66*] baky? açysyndan savunmalary do?aldy. Küçük-burjuva sosyalizmi böyle do?du. Sismondi, yalnyzca Fransa'da de?il, Yngiltere'de de bu okulun ba?yydy.
Sosyalizmin bu okulu, modern üretim ko?ullary içerisindeki çeli?kileri derin bir kavrayy?la en küçük ayryntylaryna dek tahlil etti. Yktisatçylaryn ikiyüzlü mazeretlerini apaçyk ortaya serdi. Makinelerin ve i?bölümünün, sermayenin ve topra?yn birkaç elde yo?unla?masynyn, a?yry üretimin ve bunalymlaryn yykycy etkilerini yadsynamaz bir biçimde tanytlady; küçük-burjuvanyn ve köylünün kaçynylmaz yykyly?yna, proletaryanyn yoksullu?una, üretimdeki anar?iye, servet da?ylymyndaki a?ikâr e?itsizliklere, uluslar arasyndaki synai yoketme sava?yna, eski ahlâki ba?laryn, eski aile ili?kilerinin, eski milliyetlerin çözülü?üne i?aret etti.
Bununla birlikte, sosyalizmin bu biçimi, kesin amaçlary bakymyndan, ya eski üretim ve de?i?im araçlaryny, ve bunlarla birlikte eski mülkiyet ili?kilerini ve eski toplumu geri getirmeyi, ya da modern üretim ve de?i?im araçlaryny, bu araçlar tarafyndan parçalanmy? bulunan ve parçalanmalary kaçynylmaz olan eski mülkiyet ili?kileri çerçevesi içerisinde tutmayy arzular. Her iki durumda da, hem gerici ve hem de ütopyacydyr.
Son sözleri ?unlardyr: manüfaktürde loncalar; tarymda ataerkil ili?kiler.
Sonunda sosyalizmin bu biçimi, inatçy tarihsel olgular kendi kendini aldatmanyn tüm uyu?turucu etkilerini da?ytty?ynda pek kötü bir melankoli nöbeti içerisinde son buldu.[67*]
C. ALMAN SOSYALYZMY YA DA 'HAKYKY' SOSYALYZM
Yktidardaki bir burjuvazinin baskysy altynda ortaya çykmy? bulunan ve bu iktidara kar?y sava?ymyn yazynsal ifadesi olan Fransa'daki sosyalist ve komünist yazyn, Almanya'ya, bu ülkedeki burjuvazinin feodal mutlakiyete kar?y sava?ymyna henüz ba?lamy? oldu?u bir syrada girdi.
Alman filozoflary, sözde-filozoflar ve beaux esprits[68*], bu yazyna dört elle saryldylar,[69*] ne var ki, bu yazylaryn Fransa'dan Almanya'ya göçmeleri syrasynda, Fransa'daki toplumsal ko?ullaryn da bunlarla birlikte göçmedi?ini unuttular. Bu Fransyz yazyny, Almanya'nyn toplumsal ko?ullaryyla temasa geldi?inde bütün o anki pratik önemini yitirdi, ve salt yazynsal bir yön aldy.[70*] Böylece, 18. yüzyyl Alman filozoflary için, birinci Fransyz Devriminin istemleri, genel olarak 'Pratik Us'un[19] istemlerinin ötesinde bir ?ey de?illerdi, ve devrimci Fransyz burjuvazisinin iradesinin dile getirili?i, onlaryn gözüne, Saf Yrade'nin, olmasy gereken Yrade'nin, hakiki Ynsan Yradesi'nin yasalary olarak gözüktü.
Alman literati'synyn i?i, yeni Fransyz dü?üncelerini kendi eski felsefi bilinçlerine uyumlu hale getirmekten ya da daha do?rusu, Fransyz dü?üncelerini, kendi felsefi baky? açylaryny terketmeksizin kendilerine maletmekten ibaretti.
Bu maledi?, bir yabancy dil nasyl edinilirse öyle oldu, yani çeviri ile.
Eski putatapycyly?yn klâsik yapytlarynyn yazyly oldu?u elyazmalarynyn üzerine ke?i?lerin nasyl katolik azizlerin aptalca ya?amlaryny yazdyklary bilinir. Alman literati'si, laik Fransyz yazynyna bunun tersini yapty. Bunlar, Fransyzca asyllarynyn altyna kendi felsefi saçmalyklaryny yazdylar. Örne?in paranyn iktisadi i?levleri konusundaki Fransyz ele?tirisinin altyna, 'Ynsanly?yn Yabancyla?masy'ny yazdylar, ve burjuva devleti konusundaki Fransyz ele?tirisinin altyna da, 'Genel Kategorisinin Tahtyndan Yndirili?i'ni yazdylar, vb..[71*] Fransyz tarihsel ele?tirilerinin[72*] altyna bu felsefi sözleri koymayy, 'Eylem Felsefesi', 'Hakiki Sosyalizm', 'Alman Sosyalizminin Bilimi', 'Sosyalizmin Felsefi Temeli', vb., olarak kutsadylar.
Fransyz sosyalist ve komünist yazyny, böylece, tamamyyla i?di? edilmi? oldu. Ve Alman'yn ellerinde bu bir synyfyn bir ba?ka synyfla sava?ymyny ifade etmekten çykty?y için, Alman, 'Fransyz tek-yanlyly?y'nyn üstesinden geldi?inin ve hakiki gereksinmeleri de?il, Hakikatin gereksinmelerini, proletaryanyn çykarlaryny de?il, Ynsan Do?asy'nyn, hiç bir synyfa ait olmayan, hiç bir gerçekli?i bulunmayan, yalnyzca felsefi fantezinin puslu dünyasynda varolan genel olarak insanyn çykarlaryny temsil etti?inin bilincindeydi.
Beceriksizce hazyrlanmy? okul ödevini böyle gösteri?le ciddiye alan ve kötü malyny böylesine ?arlatanca göklere çykartan bu Alman sosyalizmi, bu arada, bilgiççe masumiyetini yava? yava? yitirdi.
Alman'yn özellikle de Prusya burjuvazisinin, feodal aristokrasiye ve mutlak monar?iye kar?y verdi?i sava?, bir ba?ka deyi?le liberal hareket, daha ciddile?ti.
Böylece, siyasal hareketin kar?ysyna sosyalist istemlerle çykmasy, liberalizme kar?y, temsili hükümete kar?y, burjuva rekabetine kar?y, burjuva basyn özgürlü?üne, burjuva hukukuna, burjuva özgürlü?üne ve e?itli?ine kar?y geleneksel beddualary savurmasy ve yy?ynlara bu burjuva hareketiyle kazanacak hiç bir ?eyleri olmayyp her ?eylerini yitireceklerini vaazetmesi için 'Hakiki' sosyalizme çoktandyr bekledi?i fyrsat verilmi? oldu. Alman sosyalizmi, budalaca yankysy oldu?u Fransyz ele?tirisinin, tekabül etti?i iktisadi[73*] ya?am ko?ullaryyla birlikte, modern burjuva toplumun varly?yny ve buna uyarlanmy? bir siyasal yapyyy, gerçekle?tirilmeleri Almanya'da henüz süren sava?ymyn esas hedefi olan ?eyleri öngördü?ünü, tam da gerekli oldu?u anda unutuverdi. Alman sosyalizmi, papazlardan, profesörlerden, ta?ra soylularyndan ve bürokratlardan olu?an yanda?lary ile birlikte mutlakiyetçi hükümetler için,[74*] kendilerini tehdit eden burjuvaziye kar?y sevinçle kar?ylanan bir korkuluk hizmeti gördü.
Alman sosyalizmi, bu ayny hükümetlerin Alman i?çi synyfy ayaklanmalaryna tam da o syrada[75*] yutturduklary kamçy ve kur?un haplarynyn ardyndan verilen a?yz tatlandyrycy bir ?ey oldu.
Bu 'Hakiki' sosyalizm, hükümetlerin elinde böylece, Alman burjuvazisine kar?y bir silah haline gelmekle birlikte, ayny zamanda do?rudan do?ruya gerici bir çykan, Alman darkafalylarynyn[76*] çykaryny da temsil ediyordu. Almanya'da, 16. yüzyylyn bir kalyntysy olan ve o zamandan,beri çe?itli biçimler altynda tekrar tekrar ortaya çykyp duran küçük-burjuva synyfy, ?u andaki durumun gerçek toplumsal temelidir.
; Bu synyfyn korunmasy, Almanya'daki mevcut durumun korunmasy demektir. Burjuvazinin synai ve siyasal egemenli?i, bir yandan sermaye yo?unla?masy sonucu, öte yandan da devrimci bir proletaryanyn do?u?u sonucu, onu kesin bir yykym ile tehdit ediyor. 'Hakiki' sosyalizm, bu iki ku?u bir ta?la vurabilirmi? gibi göründü. Bir salgyn gibi yayyldy.
Belagat çiçekleriyle süslenmi?, gönül bulandyrycy duygusallykla syrsyklam, spekülatif örümcek a?laryndan dokunmu? kisve, Alman sosyalistlerinin bir deri bir kemik kalmy? zavally 'ölümsüz hakikatler'ini saryp sarmaladyklary görülmemi? bolluktaki bu kisve, böyle bir halk arasynda kendi mallarynyn sürümünü artyrmaya yarady.
Ve Alman sosyalizmi de, kendi görevinin küçük-burjuva darkafalynyn[77*] abartmaly temsilcisi olmak oldu?unu gittikçe daha çok kabullendi.
Alman ulusunu örnek ulus, ve küçük Alman darkafalysyny[78*] da örnek insan ilân etti. Bu örnek insanyn bütün alçakça baya?ylyklaryna, gerçek niteli?inin tam tersine, gizli, yüce, sosyalist bir anlam verdi. Y?i, komünizmin 'vah?ice yykycy' e?ilimine do?rudan kar?y çykmaya, ve bütün synyf sava?ymlaryny tepeden ve tarafsyz bir küçümsemeyle kar?ylady?yny ilân etmeye dek vardyrdy. Pek az istisna dy?ynda, Almanya'da ?u an (1847) [79*] piyasaya sürülen bütün sözde sosyalist ve komünist yayynlar, bu baya?y ve sinir bozucu yazyn alanyna girerler.[80*]
2. TUTUCU SOSYALYZM YA DA BURJUVA SOSYALYZMY
Burjuvazinin bir kesimi, burjuva toplumun varly?ynyn devamyny sa?lamak için, toplumsal ho?nutsuzluklary gidermek ister.
Yktisatçylar, iyilikseverler, insanlykçylar, i?çi synyfynyn durumunu iyile?tiriciler, hayyr i?leri örgütleyicileri, hayvanlara eziyet edilmesini önleme derneklerinin üyeleri, ylymlylyk ba?nazlary, akla gelebilecek her türden gizli reformcular, bu kesime girerler. Sosyalizmin bu biçimi,[81*] üstelik, eksiksiz sistemler haline de getirilmi?tir.
Bu biçime bir örnek olarak Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ni anabiliriz.
Sosyalist burjuva, modern toplumsal ko?ullaryn bütün üstünlüklerini istiyor,[82*] ama buradan zorunlu olarak çykan sava?ymlar ve tehlikeler olmaksyzyn. Bunlar mevcut toplumu istiyorlar, yeter ki, devrimci ve çözücü ö?eleri çykartylmy? olsun. Proletaryasy olmayan bir burjuvazi istiyorlar. Burjuvazi, do?al olarak, kendi egemen oldu?u dünyanyn dünyalaryn en iyisi oldu?unu dü?ünüyor; ve burjuva sosyalizmi de, bu rahatlatycy dü?ünceyi azçok eksiksiz çe?itli sistemler[83*] haline getiriyor. Proletaryadan böyle bir sistemi yürütmesini ve, böylece, dosdo?ru toplumsal[84*] Yeni Kudüs'e girmesini istemekle, aslynda, proletaryanyn mevcut toplum çerçevesi içerisinde kalmasyndan, ama burjuvaziye ili?kin bütün nefret dolu dü?üncelerini bir kenara byrakmasyndan ba?ka bir ?ey istemi? olmuyor.
Bu sosyalizmin ikinci ve daha pratik, ama daha az sistematik bir biçimi, ?u ya da bu siyasal reformun de?il, ancak maddi varlyk ko?ullaryndaki, iktisadi ili?kilerdeki bir de?i?ikli?in onlara bir yarar sa?layabilece?ini göstererek, her türlü devrimci hareketi i?çi synyfynyn gözünden dü?ürmeye çaly?my?tyr. Ne var ki sosyalizmin bu biçimi,[85*] maddi varlyk ko?ullaryndaki de?i?melerden, hiç bir ?ekilde, ancak bir devrimle gerçekle?tirilebilecek olan burjuva üretim ili?kilerinin kaldyrylmasyny de?il, bu ili?kilerin sürekli varly?yna dayandyrylan idari reformlary, dolayysyyla sermaye ile emek arasyndaki ili?kileri hiç bir biçimde etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflaryny azaltan ve idari i?leyi?ini basitle?tiren reformlary anlyyor.
Burjuva sosyalizmi yeterli ifadesini ancak ve ancak salt bir mecaz haline geldi?i zaman buluyor.
Serbest ticaret: i?çi synyfynyn çykary için. Koruyucu gümrükler: i?çi synyfynyn çykary için. Cezaevi reformu:[86*] i?çi synyfynyn çykary için. Burjuva sosyalizminin son sözü ve ciddi olarak söyledi?i tek söz i?te budur.
Bu sosyalizm ?u sözlerle özetleniyor: burjuva bir burjuvadyr - i?çi synyfynyn çykary için.
3. ELE?TYREL-ÜTOPYK SOSYALYZM VE KOMÜNYZM
Biz burada, Babeuf ve di?erlerinin yazylarynda oldu?u gibi, her büyük modern devrimde her zaman proletaryanyn istemlerini dile getirmi? olan yazynyn sözünü etmiyoruz.[87*] Kendi amaçlaryna ula?mak için proletaryanyn feodal toplumun yykylmakta oldu?u genel kayna?ma anlarynda yapty?y ilk do?rudan giri?imler, proletaryanyn o syradaki geli?memi? durumu yüzünden oldu?u kadar, kurtulu?unun iktisadi ko?ullary henüz daha yaratylmalary gereken ve yalnyzca yakla?makta olan burjuva ça?ynyn yaratabilece?i ko?ullaryn bulunmayy?y yüzünden, zorunlu olarak ba?arysyzly?a u?rady.[88*] Proletaryanyn bu ilk hareketlerine e?lik etmi? olan devrimci yazyn, zorunlu olarak gerici bir niteli?e[89*] sahipti. Bu, genel bir zahitli?i ve en kaba biçimiyle bir toplumsal e?itli?i telkin ediyordu.
Hakly olarak sosyalist ve komünist diye adlandyrylan sistemler, Saint-Simon'un, Fourier'nin, Owen'yn ve ötekilerin sistemleri, proletarya ile burjuvazi arasyndaki sava?ymyn yukarda anlatylan ilk, geli?memi? döneminde ortaya çyktylar (Bkz: Bölüm I, Burjuvalar ve Proleterler) .
Bu sistemlerin kuruculary, hem synyf kar?ytlyklaryny, ve hem de hüküm süren toplum biçimi içerisindeki çözücü ö?elerin etkisini gerçekten de görüyorlar. Ama henüz bebeklik ça?yndaki[90*] proletarya, onlara hiç bir tarihsel inisiyatifi ya da hiç bir batymsyz siyasal hareketi olmayan bir synyf görünümü sunuyor.
Synyf kar?ytlyklarynyn geli?imi, sanayiin geli?imiyle ba?aba? gitti?inden, içinde bulunduklary iktisadi durum, onlara, proletaryanyn kurtulu?unun maddi ko?ullaryny henüz sa?lamyyor. Dolayysyyla, bu ko?ullary yaratacak yeni bir toplum biliminin pe?ine, yeni[91*] toplum yasalarynyn pe?ine dü?üyorlar.
Tarihsel[92*] eylemin yerini, bunlaryn ki?isel yaratycy eylemi; tarihsel olarak yaratylmy? kurtulu? ko?ullarynyn yerini, hayali olanlar; ve proletaryanyn tedrici, kendili?inden[93*] synyf örgütlenmesinin yerini, bu yaratycylar tarafyndan özel olarak tasarlanmy? toplum örgütlenmesi alacaktyr. Gelece?in tarihi, kendisini, bunlaryn gözünde, kendi toplum planlarynyn propagandasyna ve fiilen uygulanmasyna indirgiyor.
Planlaryny olu?tururken, en çok acy çeken synyf olarak özellikle i?çi synyfynyn çykarlaryny gözetmenin bilincindedirler. Onlar için proletarya, ancak, en çok acy çeken synyf olmasy bakymyndan vardyr.
Synyf sava?ymynyn geli?memi? olu?u kadar, kendi içinde bulunduklary ortam da, bu türden sosyalistlerin kendilerini her türlü synyf kar?ytly?ynyn çok üstünde görmelerine neden oluyor. Bunlar, toplumun her üyesinin, hatta en iyi durumda olanlaryn bile, ko?ullaryny iyile?tirmek istiyorlar. Böylece bunlar, synyf ayrymy yapmaksyzyn, toplumun tamamyna, hatta tercihan egemen synyfa seslenip duruyorlar. Çünkü bunlaryn sistemini bir kez anladyktan sonra, insanlar nasyl olur da mümkün olan en iyi toplum için mümkün olan en iyi planyn bu oldu?unu görmemezlik ederler?
Böylece bunlar, her türlü siyasal, ve özellikle de her türlü devrimci eylemi reddederler; amaçlaryna bary?çyl yollarla ula?mayy arzularlar ve zorunlu olarak ba?arysyz kalmaya mahkum küçük deneyler ile ve örnek gösterme ile, yeni toplumsal Yncil-i ?erif yolunu açmaya çaly?yrlar.
Proletaryanyn henüz pek az geli?mi? oldu?u ve kendi durumu konusunda ancak gerçeklerden uzak bir kavrayy?a sahip bulundu?u bir syrada çizilen gelece?in toplumuna ili?kin bu hayali tablolar, bu synyfyn toplumun genel bir yeniden kurulu?una duydu?u ilk içgüdüsel özlemlerin sonucudur.
Ama bu sosyalist ve komünist yayynlar, ele?tirel bir ö?e de içerirler. Bunlar mevcut toplumun bütün ilkelerine saldyryrlar. Bu yüzden i?çi synyfyny aydynlatacak en de?erli malzemelerle doludurlar. Bunlarda önerilen kent ile kyr arasyndaki ayrymyn, ailenin, sanayilerin özel ki?iler hesabyna i?letilmesinin[94*] ve ücret sisteminin[95*] kaldyrylmasy, toplumsal uyumun ilâny, devletin i?levlerinin üretimi yönetmekten ibaret hale getirilmesi gibi pratik önlemler —bütün bunlar, yalnyzca, o syralar daha henüz geli?meye ba?lamy? olan ve bu yayynlarda ancak ilk belli-belirsiz biçimleri içerisinde farkedilen synyf kar?ytlyklarynyn ortadan kaldyrylmalary gere?ine i?aret ediyorlar. Bu öneriler, bu yüzden, tamamyyla ütopik bir nitelik ta?yyorlar.
Ele?tirel-ütopik sosyalizmin ve komünizmin önemi, tarihsel geli?meyle ters orantylydyr. Modern[96*] synyf sava?ymynyn geli?mesi ve belli bir biçim almasy oranynda, sava?ymdan bu hayali ayry kaly?, ona yapylan bu hayali saldyrylar bütün pratik de?erlerini ve bütün teorik haklylyklaryny yitiriyor. Dolayysyyla, bu sistemlerin kurucularynyn birçok bakymlardan devrimci olmalaryna kar?yn, bunlaryn ö?retilileri, her keresinde, salt gerici tarikatlar kurmu?lardyr. Bunlar, proletaryanyn ileriye do?ru tarihsel geli?imi kar?ysynda syky sykyya ustalarynyn eski görü?lerine sarylyyorlar. Dolayysyyla bunlar, durmadan, synyf sava?ymyny köreltmeye ve synyf kar?ytlyklaryny uzla?tyrmaya çabalyyorlar. Bunlar toplumsal ütopyalaryny, yalytylmy? 'phalanstéres' yaratmayy, 'Home Koloniler' kurmayy, bir 'Küçük Ykarya'[97*] —Yeni Kudüs'ün küçük boy[98*] baskylary— kurmayy deneyler yoluyla gerçekle?tirme dü?ü görüyorlar ve bütün bu dü?lerini gerçekle?tirmek için burjuvazinin duygularyna ve keselerine seslenmek zorunda kalyyorlar. Bunlar giderek yukaryda betimlenen gerici [ya da][99*] tutucu sosyalistler kategorisine dü?üyorlar ve onlardan ancak daha sistemli olan bilgiçlikleriyle ve kendi toplum bilimlerinin mucizevi etkilerine olan ba?naz ve batyl inançlaryyla[100*] ayrylyyorlar.
Bunlar, bu yüzden, i?çi synyfyndan gelen her türlü siyasal eyleme ?iddetle kar?y çykyyorlar; bunlara göre bu tür eylem, ancak, yeni Yncil-i ?erif'e olan kör inançsyzlyktan ileri gelebilir.
Yngiltere'de ovyncylar çartistlere Fransa'da da furiyeciler Réformist'lere[20] kar?ydyrlar.
IV. KOMÜNYSTLERYN MEVCUT ÇE?YTLY MUHALEFET PARTYLERY KAR?ISINDAKY KONUMLARI
Komünistlerin Yngiltere'de çartistler ve Amerika'da da tarym reformculary[21] gibi mevcut i?çi synyfy partileri ile olan ili?kileri Ykinci Bölümde açyklandy.
Komünistler i?çi synyfynyn ivedi hedeflerine ula?ylmasy ve o andaki çykarlarynyn gerçekle?mesi için sava?yrlar; ama mevcut hareket içerisinde, bu hareketin gelece?ini de temsil eder ve gözetirler.[101*] Komünistler Fransa'da, tutucu ve radikal burjuvaziye kar?y, sosyal-demokratlar[102*] ile ba?la?yklyk kuruyorlar, ama büyük devrimden geleneksel olarak devralynmy? sözlere ve yanylsamalara kar?y ele?tirel bir tutum takynma hakkyny da sakly tutuyorlar.
Ysviçre'de radikalleri destekliyorlar, ama bu partinin kysmen, Fransa'daki anlamyyla, demokratik sosyalistlerden, kysmen de radikal burjuvalardan olmak üzere, birbirlerine kar?yt ö?elerden olu?tu?unu gözden kaçyrmyyorlar.
Polonya'da ulusal kurtulu?un ilk ko?ulu olarak bir tarym devrimi üzerinde direten partiyi, 1846 Krakov ayaklanmasyny[23] ba?latan partiyi destekliyorlar.
Almanya'da, devrimci bir tutum takyndy?y sürece, mutlak monar?iye, feodal a?aly?a ve küçük-burjuvaziye kar?y,[103*] burjuvaziyle birlikte sava?yyorlar.
Ama, Alman i?çileri, burjuvazinin kendi egemenli?i ile birlikte getirmek zorunda oldu?u toplumsal ve siyasal ko?ullary olabildi?ince çok sayyda silahlar olarak burjuvaziye kar?y derhal kullanabilsinler diye, ve Almanya'da gerici synyflaryn devrilmelerinin ardyndan bizzat burjuvaziye kar?y sava? derhal ba?layabilsin diye, i?çi synyfyna burjuvazi ile proletarya arasyndaki dü?manca kar?ytlyk konusunda mümkün olan en açyk bilinci kazandyrmaya çaly?maktan bir an için olsun geri kalmyyorlar.
Komünistler dikkatlerini esas olarak Almanya'ya çeviriyorlar, çünkü bu ülke 17. yüzyylda Yngiltere'dekinden ve 18. yüzyylda Fransa'dakinden daha geli?kin bir Avrupa uygarly?y ko?ullary altynda ve çok daha fazla geli?mi? bir proletarya ile yapylmak zorunda olan bir burjuva devrimi arifesindedir, ve çünkü Almanya'daki burjuva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devriminin ba?langycy olacaktyr.
Kysacasy, komünistler, her yerde, mevcut toplumsal ve siyasal düzene kar?y her devrimci hareketi destekliyorlar.
Bütün bu hareketlerde, o andaki geli?me derecesi ne olursa olsun, mülkiyet sorununu o hareketin esas sorunu olarak ön plana çykaryyorlar.
Son olarak, her yerde, bütün ülkelerin demokratik partileri arasynda birlik ve anla?ma sa?lanmasy için çaly?yyorlar.
Komünistler, kendi görü?lerini ve amaçlaryny gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal ko?ullaryn zorla yykylmasyyla ula?ylabilece?ini açykça ilân ediyorlar. Varsyn egemen synyflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden ba?ka kaybedecek bir ?eyleri yok. Kazanacaklary bir dünya var.
KUZEY KORE DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ DEVRİM TARİHİ....
[Keith Bennet’in Korea: Pioneer of Communism adlı kitabının Stalin Arşivi çeviri birimi tarafından yapılan özet-çevirisidir. (Ekim 2006) ]
Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) , bizde bilinen adıyla Kore Savaşı, Kuzey Korelilerin deyişiyle “Anavatanın Kurtuluş Savaşı” sonrasında (1950-1953) ikiye bölünmüş, ülkenin güney bölümü emperyalistlerin elinde kalmıştır.
ABD, Sovyetler Birliği’nin Çin’in tanınmamasını protesto etmek amacıyla oturumları boykot ettiği bir sırada Birleşmiş Milletlerde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne karşı savaş kararı aldırmış, Türkiye de dahil olmak üzere yanına on beş uydu ülkeyi alarak genç Kore Cumhuriyeti’ne saldırmıştır.
ABD’nin bu savaşta nükleer silah kullanmasına ramak kalmıştı. Bununla birlikte Kore halkına yapmadıkları eziyet kalmadı. ABD Hava Kuvvetleri 408 bin nüfuslu Pyongyang kentine 400 bin adet bomba attı! Kimyasal ve biyolojik silahları kullanmaktan çekinmediler.
Soğuk Savaşın başladığı bu dönemde II. Dünya Savaşı’ndan en az zararla çıkan ABD gücünün doruğundaydı. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise henüz 9 Ekim 1948’de doğmuş bir bebek sayılırdı. Kore’nin müttefikleri bile bu ülkenin böyle bir saldırıya karşı koyamayacağını düşünmekteydi. Hatta, Çin Halk Cumhuriyeti’nin bile emperyalistlerce ezilme tehlikesi vardı.
Ama savaş emperyalistlerin umduğu gibi sona ermedi. Çin’den ve dünyanın diğer ülkelerinden gönüllülerin de yardımıyla Kore halkı Mareşal Kim İl Sung ve Kore İşçi Partisi liderliğinde görülmemiş bir kahramanlık örneği vererek emperyalistleri ateşkese zorladı (11 Temmuz 1953) . Kore halkının bu direnişi emperyalizmin boyunduruğu altında yaşayan halklara ilham verdi.
Kore Anavatan Kurtuluş Savaşı’nı verdiği sırada geri kalmış ve yoksul bir ülkeydi. Peki bu duruma nasıl gelmişti? Savaştan sonra nasıl çağdaş bir ülke haline geldi? Kısaca bunu inceleyelim.
Kore, Orta Çağ boyunca pek çok alanda Avrupa uygarlığından daha ileri bir konumdaydı. Teknoloji, tıp, bilim, tarım alanlarında kültürel alanda dönemin Avrupasıyla karşılaştırıldığında daha ileri gitmişlerdi. Bununla birlikte, Avrupa’da kapitalizmin gelişmesini sağlayan ilkel birikim süreci Kore Yarımadasında gerçekleşmedi. Kore, on altıncı yüzyıldan itibaren Li Hanedanlığı altında feodalizmin geriliğinden kurtulamadı. Bu geriliğiyle Kore, diğer sömürge ülkeler gibi, emperyalist ülkeler için potansiyel bir sömürge olarak kaldı. Amerikan ve İngiliz emperyalizmi bir süre Kore’de faaliyet gösterse de, 1905 Rus-Japonya savaşından sonra bu bölgedeki hakimiyeti Japon emperyalizmine bırakmak zorunda kaldılar. 1905 ve 1908 yıllarında ABD ve Japonya arasında yapılan anlaşmalarla Kore’nin “korunması görevi” Japonya’ya verilmiş oldu. İngiltere de 1902 ve 1905 yıllarında Japonya ile yaptığı anlaşmayla bu ülkenin Kore üzerindeki “politik, ticari ve sınai egemenliğini” kabul etmiştir.
Japonya, Kore’yi diğer Asya ülkelerini boyunduruk altına almak için bir atlama taşı olarak görmüştür. Yukarıda sözü geçen anlaşmalarla iyice cesaretlenen Japonya, Kore’nin bağımsızlığına adım adım son vermiştir. Kore’yi büyük bir borç batağına soktuktan sonra 1910 yılında bu ülkeyi resmen sömürgesi ilan etmiştir.
Çürümüş Li Hanedanlığı ülkeyi Japonlara karşı koruyacak durumda değildir. Bununla birlikte çoğunluğu köylülerden oluşan Kore halkı feodal baskıya ve Japon işgaline karşı direnmişlerdir.
1884 Aralığı’nda ilerici askerlerden oluşan bir cunta feodalizmi yok etmek ve kapitalist gelişimin önünü açmak için bir darbe düzenlemeyi denemiş ama başarılı olmamıştır. Bu, Kore’deki ilk burjuva demokratik devrim denemesidir. Aynı güçler bu defa Japon işgaline direnmek için bir gönüllüler ordusu oluşturmuşlardır. Bu grup daha çok bireysel terörist eylemlere girişmiş, 1908 yılında Kore’nin gerici hükümetinin danışmanı olarak çalışan ABD’li diplomat Stevenson’u San Francisco’da bulup öldürülmüş, 1909 yılında ise Kore Genel Valisi, eski Japonya Başbakanı Ito Hirobumi Çin’deki bir tren istasyonunda An Jung Gun adlı bir vatansever tarafından öldürülmüştür.
Bununla birlikte bu tür eylemler kesin bir başarıyı getirmemiş ve Kore ismi dünya haritasından silinmiştir. Kim İl Sung’un deyişiyle “Japon emperyalistler Kore’yi bir hammadde ve işgücü kaynağı, metalarını satacakları bir pazar ve Asya kıtasında başka ülkelere yapacağı saldırılar için bir üs haline getirmiştir.”
Japon emperyalistleri Kore kültürünün varlığını reddetmiştir. Halka kendi dillerinde konuşmaları yasaklanmıştır. Emperyalistlere göre Kore ve Japonya bölünmez bir bütündü. Kim İl Sung’un benzetmesiyle Kore “Asya’nın İrlandası” yapılmak istenmiştir.
İki emperyalist ülkeyi sırayla yenerek yirmi yıldan kısa bir süre içerisinde geri kalmış ülkesini sanayileşmiş bir ülke haline getiren Kim İl Sung böyle bir zamanda, 15 Nisan 1912’de doğmuştur. Kim İl Sung’un çocukluğu, II. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi gibi büyük olayların gerçekleştiği, dünyanın büyük dönüşümler yaşadığı bir zamanda geçmiştir.
Ekim Devrimini gören Koreli vatanseverler arasında bu tarihten sonra halk gücüne dayanarak bağımsızlığın kazanılması görüşü güçlenmeye başlamıştır. Bununla birlikte hala başka emperyalist güçlere dayanarak kurtulma hayalleri kuranların sayısı da az değildir. Bu görüşte olan bir kesim “Bağımsızlık İlanı” adlı bir broşür yayınlamış ve halk bu broşürü yayınlayanların hiç beklemedikleri ve istemedikleri biçimde kitleler halinde ayaklanmıştır. 1 Mart 1919’da iki milyon kişi iki ay boyunca 3200 farklı yerde ayaklanmış, Japon emperyalistleri buna 23.470 kişiyi öldürerek ve 46.948 kişiyi de tutuklayarak karşılık vermiştir. Bu ayaklanmanın başlamasına neden olan kişiler ise yaptıklarından dehşete düşmüş, Japonlardan özür dilercesine halka direnmemelerini telkin etmiştir.
Kanla bastırılan bu ayaklanma halkın emperyalistlere karşı direnmek istediğini, bununla birlikte bu direnişi örgütleyecek bir ideoloji ve liderliğin gerekli olduğunu göstermiştir.
Kim İl Sung’un babası Kim Hyong Jik, bu gerekliliği hissetmiş, Ekim Devrimi’nden de etkilenerek diğer emperyalist güçlere değil, halka dayanan bir direniş örgütü kurmayı hedeflemiştir. Bununla birlikte Japon gizli polisi Kim Hyong Jik’in bu çabalarını öğrenmiş, onu yüz yoldaşıyla hapse atmıştır. Kim Hyong Jik hapisten çıktığında gizli ve açık çalışmalarına devam etmiş ama hapishanede gördüğü işkenceler ve polis baskısından kaçmak için soğuk havalarda çıktığı uzun yolculuklar nedeniyle sağlığı bozulmuş ve 1926 yılında ölmüştür. Kim İl Sung’un çocukluğu tüm Kore halkı gibi acılar içinde geçmiş, Kim İl Sung babası sayesinde çok küçük yaşta devrimci hareketle tanışmıştır.
Kore’de Marksist-Leninist bir partinin kurulma süreci büyük zorluklar içinde gerçekleşmiştir. Marksizm-Leninizm, Ekim Devrimi’nden sonra bütün Doğu ülkelerinde olduğu gibi Kore’de de hızla yayılmıştır. Ülkenin çeşitli bölgelerinde çeşitli Komünist çevreler oluşmuş Kore Komünist Partisi (KKP) Nisan 1925’te Komintern seksiyonu olarak kurulmuştur. Bununla birlikte partinin kurulduğu ilan edilse de, bu ilk zamanlarda varlığı sadece sözde kalmıştır. Bu parti ülkedeki Komünistlerin birliğini kuramamış, koşullar oluşmadan partinin kuruluşunun ilan edilmesi pek çok başarısızlıklara yol açmıştır. Koreli Komünistler arasındaki düzeltilemez sekterlik ve bölünmüşlük nedeniyle parti Komintern tarafından 1928 yılında kapatılmıştır.
Komünistlerin bu birliği kuramamasının birkaç nedeni vardır:
Öncelikle ülkenin Japon işgali altında olması ve Japon gizli servisinin sürekli kovuşturmaları görüşlerin hızla yayılmasına engel olmuş, pek çok çevre birbiriyle iletişim kuramamıştır.
Parti yöneticilerinin sadece halktan kopuk aydınlardan oluşması da ayrılıkları körüklemiştir.
Ayrıca, kendisine Komünist diyen pek çok kişinin aslında Komünizmin ne olduğundan bile haberleri yoktu. Ulusal kurtuluş hareketi içinde bir zamanlar ABD ya da İngiltere yardımına güvenen bazı unsurlar, bu defa da sınıfsal karakterini anlamadıkları genç Sovyet devletine sırtlarını dayamak istediklerinden modaya uyup kendilerine Komünistlik payesi vermişlerdir.
Ülkedeki kültür seviyesinin düşüklüğü de Marksizm-Leninizmi özümseyip ülke koşullarına uygulayacak kişilerin oluşmasına engel olmuştur. Bu cehalet grupçuluğu doğurmuş, fraksiyonlar arası diplomasi oyunları sadece ve sadece bu bölünmüş gruplar arasına kolaylıkla ajanlarını sokan Japon emperyalistlerinin işine yaramıştır.
Babasının sıkı eğitiminden geçen Kim İl Sung, burjuva milliyetçileri ve sahte Komünistlere karşı eleştirel bir tutum takınmış, oluşturacağı Komünist hareketi küçük sekter gruplar arasındaki diplomasi oyunlarına değil, Kore halkına dayanarak kurmaya karar vermiştir. Bu yolda yaptığı ilk iş, yukarıda sözü edilen gruplara hiç bulaşmamış, halktan gelen militanlar eğitmek olmuştur. Kim İl Sung, sekter grupların Komintern tarafından tanınmak için birbirleriyle girdikleri yarışı eleştirmiş, önemli olanın halk tarafından tanınmak olduğunu, halk tarafından bir kez tanınınca zaten Komintern’in Koreli Komünistleri kabul edeceğini ileri sürmüştür.
Aklında bu fikirlerle, henüz on dört yaşındayken 17 Ekim 1926’da Emperyalizme Hayır Birliği’ni (EHB) kurmuştur. EHB ile gerçek Komünist Partisi’nin temeli atılmış, bugünkü güçlü Kore İşçi Partisi bu temel üzerinde yükselmiştir.
EHB, devrimin üç aşamasına karşılık gelen bir programı benimsemiştir. Öncelikle Japonlar yenilgiye uğratılacak ve Kore bağımsızlığına kavuşacaktır. Daha sonra Kore’de sosyalizm ve komünizm inşa edilecek, son olarak da sosyalist ülkelerin ortak savaşımıyla dünya emperyalizmi yenilgiye uğratılacak, komünizm tüm dünyada hakim olacaktır.
Kim İl Sung, bu programla Çin’in Mançurya bölgesinde bulunan, Jilin kentine gitmiştir. Bu büyük kentte pek çok Koreli devrimci yaşamaktadır. Kim Jong İl, devrimci düşüncelerini kolaylıkla yayabilmeyi umduğu bir Orta Okula kaydolmaya karar vermiş, EHB ismini Anti-Emperyalist Gençlik Birliği ve Kore Genç Komünistler Birliği isimleriyle değiştirmiştir.
Bu dönemde Kim İl Sung’un eylem planı şuydu: Açık ve gizli mücadeleyi bir arada sürdürmek. Genç yoldaşlar yasal kitlesel örgütlerde eğitilecek, bu kişiler mücadeleye katılıp tecrübe kazandıkça gizli çalışan örgütlere katılacak, yeni devrimci kuşak bu örgütlere katılan kadrolar üzerinden oluşturulacaktır.
Bu doğru taktiklerden hareket eden örgüt hızla güçlenmeye başlamış, Anti-Emperyalist Gençlik Birliği ve Kore Genç Komünistler Birliği’nin lider kadroları Temmuz 1930’da Kalun Konferansında toplanmışlardır. Juche fikri, ilk kez bu konferansta formüle edilmiştir. Buna göre devrimde ve devrim sonrasında başrolü halk kitleleri oynayacaktır. Bu konferansta ayrıca, sekter grupların devrimle ilgili görüşleri eleştirilmiştir. Bu gruplara göre devrim ya burjuvazinin mutlak hakimiyeti ile sonuçlanacak bir burjuva-demokratik devrim ya da hiçbir aşama kaydetmeden hızla işçi sınıfını iktidara getirecek bir proleter devrim biçiminde olacaktır. Buna karşı Kim İl Sung devrimin geçmesi gereken aşamaları açık bir biçimde tanımlar:
“Kore Devriminin ilk hedefi Japon emperyalistlerini yenilgiye uğratmak, Kore’nin bağımsızlığını kazanmak, feodal ilişkilere son verecek demokratik bir devrimi gerçekleştirmektir.
Kore devriminin bu hedefleri göz önünde bulundurulduğunda ilk aşamada devrimin karakteri anti-emperyalist, anti-feodal, demokratik olacaktır.” (Tüm eserler, 1. cilt, s. 7)
Başka deyişle bu devrim ne hemen sosyalizmi kurmayı ne de burjuva egemenliğini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Amaç, sosyalist devrim ve sosyalist inşa koşullarını yaratacak demokratik ve bağımsız bir ülke kurmaktır.
Kim İl Sung, bu konferansta pek çok mücadele biçimini bir arada yürütmek gerektiğini belirtirken, silahlı mücadeleye özellikle vurgu yapmaktadır. Emperyalizmin doğası gereği şiddet kullanmak durumunda olduğunu belirten Kim İl Sung, buna karşı ancak silahlı güçlerle mücadele edilebileceğini ifade etmektedir. Bu ilkenin günümüzde de terk edilmediğini görmekteyiz.
Böylece 6 Haziran 1930’da Japon emperyalistlerine karşı gerilla savaşı vermek üzere Kore Devrimci Ordusu (KDO) kurulmuştur. Gerilla birliklerinin yanısıra kitleler içinde ajitasyon yaparak onları bilinçlendirecek birimler de oluşturulmuştur.
Gerilla savaşının merkez üssü olarak Mançurya’nın güneyindeki Tuman Nehri seçilmiştir. Japonya’nın Mançurya bölgesini tamamen denetleyecek kadar etkin olmaması, bölge nüfusunun yüzde sekseninin Japon vahşetinden kaçan Korelilerden oluşması ve arazi şartlarının gerilla savaşına uygun olması bu bölgeyi gerilla savaşı yapmak için ideal bir yer haline getirmiştir.
Bununla birlikte Eylül ayında Japonya Çin ve Asya’yı işgal edebilmek için Mançurya’yı işgal etmiştir. Böylece Kim İl Sung gerilla faaliyetinin yoğunlaştırılması emrini vermiş, 25 Nisan 1932 yılında Anti-Japon Halk Gerilla Ordusu (AHGO) kurulmuştur. 25 Nisan günümüz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Ordu Günü olarak kutlanmaktadır.
AHGO’ya eş zamanlı olarak, kurtarılmış bölgelerde Devrimci Halk Hükümetleri yönetimi kurulmuştur. Bu hükümet Japon yanlısı hainler ve feodal gericiler üzerinde halk diktatörlüğü uygulamış, topraklar halka dağıtılmış, asgari ücret ve sekiz saatlik iş günü, kadın-erkek eşitliği kabul edilmiş, zorunlu eğitim uygulamaya konmuş ve ücretsiz sağlık hizmetleri verilmiştir.
Mart 1934’te AHGO, tek bir yönetici organ halinde birleştirilerek ismi Kore Halk Devrimci Ordusu olarak değiştirilmiştir. Kim İl Sung isminin bir destan kahramanı gibi halk arasında dolaşmaya başlaması bu döneme rastlar.
1935 yılında Moskova’da Georgi Dimitrov Genel Sekreterliğinde toplanan Yedinci Komintern Kongresi’nde bütün Komünistlerin merkezi hedefinin faşizme karşı birleşik cephenin oluşturulması ve güçlendirilmesi olduğu kararı alınmıştır.
Kim İl Sung, bu karar çerçevesinde Birleşik Cephe oluşturma çalışmalarına hız vermiş, bu amaçla 5 Mayıs 1936’da Anavatanın Kurtarılması Birliği’ni (AKB) kurmuştur. Bu birlik ciddi bir başarı göstererek Kore Halk Devrimci Ordusu ile kitleler arasındaki bağı sıkılaştırmıştır.
Haziran 1937’de Kim İl Sung’un liderlik ettiği Pochonbo saldırısının bu dönemde verilen silahlı mücadelede önemli bir yeri vardır. Gerillalarca yapılan ani baskınla emperyalist güçler kentte vurulmuş, düşmana önemli kayıplar verdirilmiştir. Kim İl Sung bu saldırıdan sonra, Kore ve Japonya’nın bir olmadığının, Kore halkının kendi dilini konuşmak istediğinin, Kore halkının Japonya’nın Çin’e yönelik saldırısına katılmayacağının kanıtlandığını söylemiştir.
Gerillanın 1938 sonu ve 1939 başında eksi kırk derecede yaptığı yüz gün süren Çetin Yürüyüş, Kore halkının Japon emperyalistlere karşı verdiği mücadelenin en önemli anlarından biridir. Sayısız kahramanlık örneklerine sahne olan bu yürüyüş Japon ordusunun manevralarını boşa çıkarmış, halkla bütünleşmiş gerillanın yenilgiye uğratılamayacağını kanıtlamıştır. Bugün Kore’de yaygın olarak tekrar edilen şu slogan bu günlerde verilen mücadeleye gönderme yapmaktadır: “Anti-Japon gerillalar gibi yaşayalım, üretelim ve çalışalım.”
İkinci Dünya Savaşı yayılınca, 1940 yılında Sovyetler Birliği iki cephede birden savaşmamak için Japonya ile Tarafsızlık Anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmadan sonra Komintern Mançurya’daki gerilla birliklerinin küçültülmesi kararı alınmıştır. Bu karar iki bakımdan zorunludur: Almanya ile savaşan Sovyetler Birliği’nin iki cephede birden savaşmasını engellemenin gerekliliği ve küçük gerilla gruplarının düşman cephesinde büyük gruplara göre daha kolay hareket edebilmesi.
Sovyetler Birliği Almanya’yı yenilgiye uğrattıktan sonra 9 Ağustos 1945’te Japonya’ya savaş ilan etti. Aynı gün içinde Kim İl Sung Kore Halk Devrimci Ordusuna son çarpışma için hazır olmaları emrini verdi. Kızıl Ordu birlikleriyle omuz omuza çarpışan Kore Halk Devrimci Ordusu 15 Ağustos 1945’te Japon emperyalistlerini yenilgiye uğrattılar.
Kore’de Sosyalizmin İnşası
Elli yıl önce ABD Hava Kuvvetleri’nin yaptığı acımasız bombardımandan hemen sonra Pyongyang’a gidenler bu kentin bugünkü halini gördüklerinde çok şaşırmaktadırlar. Bugün Pyongyang dünyadaki en modern kentlerden biridir.
Bununla birlikte özellikle SSCB’nin çözülüşünden sonra artan ABD baskısı karşısında büyük askeri harcamalar yapıldığını hatırlarsak Kore halkının sosyalizmi inşa etmek için ne kadar büyük özverilerde bulunduğunu daha iyi anlarız.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin bu şartlarda bile sosyalizmi koruyabilmesinin en önemli nedeni diğer sosyalist ülkeleri bire bir kopya etmekten kaçınmalarıdır. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin en önemli politikası kolaycılığı reddetmesi, ülkenin öncelikle kendi gücüne dayanmasıdır.
Japonya Kore’yi işgal ettiğinde ülke geri kalmış, kapitalizmin pek gelişmediği bir ülkeydi. Sınai gelişim Japonların tekelindeydi. Ülke kaynakları Japon savaş makinesini beslemekten başka bir yere harcanmıyordu. Böylesine geri koşullarda herhangi bir ülkenin modelini bire bir taklit etmek, örneğin bu gelişmemiş aşamada Sovyetler biçiminde örgütlenmeye çalışmak, büyük bir hata olurdu. Parti içerisinden bir kesim ülkenin içinde bulunduğu koşullara bakmadan hemen Sovyetler biçimindeki örgütlenmeye geçilmesini savundular. Bir başka kesim ise bu yarı-feodal, sömürge ülkenin sosyalizme geçmeden önce kapitalizmi geliştirmek için bir burjuva cumhuriyeti kurulması gerektiğini savunuyordu. Kim İl Sung bu dönemde hem sağdan hem de “soldan” gelen bu sapmalara karşı mücadele ederek sosyalizme giden yolun Devrimci Halk Hükümetlerinden geçtiğini söyledi:
“Bizim istediğimiz demokrasi batılı kapitalist ülkelerin demokrasisinden temelde ayrılır; ama bizim istediğimiz demokrasi sosyalist bir ülkenin körü körüne kopya edilmesinden ibaret de değildir. Otuz altı yıllık Japon işgalinden henüz kurtulmuş ülkemizde yukarıdaki iki yoldan birini seçseydik büyük bir hata yapmış olurduk.
Bizim demokrasimiz anti-emperyalist, anti-feodal demokratik devrim aşamasındaki Kore gerçeğine en uygun demokrasi biçimidir.” (Bütün Eserleri, 1. cilt, sayfa 257) .
İlk hedef, sosyalizme geçişe uygun koşullara sahip zengin, güçlü ve bağımsız bir toplum yaratmaktı.
ABD birlikleri Eylül 1945’te Japonya’nın koşulsuz olarak teslim olmasından sonra Kore’nin güneyini işgal ettikten sonra, yukarıda anlattığımız yönetim biçimini uygulayacak olan Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi kuruldu.
Bu yapı, zaten kurulmuş bulunan yerel halk komiteleri ile pek çok demokratik politik parti ve toplumsal örgütlerin birleşmesinden oluşmaktaydı. Bu yapıların tümü işçi sınıfının önderliğinde kurulmuş işçi-köylü ittifakına dayanan ulusal birleşik cephenin üyeleriydi.
Kim İl Sung’un önerisiyle Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi’nde görüşülen ilk konu Kore’de bir kalem fabrikasının kurulmasıydı. Bu öneri, Kim İl Sung’un modern ve tamamıyla bağımsız bir ülkenin cahil bir halkla değil, eğitimli bir halkla kurulabileceğine dair düşüncesini yansıtmaktadır.
Bağımsızlığını kazanmadan önce Kore’de hiç üniversite yoktu. 1 Ekim 1946’da feodal bağlardan kurtulan köylülerin bağışladıkları pirinçle kurulan Kim İl Sung üniversitesi ile Kore’de ilk üniversite kurulmuş oldu. Bununla birlikte halk düzenlenen “cehalet karşıtı kampanyalara” karşın ilk zamanlarda okuma yazmanın önemini kavrayamamıştır. Ancak Li Gye San Hareketi kurulduktan sonra kitleler bu harekete katılmıştır.
Li Gye San eşini yitirmiş, yıllarca sefalet içinde içinde yaşamış, devrimden sonra kendi toprağına sahip olmuş bir köylü kadındır. Toprağına sahip olduktan sonra Kim İl Sung’a duyduğu şükranı belirtmek için Pyongyang’a gelmiş ve kendi ürettiği buğday ve patatesi bizzat Kim İl Sung’a vermek istemiştir. 3 Ağustos 1947’de Kim İl Sung onu kabul etmiştir. Kabul sırasında köylü kadına şunu sormuştur: “Gazete okuyor musun? ” Kadının yanıtı olumsuzdur. Köylerinde bir okul açıldığı halde okumanın önemini kavramadığı için kaydolmamıştır. Bunun üzerine Kim İl Sung ona okuma yazma öğrendiği taktirde devlet yönetimine bile katılabileceğini söylemiş, üç ay içinde okuma yazma öğrenip kendisine bir mektup yazmasını istemiştir. Gerçekten de üç ay sonra kadın okuma yazma öğrenip Kim İl Sung’a bir mektup göndermiştir. Mektup köylü kitlelerinin bulunduğu bir mitingde okunmuş, cehalete karşı Li Gye San kampanyası düzenlenmiştir. Bütün ülke okuma yazma öğrenmek için seferber olmuş, Aralık 1947 – Mart 1948 arasında iki milyondan fazla kişi okuma yazma öğrenmiştir. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti herkesin okuma yazma bildiği ilk Asya ülkesi olmuştur.
Bağımsızlık elde edildiğinde ülke nüfusunun yüzde seksenini köylüler oluşturmaktadır. Yirmi gün içinde tüm toprak sahiplerinin toprakları köylüler arasında paylaştırılmıştır. 1946 yılının sonuna gelindiğinde yabancılara ait ağır sanayi kuruluşları ulusallaştırılmış, demokratik reform dönemi tamamlanmıştır.
1946 yılının Ağustos ayında Kore İşçi Partisi kurulmuştur.
Japon işgaline karşı savaştan doğan sağlam yapı sayesinde demokratik devrim hızla tamamlanmış, öncü parti kurulmuştur. 1947 yılının başından itibaren planlı ve bağımsız ulusal ekonomi temelinde sosyalist devrim, sosyalist inşa aşamasına geçilmiştir. Geçici Halk Komitesi, Halk Komitesine dönüştürülmüş, bu organ sosyalizme geçişten sorumlu hükümet kurumu haline gelmiştir.
1947-1948 yılları için yapılan bir yıllık plan sayesinde bir zamanlar kalem bile üretemeyen Kore, elektrik motoru bile üretir hale gelmiştir. 1948 yılında Kore yapımı ilk traktör ve gemiler üretilmiştir.
ABD emperyalizminin her türlü komplosuna karşın, 25 Ağustos 1948 yılında hem güney hem de kuzey bölgelerinde yapılan genel seçimlerde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti tüm Kore halkını temsil eden tek meşru devlet organı olarak kabul edilmiştir.
Bununla birlikte ABD ve onun Kore içindeki işbirlikçileri bunu içlerine sindirememiş, Haziran 1950’de yeni doğmuş sosyalist devlete savaş ilan etmişlerdir. Kore halkı tarafından kısa zaman içinde üretilen onca değer ABD emperyalizmi ve Türkiye de dahil olmak üzere onun maşaları tarafından hayvanca yok edilmiştir.
Ama Kore halkı direnmiş, Anavatanın Özgürlüğü Savaşını kazanmıştır.
Bununla birlikte Kore ikiye bölünmüş, yıkılmış bir ülke haline gelmiştir. ABD yöneticileri, Kore’nin yüz yılda bile toparlanamayacağını söylemişlerdir. Hatta bazı sosyalist uzmanlar Pyongyang kenti tamamen yıkıldığı için aynı isimde başka bir kentin başka bir bölgede kurulması önerisinde bulunmuşlardır.
Ne var ki iki emperyalist ülkeyi dize getiren Kim İl Sung ve yoldaşları ülkenin yeniden inşa gibi zor bir görevden kaçmayacaklardır. Kim İl Sung, ateşkes anlaşması imzalandıktan bir gün sonra, fabrikaları gezmeye başlamış, işçilere ülkeyi yeniden kurmanın mümkün olduğunu anlatmıştır. Böylece ağır sanayie öncelik veren bu arada hafif sanayi ve tarımı aynı anda geliştiren bir model uygulanmaya başlanmış, tarımda kolektivizasyona hız verilmiştir. Savaş öncesi demokratik dönüşüm döneminde toprak sahiplerinden alınarak köylülere dağıtılan toprakların kolektif bir üretim tarzında işlenmesi için acele edilmemişti. Bununla birlikte savaştan sonra savaş yıkımlarının köylülerin durumunu eşit düzeye çekmesinden de faydalanılarak hızla (beş yılda) kolektivizasyona gidilmiştir.
Savaştan zarar görmüş burjuvaziye gelince, onlara karşı şiddet uygulamak yerine bunlara önce devlet kontrolünde ortak iş yapan şirketler kurdurtulmuş, daha sonra kademeli olarak bu şirketlere el konulmuştur.
Böylece Ağustos 1958’de sosyalist dönüşüm tamamıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde SSCB’deki “destalinizasyon” sürecine umut bağlayan bazı revizyonistler Kore bölünmüş haldeyken ve savaş tehlikesi henüz geçmemişken Kore’de sosyalizm inşasına devam etmenin mantıklı olmadığı görüşünü öne sürmüşlerdir. Kim İl Sung ise 1955 yılında yaptığı konuşmalarda bu görüşe karşı çıkmış, Kore’de sosyalist inşaya hızla devam etmenin sadece halkın yaşam standardını yükseltmek için değil, aynı zamanda güneydeki devrimci harekete destek olacak güçlü bir merkezin oluşturulması için zorunlu olduğunu göstermiştir.
Bu konuşmalardan sonra parti içerisindeki ideolojik mücadele kızışmış, İşçi Partisi içinde fraksiyon yaratmaya çalışan ve revizyonistlerden destek alan unsurlar parti liderliğine ve devlete karşı komplo yapmaya girişmişlerdir. Bununla birlikte bu komplolar açığa çıkarılmış, komployu yapmaya girişenler teşhir edilmiştir. Parti içindeki bu mücadele hemen sona ermemiş, fraksiyoncu güçler partiye büyük zarar vermişlerdir. Bu güçler ancak büyük çabalar sonucunda partiden temizlenebilmiştir.
Kim İl Sung, sosyalizmin temellerini sağlamlaştırmak için üç cephede birden savaşmak gerektiğini belirtmiştir: ideoloji, teknoloji ve kültür. Teknolojiden kastedilen kapitalizmin boyunduruğundan kurtulmuş olan halkın yaşam standardını yükseltme çabasıdır. Kültür alanında verilen mücadele ise halkın eğitim seviyesini yükseltip teknoloji cephesindeki başarıyı güvence altına almak için verilmektedir. İdeoloji cephesi ise toplumun devrimci geleneklere bağlı kalması ve Komünizm davası için mücadele etmesi için açılmıştır.
Sosyalizme geçişin kapitalizmden kalma geri fikirlerden bir anda kurtulmak anlamına gelmediğini belirten Kim Jong İl ideolojik mücadelenin diğer iki cephede verilen mücadeleden daha önemli olduğu görüşündedir. Sosyalizmde kol ve kafa emeği arasındaki, köy ve kent arasındaki farkların tamamen ortadan kalkmaması, eski üretim biçimini özleyenlerin ve emperyalist ajanların varlığı, Kore yarımadasında ABD’nin asker bulundurması gibi nedenlere bir de bağımsızlık savaşlarını, sosyalizmi kurmak için verilen büyük mücadeleyi görmemiş yeni kuşakların meydana gelmesi ile birleşince ideolojik cephede verilen mücadele teknik ve kültürel alanda verilen mücadeleyi belirleyen temel bir unsur haline gelmektedir.
Tam da bu noktada Kore’nin bu üç alanda verdiği mücadeleye örnek teşkil edebilecek üç hareketi hatırlayabiliriz: Chollima Hareketi, Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi, Taean Çalışma Sistemi.
Chollima Hareketi, 1953 Anavatanın Kurtuluş Savaşından üç yıl sonra, Pyongyang yakınlarındaki Kangson Çelik fabrikasında çalışan işçilerin arasında başlamıştır. Bu sıralarda ülke savaşın yaralarını hızla sarmaya başlamış, içerideki revizyonist politikalar yenilgiye uğratılmıştır. Kim İl Sung Kangson Çelik fabrikasını ziyaret etmiş, işçilere 80.000 değil de 90.000 ton çelik ürettikleri taktirde ülkeye ne kadar büyük faydaları dokunmuş olacağını anlatmıştır. Bu çağrıya uyan işçiler olağanüstü bir çalışma azmiyle 120.000 ton çelik üretmişlerdir.
Kangson Çelik fabrikasındaki bu olağanüstü çalışma örneği bir kıvılcım işlevi görmüş, tüm ülkeye yayılmıştır. Böylece sınai üretimde yüzde 144, tarımsal üretimde ise ise yüzde 112 artış meydana gelmiştir. Chollima, Kore mitolojisinde büyük bir hızla yol alan kanatlı bir attır.
Kore yüz yılda toparlanamaz diyen Amerikan emperyalistlerinin tahminlerinin aksine daha 1960 yılında Kore’deki sınai üretim ulusal ekonominin yüzde 71’ini oluşturmuş durumdadır. ABD’nin Vietnam’a saldırmasıyla ulusal savunmaya daha fazla kaynak ayırma ihtiyacı doğmuş olsa da 1957-1970 yılları arasında sınai üretim yılda ortalama yüzde 19.1 oranında artmıştır.
Chollima hareketi ile konut sorunu da çözülmüş, her on dört dakikada bir ev inşa edilmiştir.
Bu dönemde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret eden önde gelen İngiliz iktisatçı Joan Robinson şahit olduğu bu gelişmeler karşısında duyduğu şaşkınlığı “ekonomide Kore mucizesi” sözleriyle ifade etmiştir. Bu terim daha sonra çalışan kitlelerin sömürülmesine ve yoksullaşmasına dayalı bir kalkınma modeli izleyen Güney Kore’ye maledilmiştir.
Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi ise tarım alanında başlayan bir idari yapıya verilen isimdir. Burada kitleler ve parti arasındaki çalışma uyumuna çok güzel bir örnek görürüz. Parti görevlileri fabrikalara gider, çalışmaları bizzat takip eder, gördükleri eksiklikleri tamamlar, işçilerle beraber üretimi artırmak, alışma koşullarını iyileştirmek için fikir alışverişinde bulunurlar.
Sosyalist devrim Ağustos 1958’de tamamlanmış olsa da fabrikaların idaresinde hala bazı eski yöntemlerin uygulandığı görülmekteydi. Fabrikaların idaresi çoğunlukla tek kişinin sorumluluğundaydı. Böyle bir yönetim altında işçilerin kolektif yaratıcılığı ortaya çıkmıyordu. Ayrıca böyle bir sistem keyfiliğe, öznelciliğe, bürokratik yozlaşmaya açıktı. Kim İl Sung “sosyalizmin kapitalist yöntemlerle kurulamayacağını” söyleyerek bu durumu eleştirmiştir.
Bu yapıyı değiştirdikten sonra Kim İl Sung, Aralık 1961’de Taean Ağır Makine Fabrikasında on gün boyunca kalarak Taean Çalışma Sistemini yaratmıştır.
Buna göre işlerin tüm idaresi fabrika parti komitesinin kolektif liderliği tarafından üstleniliyordu. Bu uygulama daha sonra tüm ülkeye yayılmıştır. Böylece gerek tarım gerekse çalışma idaresi alanında sosyalist yapılar oluşturulmuştur.
Chollima Hareketi, Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi, Taean Çalışma Sistemini kısaca özetlediğimizde Kim İl Sung’un kişisel gayretinin önemi hemen fark edilmektedir. Emperyalistlerin iddialarının aksine bu bir “kişi kültü” değil, Kim İl Sung’un çalışma yöntemidir. Yukarıda da gördüğümüz gibi Kim İl Sung sık sık fabrika denetimlerine gitmektedir. Buralarda bazı bürokratların yaptıkları gibi üstünkörü incelemeler sonucunda birtakım soyut, genel önerilerde bulunmamış, gittiği her fabrikada uzun süre kalmış, dikkatli bir incelemeden sonra üretimi, işçiler arasındaki dayanışmayı artıracak, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirecek talimatlar vermiştir. Her türlü bürokratizmin ve öznelciliğin önüne geçmek için işçilerle tartışmış, onlardan öğrenmiş ve kendi önerilerini getirmiştir. Kim İl Sung sadece 1961-1970 yılları arasında fabrikalara 1700 kez denetim ziyareti yapmıştır.
Kim İl Sung tüm ömrünü halkın daha iyi bir yaşam sürmesi için çalışmaya adadığındandır ki Kore halkı onu “babaları” olarak nitelemektedirler. Bunu yapmaya zorlandıkları için değil.
Gerçekten de Kore, Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonraki dönemde yaşanan sıkıntılar yaşanmadan önce yiyecek, konut, giyim, işsizlik, eğitim ve sağlık alanındaki tüm sorunları çözmüştür. Bugün Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti yüzde sekseni dağlarla kaplı bir ülkede bir santimetrekare toprağı bile boş bırakmayarak tüm ambargo ve baskılara rağmen kahramanca ölüm kalım savaşı vermektedir.
1946 yılında ülkede kişi başına 14 santimetre tekstil ürünü üretilirken bu rakam 1980’de 50 metreye, 1993 yılında 76 metreye çıkmıştır.
1961-1969 yılları arasında 800.000 konut yapılmıştır. Bugün ülkenin kentleri ve köyleri kültür merkezleri, tiyatrolar, çocuk evleri, okullar, kütüphanelerle doludur.
1956 yılında ilkokul, 1958 yılında ortaokul, 1975 yılında ise lise zorunlu hale gelmiştir. Hedef, herkesin üniversite okumasını sağlamak ve böylece kol ve kafa emeği farkını kaldırmaktır. Bugün Kore’de okumak isteyen herkes ücretsiz olarak eğitim görmektedir.
İşsizlik yoktur. İş kazası nedeniyle çalışamayacak durumda olanlara kaza geçirmeden önce aldıkları ücretlerinin yarısı ödenmeye devam eder.
Sağlık hizmetleri ücretsizdir. 10.000 kişiye 27 doktor düşer. Günümüzde, Küba dışında hiçbir ülke vatandaşlarına Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kadar iyi sağlık ücreti vermemektedir.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti günümüzde sosyalizmin kalelerinden biridir.
EDEBİYATÇI BİR MİLİTAN GAHASSAN KANAFANİ ÖLÜMSÜZDÜR......
Monday, 21 January 2008
Silahıyla Kalemini Birlikte Kuşanan Bir Koca Yürek:
GHASSAN KANAFANİ...
Gassan Kanafani, 1972’de İsrail istihbaratı MOSSAD tarafından Beyrut’ta evinin önünde duran arabasına 150 kg TNT koyularak öldürüldü. O sırada yanında bulunan on yedi yaşındaki yeğeni Melis de onunla birlikte şehit düştü.
Filistin’in kuzeyinde bulunan tarihi şehir Akka’da 1936 yılında doğan Kanafani, 8 Temmuz 1972’de 36 yaşında öldürüldü. Filistin devrimci mücadelesinin neden İsrail’in ilk hedefleri arasında yer aldığı bu yazının sonunda daha iyi anlaşılacaktır. İsrail İşçi Partisi’nin lideri ve uzun zaman başbakanlık yapan Golda Mair’in Gassan Kanafani’yi anlatan sözlerini okumamız yeterlidir: “Eğer Filistin halkının kamplarda ve sokaklarda, insanlarının ruh halini ve yaşadıklarını ve devrimin halini anlamak istersek, Gassan Kanafani’nin yazılarını takip etmemiz yeterlidir…”
Gazeteci olan ve 11 Aralık 1967’de FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) örgütünün kurucularından ve aynı zamanda Polit Büro üyesi olan Gassan Kanafani, Filistin’in özgürlük mücadelesinde George Habbaş, Vadi Haddad, Abu Ali Mustafa ile birlikte, sağın (El Fetih) mücadele anlayışını reddederek feodal ve gerici Arap ülkelerinin liderleriyle ittifak yapılarak bir yere varılamayacağına inandı. Kanafani, Filistin mücadelesi için gerçek anlamda Marksist-Leninist-Maoist devrimci yolu ve işgale karşı direniş anlayışını benimseyen insanlardandı. Filistin devrimci hareketinin ilk ve temel taşlarını oluşturan FHKC’nin içinde, kültürel/siyasi bilinç devriminin silahla birlikte aynı zamanda ve aynı yoğunlukta yürütülmesi gerektiğini hem örgüt içinde hem de kendisinin kurduğu El’hadef dergisinde inançla savundu. El’hadef ilk sayfasında -aynı Lenin’in Pravda’sı gibi- “Öyle bir gazete düşünün bir kıvılcıma benzesin, o kıvılcım büyük bir ateşe dönecektir” diyordu.
Devrimin edebiyatı “direnişin edebiyatı” temelini kuran/araştıran Kanafani, örgütün içinde bir sağlam bölgesel/enternasyonalist kültürel eğitimin her devrimcinin ruh gıdası olması gerektiğini hep savundu. Devrimci silah taşıyorsa, aynı silahının gücü olduğu gibi kültür ve bilinç gücüyle kuşatılması gerektiğini hep dile getirdi. Büyük eser nitelindeki kısa hikâyeleri, romanları ve tiyatro eserleri, Filistin halkının derin yarasını anlatıyordu. Yaratıcılığı ve aramızdan erken ayrılışı, onun hakkında yapılan araştırmalara da kaynak oldu. “Neden İsrail’in ilk hedefleri arasına girdi? ” sorusunun cevabı onun yaşamında gizliydi.
Onun yaratıcılığını gösteren en önemli kısa romanlarından biri olan “Güneşin Altındaki Adamlar”ın hikâyesinde Kanafani; “neden tankın duvarına vurmadılar? ”sorusuyla işgal edilen bir ülkenin yaşama hakkı elinden alınmış halkının psikolojisini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. O hikâyede zengin Arap petrol ülkesine giden üç ayrı nesilden kaçak Filistinlinin durumunu ve yaşadıklarını anlatıyordu. Filistinliler, vize alamadıkları için bir petrol tankerinin şoförüyle - o da Filistinli! ! ! - onlar için büyük bir rakam sayılabilecek bir paraya anlaşıyorlardı. Amaçları petrol ülkesine gizlice girebilmekti. Hayatları değişsin diye kaçıyorlardı, sınırda şoförün fazla durması ve sınır bekçisinin sorgulamayı uzatması ve gevezeliği yüzünden tankerin içinde boğularak ölmeleri, şoförün tankerin kapısını açtığında ve cesetlerle karşılaştığında yüksek sesle tekrar tekrar kendine sorması: “Neden tankerin duvarına vurmadılar nefessiz kaldıklarında? ” Neden boğularak ölmeyi tercih ettiler? Korktular... Yaşadıkları sıkıntıları giderebilmek için zengin bir dünya hayal ederek mi? Aynı sıkıntıya tekrar dönmemek için mi? Boğularak gelen bir ölümün, boğularak yaşamaktan daha kolay gelmesinden mi? Kendi gerçeklerinden kaçıyor, umutlarını kolayca hiçe sayabilecek bir adama teslim ediyorlardı. Korku… İşte bu korkunun yarattığı derin endişeler İsrail liderlerinin içindeydi. Sadece silahını değil, kalemini de kuşanan bir insandı Gassan Kanafani...
Hayatta kısa bir süre kalan/öyle gözüken, 36 yaşında şehit düşen bir devrimcinin uzun yaşamına/mücadelesine bir göz atalım ve sizinle paylaşalım...
DEVRİMCİ EDEBİYATÇI OLARAK GASSAN KANAFANi...
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, direnişinin edebiyatını araştırırken, bilimsel bir araştırma olarak yaklaşmak gerektiğinin bilincindeydi. Sadece edebiyat olarak ya da kültür olarak da yetinmemek gerektiğini biliyordu. 1919’da İngilizlerin işgali altında bulunan Filistin halkının direnişi ve özellikle 1936’da “1936 devrimi sorunu” altında yaptığı uzun araştırma/okuma niteliğindeki kitapları devrimci insanların dikkate almaları gerektiğini ve FHKC’nin içinde okutulması/eğitilmesi ve tartışılması gerektiğini bir ilke olarak koydu. FHKC’nin ilk genel kurulunda ve programında yer almasını üstüne basa basa savundu. Filistin tarihini sorgularken doğru ve bilimsel saptama yapmak gereğini şiddetle savundu, tarihi yazılmamış ya da saptırılmış olarak -ki, normal bir sonuç bu, bir ülke işgal altında uzun bir süre içinde yaşarsa 1919–1948-
O dönem işgalciler tarafından ya geçiştirilir ya da saptırılır. Neden 1936’da İngilizlere karşı direnişin doruk noktasına geldiği belirtilmez. İngilizlere karşı dünyada ilk defa ve rekor düzeyde olarak tarihe geçen 6 aylık bir genel grev vardır bu tarihte Filistin’de. Bu süre içinde grevi başlatan ve önderlik yapan İzzeddin El-Kassam (şu anda HAMAS’ın askeri kanadının adı buradan ilham almıştır) bir cami imamıydı ve Filistin toprağının kutsal olmasından dolayı, halk İngilizlere karşı bu imama sadık kalıp takip etmiştir. Yine aynı lider (El-Kassam) İngilizlerle oturup anlaşarak grevi bitirmiştir. Sonrasında ise anlaşma yaptığı işgalci İngilizler tarafından sınırdışı edilmiştir. Filistin halkı 1919-1948 tarihleri arasında İngiliz işgali altında yaşamış ve bu uzun süre boyunca direniş göstermiştir. Bu direnişin neden başarılı bir sonuç getirmediğini - bunca kitleyi arkasına almış olmasına rağmen (Filistin halkının tümü diyebiliriz! !) ve halkın tamamına yakını genel grevin olduğu 6 ay boyunca hiçbir ticaret yerini açmamasına rağmen- şehirlerde, kasabalarda, köylerde, Filistinlilerin dillerinde, hikaye, şiirler, halk müziğinin zengin bir tablo oluşturduğu halde ve neden bunca acıya rağmen başarılmamış olmasını, Gassan Kanafani basit ama aynı zamanda derin bir saptamayla işaret etti; din ve feodalizm, gerici Arap liderlerinin rolü de çok etkiliydi bu direniş süresinde.
Yazdığı araştırmalarda ve eserlerinde hem zengin direnişin izlerini, hem de başarısızlığı ve bunun bilimsel nedenlerini ele aldı.
“Kör Adamla Sağır Adam” hikâyesinde topluma zeki ve derin bir yaklaşımda bulunuyordu, halkın hurafelere inancını ve dini farklı bir ele alışı vardı. O hikâyede iki adamın toplumun zorlamasıyla “ermiş” sanılan bir şeyhin türbesinde buluştukları anları ve aralarında geçen konuşmaları anlatıyordu: “Sağır olan, kör adama neden oraya geldiğini sorar bağırarak. Kör adam anlatmaya başlar ama sağır olan onu duyamayacağını söyler. Çünkü kendisi sağırdır. Kör adam işaretle ailesini ve çalıştığı iş yerini anlatır, -fırın işçisi olarak çalışmaktadır- sonra kör sorar işaret diliyle sağırın neden geldiğini, bağırarak da olsa anlatır; Birleşmiş Milletler’in insani yardım kuruluşunda çalıştığını ve sağırlığın tek güzel tarafının, o azıcık yardımı alabilmek için insanların oluşturduğu kalabalık selinin sesini duymamak olduğunu söyler. Zorla ve işaret diliyle ona buraya gelmesinin, ailesinin tekrar işitme hissine kavuşacağını ısrarla anlatmalarından kaynaklandığını belirtir. Ermiş kişinin kendisinin mezarının başındaki ağaçta yüzünün belirdiğini ve herkesin bundan medet umduğunu ve herkesin hastalığını iyileştirdiğini - tıpkı kendisininki gibi- gelme nedenini de anlatır kör olana. Kör ona sorar: “Peki ne görüyorsun orada? ”. Sağır olanı pek net göremediğini söyler. Kör adam; gel omzuma çık diye teklif eder, sağır kabul eder ve gülmeye başlar. Kör olanı ne gördüğünü sorar merakla, sağır dur bir dokunayım der ve alaycı, gür, keskin bir sesle mezarda haykırır: “Sadece mantar... Sadece mantar...” Kör adamla sağır olanı, ikisinin birleşiminin bir tam adam ettiğini topluma işaret eder; özürlülüklerini tamamlayarak, böylece uzun ve sağlam bir dostluk kurarak, topluma karşı batıl inanışlara karşı, işgale karşı direnişin içinde yer alır. Bu kısa hikâyeyle farklı bir bakış açısı yakalar Gassan Kanafani.
İkinci büyük damgayı ise Filistin Halk Edebiyatında 1948’de İsrail tarafından işgal edilen topraklarda yetişen Filistinli edebiyatçıların eserlerine dikkat çeken devrimci/edebiyatçı olarak Filistin tarihinde yer aldığında vurur. Ciddi araştırmalar yapar, sadece bununla da yetinmez, orada halkevleri, kütüphaneler ve FHKC’nin kollarına bağlı olan gazete, dergi ve kültürel yayınlara maddi manevi destek sağlanmasını kendine görev bilir. Bu şekilde orada yetişen ve Filistin kimliğiyle bütünleşen edebiyatçıların ve Filistin halkının dünya tarafından tanınmasını sağlar. Çünkü Filistin’in 1948 işgali altında, Filistin edebiyatında önemli rol oynayan ve tarih niteliğinde eserler yazan bir nesil vardı.
Bunlardan birkaçı dünya ve Arap edebiyatında önemli rol oynadı; Mahmud Derviş, Samih El Kassem, Leyla Tokan, Tevik Zeyad...
Eserleri 20 dile çevirilen bu büyük dava adamı ve edebiyatçının ne yazık ki Türkçe'ye çevirilmiş bir kitabı bulunmamakta.
[! -[if! supportLineBreakNewLine]-]
[! -[endif]-]
[Kaynak: “İşçi Köylü” gazetesi]
Not: Makale, İşçi Köylü Gazetesi için Arapça orjinalinden çevrilmiştir.- S.D
Erol Zavar, (d. 1 Ocak 1969, Zonguldak) Odak Dergisi eski yazı işleri müdürü, Sincan F Tipi Cezaevi'nde siyasi tutuklu, evli ve iki cocuk babası, şair, kanser hastası.
Erol Zavar, 2000 yılında yargılandığı Ankara 2 No'lu DGM tarafından Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçu ile Türk Ceza Yasası'nın 146'ncı maddesi uyarınca ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Zavar, cezasının infazı için Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'ne gönderildi. Cezaevine girmeden önce mesane kanseri olduğu ortaya çıkan Zavar'a yönelik cezaevi ve hastane personelinin ihmali olduğu öne sürüldü.
Cezaevinde hastalığı ile ilgilenilmediği için, avukatları, eşi ve yakınları tarafından bir kampanya düzenlendi. 2004 yılında düzenlenen kampanyanın etkisi ile, cezaevinde tedavisine başlandı, gerçekleştirilen dokuz ameliyata rağmen sağlığı kötüye gitti. 2006 yılında bu ışık sönmesin sloganiı ile yeni bir kampanya düzenlendi. Bu yeni kampanyanın amacı kanser tedavisini sağlıklı koşullarda sürdürmek için serbest bırakılması. Henüz kampanya sürüyor.
Kampanya dahilinde Nesrin Cavadzade ve Hüseyin Karabey yönetiminde, müzikleri ise Grup Kizilirmak tarafından hazırlanan 35 dakikalık belgesel filmin hazirlandi. Film,Erol Zavar örneğinden hareketle F Tipi tecrit altında tutulan tutuklu ve hükümlülerin yasayabilecekleri saglik sorunlarini konu aliyor.
Zavar hakkındaki haberler daha önce Cumhuriyet, Evrensel, Radikal, Sabah, Özgür Gündem, Birgün gazetelerinde, Yeniharman ve Kaçak Yayın dergilerinde yayinlandi.
Erol Zavar'ın ilk şiir kitabı Ölümü ektim randevu yerinde 2006 temmuzunda Cadde Yayınları ndan çıktı.
Rivayet edilir ki, bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin, buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur, yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen gözcülerden biri 'Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve içinde bir isik hüzmesi var ' der. Sultan Alâeddin de; gidin bkin bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok. Askerler sorarlar:
-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar:
-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir toprak güvecim, bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir miktar arpam var Askerler:
-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz, seni sultanimiza götürmek istiyoruz, deyince bu defa ihtiyar, buralara kadar zahmet edip gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize seref versin.
-Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir, vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok. Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister, as ister. Bunlari nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir.
Askerler geri döner, durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalir ve hayretini gizlemez, durumunu ögrenmek için seccadeye oturan vezir, kumandan ve askerlerine bir komutla 'Ayaga kalk' der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. 'Otur' diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok. Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da sesini çikarmaz.
Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan:
-Baba erenler, bunu hangimiz yiyecegiz?
Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize kadar yetecek vardir. Diye cevap verir.
Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye, küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir. Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis, kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar. Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala bitmedigi görülür.
Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst, itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar, der, 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar.
Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri Resul, Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz tutulmaz. Gübre dökülür, hayvanlarin yatak yeri yapilir.
Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan bugünkü türbesi yapilmistir.
ELTİ HATUN TUNCELİ (DERSİM) BİR EFSANELER ŞEHRİ.....
Tunceli ili Mazgirt ilçesi merkezinde bulunan Elti Hatun Türbesi 14. yüzyıl eseri bir kümbettir. İçinde ikisi büyük, bir tanesi de küçük olmak üzere birbirine yapışık üç tane mezar bulunur. Mazgirt ilçesi ve yöresi uzun süre Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanında bulunan kız kardeşi Elti Hatun hastalanır. Artık öleceğini tahmin eden kadın, kardeşi Uzun Hasan'a: Ben yılandan çok korkarım. Şayet ölürsem benim tabutumu yere gömme. Bana bir kümbet yapıp tabutumu burada astır, diye vasiyette bulunur. Kardeşinin vefatından sonra isteğini yerinne getiren Uzun Hasan bugünkü Elti Hatun türbesini yaptırır ve içerisine uzunca bir zincir asarak kardeşinin tabutunu havada kalacak şekilde bu zincire asar.
Rivayete göre ertesi gün kız kardeşinin mezarını ziyarete gelen Uzun Hasan türbenin kapısını açar açmaz kız kardeşinin tabutuna sarılı büyük bir yılan görür ve irkilerek geri kaçar. Tanrı Buyruğuna karşı gelinmez. Mukadderata boyun eğmek lazımdır, diyerek havada asılı duran tabutu zincirden indirir ve toprağa defnettirir. Zincir hala kümbetin tavanından aşağı ucunda dört halkası ile sarkık durmakta, mezar da zincirin tam altında kümbetin ortasında yer almaktadır. Sekizgen şeklinde yapılan Elti Hatun Türbesi'nin yanında bir de çeşme olduğu söylenmekte ise de izine raslanmamıştır.
Türbeye ait bilgileri içeren kitabenin restoresi sırasında muhafaza altına alınacağı kaydıyla ilgililer tarafından götürüldüğü söylenmektedir.
Türbenin içerisinde bulunan iki büyük bir de küçük mezarın bir tanesinin Elti Hatun'a bir tanesinin Uzun Hasan'ın annesine, bir tanesinin de Uzun Hasan'ın yeğenine it olduğu rivayet edilmektedir.
Gelin Pınarı veya diğer adıyla Gençlik Şelalesi Nazimiye ilçesinin kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 m. yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsane havası vermektedirler. Yazın bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 m. yakınına varıldığında bir anda bir anda sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir tabiat harikasıdır. Buranında kendisine özgü efsanesi şöyledir:
Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine:
-Hadi gelinim. Şu bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanlarınızı sağ ve sütü al getir, der.
Gelin bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi oda sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar, gider. Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. 'Daha yeni gelinim.Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır. O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense yaradana sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar. Bir müddet sonra sütü kaynatıp mayalamak için,bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrıya şükreder. O gün, bugündür bu pınardan akan sular koyunlar sağılmaya başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar tabii rengine dönerler.
Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der.
Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar.
Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.
Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
-Al evladım götür, der.
O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a;
-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da;
Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.
Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.
Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider.
Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar.
Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.
Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.
Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.
Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler.
Hikayesinin anlatıldığı kendi ismini taşıyan halk şarkısı birçok çağdaş sanatçı ve grup tarafından yorumlanmıştır.
Dersim (Tunceli) yöresinde yaşadığı anlatılan Dersim aşiretlerinden Kureyşan aşiretine bağlı bir ermiştir.Asil adi Sah Haydar olmak üzere, Mahmud Hayrani'nin ogludur. Mahmud Hayrani ise Mevlana'nin bir müridi olarak taninmis bir kisiliktir. Haci Bektas-i Veli'yle akrabaligi oldugunu savunan bir kavimin 9. yada 11. atasidir. Soy seceresi bakimindan Hace Bektas ile ayni Imama cikar.
Mahmud Hayrani Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlari otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlari ile mesgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani 'Acaba sah Haydar bu kisin ortasinda bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar. 'Diye merak eder ve sah Haydar ile hayvanlarin bulundugu yere gider. Bir de bakar ki sah Haydar elindeki çubugu hangi meşe agacina değdiriyorsa agaç hemen yeşeriyor.Taze süsleniyor,keçilerde bu filizlerden yiyerek besleniyor.
Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çikarmadan geri dönmek ister. Ancak o sirada bir keçi,bir kaç kez üst üste hapsirir. Şah Haydar da ne oldu Babam Dervis Mahmud'umu gördün ki bu kadar hapsirirsin, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır mahcup olur.Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün baba dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar.(Rivayet olunur ki şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için Mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış.Bu hediklerle Zargovit'den Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.)
Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine gidin bakın bakalım bizim şah Haydar ne alemde? der.
Müritlerinden birkaç kişi bu 2500 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkar Şah Haydar ile görüşürler. Durumun iyi olduğunu her hangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye durumu düzgündü merak edilecek herhangi bir şey yoktur.Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. (Bu düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zat'a artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün baba olarak söylenir.) Bugün de dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder
Nihat Behramoğlu (d. 18 Kasım 1946) , Türk gazeteci, şair ve yazardır.
Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi. İlk şiiri 1967'de yayımlandı. 1975'te Ataol Behramoğlu ile birlikte Militan dergisini ve 1979'da Yılmaz Güney ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkardı. 1972'de çıkardığı ilk şiir kitabı olan Hayatımız Üstüne Şiirler kitabı yasaklandı ve yazdıklarından ötürü 12 Mart Dönemi'nde iki yıl askeri cezaevinde tutuklu olarak yattı.
Cezaevinden çıktından sonra bir süre gazetecilikle uğraştı. Sivil mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde hakkında birçok dava açıldı. 12 Eylül Dönemi'nde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarıldı. 1996 yılında Türkiye'ye döndü. Bugüne değin 12 şiir kitabı yayımlandı.Şiirlerinde 'doğa'nın yeri oldukça dikkat çekicidir. Sözcük dağarcığındaki zenginlik şiirini şiir yapar. 2000'de Entellektüel dergisinde çıkan 'Özlemin Kadar' adlı şiir incelenmeye değerdir.
Şiir Hayatımız Üstüne Şiirler (1972)
Fırtınayla Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar (1974)
Dövüşe Dövüşe Yürünecek (1976)
Hayatı Tutuşturan Acılar (1978)
Irmak Boylarında Turaç Seslerinde (1980)
Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinde (1982)
Ay Işığı Yana Yana (1986)
Yine de Gülümseyerek (seçmeler, 1987)
Cenk Çeşitlemeleri (1988)
Kundak (2000)
Roman Gurbet (1987)
Lanetli Ömrün Kırlangıçları (1991)
Kız Ali (1998)
Çocuk kitabı Kuyruğu Zilli Tilki (1979)
Göğsü Kınalı Serçe (1980)
Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit (1977)
Anı Darağacında Üç Fidan (1976)
Yalçın Küçük (İskenderun, 1938) Türk yazar, filozof, ekonomist, tarihçi, isim-bilimci, sosyolog ve devrimci.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1960 yılında bitirdi. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı'nda görev aldı. 1966'da ODTÜ'de öğretim üyeliğine başladı. Yön, Emek, Ant dergilerinde yazdı. 1971'de doçentliğe yükseldi, 12 Mart 1971 Muhtırası'ndan sonra görevden alındı. 1973-76 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesinin ekonomi servisini yönetti. 1970'lerde, Türkiye İşçi Partisi'nin ikinci kez kuruluşu için çalışmalara katıldı, 1975'ten itibaren yayınlanan ve partiye yakınlığıyla bilinen Yürüyüş Gazetesi'nin editörlüğünü yaptı, ancak 1978'de partiden ihraç edildi. 1979'da kendisiyle beraber TİP'ten ihraç edilenlerle birlikte Sosyalist İktidar Dergisi'ni çıkarmaya başladı. Aynı yıl Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde öğretim üyesi oldu. 12 Eylül Darbesi'nden sonra üniversiteden uzaklaştırıldı. 1983'te Yeni Bir Cumhuriyet İçin adlı yapıtından ötürü tutuklanarak, cezaevine girdi; daha sonra aklandı. 1987'de Gazi Üniversitesi'nde profesör oldu ve 1994'te emekli oldu. 80 darbesinden sonra aydınların cunta yönetimine karşı örgütlenmesinde büyük çaba göstermiştir. Aziz Nesin ile birlikte Aydınlar Dilekçesi Hareketi'ni örgütlemiştir. 1987-1992 yılları arasında Toplumsal Kurtuluş adlı sosyalist bir aylık dergi çıkarmıştır. Daha sonra bu dergi kapanarak yerine Hep İleri adlı bir dergi çıkmıştır. Özgür Üniversite adıyla bilinen Özgür Ekin Derneği'nin kurucusudur. 1993'te Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasını ve Matild Manukyan'ın vergi rekortmeni olmasını öne sürerek Fransa'ya gitti. Çeşitli sol dergiler çıkarttı. 1998'de Türkiye'ye döndü ve iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2000 yılında tahliye oldu. Sky Türk adlı televizyon kanalında Kalemler ve Kılıçlar programını yaparken, program Sky Türk İcra Kurulu tarafından sonlandırıldı
ŞAMİL BASAYEV ÖLÜMSÜZ BİR DEVRİMCİ KOMUTAN..........
Şamil Basayev, 1965'de Çeçenistan'ın Vedeno bölgesi'nin Vedeno köyünde doğdu. 1987 yılında Moskova'da mühendislik eğitimine başladı. Öğrencilik yıllarında devrimci kişiliği ile ön plana çıkmıştı. Moskova'da odasının duvarında Che Guevera'nın posterinin asılı olduğunu verdiği bir demeçte dile getirdi.
1991 Ağustosu'nda Moskova'daki hükümet darbesi sırasında Boris Yeltsin taraftarları arasında yer aldı. Adını ilk defa Çeçenistan'da yaşananları dünyaya duyurmak için bir Rus uçağını kaçırarak Ankara'ya indirdiğinde duyurdu.
1992 yılında Cahar Dudayev'in emri ile Abhazya'ya gönderilen Çeçen birliklerin komutanı iken, Abhazya'nın Gürcü işgalinden kurtulmasında birinci dereceden etkili olan Kafkas Halkları Konfederasyonu (KHK) birliklerinin komutanlığına getirildi. Abhazya'nın ardından Çeçenistan'a dönerek Dudayev'e karşı muhalefete geçen Rus yanlısı silahlı birliklerin dağıtılmasında etkili oldu. 1994 yılı aralık ayında Ruslar'ın Çeçenistan'ı işgal etmesiyle Çeçen komutanların en önemlilerinden biri haline geldi. 1995 yılı başında Rus savaş uçakları Şamil'in Vedeno'daki evini bombalayarak ailesinden 11 kişiyi şehid ettiler. Rus güçlerin sivillere karşı giriştikleri katliamların en üst seviyelere ulaştığı Haziran 1995'de, yaşananları dünya kamuoyuna duyurabilmek için 150 savaşçının Budennovsk kentine düzenlediği eylemi yönetti.
1996 yılı Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Ve Rus güçleri Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur eden Cahar-Kale(Grozni) operasyonunu komuta etti. 1998 de Cahar-Kale'de yapılan Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi'nde başkan seçildi. Kongrenin ikinci toplantısında alınan kararla 1 Ağustos 1999'da kurulan İslam Şûrâsı'nın başkanlığına getirildi.
1999'da Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgali üzerine Çeçenistan'a dönerek doğu cephesi komutanlığı görevini sürdürmeye başladı. İkinci savaş sırasında da başkent Grozni'yi savunan Basayev, kentten çekilirken yaralanmış, bir bacağının bir kısmı kopmuştu. Basayev, Devlet Başkanı Dokka Umarov'un emrinde Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı görevini sürdürmekteyken 10 temmuz 2006 tarihinde, inguşetya’nın Ekazevo köyü’nde, bulunduğu askeri konvoydaki bir patlayıcının infilak etmesi sonucu hayatını kaybetti.
Wednesday, 26 December 2007
Halkın Yürüyüşü Gazetesi Editörü Govindan Kutty Derhal ve Koşulsuz şekilde Serbest Bırakılsın!
Açlık Orucunun 8. gününde olan Govindan Kutty’nin yaşamını koru!
26 Aralık 2007
(Hindistan) 19 Aralık günü Kerala polisi Govindan Kutty’nin bürosuna baskın düzenleyerek bütün arşivine ve hard disklerine el koydu. Cuty ardından düzemece iddialarla tutuklandı. Ağır sorgulardan geçen Kutty, tutuklandığı günden beri koşulsuz şekilde salıverilmesi için açlık orucu direnişindedir. Bugün ise direnişinin 8. gününde olup, yaşamı ciddi şekilde tehdit altındadır.
“Halkın Yürüyüşü” bağımsız bir devrimci yayındır. Hindistan, Nepal ya da diğer yerlerdeki Maoist hareketleri de kapsayacak şekilde bütün devrimci hareketleri destekler. Halkın Yürüyüşü, Hindistan hükümetinin yasalarına göre tamamen legal olarak yayımlanmakta, bu bağlamda hükümetçe verilmiş RNI ve posta numaralarını taşımaktadır. Aynı zamanda yaklaşık yedi yıldır hükümetin tüm şartlarını yerine getirmiştir.
Kutty’ye yönelik düzenlenen komplo ve isnat edilen düzmece iddialar yalnızca Kutty’nin şahsına yönelik değil, ifade özgürlüğüne yönelik ağır bir saldırı niteliği taşımaktadır. Sözde dünyadaki en geniş demokrasi, o devasa ordu, para-militer güçler ve polis güçleri, ancak birkaç bin tiraja ulaşabilen bir gazeteden korkmuştur. Olanlar, hükümetin faşist yüzünü ve Keralam polisinin yüreksizliğini açığa çıkarmıştır.
Govindan Kutty acilen ve koşulsuzca serbest bırakılmalı ve Halkın Yürüyüşü’ndeki görevine geri dönmelidir. Hükümet, hapishane koşullarında Kutty’nin sağlığında söz konusu olabilecek her türlü hasardan ve açlık orucunun sonuçlarından bütünüyle sorumludur.
Ajayan
Devrimci Halk Cephesi Kerala Eyalet Komitesi Sekreteri
NKP(M) 'NİN EL KOYDUĞU TOPRAKLARA VE YCL'NİN SEÇİM BEYANI
NKP(M) 'nin El Koyduğu Topraklar ve YCL'nin Seçim Beyanı
Saturday, 26 January 2008
Maoistler El Koydukları Toprak Ve Mülkleri Geri Vermiyor
Katmandu, 26 Ocak 08 - KR
Maoistler savaş sırasında büyük toprak sahiplerinden alarak el koydukları toprak ve mülkiyetleri halen elinde tutuyor. Genç Komünist Ligi ise seçimler için 4 milyon 176 bin faaliyetçisini görevlendireceğini açıkladı.
Nepal Kongre Partisi Genel Konsey Üyesi Padam Bahadur Niraula, Maoistlerin el koyduğu gayri mülkler konusunu gündeme getirerek Maoistlere suçlamalar yöneltti.
Niraula, Maoistlerin çatışma sırasında elde ettikleri toprak ve mülkün yüzde 25’ini elinde tuttuğunu ve bu sorunun batı Nepal’de büyük bir problem olduğunu ifade etti.
Maoistlerce mülkiyetine el konulan Rudra Bahadur KC, medyaya ve yöneticilere başvurdu. Eski rejimin Rajparishad Daimi Komisyonu üyesi olan Bahadur KC, bir yıl önce, seçimler aleyhinde ve monarşi lehinde siyasi çalışma yaptığı gerekçesiyle Maoistlerce bölgeden kovulmuştu.
Genç Komünist Ligi’nden Seçim Beyanı
Öte Yandan Genç Komünist Ligi (YCL) basına yaptığı açıklama ile her seçim bölgesinde 200 YCL üyesinin görev yapacağını duyurdu. YCL başkanı Ganesh Man Pun, ülke çapında 4 milyon 176 bin gencin seçimler için görevlendirileceğini duyurdu. Bu açıklama, Seçim Komisyonu’nun ülke genelinde 20,883 seçim noktası olacağını duyurmasından kısa bir süre sonra geldi. Man Pun, YCL’nin her seçim noktasına 200 üyesini yerleştirecek kapasitede olduğunu, bu sayıyı YCL bünyesinde faaliyet yürüten militan sayısını ve seçim noktası sayısını hesap ederek belirlediklerini belirtti.
Thursday, 10 January 2008
Maoistler Ölen Kadrolarının Ailelerine Tazminat Ödüyor
Ranchi, 9 Ocak, (TOI) - Jharkhand hükümetinin yeni askeri saldırıları karşısında, Maoistler sosyal kurumlarını güçlendiriyor. Yalnızca savaş içinde olan kadrolarının ailelerini değil, ölen kadrolarının ailelerini de “Naksalit sosyal güvenlik” ağının içine alarak, güvenlik güçlerinin operasyonlarında öldürülen kadroların ailelerine tazminat ödüyor.
Edinilen bilgilere göre, tazminat ödemeleri de kendi içinde derecelendiriliyor. Bu bağlamda, en fazla tazminatı, yakınları Latehar ve Chatra bölgelerinde öldürülenler alıyor.
Jhakhand Polis sözcüsü R.K. Mallik, Maoistlerin tazminat temelli bir soysal pratik içinde olduğunu doğruladı. Mallik, çok sayıda kaynaktan kendilerine ulaşan bilgilere göre, Maoistlerin, anti-naksal operasyonlarda yaşamını yitirmiş kadrolarının ailelerine tazminat verdiğinin belli olduğunu vurguladı. Malik, Naksalitlerin bu planlarını naksalitlere karşı operasyon düzenlenen bütün bölgelere yayma niyetinde olduklarını, bu şekilde operasyonların gücün kırmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
[Kaynak: Times Of India
Çev: Solun Doğusu]
3 Eski “Halk Savaşı Grubu” Üyesine İdam Cezası
Patna, 5 Ocak - Feshedilen [ve birleşme sonucu Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ismini alan – ç.n.] Halk Savaşı Grubu (HSG) örgütünün eski üyeleri hızlı bir yargılama sonucu idam cezasına çarptırıldılar. Eski HSG üyeleri 2004 yılında Patna’da gerçekleştirilen seçimler sırasında “Birleşik Janata Dal Partisi” taraftarı olan bazı seçmenlerin öldürülmesi olayının sanığı olarak yargılanmaktaydılar. İdam cezası verilen üç militanın isimleri ise şöyle: Sujit Kumar, Arvind Singh, and Manoj Singh.
Suriye’deki Iraklı Mülteciler Seks Ticaretine Sürükleniyor
Haber: Alistair Lyon
30 Aralık 2007
ŞAM (Reuters) - Dar ve parıldayan giysileri içindeki yirmi kadar genç Iraklı kadın, yan masalarda oturan Körfez kesimi Araplarının aç bakışları altında gece kulübünün dans pistinde bir o yana bir bu yana geziniyor.
Sahnedeki grup, sabahın ilerleyen saatlerine kadar Irak şarkıları çalıyor, masalarda oturanlar dans eden kızlara katılıyor ya da onları oturmaları için yanlarına çağırıyor. Arabayla Şam’ın yarım saat uzaklığındaki neon ışığıyla aydınlatılmış bu loş ortamda neyin alınıp verildiği pek belli değil
Henüz daha ilk gençlik yıllarını yaşayan dansçıların kimisi konuşmaya yanaşmıyor ancak içlerinden birisi ailelerine bakmak için başka bir yol olmadığını söylüyor. “Babam Irak’ta öldürüldü ve elimizdeki para bitti,” diye konuşuyor siyah ve gümüşi renkte bir elbise giymiş esmer kız.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNCHR) bunu, “hayatta kalma seksi” olarak adlandırıyor: Ülkelerindeki vahşetten kaçmalarının ardından, parasız kalan Iraklı mültecilerin hayatta kalmak için başvurdukları umutsuz bir yol.
Bunun düşüncesi bile Suriye’deki 1,5 milyon Iraklının midesinin bulanmasına yetiyor. Ancak geçim derdi, kimilerini Şam’ın varoşlarındaki küçücük apartmanları başka ailelerle paylaşmaya, kimilerini de çocuklarını işe sokup gencecik kızlarını evlendirmeye zorlamış.
Iraklı Kadınların İradesi Derneği başkanı Hana İbrahim’e göre bazen bu tür evlilikler gencecik gelinlerin pazarlandığı fuhuş ortamını maskelemek için kullanılıyor.
Şii Müslümanlarının Muta evliliği olarak kabul ettiği “geçici evliliğin” seks ticaretinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir başka yol olduğunu da sözlerine ekliyor. “Muta (geçici) nikâhı sadece Şiiler için geçerli; ancak Sünnilerin de kendilerine ait başka yolları olmadığını kim söyleyebilir? ”
UNCHR temsilcisi Laurens Jolles, “hayatta kalma seksi”nin artışının, ülkeye gelen mültecilerin yoksullaşmasıyla doğru orantılı olduğunu belirtti.
“Gün geçmiyor ki kendi rızasıyla ya da ailece verilen karar doğrultusunda bir başka kadın aile bütçesine destek olup çocuklarına bakmak için gece kulübünde çalışmaya başlamasın.”
Bazıları gözaltına alınıyor. Çıkanların çoğunun kefaletini onları çalıştıranlar ödüyor. Bunun ardından onları yine sokaklar bekliyor.
Yoksulluk, mültecileri ülkelerine geri dönmeye zorlayan en büyük etken. UNCHR’nin verdiği rakamlara göre, her gün gelen 500 kişiye karşılık 1500 kişi Irak’a geri dönüyor.
Kasımda yapılan bir araştırma %46’lık kesimin maddi zorluk, %26’lık kesiminse dolan vize süresi yüzünden döndüğünü gözler önüne serdi. Suriye son dönemde ülkeye giriş ve ikametgâh kurallarını sertleştirdi.
ONUR SAVAŞI
Yoksullukla cebelleşen yüzlerce Iraklı mültecinin arasında, hayatına onurlu bir şekilde devam etmek isteyen aileler var.
34 yaşındaki yeşil başörtülü Rukiye Fadhil “Kendi geleceğimizi düşünmüyoruz, sadece çocuklarımızın geleceği önemli bizim için,” diyor ve etrafını çevreleyen acı gerçeğe rağmen gülümsemeye devam ediyor.
Kocası Fallah Jaheel, Bağdat’ın güneyinde bulunan Babil’de işlettiği cep telefonu dükkânında vurulmuş, belden aşağısı tutmuyor, Rukiye’nin günleri kocasına bakmakla geçiyor.
Çift, Jaheel’in hastanede yattığı yedi ay boyunca çıkan masrafları ödeyebilmek için evini satmış, ardından da 7 ve 11 yaşındaki çocuklarıyla Suriye’ye kaçmış. Iraklı nüfusunun kalabalık olduğu Şam’ın yoksul mahallesi Seyyid Zeyneb’de bir sene yaşadıktan sonra birikimleri erimiş ve yardıma muhtaç hale gelmişler. Yabancı kuruluşlardan destek almaya çalışırlarken, Jaheel’in tedavisinin yapılması için yurt dışına gitmelerini sağlayacak paranın bir gün ellerine geçeceğini de umut eder olmuşlar.
UNCHR ve kardeş dernekler belirleyebildiği her Iraklı mülteci aileye yiyecek ve nakit yardımı yapmakta.
Gelecek iki ay en az 200.000 kişiye yiyecek paketi vermeyi planlıyorlar. Şu anda bu rakam 51.000. Aralık sonunda 7000 aile ayda her ay 100 dolar alıyor olacak.
Soyadını vermek istemeyen 39 yaşındaki Büşra, mülteci olarak yaşamanın getirdiği zorluklar ve yabancı bir ülkede ailesine bakmak için verdiği mücadelenin onu zaman zaman umutsuzluğa sürüklediğini anlatıyor.
Sorunlar, üç erkek kardeşi Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in emriyle öldürülünce başlamış. Bu olaylar kocasının ondan ayrılmasını ve kardeşlerinin eşlerinin de çocukları terk etmesini tetiklemiş.
Böylece Büşra, sadece bir tanesinin kendisinin olduğu dokuz çocuk ve hasta annesiyle kalakalmış. Çocuklardan biri Irak’taki Şii milislerce öldürülmüş. En büyükleri (21) Sufyan ise işkence gördüğünden ötürü çalışamaz halde, gün boyunca oturup sadece televizyon izliyor.
Aile üyelerinin uyuduğu rutubetli, soğuk odada göz yaşlarını tutamayan Büşra “Allahım, öyle yoruldum ki... Bunun adı hayat mı? Saddam zamanında da hayat değildi bizimkisi, ondan sonrasında da olmadı,” şeklinde konuşuyor.
Başını kara bir eşarpla bağlamış annesi ise Bağdat’ta rahat rahat yaşadıkları günleri hatırlayarak, Şam’da oturdukları dairenin, eskiden oturdukları evin holü kadar olduğunu söylüyor.
“Beni Irak’a götürün n’olur, orada ölmek istiyorum,” diye yalvarıyor.
Irak’ta fotoğrafçılık ve kuaförlük yapan Büşra Şam’da işsiz kalmış. Çünkü Iraklı mültecilerin Şam’da çalışma izinleri yok. Büyük oğlanlardan biri, şantiyelerden birinde günlüğü üç dolara işçilik yapıyormuş.
Büşra bir şekilde aileyi bir arada tutmayı başarmış. Ancak benzer koşullardaki mültecilerin çocuklarını nasıl çalışmaya ya da dilenmeye yolladığını; sosyal ve dini tabuların nasıl bir kenara atıldığını; eşlerin nasıl pavyonlara ve tartışmalı evliliklere itilebildiğini bu şekilde kolaylıkla görebiliyoruz.
Monday, 03 December 2007
Küreselleşen Ekomomi Karşısında Çin Emekçi Sınıfların Durumu
Robert Weil *
Giriş
Bu makale esas olarak Alex Day ve Çin’le ilgilenen başka bir öğrenciyle beraber, 2004 yılı yaz aylarında işçiler, köylüler, örgütçüler ve solcu eylemcilerle yapılmış olan bir dizi toplantıya dayandırılmıştır. Oakland Institute tarafından özel bir rapor olarak yayınlanan daha uzun bir makalenin de parçasıdır. Toplantılar esas olarak Pekin kentinin içi ile çevresinde ve kuzeydoğudaki Zhengzhou ve Henan’ın merkezi kenti Kaifeng’de düzenlenmiştir. Bu toplantılarda duyduğumuz keskin konuşmalar, Mao Zedung’un ölümünü izleyen otuz yıl içinde, onun liderliği altında yürütülen devrimci sosyalist politikaların dağıtılması ve emekçi sınıfları giderek artan güvencesiz bir konuma terk eden “kapitalist yola” dönülmesiyle birlikte ortaya çıkan büyük dönüşümlerin yarattığı etkilerle ilgiliydi. En eşitlikçi niteliklere sahip bir toplumda hızla büyüyen kutuplaşma, en tepedeki servetin aşırılıkları ile, gündelik yaşam koşulları git gide kötüleşen ve sayıları gitgide çoğalan en dipteki işçi ve köylü kitleleri arasında cereyan ediyor.
Bu durumun bir örneği olarak, Fortune 2006 küresel milyarderler listesi, Çin anakarasından yedi ve Hong Kong’dan bir milyardere yer veriyor. Bu milyarderlerin servetleri Birleşik Devletler ve diğer ülkelerdekilere kıyasla daha küçük servetler olmakla birlikte, bu milyarderler büyük bir hızla palazlanan Çin kapitalizminin belirginleşmesini temsil ediyorlar. Büyük yolsuzluklar parti ve devlet yetkilileri ile işletme yöneticileri ve yeni özel girişimcileri, emekçi sınıfların yarım yüzyılı aşkın bir süredir görülmemiş ölçülerde sömürüldüğü bir süreç içinde palazlanan kapitalist sınıfı zenginleştiren bir ittifaklar ağı içinde birleştiriyor. Konuştuğumuz işçiler bir zamanlar ekonominin temel direği olan devlete ait işletmelerdeki eski işlerinden, çalışma birimlerinin birer parçası olan barınma, eğitim, sağlık bakımı, emeklilik aylığı ve benzeri tüm sosyal güvenlik ilişkilerinin gerçekten yok edilmesiyle birlikte çıkartılmış olan on milyonlarca işçinin bir bölümünü oluşturuyor. Bu devlete ait işletmeler, ister doğrudan özel yatırımcılara satılmak, isterse işletmecilerle devlet ve parti yetkilileri tarafından yarı yarıya özelleştirilmek suretiyle kâr amaçlı şirketlere dönüştürülürken, yolsuzluklar da yaygınlaşıyor.Görüştüğümüz köylüler kırsal komünlerin zorla dağıtılmasının ve her bir hanenin köy yönetimi ile işleyeceği toprak parçası üzerinden sözleşme yaptığı aile sorumluluğu sisteminin başlatılmasının uzun vadeli etkileriyle başa çıkma mücadelesi veriyorlardı. Ülkenin küresel piyasalara fırlatılıp atılmasıyla, toprakların yerel yöneticiler tarafından köylülere yeterli tazminatlar sağlanmaksızın gelişimcilere satılmasıyla ve kırsal alanlarda yaşanan yaygın çevresel bozulmayla birlikte, bu politikalar, yüz milyonlarca insanı önceden yararlandıkları kolektif sosyal desteklerden yoksun kılarken, onları yaşamlarını kazanabilmek üzere makul bir yol bulma mücadelesine mahkum ediyor. 100 milyondan fazla köylü inşaat, yeni ihracat yönelimli sanayiler ya da en temel haklarının bile çoğundan mahrum oldukları en kirli ve en tehlikeli işlerde çalışma arayışı içinde kentlere yapılan kitlesel göçün bir parçası haline geldi. Göçmenlerin çoğunun yaşam koşulları, kentsel cemaatlerde yarı-kalıcı biçimlerde yerleşiklik kazandıkça; yaşlılık ve sağlık sorunları tırmandıkça giderek daha da kötüleşiyor. Çin emekçi sınıfları yaşam koşullarının bozulması ve sosyalist devrim sırasında on yıllar boyunca mücadele ve fedakarlıklarla kazanmış oldukları hakların ortadan kaldırılması karşısında pasif kalmadılar. Sınıf çatışması ve toplumsal çalkantılar on yıllardır görülmemiş düzeylere tırmandı. Çin’deki işçiler, köylüler ve göçmenler bugün dünya çapındaki gösterilerin en büyüklerine, bazen on binlerce kişinin katıldığı ve yetkililerle yaşanan şiddetli çatışmalarla sonuçlanan gösterilere katılıyorlar. Kamu Güvenliği Bakanı bile “kitlesel olayların ya da gösteri ve isyanların” sadece on yıl önceki 10 bin sayısının 2003’de 58 bine ve 2004’de 74 bine tırmandığını kabul eden veriler yayınladı (New York Times, 24 Ağustos 2005) . Artan sosyal istikrarsızlık tehdidi, üst düzey parti ve devlet liderleri karşısında derinleşen bir meydan okumayı da temsil ediyor ve daha şimdiden daha da büyük çalkantıları tetikleme girişimleri dahilinde bazı politika değişikliklerine neden olmuş durumda. On yıllarca süren ekonomik büyüme içinde serpilen profesyonellerin ve işletmecilerin sözüm ona yeni orta sınıfı ve kolej mezunlarının hızla genişleyen safları bile, katmanlaşmaya uğruyor. Mao yönetimi altında okuldan mezun olana kadar tamamen parasız olan eğitimde giderek artan maliyetler, özellikle emekçi sınıflar açısından engelleyici bir hale geliyor. Yeni mezunlar iş bulmakta gitgide zorlanıyorlar. Piyasa basıncı, durumu daha iyi olanları bile etkiliyor. Ekonomik gelişmenin sağladığı kazanımlar, özellikle de tüketim malları ile gıdaya daha rahat erişilmesi ve artan hareketlilikle iş fırsatları, hep genişleyen sınıf bölünmeleri ve yaygınlaşan güvencesizlikle beraber, milyonlar açısından etkisini yitiriyor. Sonuç olarak, Çin, keskinleşen bir sınıf mücadelesi ve çözümlenmesi kolay olmayan bir politik belirsizlik dönemine giriyor. Emekçi sınıfların önündeki yol çok zorlu olacak ve solun canlanışı, oldukça anlamlı olmakla birlikte, hala çok erken bir evresinde. Bu makale, bu karmaşıklıkları ve olasılıkları incelemektedir. Bireylerin ve örgütlenmelerin isimlerini, onları koruma amacıyla genellikle hariçte bıraktım.
Çelişki ve Birlik
En azından yüzeyde, kentli işçilerin, göçmenlerin ve köylülerin ve hatta yeni orta sınıfın birçok üyesinin, giderek birbirine benzemeye başlayan yaşam koşulları, kapitalist piyasa reformları ve Çin’in küresel ekonomik güçlere açılmasıyla birlikte, onları sömürenlere karşı geniş bir mücadele birliğinin temelini sunacakmış gibi görünebilir. Fakat tıpkı Birleşik Devletler ve dünyanın diğer yerlerindeki benzer koşullar altında da yaşandığı gibi, emekçi sınıfların birleşmesi teoride, pratikte gerçekleştiğinden çok daha kolaylıkla ele alınmaktadır. Eski önyargılar, özellikle de birçok kentli Çinlinin köylülere karşı oldukça düşük bir saygı düzeyine sahip olması, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen kitlesel göçün yarattığı yeni rekabet biçimleriyle ve her bir grubu diğerine karşı bölüp yönetmek üzere, deneme yanılma yöntemleri kullanan iktidardakilerin manipülasyonlarıyla biraraya gelerek, işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Örnek olarak, Pekinli işçilere, göçmenlerin kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda, konuştuğumuz eylemcilerden birisi şöyle yanıtladı: “Evet, özellikle de işten atılanlar arasında, bu tür duygular yaygın.” Birçokları göçmen nüfusa tepeden bakıyor. Büyük bir fırtınadan sonra yapılan bir temizlik sırasında, bazı kentli işçiler şöyle hatırlattılar: “Bu iş göçmenlerin yaptığı türden bir iş, evlerinde elleri hiç para görmez”. Bu imajı pekiştirmek üzere, New York Times (3 Nisan 2006) Şhangay çöplüğünde, içlerinden birisinin tek bir kızının 10 bin Yuan (1.250 Dolar) tutarındaki orta okul ücretini ve diğer kızının da 1.000 Yuan (125 Dolar) tutarındaki ilkokul ücretini ödemek üzere çalışan göçmen kağıt toplayıcılarıyla ilgili bir rapor yayınladı. Fakat, duygular karşılıklı. Göçmenler de, sıra onlara geldiğinde, benzer şeyler söylüyorlar, şöyle ki: “O, işten atılmayı hak eden bir işçi.”Irk ve etnisitenin olduğu kadar göçmenlik statüsünün de işin içine girdiği Birleşik Devletler’de son derece alışılmış olan bir görüntü dahilinde, göçmenlerin, kendilerine yapılan destek ödemeleri ile hak ettikleri diğer haklardan yararlanmalarına yardımcı olmayı hedefleyen hükümet girişimleri, bazı işçiler tarafından kayırmacılık olarak görülüyor. Medya bu bölünmelere oynuyor ve göçmenlerin “hiçbir şey” karşılığında çalışmak istediklerini ve işçilerin yerine geçmek için onların işten atılması için çaba göstererek hoşnutsuzluğa neden olduklarını iddia ederken, bir yandan da kentli proletaryanın yabancılarla birlikte çalışmak istediğini söyleyerek, farklı gruplar arasındaki düşmanca ilişkileri körüklüyor. Ancak bu türden manipülasyona esas yakıtı, kentsel ve kırsal gelirler arasında, şimdi 3.3’e 1 olan ve “Birleşik Devletler’deki benzer ölçüleri aşarak dünyanın en yüksek” oranı haline gelen, giderek büyüyen gelir uçurum sağlıyor. (New York Times, 12 Nisan 2006) Bu bölünmelerin ne kadar keskin olduğu 2001 yılında büyük çatışmaların yaşandığı Zhengzhou Elektrikli İletim Aygıtı Fabrikası’nda çalışan işçilerin tecrübeleriyle birlikte açıklık kazandı. İşletmenin satılıp parçalandığı bu bölgede, polis protestocuları gece vakti tutukladı ve makineleri hırsızlar gibi parçalayarak alıp götürdü. Yanlarında malzemeyi taşımak için günde 50 Yuan’a çalışan köylüler de getirmişlerdi. Bu da uzun süreli bir mücadeleye neden oldu. Kent yönetimine karşı, kirli işlerini yaptırmak üzere polisi kullanmalarından doğan tepkilerden kaçınmak üzere köylüleri hırsız gibi kiraladılar: onlar da kasklar giyip, işçileri alt etmek için silah kullandı. Otuz kamyonla beş yüz köylü grev kırıcısı getirilmişti ki, bu da, Zhengzhou’da olup bitenlerin bir örneğidir. Eylemcilerden birisi fabrikadaki işçilerin çan çalmasıyla birlikte “herkesin dışarıya çıktığını” ve 24 Temmuz 2001’de köylülerle dört saatlik bir çatışmanın yaşandığını söylüyor. Diğer fabrikalardan çıkarak yardıma gelen işçilerin de katkısıyla o gün, işçiler galip gelmiş. Sekiz işçinin tutuklanıp mülke zarar vermekle itham edilmesine karşın, hukuksal yardım da almışlar ve kapitalistler yine kaybetmiş. İşçilerden birisinin, reform öncesi dönemdeki haklarına gönderme yaparak söylediği üzere, “yasalarımız, Mao’nun yasaları” uygulanmış; “öylesine çok insan vardı ki hükümet korktu.” Halkın eyleminin boyutları yetkilileri duraksatmış, fakat işçiler, kapitalistlerden gelen basınç altında, bu sefer mahkemeleri de aşabilmek için kamu güvenlik polisi kullanılmak suretiyle yeniden tutuklanmışlar ve köylülerle on gün süren bir kavga yaşanmış. Bu şekilde, işçileri fabrikadan çıkarmak için köylü zorbaları kullanmışlar ve her şeyi satıp savarak 5.600 insanı işten çıkartmışlar. Sonra işçi konutları dâhil tüm binaları yıkmış ve araziyi buraya bir mağaza ve lüks evler inşa eden özel bir gelişimciye vermişler. Şimdi herkes işi ve evi olmadığı için mücadeleye devam etmeye çekiniyormuş. Polis bazen üniformalarını çıkartarak ve kapitalist mülk sahiplerini, bıçak bile kullanarak koruyan çeteler gibi davranarak, işçileri korkutmayı sürdürüyormuş. Bir çömlek tesisinde, çetelerden birisi, bir işçi liderini öldüresiye dövmüş, ama yetkililer buna göz yummuşlar ve daha sonra yapılan şikâyetleri de dikkate almamışlar. Polis ve diğer hükümet organları, bu biçimde, devlete ait işletmelerde çalışanlara doğrudan doğruya saldırıp onları baskıya maruz bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda emekçi sınıfların çeşitli katmanlarını birbirlerine karşı da kışkırtıyor. Bu tür deneyimler, birlik ihtiyacına karşın, zaten varolmakta olan önyargı ve bölünmelerin aşılmasını son derece zorlaştırıyor. Elektrik cihazları şirketinden bir işçi eylemcinin söylediği gibi, “köylüler ve işçiler tek bir aile olmalılar; onlarla savaşmak durumunda kaldık, fakat birlikte çalışmalıyız.” Karşıt taraflarda yer alanlar kısa vadeli çıkarları uğruna hareket ediyorlar. İşletmede, polis şefi bile yaptıklarını aslında hiç de yapmak istemediğini, fakat baskı altında olduğunu söyledi. İşçilerden birisi ona “tıpkı köpek gibi” demiş. Şöyle yanıtlıyor, “Evet, ama bugün ben seni ısırmazsam, onlar benim derimi yüzerler.” Devlete ait işletmelerin özelleştirilmiş gelişim şirketleriyle yer değiştirmesi, bölünmeleri katmerlendiriyor. Bölgede inşa edilen yeni fabrikalar her ne olursa olsun, işçileri çok düşük ücretlerle ve hiçbir barınma ya da yan ödeme sağlamaksızın kırdan istihdam ediyorlar. Üstelik işçilerden birisinin ortaya koyduğu gibi, Birleşik Devletler’den farklı olarak, Çin’deki devlete ait işletmelerden atılanlar, bu işler için, ucuz oldukları ve kolaylıkla kontrol edildikleri için köylülerin kullanılması yüzünden, hizmet sektöründe bile iş bulamıyorlar. Bu durumda, birlikte çalışma arzusuna karşın, bu tür koşullar, emekçi sınıfların çeşitli katmanları arasında kaçınılmaz olarak düşmanlıklara neden oluyor.
Bu türden bölünmelere ve çelişkilere karşın, kentli işçilerin geniş katmanları arasında daha yüksek bir birlik düzeyi yaratmaya ve kendileriyle, gerek tarlalarında kalmış, gerekse kentlere göç etmiş olan köylüler arasında daha yakın bağlar inşa etmeye yönelik çabalar yaygınlaşıyor. Zhengzhou Kağıt, Tekstil ve Elektrikli İletim Ekipman Tesisleri’ndeki gösterilerle, bu kentte 1997 yılında 13 bin taksi şoförünün gerçekleştirdiği grev, birçok işletme ve sektörde bulunan on binlerce işçi gibi, cemaat üyelerinin de, özelleştirmelere, iş ya da ödenek kayıplarına ya da yüksek vergilerle cezalara karşı çıkanlara destek verdiğini gösteriyor. Yine de, Çin genelinde daha yaygın olan görüntü, tek tek fabrikalarda çalışanların işverenleri ve onlarla bağlantılı hükümet yetkilileriyle kendi başlarına karşı karşıya gelmeleri biçiminde. Demiryolu raylarına yatmak ve otoyolları kesmek ya da büroları kuşatmak ve işgal etmek ve diğer hallerde kentin alışık olduğu ticareti durdurmak gibi eylemleri kapsayabilen bu çatışmalar, genellikle, durumdan etkilenmiş olan işçilere bir defalık küçük bir ödeme yapılmasıyla sonuçlanıyor ki, bu da onlara hiçbir biçimde uzun vadeli destek sağlamıyor fakat acil taleplerinin bir parça yardım karşılığında pasifize edilmesi için yeterli oluyor. Zhengzhou’daki farklı işletmelerde bulunan işçiler, çoğu örnekte özelleştirme, işsizlik ve hizmetlerle güvencelerin yitiminden oluşan toplam süreci durdurmakta yetersiz kalan bu göreceli olarak yalıtılmış mücadele biçimini aşma girişiminin bir parçası olarak, birbirleriyle bağlar kurmaya başlıyorlar. Devlete ait çoğu işletmenin, arkalarında 100 bin işsiz bırakarak kapandığı Kaifeng’de de işçiler, başarılı olabilmek için daha fazla birlik ihtiyacının mevcut olduğunu ifade ettiler. Daha yakın zaman önce, işlerini çoktan kaybetmiş olan birçoklarıyla hala istihdam edilmekte olan az sayıdaki işçinin de aralarında bulunduğu, farklı tesislerden işçiler biraraya gelmeye başlayarak, her bir işletmenin temsilcileriyle toplantılar düzenlemeye ve her bir tesisin üyelerinin katıldığı ortak protestolar örgütlemeye koyulmuşlar. Orada konuştuğumuz eylemciler kentteki tüm fabrikalardan işçilerin katılımıyla o yılın daha geç bir tarihinde büyük bir gösteri yapmayı planlıyorlardı. Fakat bu tür birleşik eylemlerin geleceği belirsiz. Bazılarının “reformlar”la hükümeti daha fazla desteklediği, bazılarınınsa sosyalist perspektife inandığı kent proletaryası saflarındaki ekonomik, kuşaksal ve hatta siyasal bölünmeler varlığını koruyor. Ziyaret ettiğimiz bir işçi sınıfı mahallesinin tam ortasındaki bir Zhengzhou Parkı bile, fiziksel olarak sağcı ve solcu, işçi ve emekli gruplaşmaları arasında bölünmüş durumdaydı; sağcı gruplar, özellikle gündüz saatlerinde belirli alanlarda hakim olurken, diğerleri, özellikle geceleri başka bölümlerde egemendiler. Oraya her gün rahatlamak üzere gelen birçoklarıyla konuşmak üzere kısa bir mola verdiğimizde tanık olduğumuz gibi, tartışmalar oldukça hararetlenebiliyor ve hatta, zaman zaman tehdit edici hale gelebiliyordu. İşçilerle köylüler arasındaki birliğin geleceği açısından da benzer bir durum var ki, göçmenler burada bir tür aracı rolü üstleniyorlar. Biraraya gelme arzusu var, fakat hem yaşam koşulları hem de hükümetten gördükleri muamele biçimleri arasındaki farklılıklar bu tür yüksek birleşme düzeyleri aleyhine işliyor. Reformlar altında, servetin kısmi bir dirilişi de söz konusu. Hem kentlerde hem de kırda konuştuğumuz kişiler, bugün, Mao döneminin sosyalist evresindeki durumla keskin bir tezatlık içinde bazı köylülerin gerçekten de kentli işçilerden çok daha iyi durumda olduklarını belirttiler. Hala yoksul ve yaşam mücadelesi veriyor olabilirlerdi; en yoksullaşmış köylü aileler en kötü durumda olanlardı, fakat en azından üzerinde biraz yiyecek yetiştirebilecekleri bir parça toprağa sahiptiler. En yoksul göçmenler bile kentteki işleri çok kötü gittiği zaman köye geri dönebilirlerdi. Ancak, vasıfsız kentli işçiler, özellikle de işten atılmış olanlar bakımından, gerçekten de kaybedecek hiçbir şey yoktu; bir kez daha, üretim araçlarına olan tüm erişimlerini yitirmişler ve bir tür dış destek olmaksızın gerçekten de açlıktan ölmeye terk edilmiş olan klasik proleter durumuna indirgenmişlerdi. Hasta bir anne babaları ya da hatta okul ücretlerinin ödenmesi gerekli olan bir çocukları bulunduğunda, durumları oldukça umutsuz bir hal alabiliyordu. Sadece biraz daha vasıflı olanlar ya da bir tür küçük ticarete başlayabilenler toprakları olan köylülerle bir ölçüde eşit koşullara sahip olabiliyorlardı. Sonuç olarak, bu iki sınıfın eylemlerinin birliğini sağlamak da zorlaşıyor. Sık sık, protestolar ve gösteriler neredeyse aynı anda hem kentlerde hem de bu kentlerin çevresindeki köylerde gerçekleşiyor. Orada olduğumuz kısa süre içinde bile Zhengzhou ve Kaifeng’in içinde ve çevresinde bu tür paralel olaylara tanık olduk. Bu ikinci kentte, köylüler aynı gün, yol yapımı yüzünden toprak konusunda kandırılmış oldukları için, hükümet binalarına zarar verdikleri ve otoyolları kestikleri hemen yakınlardaki bir ilçede protestolar gerçekleştirirken; ya da işçilerden birisinin söylediği gibi ayaklanıp “kötü işler” yaparken, tek bir fabrikadaki yirmi işçi de tutuklanmıştı. Ama bu gerçekten de eş zamanlı biçimde gerçekleşen olaylar arasında hiçbir bağlantı yoktu ve henüz hiçbir ortak işçi ve köylü protestosu gerçekleşmemişti.Üstelik, devletin bu iki sınıfın gösterileri karşısındaki tepki gösterme biçimlerinde bile farklılıklar var. Kentli işçiler yerel yetkililer tarafından özellikle güçlü bir baskıyla karşı karşıya bırakılıyorlar, çünkü mücadeleleri kamuoyu açısından daha görünür durumda, kentteki güç merkezlerini rahatsız ediyor ve reformların, yani işletmelerin özelleştirilmesi ve yeni kapitalist sınıfın oluşturulması sürecinin tam kalbine doğrudan doğruya meydan okuyor. İşçilerden birisinin söylediği gibi, kendisi ve onun gibiler son derece öfkeliler ve “biraraya gelip ‘isyan’ etmek zorundalar; ama Amerika’dakinden farklı olarak bu durum hakkında tek bir şey bile söylememek durumunda kalıyorlar.” Yine de, “ölmekten korkmuyorlar, çünkü hiçbir şeyleri yok”; ve bu yüzden de mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Büyük ölçekli işçi eylemleri, bazen yerel zaferler elde ederek, fakat çoğunlukla liderlerinin tutuklanması ve hapsedilmesiyle sona ererek, ülke çapında yaygınlaşıyor. Tersine, en azından kağıt üzerinde, kırsal koşulların iyileştirilmesi şimdi resmi hükümet politikası halindeyken, köylü protestolarının bastırılması daha da zalimce olabiliyor, çünkü bunlar, eylemlerin kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde büyük olmaması halinde, büyük ölçüde görünmez durumdaki eylemler; tıpkı 2005 Aralık ayında, bir enerji tesisi için el konulan topraklar için verilen yetersiz tazminatları protesto ederken, Guangdong eyaletindeki Dongzhou’da öldürülen yirmi köylü örneğinde olduğu gibi. Bu bölünmelere ve engellere karşın, kentlerdeki ve kırdaki emekçi sınıfların, köylüler giderek daha fazla öfkelenirken ve yaşam koşulları kentli işçilerin koşullarıyla daha fazla benzeşirken ve göçmenler yaşlanır ve giderek kötüleşen bir durumla karşı karşıya kalırken, yakında birbirleriyle bağlar kurmanın yollarını bulabilecekleri yönünde bir duygu da mevcut. Tüm emekçi sınıfların örgütlenmesine yardımcı olan eylemciler birleşme eğilimini güçlendirmeye çalışıyorlar, fakat bu, aralarındaki uçurumu kapatmaya henüz başlamış olan, uzun ve zorlu bir süreç.
Solun Geri Dönüşü
Bu türden yüksek birlik düzeyleri yakalanması ihtimali köylüler, göçmenler ve kentli emekçi sınıflar arasında Çin’deki sosyalizm mücadelesinin derin tecrübelerine ve Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin bilgisine sahip olanların var olmasıyla birlikte pekişiyor. Bu tarihsel miras bugün Çin solunun geri dönüşü açısından temel bir öneme sahip. Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız’ın ortaya koyduğu gibi, “iki çizgi mücadelesi” kavrayışı, devrimin sosyalizmi ile bugünün kapitalizmi arasındaki açık seçik ayrıştırma, şimdi esas olarak aydınlardan değil, temelde emekçi sınıfların kendi saflarından kökleniyor.
Bu kavrayış özellikle, çürüme karşıtı bir biçim alıyor; ancak bu, o da işin bir parçası olmakla birlikte, sadece dar anlamda mali yolsuzluklara ve rüşvete karşı çıkmaktan ibaret değil, fakat devlet ve parti yetkilileri, işletme yöneticileri ve girişimciler ittifakının, üretim araçlarını bütünüyle, yeni ortaya çıkan kapitalistlerin özel mülkü haline dönüştürmesini engellemeye ve işçilerle köylüler tarafından devrimci dönemde elde edilmiş olan sosyalist kazanımları geri döndürmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçası. Devrimin teorisi, ruhu ve pratiği, özellikle komünist hareketin 1920’ler kadar eski bir tarihe uzanan merkezleri olan Zhengzhou ve diğer bölgelerdeki eylemciler tarafından canlı tutuluyor. Bu kentte, 1971’de inşa edilmiş olan çifte pagoda benzeri bir kule, kentin ana kavşağında, 1923 yılında bölgesel savaş ağaları tarafından zalimce inşa edilen Pekin-Hankou demiryolunda komünistlerin önderliği altında yapılan bir genel grevde öldürülen yüzden fazla işçinin anısına bekçilik yapıyor. Mao döneminin mirası burada bugün de canlı tutuluyor ve çizgi mücadelesinin başını çeken işçi bilinci düzeyi çok yüksek. Bu kentteki işçilerle yaptığımız tartışmalardan çıkan daha çarpıcı olguysa, çalışmaya alışmış oldukları fabrikalarda hissettikleri yetki duygusuydu. İşçi sınıfının devlete ait işletmelerdeki sosyal mülkiyet ve katılım haklarının sınırları her ne olursa olsun, (ki bu hakların Deng’ci reform el koyuşlarına karşı birer sigorta olarak yetersiz oldukları kanıtlandı) işçilerin bu tesisleri güçlü bir biçimde ve bir tür temel anlamda “kendilerinin” gibi hissettiklerine dair hiçbir kuşku yok. Aralarından birisinin açıkladığı gibi, elektrikli iletim cihazları fabrikası “işçilerin alın teriyle inşa edildi” ve onlar da fabrikanın kapitalistler tarafından satın alınıp özelleştirilmesini istemiyorlar. Fabrika tüm ulusa aitti ve tüm işçi sınıfının kolektif ekonomik birikiminin parçasıydı. Mao döneminde, işçilerin fabrikalar üzerinde bir parça kontrolleri de vardı, “fikirlerini ileri sürüyorlardı ve sözleri de dinleniyordu”. Bu durum Kültür Devrimi sırasında zirvesine ulaştı. O zaman “önder onlardı, işçi sınıfı o dönemde kendisini temsil ediyordu”; ama şimdi kimse onları dinlemiyor ve hiçbir güçleri yok. Yeniden ve yeniden, bu işçiler ömür boyu süren çalışma üzerine bina edilen kolektif mülkiyetlerinin etkin biçimde çalınmasının ve önceden icra ettikleri tüm katılım haklarından yoksun kılınmalarının sonucu olarak yitip giden yetki duygularından söz ediyorlar. Bu kavrayışı daha teorik bir bağlama yerleştiren bir Zhengzhou işçisi, mevcut “bürokratik sermaye” sisteminin ekonominin bir sorunu değil, siyasal bir sorun olduğunu söylüyor; ki bu tam da Lenin’in Ne Yapmalı kitabından fırlayıp gelebilecek bir çözümleme. “Yüzeyde ekonomikmiş gibi görünüyor, ama aslında kapitalizmle sosyalizm arasındaki bir mücadele”, temelde siyasal bir sorun. Diyor ki Çin, “asla sosyalizmi yaşamamış olan Birleşik Devletler gibi değildir. Yaşlı işçiler bu tarihsel bağlamı anlıyorlar. Çoğu Mao dönemini ve Kültür Devrimi’ni yaşadılar. Mao Zedung Düşüncesi’ni tecrübe ettiler ve onların kuşağı Çin’i yeniden ‘Mao’nun Yolu’na sokmak istiyor. Bu da sosyalist yolu korumaya yönelik uluslararası mücadelenin bir parçasıdır.” Bu işçi Çin işçi sınıfının mücadelesinin ve yeniden sosyalizm yoluna geri dönülmesinin bu mücadele açısından neden önemli olduğunun Batı’da daha iyi anlaşılmış olmasını isterdi. Bu uzun bir mücadele. Umuyor ki Çin’deki işçiler, sonunda kazanacakları bu yola doğru yavaş yavaş hareket etsinler. Ama mevcut hareketin yakın zamanda daha yüksek bir düzeye ulaşmaması halinde, genç işçilerin onu yalnızca “daha iyi koşullar“ uğruna verilen bir ekonomik mücadele olarak görecekleri konusunda da uyarıda bulunuyor. Bu da anti-sosyalist reform döneminin ve Deng Xiaoping’in söylemlerinin mirası; şöyle ki, “zenginleşmek muhteşemdir”. Bunlar genç işçilerin kavrayışını mahvediyor. “Çoğu toplanıp böyle tartışmalar yapmaktan bile korkuyorlar”; bu türden duyarlılıkların yaşlı işçiler tarafından birden çok kez ifade edildiğini duyuyoruz. Hala sosyalizm mücadelesine sadık kalanların devrimin mirasını canlı tutmak ve onu yeni kuşaklara devretmek üzere, sadece ekonomik ve politik biçimleri değil, kültürel biçimleri de kullanarak, bilinçlerini ve deneyimlerini aktarmanın başka yollarını bulmuş olmaları, kısmen bu nedenden kaynaklanıyor. Zhengzhou’daki bir işçi sınıfı semtinin tam ortasında ziyaret ettiğimiz bir park köşesinde, işçiler ve aileleri her gece eski devrimci şarkıları söylemek üzere biraraya geliyorlar. Bizim de orada bulunduğumuz hafta içi akşamlarda, yaşlı emeklilerden gençlere ve hatta genç çocuklara varana dek yüzden çok kişi, dinamik bir şefin yönettiği, bir grup müzisyenin eşlik ettiği çok coşkulu bir koroda yer alıyor. Hafta sonlarında, “daha da çok sayıda kişinin”, belki bin ya da daha fazlasının katıldığı da söyleniyor. Bizi parka götüren işçilerden birisinin de ortaya koyduğu gibi, “Bu şarkıların politik anlamı Komünist Partisine; onun dönüşmüş olduğu şeye karşı muhalefetimizi göstermek ve Mao’yu onunla kapışmak ve bilinç yükseltmek için kullanmaktır.”
Bu aynı tarihsel ruh kentteki pratik mücadelelere de gölgesini düşürüyor. Kağıt fabrikası grevi 2000 yılında başladığında; ki bu grev hala bu bölgedeki özelleştirmelere karşı direnişin “modeli” durumunda, bir eylemciye göre işçiler, işletme yöneticilerini dışarı atarken, fabrikaya el koyarken, cihazların çıkartılmasını engellerken ve işçi denetimini kurumsallaştırırken, “Kültür Devrimi” yöntemlerini kullandılar. Birçok çalkantının ardından, tesisin bazı bölümleri hala işçilerin ellerinde bulunuyor, fakat sadece piyasa ekonomisi içinde hayatta kalma mücadelesi vermekle kalmıyor, aynı zamanda kendisini ekonomik bakımdan yıkmaya yönelik resmi girişimlerle de mücadele ediyor. Liderlerinin açıkladığına göre, hapse atıldıktan sonra, bu özgün mücadele biçimini benimsemişler, “çünkü Paris Komünü’nün ilkeleri sonsuza kadar yaşayacaktır.” Benzer bir solcu tarihsel perspektif, sloganlarından birisi “İşçiler çalışmak ve yaşamak istiyor” olan, ama aynı zamanda “Sürekli olarak Mao Zedung Düşüncesi’ni takip et” yazılı bir pankart da asmış olan elektrik cihazları tesisi mücadelesinde de görülebiliyor. İşçiler tarafından yürütülen diğer eylemler daha da açıkça politik biçimlere bürünebiliyor. Kağıt fabrikasının ele geçirilmesiyle aynı yıl, Mao’nun ölüm yıldönümü etkinlikleri de başladı. 2001 yılında bu biraraya geliş, on binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşti; etrafları 10 bin polis tarafından sarılmıştı ve büyük bir grevle çatışma yaşandı. Bugün, işçilerin kentteki son Mao heykelinin bulunduğu küçük alana, ne ölüm ne de doğum tarihlerinde gitmesine izin veriliyor. Fakat yine de gidiyor ve polisle çatışıyorlar. 9 Eylül 2004’de, işçi eylemci Zhang Zhengyao’nun, Komünist Partisi ile hükümeti, emekçi sınıfların çıkarlarına ihanet etmekle ve yaygın çürümeye katılmakla suçlayan bir bildiri dağıttığı yer de burası. Bildirisi aynı zamanda Çin’deki kapitalist restorasyonu kınıyor ve Mao tarafından benimsenen “sosyalist yola” dönüş çağrısında bulunuyordu. Hem o hem de bildirinin diğer yazarı, Zhang Ruquan, polisin evlerini basmasının ardından tutuklandılar. Davaları kısa sürede, ülkenin her yerinden birçok solcunun, bu ikilinin 2004 Aralık ayında yapılan ve her birisinin üç yıl hapisle cezalandırılmasıyla sonuçlanan kapalı duruşmalarını, binanın dışında protesto etmek üzere Zhengzhou’ya gelmesiyle birlikte, Çin’in cause célèbre’i [ünlü davası; ç.n.] halini aldı. Bildirinin yazılmasına ve basılmasına yardımcı olan ve kendileri de polis tarafından taciz edilen Ge Liying ve Wang Zhanqing ile birlikte, bu eylemciler “Zhengzhou Dörtlüsü” olarak tanınmaya başladılar. Daha sonra Birleşik Devletler’de Başkan Hu Jintao ile Başbakan Wen Jiabao’ya gönderilmek üzere başlatılan ve salıverilmelerini talep eden bir dilekçe mektubu etkinliği, yaklaşık olarak yarısı Çin içinden atılmış olan imzalarla birlikte, iki yüzden fazla imza topladı. Bu, özellikle imzalayanlar açısından yarattığı potansiyel risk düşünüldüğünde, solcu işçilere verilen görülmemiş bir destek gösterisiydi, Çinli aydınlarla eylemcileri uluslararası destekçileriyle birleştirdi. Hükümet mektuba doğrudan yanıt vermemekle birlikte, Zhang Ruquan daha sonra, güya sağlık nedenleriyle hapisten salıverildi, ki bazı eylemciler bu durumun en azından kısmen, dilekçenin yarattığı baskının ve davalarıyla ilgili külliyetli bilgi ve çözümlemelerin zaman zaman sol web sitelerine gönderilmesi gibi durumla bağlantılı diğer dayanışma etkinliklerinin bir sonucu olduğuna inanıyorlar. Zhengzhou Dörtlüsü Çin’deki işçilerin kendilerine parti ve devlet tarafından dayatılan yeni koşulları pasifçe kabul etmeyi reddetmelerini, solcu ideolojinin ve etkinliklerin işçilerin safları arasındaki kalıcılığını ve bu işçilerin toplumdan ve hatta yurtdışından elde etmekte oldukları büyüyen desteği temsil ediyor. Fakat bu örnek aynı zamanda Çin solunun yenilenen gücünü olduğu kadar bölünmelerini de açığa çıkardı. Zhengzhou Dörtlüsü’nün dilekçe mektubunun imzalanmasında başı çekenler, temelde, dilekçeyi yaygın biçimde dağıtmak için interneti kullanan genç solcularken, bu gençler en azından başlarda, kendilerinden daha yaşlı ve önder durumunda olanların geride duranlarını eleştiriyorlardı. Genç kuşak açısından, sol bir kamusal duruş sergileyen işçilerle dayanışma göstermek, tam anlamıyla doğru bir çizginin benimsenmesi kaygısından daha baskın. Eski solcular içinse, ideolojiye ve siyasete dair eski bölünmeler ve mücadeleler genellikle ortak eylem birliğini engelliyor. Onların durumunda, şimdinin yeni koşullarıyla karşı karşıya gelmek üzere tarihsel çelişkileri bir kenara bırakmak çok daha zor.Bu farklı yaklaşımlar Çinli solcular arasında bulunabilen üç temel gruplaşmanın yaygın biçimde kabul edilen çözümlemesini de yansıtıyor: (1) Esas olarak partinin ve devletin safları arasından çıkan ve başlangıçta birçok örnekte Deng Xiaoping reformlarının en azından bazı parçalarını destekledikten sonra, bu politikaların kapitalist tabiatının giderek görünür hale gelmesiyle birlikte muhalefete yönelen “eski” sol; (2) Çin sosyalizminin Mao dönemindeki devrimci evresinin programlarına yönelik desteklerini aynen sürdürmekte olan ve popüler temellerini esas olarak işçiler ve köylüler arasında bulan “Maocular”; ve (3) tıpkı Batı’daki, özellikle de 1960’lardaki karşılığı gibi, temelde üniversitelerde ve yeni STK’larda odaklanmış olan genç kuşaktan oluşan, kalabalık bir Marksist, ama aynı zamanda geniş anlamda sosyolojik ve sosyal demokratik eğilimler yelpazesine açık olan, çoğunlukla “eski” solun saflarında olanlardan çok Mao’nun izleyicileri ile birleşmeye istekli olan “yeni” sol. Bu üç grup arasındaki çizgiler, yine de, hiçbir anlamda ne katı ne de karşılıklı olarak dışlayıcı. “Eski” solculara toplumun tümünde, hükümetin hem içinde hem de dışında rastlanabilirken, birçok “Maocu” ve hatta “yeni” solda yer alan bazıları da parti ve devlet içinde çalışıyor. Batıdaki benzer solcu kategorileriyle; özellikle de “yeni” solla çizilecek her türlü paralellik, buradaki mücadelenin tarihini yansıtan kendi özgün Çinli karakteristiklerine sahip olmaları nedeniyle, abartılmamalı. 2001 yılında, üst düzey liderliğin her yaz strateji planları yapmak için bir araya geldiği deniz kenarındaki bir kasaba olan Beidaihe’de, dört farklı politik eğilim tarafından, reformlar başlatıldıktan sonra yıllarca hapis yatan ve hala da eylemciliği sürdüren, Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız tarafından örgütlenen son derece alışılmadık bir toplantı düzenlendi. Reform politikalarının tümüne muhalefet edip etmeyecekleri hakkında bir fikir birliğine varamayacakları konusunda fikir birliğine varırken, Deng Xiaoping’i başlattığı yeniden kapitalizasyon derecesi bakımından eleştirmekte birleştiler. Daha yakınlarda ise, bazı etkili enstitü, üniversite ve organlardan gelen son derece yüksek bir kadro forumu, Pekin Üniversitesi başkanının oturum açılış konuşmasıyla birlikte, mevcut durumun Marksist bir çözümlemesini yapmak üzere biraraya geldi. Bu toplantının sürekli bir biraraya gelişe dönüştürülmesi umuluyordu. Bu toplantının arka planında bulunan eski parti üyesi, toplantının en azından bazı yüksek düzeyli destekler olmaksızın mümkün olamayacağını açıkladı. Zhengzhou’da, solcular ve bugün Çin’de, çoğunlukla Batı’daki muadilerinden çok daha radikal olan kimseleri de kapsar biçimde kullanılan bir terim olan “liberaller” tarafından başı çekilen benzer bir forum, geniş bir fikir yelpazesinde bulunanları bir araya getirerek, geçen on yıl hakkında görüşmek üzere toplandı. Ortak temelleri Çin toplumunun ve resmi politikalarının sahip olduğu mevcut yönelimin sürdürülebilir olmadığı yönündeki güçlü duyarlılıklarıydı. Yani, sahip oldukları farklı arka planlara ve yaklaşımlara karşın, partinin ve devlet organlarının hem içinde hem de dışında, “eski”, “Maocu” ve “yeni” olmak üzere kabaca her üç sol kategoriye de giren birçokları mevcut ve sadece fikirleri değil, aynı zamanda çeşitli forumları ve toplantıları da, birbirleriyle çakışıyor, birbirlerine nüfuz ediyor ve birbirlerini etkiliyor ve hatta kendi ideolojilerini paylaşmayanları da içine çekiyor. Yeni STK’lar içinde, yoksullaşan kırsal köylere okullar sunmak ve ana akım vakıflardan farklı bir işçi-köylü yönetimli toplumu teşvik etmek gibi pratik konular üzerinde çalışan, güçlü bir solcu temele sahip olanları da var. Solun bu geri dönüşü, emekçi sınıflar arasındaki popüler mücadelenin, Çin’deki sosyal krize ve onun mevcut politikalarda radikal bir dönüşüm gerçekleştirilmeksizin yalnızca derinleşebileceği yönündeki tehdidine gönderme yapmaktan kaçınılmasını artık imkansızlaştırmış olan, gitgide artan başarısını yansıtıyor. Bugün ne kadar uzak görülürse görülsün, Mao döneminin devrimci sosyalizminin yenilenmesi ihtimalini yeniden canlandırıyor.
Soldaki bu yeni açılımın çarpıcı bir örneği, Ekim 2004’de, “Mevcut Politik Manzara Hakkındaki Görüş ve Fikirlerimiz” ismini taşıyan ve “eski ÇKP üyeleri, kadroları, askeri personel ve aydınlar” grubu tarafından kaleme alınarak, Hu Jintao’ya gönderilen bir mektuptur. Zhengzhou Dörtlüsü’nün bildirisinden daha saygılı bir tona sahip olmakla ve ekonomik kazanımları açısından “reformlara” belirli bir pozitif itibar tanımakla birlikte, o beyanatın temalarıyla çok yakından paralellik göstermekte ve düzeltici eylem ve “kapitalist yol”dan sosyalist yola dönüş konusunda yaptığı çağrılarla birlikte, mevcut duruma yönelik eleştirisinde eşit biçimde militan bir nitelik taşımaktadır. Bu iki belge arasında herhangi bir doğrudan ilişki olup olmadığı açık değildir. Fakat Çin’deki solcular Zhengzhou Dörtlüsü’nü desteklemek için imza toplamayı sürdürdüler ve “yeni” solun bazı bölümlerinin davalarını kucaklamakta gösterdiği arzu ve bu türden “Maocu” etkinliklerin savunulması, “eski” solculara da, Hu’ya gönderilen mektup örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli eleştirileri yeniden ifade etme yolunu açtı. Eski devrimci mücadelelerin katılımcılarının partinin ve devletin mevcut politikalarına böylesine açıktan açığa karşı gelmek konusunda gösterdikleri bu isteklilik, ortaya çıkmakta olan yeni iklimin bir ölçüsü. 1999 kadar eski bir tarihte, eski solcularla yaptığımız tartışmalar, kendilerini, hakim reform atmosferi karşısında hala ne kadar sınırlandırılmış hissettiklerini açığa çıkartıyordu. Şimdi, açık ki, bu eski liderlerin ve benzer konumlardakilerin çoğu, kendi görüşlerini daha açıkça seslendirmek konusunda kendilerini daha “özgür” hissediyorlar. O halde, geçmişin bugünü bilgilendirmekte olması ve solun bazı kesimlerinin eylemlerinin diğerleri üzerinde de etkide bulunması yalnızca teoride değil pratikte de geçerli. Sayıları az olan ama bazen büyük bir etkide bulunan sınırlı birkaç örnekte, Mao döneminin sosyalist örgütlenme biçimleri, piyasa ekonomisinin yeni koşullarını karşılamak üzere muhakkak ki değişime uğramış bir biçimde olsa da, bugün de uygulanmaya devam ediyorlar. Yani şimdi bile kırsal köylerin, toplamda birkaç bini bulan yüzde biri; ki rakamlar ölçümü kimin yaptığına ve neyi ölçüt aldıklarına bağlı olarak değişiyor, komün döneminin kolektivizasyonunu asla tamamen terk etmemiş durumda. Deng reformlarını uygulamış olan birkaçı da, kırsal ekonomi açısından alternatifler sergileyen birer model haline gelerek, yeniden kolektifleştirilmiş üretime geri dönmüşler. Sosyalist dönemin hedeflerini ve yöntemlerini korumanın en etkili örneği, Zhengzhou’nun bir ya da birkaç saat uzağında yer alan Henan Eyaleti’nde bulunan “Maocu” bir kent olan Nanjiecun (Güney Sokağı Köyü) , ki yeniden kolektivizasyona 15-20 yıl önce başlamış, temelde ücretsiz barınma, sağlık bakımı ve eğitimle; hatta gençlerinin kolej masraflarını bile ödeyerek, tüm üyeleri için bir tür komün biçimi olarak işlemeye devam ediyor. Sosyalist dönemin, yöneticilerine vasıflı bir işçinin ücretinden daha fazla ödemede bulunmamak biçimindeki eşitlikçi pratiklerini de devam ettiriyorlar. Aralarında Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in de bulunduğu diğer devrimci liderlerle birlikte fotoğrafları ve deyişleri köyün her yerinde sergilenmekte olan Mao’nun politik hedeflerine olan sadakatini de sürdürüyorlar. Burada çok katlı barınma kompleksleri, her bir aile üyesine sağlanan ışıklı ve havalandırılmış dairelerle birlikte, tertemiz caddeler, gezi yolları ve bahçelerle çevrelenmiş durumda. Köy çekici bir okula ve bir çocuk bakım merkezine de sahip. Bu türden bir yerleşim, kentli zenginlerin yeni siteleri hariç, Çin’de gerçekten de eşsiz bir yer durumunda ve duvarları ve kapıları dışında rastlanabilen tipik kırsal çevreyle keskin biçimde çelişiyor. Ancak bu türden başarılara karşın, finansmanı için yabancı sermaye çektikçe ve çevre bölgelerden, onurlu ama kesinlikle daha az konforlu yatakhanelerde barındırılan köylüleri; yeni kapitalist ekonomiyle tam olarak bütünleşmiş olan kendi “kent işletmesinin” ana emek gücü olarak kullandıkça, Nanjiecun’daki pratiklerde de birçok çelişki ortaya çıkıyor. Köye yaptığımız ziyarette bize eşlik eden iki kişinin de içinde olduğu Zhengzhou’daki eylemcilere göre, yakın zaman önce, yeni ve alışılmış olmayan üretim alanlarına doğru aşırı genişlemeye bağlı olarak, ciddi mali zorluklarla yüz yüze gelmiş. Ancak, bir kapitalizm denizi ile çevrelenmiş olduğu ve hayatta kalabilmek için piyasa ekonomisi içinde rekabet etmek zorunda kaldığı bir durumda kaçınılmazlaşan bu türden sınırlamalara karşın, kırsal Çin açısından başka bir yolun mümkün olduğuna hala inanmakta olanlar için bir odak noktası olarak hizmet ediyor. Bazen tüm ülkeden tam bir otobüs dolusu köylü ya da işçiden oluşan delegasyonlar, köyün hem kolektivize üretimi hem de dağıtımı hayata geçirmeye nasıl devam ettiğini incelemek üzere günü birlik ziyarete geliyorlar. Henan eyalet yetkililerinin desteğini ve dolayısıyla korumasını da elde ediyorlar. Solcu eski parti üyelerinin Hu Jintao’ya gönderdikleri 2004 tarihli mektup, Nanjiecun’u, kırsal alanların bugün hala ihtiyacını duydukları bir model olarak işaret ediyordu. Ama Mao çağının mirasının çok etkili olmadığı yerde bile, bu çağın deneyimleri ve kavramları bugünün koşullarının sürekli olarak kendisiyle kıyaslandığı ve çözümlendiği arka planı oluşturuyorlar. 2004 yazında görünür hale gelen büyük bir gelişme, aile sorumluluğu çiftliklerinin küresel piyasa karşısında yaşadığı yalıtılma ve güvensizliği hafifletmeye yönelik bir çaba içinde, tarımsal kooperatifler oluşturmayı amaçlayan yeni hareket oldu. Bu kooperatifler temelde, örneğin kolektif gübre alımı sayesinde ve ürünleri için yaptıkları pazarlıklarda daha fazla güce sahip olmaları yoluyla, piyasada bir parça ölçek ekonomisi elde etmeyi olduğu kadar, üyelerine mali destek ve güvenlik sunmayı da hedefliyordu. Bu türden çabalar, köylülüğün bir bütün olarak karşı karşıya olduğu durumun tüm dar boğazlarını çözmeye başlamamış olsalar bile, reform döneminin bireyci, ya batarsın ya çıkarsın politikalarından önemli bir farklılaşma anlamına geliyor. Bunlar komünlere bir geri dönüş olmamakla ve en fazla bir tür yarı yeniden kolektivizasyonu temsil etmekle birlikte, yalnızca devrimden önceki daha eski kooperatif hareketlerinin deneyimlerine yaslanmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda, üyelerinin genellikle bilgi sahibi oldukları, Mao döneminden alınma kavramlara da yaslanıyorlar. Bu durumda, Jilin eyaletinin kuzey doğusunda bulunan Siping yakınlarında ziyaret ettiğimiz kooperatifin, kır ve kent sınıflarıyla ve onların bugünkü durumlarıyla ilgili son derece ayrıntılı bir çözümleme sunan başkanı, ya da ülkenin, sadece yerel açıdan değil, dünyanın geri kalanıyla ilişkisi açısından da, uzun ve derinlikli bir tartışmayı sosyalist bakış açısından sunan genç üyesi gibi kişilerle karşılaşmak olağan dışı bir durum değil. Çinli emekçi sınıflar demek ki kentli aydınlara gerçek çalışma ve sömürü dünyası hakkında öğretecek şeylere sahip olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda sosyalizmin pratikteki uygulamaları hakkında da daha deneyimliler. Ve birçok örnekte Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin temellerini kavrayışlarında ve uygulamalarında, bazı genç, daha eğitimli solculardan daha gelişkinler.
Aynı zamanda, toplumun hızla kutuplaşması yeni orta sınıf içinde yer alan birçoklarını, özgün mesleklerine ya da konumlarına bakmaksızın, işçilerin ve köylülerin karşı karşıya kaldıkları koşullara daha yakından benzeyen koşulların içine çekiyor, bu da onlar arasındaki birlik temelini güçlendiriyor ve solun yeniden dirilişi için kitlesel bir temelin yaratılmasına yardımcı oluyor. Kapitalist sistem kendi altını boşaltıyor ve hızla daha geniş yabancılaşmışlar grupları yaratıyor. Bugün, eski, devlete ait işletmelerdeki birçok Komünist Partisi kadrosu bile, bu işletmelerin özel yatırımcılara satılmasına yardımcı olmalarının ardından sonunda işten atılmış durumdalar. Yeni kapitalist sahipler tarafından işlerinde barındırılmadılar, ki bu durum da bir işçi tarafından “üzerinden geçtiğin köprüyü ateşe vermek” olarak adlandırılan bir koşul. Sonuç olarak, birçokları gibi şimdi işsizler de “piyasalaştırma”nın aslında ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorlar; bu durum “bilinçlerini yükseltiyor.” Kendi yaşam koşullarının değişmesinden kaynaklanan bu türden yeni kavrayışlar oldukça yaygın. Başlangıçta Deng’ci reformları desteklemiş olan kişilerle; örneğin Pekin’de konuştuğumuz ilerici akademisyen gibi kişilerle, şimdi Mao’ya geri dönüş yapan ve hatta Kültür Devrimi’nin kendisini yeniden inceleyen kişilerle ilgili birden fazla öykü duyduk. Bazı örneklerde, bu durum onların “kitlelerden öğrenmelerinin” doğrudan bir sonucu. Kırsal bölgelerde rastladığımız, etkili ama eskiden oldukça muhafazakar olan bir öğrencinin durumu da buydu, ki onun “dönüşü”, köylüleri ziyaret ettiğinde, asla Mao ile ilgili tek bir eleştiri cümlesi duymamışken, Deng’le ilgili birçok eleştiri duymuş olması, bu durumun da onu, geçmişe yönelik kendi yaklaşımlarını yeniden incelemeye zorlamasının sonucuydu. Ama bu türden yeniden değerlendirmeler kişisel deneylerden ibaret olmayan daha derin köklere sahip. Aralarında aydın seçkinlerin de olduğu birçokları için, reform çağının başından itibaren gövermiş olan ve piyasalaştırma ile özelleştirme için devlet ve parti propagandacıları tarafından ileri sürülen özgün Çinli karakteristikler de taşıyan rasyonellerden, esas olarak akademik çevrelerle STK çevrelerinde rastlanabilen Batılı liberal kavramlara dek uzanan çeşitli ideolojik eğilimlerin, Çin’de bugün olup bitmekte olanı açıklamakta yetersiz olduğu kanıtlanmış durumda. Hem eski bir Kızıl Muhafız’ın hem de genç bir eylemci aydının ayrı ayrı konuşmalarda ileri sürdüğü üzere, “başka her şeyi denedikten sonra”, başlangıçta reform politikalarını desteklemiş olan, ama şimdi neler olup bittiğini anlamaya başlayanlar, “bugünle başa çıkabilmek üzere iki çizgi mücadelesine ve Kültür Devrimi’ne geri dönmek durumundalar”, çünkü diğer yaklaşımları denemişler ve bunlar hiçbir açıklama sunmamış. Sadece birkaç yıl önce, Çin toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar, özgün ve bu durumda hala göreceli olarak kolaylıkla; örneğin bir “yolsuzluk karşıtı” kampanya yoluyla “halledilebilir” gibi görünürken, bugün bunların sistematik ve bölünemez oldukları, daha köklü bir dönüşümü gerekli kıldıkları, kapitalizmin ve küresel piyasanın yerine getirme yeteneğinde olmadığı ve devlet ile partinin, mevcut oluşumu itibarıyla çözümlemeyi başarma yeteneğinde bulunmadığı sorunlar oldukları konusunda giderek yükselen bir duyarlılık mevcut. Sonuç olarak, Mao’nun Kültür Devrimi sırasında kapitalist yola karşı ileri sürdüğü eleştiri bugün bir kez daha geçerli gibi görünüyor, çünkü ömrünün son yıllarında geliştirdiği bu fikirler, mevcut sistemin giderek derinleşen çelişkilerinin, ta köklerine kadar uzanan ve sadece pansuman yapmayı amaçlayan girişimlerden daha derin çözümlere işaret eden kapsamlı türden bir çözümlemesini sunmaya devam ediyor. Aydınlar arasında varolan birçok eski tabu bu durumda devrilmeye başlıyor. Birçok akademik ve seçkin arasında bulunan diğerleri açısından da hala büyük oranda ölümcül bir şey olarak kabul edilen Kültür Devrimi bile; ki bize söylendiğine göre bu devrime yönelik herhangi bir pozitif yaklaşımın ipucu tam bir yalıtılmışlığa ve mahvolmuş bir kariyere neden olabilir; bir kez daha bir tartışma ve yeniden inceleme konusu haline geliyor. Bu durum özellikle kendi tarihsel araştırmalarını yapan, uzun zamandır ihmal edilmiş olan malzemeyi kazıp çıkartan, o dönemde aktif olanlarla mülakatlar düzenleyen, bulgularını web’e gönderen ve bu dönemin olaylarıyla ilgili parti çizgisine başka yollarla meydan okuyan genç solcular arasında özellikle geçerli. Solun bu canlanan dirilişi ve işçi sınıfı mücadelesiyle olan bağlarının genişlemesi hakkında yüksek öneme sahip olan başka işaretler de var. 1999 yılında, çoğunlukla Çin’in MIT’si olarak gönderme yapılan Pekin’deki Qinghua Üniversitesi’nde, yakın zaman önce özellikle daha elit üniversitelerde ortaya çıkmış olan birkaç gruptan birisi olan küçük bir Marksist çalışma grubunda yer alan öğrencileri ziyaret etmiştik. O zamanlar etkin olmak için, kampuslarının dışına çıkmanın ve emekçi sınıflarla, 1989 Tiananmen öğrenci hareketinin başlangıçta yapamadığı türden bir bağlantı kurmanın bir yolunu bulmaları gerektiğini kendilerine hatırlatmıştım. En azından Pekin’deki bazı işçilerin, daha sonra, bu mücadeleye katılmış; ve karşılığında da bu hareketi sona erdiren katliamcı şiddet ve baskılardan paylarını almış olmalarına karşın, öğrencilerle emekçi sınıflar arasındaki uçurum köklü biçimde köprülenmemişti.
Örneğin kuzeydoğudaki Changchun da, ki burada aynı hareketin daha küçük bir versiyonu yaşandı, büyük First Auto tesisindeki işçiler üniversitelerinin dışına yürüyen öğrencilere katılmayı ret ettiler; bu da öğrencileri çok katı bir baskı ile yüz yüze kalmaya terk eden ve onları emekçi sınıflar karşısındaki yalıtılmışlıklarını yeniden değerlendirmeye yönelten acı bir deneyimdi. Sonunda, Çin tarihinde çok sık yaşandığı gibi, Tiananmen’deki hareketi ezmek üzere çevre eyaletlerden getirilenler, büyük ölçüde köylü ordusu oldu; ki bu da Pekin yakınlarına yerleştirilen birliklerin öğrencileri ezmeyi reddetmesi sonrasında yaşandı. O dönemin dersleri, şimdiki genç öğrenci kuşak arasında kaybolmuş değil ve 2004 yazı itibarıyla yaşanan değişim daha dramatik olamazdı. Bugün, önemli sayıdaki eylemci öğrenci üniversite kampuslarını emekçi sınıflarla ilişki kurmak, onların koşullarını incelemek, onlara yasal ve maddi destek sunmak, fabrikalarda ve tarlalarda yaşanmakta olan şeylerle ilgili raporları okullarına geri taşımak üzere terk ediyor. Kültür Devrimi’nden arta kalan ve hala Zhengzhou’da kilit bir eylemci olan birisi, öğrenci-işçi ilişkilerinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını açıkladı. 2000 kadar yakın bir tarihten itibaren, ülkenin önde gelen yüksek öğrenim kurumu olan Pekin Üniversitesi’ndeki Marksist çalışma grubundan gelen öğrenciler, bu kentteki fabrikaları ziyaret etmeye başlamışlar. 2001’den bu yana, Qinghua Üniversitesi’nden gelen öğrenci grupları her sene ziyarete başlamış. 2004’de, seksen kadar öğrenci yine bir başka önemli Pekin kampusundan Zhengzhou’ya gelmiş. Ulusal yetkililer bu büyüyen ilişkiler konusunda korku duyuyor ve cesaretini kırmaya çalışıyorlar. Kültür Devrimi’nde ülkeyi dolaşmak isteyen öğrencilere sunulan bedava tren seferleri ve diğer teşviklerin tersine, hükümet öğrenci delegasyonlarına bilet satmayı bile reddederek ya da Zhengzhou’ya girme haklarını ellerinden alarak, bugün bu akışı durdurmaya çalışıyor, ama yine de geliyorlar. Fabrikalara gidiyor ve hatta bazen bu kentteki mücadelenin ilk evrelerinde, tesislerin kapanmasının durdurulmasına yardımcı olmak üzere, buralarda yaşıyorlar. Bu hareket Zhnengzhou’da başladıktan sonra, kuzey doğuya ve ülkenin diğer bölgelerine da yayıldı. Aynı zamanda öğrencilerin benzer etkinlikler yürütmek, malzeme taşımak, ilişkiler kurmak, yasal destek sunmak ve genellikle birçok köylü eylemcinin hissettiği yalıtılmışlığı kırmak için köylere gittiği kırsal alanlara da yayıldı. Bugün Pekin Üniversitesi’nde ve daha birçok yüksek eğitim kurumunda, ismine karşın aynı zamanda birçok “kızı” da barındıran, Köylülerin Oğulları isimli bir örgüt, özel olarak bu amaçla oluşturulmuş durumda. 1999 yılında karşılaştığımız bir solcu eylemci, ki o zamanlar işçi sınıfının koşullarını doğrudan inceleme konusunda tamamen yalnızdı ve başkalarını da bunu yapmaya teşvik etmeye çalışıyordu, 2004 yılıyla birlikte öğrencilerin artık ciddi bir öz motivasyona sahip olduklarını, artık kendisi gibi kişilerin liderliğine ihtiyaç duymadıklarını anlattı. Şimdi, inisiyatif alanlar onlardı.
Bu hareket üniversite öğrencilerinin ana gövdesinin oluşumu ve koşulları tarafından hem güdüleniyor hem de kolaylaştırılıyor. Kolej kayıtlarının 1999’dan bu yana üç katına çıkmasıyla birlikte, çok sayıda öğrenci işçi sınıfı üyesi ailelerinden buralara geliyor ve birçokları eğitimlerini finanse etmekte ve mezuniyet sonrası iş bulmakta giderek artan zorluklarla karşılaşıyor. Bu sonuç birçok üniversite öğrencisi ile işçi ve köylüler arasındaki empati ve birlik temelini güçlendiriyor. Bugün Çin üniversiteleri Deng Xiaoping’in, Kültür Devrimi’ne bir tepki olarak, “kızıl” olmak yerine “uzman” olmaya vurgu yaptığı ve daha dışlayıcı giriş koşullarına geri dönülmesini zorladığı ilk reform yıllarında olduğundan daha kitlesel bir karakter taşıyor ve ayrıcalıklılara daha az mahsus bir yer durumunda. Sonuç olarak, solcu öğrenciler şimdi seçkin aydınlarla, fabrikalarda ve tarlalarda mücadele edenler; yani bugün daha yaygın biçimde kendi akrabaları ya da en azından içinden geldikleri sınıfların üyeleri olanlar arasındaki uçurumu köprülüyorlar. Bazı bakımlardan, bu durumda, Çin’deki mevcut aşama, Lenin’in, Marksist öğrencileri işçilerle ilişki kurmaları için fabrika semtlerine yönlendirdiği Rus Devrimi’nin ilk günlerini andırıyor. Elbette, şimdiki kritik fark, yalnızca öğrencilerden birçoğunun işçi ve köylü ailelerinden gelmeleri değil, bu genç Çinli solcuların, emekçi sınıflarla yeni bir ilişkinin nasıl kurulacağı konusunda kafa yormalarına karşın, üzerinde bir bina inşa edilecek, Mao liderliğindeki devrimci sosyalist deneyimin elli yılını arkalarında bulmaları. O dönemin kavramları, politikaları ve ilişkileri bugünün son derece farklı durumuna değiştirilmeksizin uygulanamaz ve uygulanmamalı da. Fakat bunlar solun kapitalist reformlar ve küresel piyasalaştırmanın şimdiki evresi karşısında emekçi sınıfların koşullarıyla yüz yüze gelirken yararlanabileceği geniş bir devrimci fikirler ve pratikler deposu olmaya devam ediyor. Solcu fikirler, yeni olmak bir yana, zaten çoktan işçi ve köylüler arasında derinden gömülü durumda. Yine de, bu eğilimleri abartmak ciddi bir hata olur. Çin solu kabul edilebilir bir güç olarak hala küçük, marjinalleştirilmiş ve emekçi sınıfların kendisi gibi birçok gruplaşmaya ve fraksiyona bölünmüş durumda. Küresel çapta solcuların durumunda olduğu gibi, bir zamanlar bildikleri dünyanın çöküşü ile yüzleşmek zorunda kalmışlar ve etrafında kendilerini örgütleyecekleri ve emekçi sınıfları harekete geçirebilecekleri tek bir birleştirici kavramlar kümesi bile mevcut olmaksızın yeni ilerleme yolları bulmaya çalışıyorlar. Bugün, Çin’de işin başını çekenler, büyük ölçüde, zaman zaman muazzam mücadeleler yürüten işçilerin ve köylülerin kendileri. Bunlar zaman zaman saflarındaki solcularca yönlendiriliyor olsalar da, şimdiye dek solun bir bütün olarak daha geniş, örgütlü bir hareketine pek rastlanmadı. Aralarında liberal reformist ve sosyal demokratik kavramların da bulunduğu yeni rakip ideolojiler de solculara karşı bir meydan okuma sunuyor. Birleşik Devletler’deki durumu tekrar eden bir gelişme seyri içinde, “sınıf” terimi bile bugün daha az kullanılıyor ve bunun yerine artık piyasadaki “zayıf sosyal gruplar” terimi konuluyor, bu arada sömürü kavramının kendisi de daha örtük bir hale geliyor. Bu eğilimler birçok kentli profesyonelin, siyasetleri ne olursa olsun yaşam tarzları tarafından pekiştiriliyor. Aralarında kendilerine solcu diyenlerin de bulunduğu bazı aydınlar, artık kentlerde iyi para kazanıyorlar ve koşulları, kendi deneyimleriyle kıyaslandığında oldukça farklı olan emekçi sınıflarla herhangi bir pratik bağdan yalıtılmış durumdalar. Kamusal konumlar kazanma ya da fikirlerini eyleme tercüme etmeye girişenler açısından, bu muhakkak sağ ya da sol üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, bastırma eylemi yaygın. Hükümetin harekete geçip geçmeyeceği daha çok kişinin kabul edilen çerçevenin dışına ne ölçüde çıkacağı ile ilgili bir sorun. Reformları destekleyen ve köylülerin bağımsız “yurttaşlara” dönüşmeleri için toprak özelleştirmelerini destekleyen bir göçmen örgütçü bile Pekin’de “insan haklarını” teşvik etmeye yönelik bir toplantı düzenlediği için gözaltına alınabiliyor. Tek parti yönetimini sona erdirmeye yönelik açıkça örgütlü herhangi bir girişim kimsenin ihlal edemeyeceği sınır çizgisini oluşturuyor ve kamusal etkinliğin tüm alanlarındaki devlet egemenliğinin altını oyacak gibi görünen her şey, kendi özgün politik içeriğinden bağımsız olarak, hızla sorun yaratabilir. Ancak, sol, yetkililer tarafından özel bir tehdit olarak görülüyor, çünkü onun hızla genişleyen işçi sınıfı mücadelesine daha örgütlü bir biçim kazandırma potansiyeli var. Bu bakımdan Çin İşçilerinin Websitesi’nin ve Tartışma Listeleri’nin kapatılması tipik bir durum. Bu, aynı türden diğer forumlardan farklı olarak, “işçilerin ve köylülerin bugünün Çin’inde sosyalizmi savunma mücadeleleri hakkında konuşmalarına olanak sağlayan ilk solcu yönetimli web sitesi”ydi. Bu sitede aralarında emekçi sınıfların aralarından gelenlerin de bulunduğu aydınlar, “işçilerle işçiler hakkında yapılan tartışmalara katıla”biliyorlardı (Stephen Philion, “An Interview with Yan Yuanzhang,” MRZine, http://mrzine.monthlyreview.org/philion130306.html) . Bu bağlantı parti ve devlet liderleri açısından özel bir tehlike oluşturuyor çünkü, Web sitesinin editoryal kolektifinin Pekin’deki bir üyesinin açıkladığı gibi, “bu hükümet sosyalizmi inşa etmiyor”. İşçilerin “Maocu dönemin Komünist Partisi ile bugünün partisini ayrıştırdıkları” temel de bu. Emekçi sınıfların bakış açısından, seslerinin kamusal alanda duyulması kritik bir önem taşıyor. “Bu sosyalist bir demokrasinin arzu edeceği türden bir şey, işçiler için kapitalizmin sunamayacağı türden bir demokrasiye sahip olmak”. Ama web sitesi, bunun yerine, emekçi sınıfların üyelerinin ödeyemeyecekleri kadar yüksek bir kayıt ücretinin dayatılması yoluyla kapatıldı. İşçiler ve köylüler, aydınların geniş kesimleri ve yeni orta sınıfın da saflarında, hem ekonomik hem de politik sistemlerde daha fazla şeffaflık ve kendilerini etkileyen kararlara daha fazla katılım payına sahip olmak yönünde çok geniş bir talep var. ABD tarzı sandıksal “demokrasi” hala yaygın bir çağrı gücünden yoksun olmakla birlikte, birçok insan demokratik haklar konusunda oldukça açıkça konuşuyor. Bunların bazıları için konuşma özgürlüğü temel hedef, diğerleri için muhalefet partileri. Birçok işçi şimdi “tek parti sisteminin nasıl işlemediği” hakkında dahi konuşuyor. Parti içinde bile, daha fazla açık tartışma yolları bulmak üzere forumlar gerçekleşiyor ve “sivil toplum” STK’ları, kadın hakları ve çevre gibi geniş bir konular yelpazesi içinde serpiliyor. Demokrasi yanlısı duygular yaygın ve hükümet bunları sadece bastırmakla yetinemeyeceğini biliyor. Bunun yerine bu meydan okumayı tedrici değişimi başlatarak karşılamaya çalışıyor. Ama bu alandaki resmi reform siyasetleri; köy yönetimlerinin seçimi gibi siyasetler, yüzeysel bir demokratikleşmeye karşın, emekçi sınıflar tarafından genellikle alaycılıkla karşılanıyor; çünkü bunlar genelde sadece tepeden yapılan parti atamalarını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Burada, birçok başka alanda da olduğu gibi, sosyalist dönemin hatıraları ve özellikle de işçilerin ve köylülerin kendi fabrikalarının ve tarlalarının ve hatta Kültür Devrimi sırasında üniversitelerinin ve yerel hükümetlerinin yönetimine katılımları, hala bir çıta olarak hizmet ediyor ve bugün bu türden tüm hakların yok olmasıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Bir işçinin söylediği gibi, “Demokratik reformlar şu ana kadar hükümet tarafından uygulandıkları biçimiyle, Mao devrimini tepe üstü çevirdi ve işçilerin hayatını da alt üst etti; bunlar işçi sınıfının bir tür geriletilmesi ve tabi kılınması yolu”. Politik reformasyona yönelik kabul edilebilir bir yaklaşımın anahtarı, bu durumda, solcu işçi ve köylü denetimi kavramlarının şimdi küresel ilerici gündemin bir parçasını oluşturan katılımcı demokrasi ile bir kez daha bir araya getirilmesinin bir yolunu bulmak olacaktır. Bu arayış çoktan başladı. Eski devrimciler tarafından Hu Jintao’ya gönderilen 2004 tarihli mektupta, temel taleplerden birisi aşağıdan kitle mücadelelerinin iktidarın kötüye kullanımını kontrol etmenin bir aracı olarak canlandırılması ve emekçi sınıfların kendilerine demokratik bir sistemin parçası olarak parti ve devlet işleyişi içinde doğrudan bir rol verilmesiydi. Birleşik bir hareket inşa edilmesinin ve bu tür devrimci değişimlerin gerçekleştirilmesinin önündeki engeller, yine de, bugün diğer yerlerde olduğu gibi Çin’de de devasa boyutlarda. Yaşlı işçiler ve köylüler, geçmişten edindikleri mirasa karşın, sosyalizm uğruna verilen mücadelenin yeni bir evresinin yakında yakalanamaması halinde, devrimci dönemin hafızasının son bulmasından ve genç kuşaktakilerin zenginleşme ve tüketim kültürüne katılma arzusundan başka bir şeyin bilincinde olmayıp, başka bir şeyin peşinde koşmayacaklarından korkuyorlar. Bu durumda, köklü değişim ihtiyacıyla karşı karşıya kalmaları halinde ve anında, her şeye ilk baştan yeniden başlamak durumunda kalacaklar. Fakat Çinliler bunun önceden mevcut olmasının, önceden yapılmış olmasının avantajından yararlanıyorlar. Çin, öngörülebilir gelecekte hala yenilenmiş bir sosyalist devrime hızla ilerleme olanağına sahip, ki bu da bir kez daha dünyayı sarsan bir gelişme olabilir. Bu, elbette, Çin’de yakın gelecekte gerçekleşebilecek olan birçok olası senaryodan sadece bir tanesi. Sınıf yapısının karmaşıklığı ve kutuplaşması Çin toplumunu, geniş bir yelpazedeki sonuçlar potansiyeli ile birlikte, çelişkili yönlere doğru çekiştiriyor. Bu da hem emekçi sınıfların kendi yaşam koşullarında hem de partinin ve devletin yeni meydan okumalar karşısındaki yanıtlarında yakın dönemde kaydedilen gelişmelerde belirginlik kazanıyor. En tepedeki iki yönetici, Hu Jintao ve Wen Jiabao, kırın daha fazla çalkantıya girmesine engel olmaya yönelik bir girişim içinde, oldukça dramatik etkileri olan kırsal politikada bir dizi değişiklikler başlattılar. Bunlar köylüler üzerindeki tarım vergilerinin ve birçoğu yasadışı olan çoğu yerel ödemenin kaldırılmasını içeriyor ki bunlar protestoların başlıca kaynaklarıydı. Kırsal alanlarda, küçük kent ve köylerdeki fabrikaları da içeren yatırımlar yapılması, özellikle eğitim ve sağlığa yatırım yapılması ve çevresel onarımı hedefleyen planlar da mevcut. Tarımsal malların daha lehte fiyatlandırılması ile birlikte, bu uyarlamalar birçok köylü ailesinin üzerindeki ekonomik basıncı önemli ölçüde hafifletti. Terimin anlamı hala açıklık kazanmamış olmakla ve sadece zaten başlatılmış olan kırsal politikalara sol tınılı bir etiket sağlamayı amaçlayan bir girişim olabilecek olmakla birlikte, Yeni Sosyalist Köyler’le ilgili resmi konuşmalar bile mevcut. Özellikle Çin yönetişiminin türe dair bir özelliği olan hiçbir şeyin yerel düzeyde uygulanmaması ve köy topraklarının birçok alanda hala denetim altına alınamayan çoğunlukla çürümüş yetkililerce, geliştirme amacıyla dur durak bilmeden satılması veri alındığında, açıklanmış olan reformlar içindeki reformların derinliği hala belli değil. Ancak, belirli bir etki çoktan belirginlik kazandı. Üç ya da dört yıl önceki durumun çarpıcı bir tezadı olarak, göçmenlerin, kısmen buradaki koşulların iyileşmesinden yararlanmak amacıyla, kısmen kıyı fabrikalarındaki katı sömürü karşısında giderek artan itiraz nedeniyle büyük sayılar halinde köylerine ya da en azından, evlerine daha yakın olan iç kentlere dönmeleriyle birlikte, kıyı bölgelerinin ihracat bölgeleri artan bir işçi kıtlığı yaşıyor. Bu tersine göç, birçokları artık eski tüfekler haline gelmiş olan ve gençlik yıllarında kendilerini ezip geçen koşulları artık daha fazla kabul etmeyecek olan göçmenlerin yükselen bilincinin, direnişinin ve öz örgütlenmesinin bir yansıması. Fabrikalar tarafından tercih edilen ve en aşırı sömürü koşullarıyla karşı karşıya kalan genç göçmen işçiler ve özellikle de yoksul köylü kadınlar bile, kıtlaşmaya başlıyor. Bu durum ihracat sanayilerini, yeterince büyük bir iş gücünü sömürmeye devam etme çabası içinde, ücretleri ve ödenekleri yükseltmeye zorlama konusunda olumlu bir etkide bulunurken, işverenlerin de, fabrikalarını Vietnam, Hindistan ve Bangladeş gibi daha da düşük maliyetli ülkelere kaydırarak, dibe doğru yarışı sürdürdüklerini gösteren işaretler var. Çin’in giderek bağlandığı küresel kapitalist piyasanın doğası veri alındığında, atılan her adım yeni bir çelişkiye yol açtığı için, mevcut sistemi tersine çevirmenin basit bir çözümü yok. İç pazar büyümekle birlikte, küresel rekabet gücündeki herhangi bir ciddi azalma ve bundan kaynaklanan bir ekonomik durgunluk; Çin liderlerinin uykularını kaçıran bu büyük korku, sadece Hu ve Wen’in giriştikleri, “sosyal eşitlik” üzerindeki yeni vurgunun da içinde olduğu, politik revizyonları sürdürme yeteneğinin altını boşaltmakla kalmayacak, aynı zamanda kitlesel ölçekte bir düzensizliği de tetikleyecektir. Kapitalist piyasalaşmanın bu tür çelişkileri çözme konusundaki yeteneksizliği sola yeni bir güç kazandırmaya devam etmektedir. Bu yeni etkinin çarpıcı bir örneği 2006 Mart’ında belirginlik kazanmıştır. On yıldır belki de ilk kez, Ulusal Halk Kongresi, Komünist Parti tarafından yönetilen yasama organı, birçoklarının Çin’in hızlı ekonomik gelişmeye uzun vadeli geçişiyle birlikte gömülmüş olduğunu varsaydıkları sosyalizm ve kapitalizm hakkındaki ideolojik tartışmalarla tüketildi. Tartışma, hükümeti oy çokluğuyla geçmesi beklenen mülkiyet haklarını koruyan bir yasa taslağını geri çekmeye zorladı ve küçük ama etkili bir sosyalist eğilimli düşünürler ve politika danışmanları grubunun yeniden ortaya çıkan etkisini açığa çıkardı. Bu eski kafalı solcu düşünürler, Çin’in büyüyen gelir uçurumunu ve artan sosyal rahatsızlıklarını, ülkenin özel servet ve pazarlar tarafından sürüklenen ekonomik kalkınma yönündeki uzun vadeli arayışı olarak gördükleri durumla ilgili kuşkular yaratmak üzere kullandılar... Bu saldırıyı eski bir çağa geri dönülmesi olarak kavramayı başaramayanlar zenginle yoksul arasındaki çarpıcı farklılıkların, yaygın çürümenin, emek suistimallerinin ve toprak el koymalarının Çin’in resmi ideolojisinin ne kadar uzağına düştüğünü gösteren gündelik hatırlatma notları sunduğu bir ülkede sosyalist fikirlere yönelik sürekli çağrıları da küçümsüyorlar (New York Times, 12 Mart 2006) . Mülkiyet yasası muhtemelen uzun vadede bir biçimde geçirilecek olsa da, “eğitim ve sağlık bakımında piyasaya daha yaygın bir rol verilmesi” önerileri ve hatta toprağın özelleştirilmesi yönündeki daha radikal çağrılar en azından şimdilik engellendi. Üst düzey liderlik bile yüzünü yüzeysel de bir kez daha; hükümetin ve Komünist Parti’nin kapitalist pratiklerine karşın, teorik temelini oluşturmayı sürdüren sosyalizm yönüne dönmek zorunda hissetti. Mr. Hu 2002 yılında iktidara gelmesinden bu yana aynı zamanda Marksizm’i pohpohlayarak, Mao’yu överek ve ülkenin resmi ama çoğunlukla ihmal edilen sosyalist ideolojisini şimdiki çağa uydurmak için araştırmalar başlatarak solcu destekçilerini de oluşturmaya çalıştı. (New York Times, 12 Mart 2006) Mao döneminin yöntemleri bile, artık yaygın biçimde derinden derine çürüdüğü kabul edilen partinin eriyen meşruiyetini yenileme çabası içinde canlandırılıyor.Örgütsel kargaşa ve bozulan bir kamusal imajla karşı karşıya kalan dev bir şirket gibi, Çin Komünist Partisi de kendisini etkin, modern bir cihaz haline getirmeye çalışıyor. Ama bunu yapabilmek için, en eski politik araçlarından birisini, gerekli çalışma grupları ile tamamlanan Maocu tarzdaki ideolojik kampanyayı tercih etti. 14 aydan bu yana, partinin 70 milyon taban üyesine Mao ve Deng Xiaoping’in yazılarını okumaları, parti tüzüğünü oluşturan 17 binden fazla kelimeyi mırıldanmaları emredildi. Zorunlu toplantılar kadroların öz eleştiri yapmalarını ve diğer herkesi eleştirmelerini de zorunlu kılan oturumları içeriyor. (New York Times, 9 Mart 2006) Bazıları tarafından bir reform girişimi olarak ciddiye alınan ve diğerleri tarafından oldukça alaycı biçimde karşılanan kampanya doğrudan etkisinden çok, partinin, Mao’nun ona yapmasını söylemiş olduğu, “halka hizmet etme” rolünden oldukça, başlangıçtaki devrimci hedeflerindense biraz daha az uzaklaştığının kabul edilmesi bakımından önemli olabilir. Çok az kişi Hu ve Wen’in sosyalist devrimin canlanışına ya da partinin ve devletin otuz yıldır bağlı oldukları ve ekonomik güçlerin artık sıkı sıkıya bağlandığı kapitalist yoldan radikal sapmalar gerçekleştirilmesine liderlik etmelerini bekleyebilir. Ama sosyalist kavramların resmen reklamının yapılması ve Mao’nun incelenmesi sadece, biriken krize gönderme yapmak üzere canlanması için sola daha fazla yer açabilir. Yakın dönemde oluşan küresel forumlardan kopukluk ve yalıtılmışlık yönündeki belirli bir eğilimi tersine çevirmekle, hükümetin bu tür bağları sınırlama girişimlerine karşın, küresel iletişim ve örgütlenmenin yeni ve hızla yayılan ağları aracılığıyla dünya çapındaki sol güçlerin mücadeleleriyle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi ve yakın bağlar kurulması da sağlanabilir. Emekçi sınıfların bozulan yaşam koşulları onları hızla daha radikal ve militan bir yöne doğru sürüklemektedir. Sadece işçiler ve köylüler arasında değil, birçok aydın ve en azından daha geniş yeni orta sınıfın bazı kesimleri arasında da, küresel kapitalizmin içinde bulundukları duruma hiçbir yanıtının olmadığı ve Mao ile birlikte inşa ettikleri devrimci sosyalizmin en azından bugüne uzanan başka bir yol sunduğuna dair derin ve büyüyen bir kavrayış mevcuttur. Çin’deki işçiler ve köylüler, fabrikalarda ve tarlalarda sadece yeni kapitalist sömürü biçimlerine karşı direnmekle kalmıyorlar, mümkün olduğunu zaten bildikleri başka bir dünyanın hatıralarına da sahipler. Reformlar öncesindeki sosyalist çağ sırasındaki yaşamlarından dolayı, küresel kapitalizmin denetimsiz yağmasına karşı yaşayabilir alternatiflerin varolduğunun farkındalar.
Bu mirasa karşın, geçmişe herhangi bir kaba saba geri dönüş ne mümkün ne de arzu edilir durumdadır. Çok fazla şey değişti ve basitçe geriye sokulabilecek olandan çok fazla sayıda cin şişeden çıktı gitti. Geçmişin hataları ve başarısızlıkları, tıpkı başarıları ve zaferleri gibi, yeniden incelenmek durumunda ve sosyalizmin, tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, Çin’deki ilk evresinin taşıdığı sınırlılıkları alt etmenin yeni yolları bulunmak zorunda. Fakat, Çinli emekçi sınıflar, ileriye doğru hareket ettikçe, aynı zamanda yeni bir sosyalist topluma doğru uzanan kendi yollarını bulmak için yeniden geriye doğru da bakabilirler ki, bu yeni yol kendi tarihsel ve şimdiki mücadelelerini bugünün küresel hareketleri ile birleştiren ve bir kez daha devrimci bir dönüşümü yaratan bir yoldur.
[Kaynak: Oakland Instute, Makalenin orjinal ismi: Chinese Working Classes Confront the Globalized Economy
Çev: Partizan]
*Robert Weil, 'Red Cat, White Cat: China and the Contracdions of 'Market Socialism' ' (Monthly Review Press, 1996) adlı kitabın ve Çin'deki ekonomik, politik ve çalışma koşulları konusundaki bir çok makalenin yazarıdır. Bununla birlikte emek, sivil haklar ve çevre hareketi alanlarında bir eylemcidir. California Üniversitesi'nde Sosyoloji alanında öğretim görevlisi olan Weil, Öğretim Görevlileri Sendikası'nın da önde gelen örgütleyicilerinden biridir.
Nepal'de Monarşinin Kalkmasına Karar Verildi
Saturday, 29 December 2007
Nepal Parlementosu Monarşinin Kalkması Yönünde Karar Verdi
(Katmandu, 28 Aralık 2007) Nepal parlementosu, yaptığı oylama ile Maoistlerle barış yapmanın bir parçası olarak monarşiyi kaldırma yönünde karar aldı. Maoistler, geçtiğimiz yıl, 10 yılı aşkın süredir sürdürdükleri silahlı isyanı sonlandırarak kabineye girmiş, geçtiğimiz Ekim ayında ise bir daha asla monarşi kırıntılarına dönmeyeceklerini beyan ederek hükümetten çekilmişlerdi
Nepal, gelecek Nisan ayında gerçekleşecek seçimlerden sonra cumhuriyet ilan edecek.
1769’dan bu yana hanedanlığını sürdüren Kral Gyanendra, 2005 yılında hükümeti lağvetmesi ve tüm gücü elinde toplaması ile tepki toplamış, popülaritesini yitirmişti. Bugün (28 Aralık) yapılan parlemento oturumunda Nepal meclisi ezici bir çoğunlukla monarşinin kalkması ve “Federal Cumhuriyet Devleti” kurulması yönünde oy kullandı. Parlamento üyelerinin yalnızca üçü monarşi lehinde tutum aldı. Bu karar, Nisan ayındaki seçimler sonrasında Nepal’de cumhuriyet ilan edilip edilmeyeceğine dair soruların bir tarafa bırakılması anlamına geliyor.
Maoistler, bu kararın tek seferde ve aciliyetle alınması için baskı yapmışlardı. Çünkü daha önce koşut koydukları üzere bu şekilde yeniden kabineye dahil oldular.
NKP(M) lideri Prachanda oylama sonrası parlementodan çıkarken
Böylelikle yeni meclis, Kral Gyanendra’nın kral sıfatının son kez telafuz edileceği parlemento olacak. Bununla birlikte, kral, halen, mevcut sistemin kendisine tanıdığı imtiyazlar ve sağladığı gücü kullanarak süreci yarmaya çalışıyor. İç İşleri Bakanı Krishna Prasad Situala ise, “Bugünkü seçimler ile kralın seçimlerden sonra ivedilikle yerinden edileceği netlik kazanmıştır” şeklinde konuştu.
Düşüş ve İsyan
Kral Gyanendra’nın siyasi düşüşü 2005’in Şubat’ında parlementoyu feshetmesi ve tüm idari gücü kendi üzerinde toplaması ile başladı. Kral bunun, Maoist isyana son vermek ve bozulan düzeni yeniden tesis etmek adına tek yol olduğunu savunmuştu. Fakat, bu ağır eylem, muhalefetin kendisine karşı birleşmesi, şiddetin tırmanması ve sonunda Nisan ayında parlementoyu yeniden tanımak zorunda kalması sonuçlarına yol açtı.
Yeni sivil yetki ise Kral’ın yetkilerini elinden aldı, hukuki dokunulmazlığına ve ordu üzerindeki yönetim gücüne son verdi. Şimdi ise sahip olduğu sıfata son veriyor.
NKP(Maoist) Seçim Manifestosunu Açıkladı
Sunday, 23 March 2008
Maoistler: “Eşitsiz” Hindistan – Nepal Barış Anlaşması’nı Sona Erdireceğiz
Katmandu, 7 Mart 2008
Maoistler, 10 Nisan seçimlerine dair seçim manifestolarını bugün açıkladılar. Manifestoda 1950 tarihli “eşitsiz” Hindistan – Nepal Anlaşması’nın feshedileceği, ülkenin etnik köken temelinde 11 bölgeye ayrılacağı ve kişi başına düşen gelirin on katına çıkarılacağı sözü veriliyor
NKP-Maoist’in [Nepal Komünist Partisi – Maoist] seçim manifestosunda “Bütün eşitsiz anlaşmalar feshedilmeli ve yerlerine yeni anlaşmalar yapılmalıdır,” şeklinde ifade ediliyor ve ek olarak partinin Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış “eşitsiz” bir anlaşma olan 1950 tarihli Barış ve Dostluk Anlaşması’nı ortadan kaldıracağı belirtiliyor.
Anayasa Koyucu Meclis seçimleri öncesinde Maoist Başkan Prachanda tarafından açıklanan manifesto, Hindistan’ı “yayılmacı bir güç” olarak tanımlıyor ve ayrıca geçmişte Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış olan “eşitsiz” anlaşmalardan bahsediyor.
Prachanda, eğer parti iktidara gelirse, Himalaya halkının kişi başına düşen gelirinin on katına çıkarılarak yıllık 3.000 ABD dolarına ulaşacağını söylüyor.
Ayrıca kırsal kesimdeki her eve elektrik ulaştırılacağını, 10.000 mw [milyon vat] su enerjisi üretileceğini ve Himalaya ülkesine 2 milyon turistin kazandırılacağını belirtiyor.
Müreffeh ve yeni cumhuriyetçi bir Nepal inşa etmek bizim ana hedefimizdir, diyor Prachanda, başkentte 38 sayfalık bildiriyi kamuoyuna duyururken.
Maoistler, federal demokratik cumhuriyetçi bir sistem içinde Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini ve Başbakanın Parlamento üyeleri tarafından seçilmesini öneriyorlar.
Maoistler ayrıca Geçici Anayasa’da bahsedildiği üzere Anayasa Koyucu Meclis’in ilk toplantısı sırasında 240 yıllık Şah Monarşisini resmi olarak ortadan kaldırarak federal demokratik cumhuriyetçi bir sistemi uygulayacakları taahhüdüne bağlılıklarını dile getiriyorlar.
Prachanda ayrıca Nepal’in etnik köken temelinde 11 bölgeye; Terai’nin ise dil temelinde üç alt-bölgeye ayrılması önerisini getiriyor.
Manifestoda açıklandığı üzere; Newa, Magarat, Tharuwan, Kirant, Tamsaling ve Limbuwan etnik köken temelinde belirlenecek bölgelerden bazısı olacak; Terai ise dil temelinde Bhojpur, Mithila ve Awadh olarak üç bölgeye ayrılacak.
Maoistler ayrıca devleti üç idari birim temelinde yeniden inşa etmeyi amaçlıyor: Merkez, eyalet ve yerel yapılar.
İş aramak üzere yabancı ülkelere giden binlerce Nepalli gencin içinde bulunduğu kötü koşullar hakkındaki kaygılarını dile getiren parti, Gorkha Askere Alma Merkezi’ni kapatarak Nepalli erkeklerin yabancı ordulara katılmak üzere gönderilmesi uygulamasına son vermeyi amaçlıyor.
Manifestoda Nepalli gençlerin ülke içinde nitelikli işleri hak ettiği belirtiliyor.
NKP-Maoist’in başkan yardımcısı Baburam Bhattarai “emperyalist bir güç olarak nitelediğimiz Amerika’ya yönelik duruşumuzu değiştirmedik,” diyor.
“Yabancı güçler Nepal’in bereketli doğal kaynaklarını tekellerine almak istiyor,” şeklinde açıklıyor manifesto.
Sorulan bir soruya karşılık olarak Bhattarai, parti seçimlerde başarısız olsa bile Maoistlerin yeniden silaha sarılmayacaklarını belirtiyor. Halkın kararını kabul edecek ve artık şiddete teslim olmayacağız, diyor
Ataol Behramoğlu (d. 13 Nisan 1942) , şair, yazar, çevirmen, edebiyatçı.
13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne girerek ilk örgütlenme çalışmalarına katıldı. 'Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı. 'Dönüşüm' dergisininin kuruluş çalışmalarına katıldı, sahipliğini üstlendi. 1970'te İsmet Özel’le birlikte 'Halkın Dostları' dergisini çıkardı. Aynı yıl İngiltere'ye, daha sonra Fransa'ya gitti. Paris'te gece kulübü bekçiliği, otel katipliği, öğretmenlik yaptı. 1972'de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sovyet edebiyatı üzerine inceleme yaptı. 1974'te Türkiye'ye döndü. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı. 1975'te kardeşi Nihat Behramoğlu'yla birlikte 'Militan' dergisini kurdu. 'Sanat Emeği' dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası'nın genel sekreteri oldu. Yayınevlerinde çalıştı. 12 Eylül harekatından sonra 1982’de Barış Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. 1984’te Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üstüne seminerler izledi, çalışmalar yaptı. İlk şiirleri 'Ataol Gürus' takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayınlandı. Yükseköğrenimi sırasında Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle dikkat çekti. Bu dönemin şiirlerini biraraya getiren ilk şiir kitabı 'Bir Ermeni General' 1965'te basıldı. Gençlik dönemi şiirlerinde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve İkinci Yeni şiirinin ortak özellikleri etkin. Gerçek şiir kimliği 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları'nda çıkan şiirleriyle oluştu. Bu şiirlerde toplumcu, etkin bir edebiyat anlayışının örnekleri yer aldı. Toplumcu gerçekçi şiir ilkelelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi. Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji ve diğer çalışmalarıyla kuşağının önde gelen yazarları arasına girdi.
Konu başlıkları [gizle]
1 Eserleri
1.1 Şiirleri
1.2 Düzyazı
1.3 Anı
1.4 Gezi
1.5 Mektup
1.6 Antoloji
1.7 Çeviri
1.8 Çocuk
Eserleri [değiştir]
Şiirleri [değiştir]Bir Ermeni General (1965)
Bir Gün Mutlaka (1970)
Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974)
Ne Yağmur... Ne Şiirler... (1976)
Kuşatmada (1978)
Mustafa Suphi Destanı (1979)
Dörtlükler (1983)
İyi Bir Yurttaş Aranıyor (1983) (Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oyunlaştırılmıştır.)
Eski Nisan (1987)
Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985)
Kızıma Mektuplar (1985)
Şiirler 1959-1982 (1983)
Bebeklerin Ulusu Yok (1988)
Bir Gün Mutlaka (1991)
Sevgilimsin (1993)
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var (1991)
Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar (2008) Cumhuriyet Kitapları
Aşk İki Kişiliktir
Aşk
Gizlice Sevgilim
Bu Aşk Burada Biter
Düzyazı [değiştir]Yaşayan Bir Şiir (1986)
Şiirin Dili-Anadili (1995)
Mekanik Gözyaşları (1997)
Nazım’a Bir Güz Çelengi (1997)
Kardeş Türküleri (1986)
Anı [değiştir]Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995)
Gezi [değiştir]Başka Gökler Altında (1996)
Mektup [değiştir]Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995)
Antoloji [değiştir]Büyük Türk Şiiri Antolojisi (2 cilt, 1987)
Çeviri [değiştir]Lili'ciğim, Pantolonlu Bulut'dan, Şair İşçidir (Mayakovski)
Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya (Aleksandr Blok)
Karıma (Nikola Vaptsarov)
Hindistan
18.04.2008 - 21:44HALK KURTULUŞ ORDUSU (HKO) HAFTASINA GİRİLDİ
Monday, 03 December 2007
“Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) Haftası'na Girildi
(Hindistan, 3 Aralık 2007) Yasadışı Hindistan Komünist Partisi (Maoist) , Pazar günü (2 Aralık) yaptığı çağrı ile “Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) Haftası”nı kutlamak üzere ülkenin her köşesinde ve bucağında halk savaşını yükseltilmesini istedi. Ülkenin her yanına HKO’nun propagandalarını içeren afişler asan Maoistler için üst düzey bir polis görevlisi, “Maoistler, saldırılar düzenlemek üzere bir çok kadrosunu Bastar bölgesine gönderdi” şeklinde konuştu
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
pakistan
17.04.2008 - 15:41PAKİSTAN KOMÜNİST PARTİSİ'NDEN DARBE ÜZERİNE AÇIKLAMA...
Wednesday, 14 November 2007
PKP: “Yüksek Yargıdan Sonuç Çıkmazsa Silahlı Mücadeleye Başlarız”
Islamabad - 3 Kasım 2007 - Pakistan Komünist Partisi (PKP) yaptığı bir açıklama ile, Pakistan’da ilan edilen sıkıyönetim ve darbeye karşı direnmekte kararlı olduğunu beyan etti.
Yapılan açıklamada, [PKP]'nin ordu ve general Müşerref tarafından beşinci kez yapılan darbeye ve sıkıyönetime Anayasa mahkemesinde karşı çıkacağı, sürecin olumsuz sonuçlanması durumda ise silahlı mücadele vermekten kaçınmayacağı bildirildi. PKP’nin konuya yönelik politik tutumunu bir basın oturumu ile açıklayan PKP Genel Sekreteri Mühendis Jameel Ahmad, Quaid-e-Azam’ın Pakistan’ı askeri kurallara teslim olsun diye yaratmadığını söyledi.
Ahmad, ordunun ve genelkurmay başkanı Müşerref’in, antidemokratik adımları sürdürmesi durumunda, PKP’nin demokratik normları ifade eden hattı terk edip sıkıyönetime direneceğini ve askeri darbeye karşı silahlı mücadeleyi esas alan bir rota izleyeceğini bildirdi. Ahmad, Pakistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1947’den bu yana geçen 60 yılın son 35 yılında, çeşitli düzmecelerle ülkeyi yöneten ordunun ve general müşerrefin, artık Pakistan’ın yoksullarının ve emekçilerin gözünden düştüğünü, kitleler arasında itibarı kalmadığını söyledi.
Ordunun ülkeyi bir avuç elitin, büyük tüccarların ve halkın gözünde saygınlığı kalmamış dönek politikacıların yardımı ile yönettiğini söyleyen Ahmad, “Pakistan Müslüman Ligi başkanı Chaudhry Shujaat Hussain, federal başkan Sheikh Rashid Ahmad ve diğerleri gibi askeri rejimi ve Müşerrefi destekleyen dönek siyasetçiler, Anayasa Mahkemesi’nin Müşerrefin aleyhine karar vermesi halinde, ülkenin karışıklıklara sürükleneceği uyarısında bulunuyorlar. Gerçekte, bu politikalarının asıl amacı, Müşerref’in yasalarca korunması yönünde Anayasa Mahkemesine baskı yapmaktır. Bu yaptıkları esasen, Anayasa Mahkemesine müşerref aleyhine karar vermemeleri doğrultusunda verdikleri bir mesajdır.” şeklinde konuştu.
PKP’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde komünistlerce verilen silahlı mücadeleleri baştan aşağıya desteklediğini ifade eden Ahmad, Nepal’deki devrimci mücadeleye atıfta bulunarak, baskıcı rejimlerin teker teker yıkılacaklarını söyledi.
Kaynak: Maoist Revolution
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
Nepal
16.04.2008 - 17:01DR.BAURAM İLE RÖPÖRTAJ.....
Baburam Bhattarai ile Yeni Dönem Üzerine
Saturday, 12 January 2008
Baburam Bhattarai*: “Nepal, Hindistan’la Çok Samimi Bir İlişki İçinde Olacaktır”
Sarat C Das, Maoistlerin seçimlere yönelik hazırlıklarını, barış sürecine katkılarını ve devletin gelecekteki yapılanmasında Hindistan’ı ortak olarak değerlendirme noktasındaki istekliliklerini anlamak amacıyla, Katmandu’da Bhattarai ile görüştü.
Nepal Komünist Partisi (Maoist) ’ten Baburam Bhattarai ile Röportaj
Nepal şu anda, Nepal Komünist Partisi (BML) ’nin Maoistlerin nispi seçim sistemi önerisini kabul etmesi üzerine Baburam Bhattarai’ın geçici hükümette başbakan yardımcısı olarak atanması spekülasyonuyla çalkalanıyor.
Mao Zedung’a güçlü bir şekilde inanıyorsunuz ve “Devrimci Enternasyonal Hareket”ten ve Peru’daki solcu uç gerilla hareketinden esinleniyorsunuz. Gerçek ideolojinizi anlatır mısınız?
Marksizm-Leninizm-Maoizm-Prachanda yolu bizim ideolojimizin rehber gücüdür. Bununla birlikte, Peru’daki hareket gibi diğer komünist hareketlerle karşılaştırdığınız zaman, Prachanda yoluna bağlılığımız nedeniyle kendimizi farklı bir konuma oturtuyoruz. Prachanda yolunu bilmeniz, hareketimizin tarihsel önemini anlamanızı kolaylaştıracaktır.
NKP (Nepal Komünist Partisi) kısaltmasını isimlerinde ortak olarak kullanan, aktif ya da feshedilmiş) pek çok grup var. Sizce bu durum, seçimlerde NKP (Maoist) ’in kimliğine yönelik bir karmaşaya neden olur mu?
Tarihin farklı noktalarında komünist hareket içine sokulan çeşitli ideolojiler mevcuttur, bu yüzden hizipler ve karşı hizipler bu kadar çok partinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, yalnızca iki büyük güç mevcut; birisi, demokrasinin parlamenter biçimine inanan ve NKP (Birleşik Marksist-Leninist) olarak bilinen reformist komünist parti; diğeri de toplumun gelişmesinde devrimci yolu benimseyen ve NKP (Maoist) olarak bilinen devrimci komünist partidir. Nepal’de yeterince bilgi sahibi olmayan kimseler dahi bu iki partiyi de biliyor; bu nedenle herhangi bir karışıklık doğmayacaktır.
Sizce NKP (Maoist) ’in Devrimci Enternasyonal Hareket ve Güney Asya Maoist Partiler ve Örgütler Koordinasyon Komitesi üyeliği, onun uluslararası alanda daha çok kabul görmesinde yardımcı oldu mu?
Marksist ideoloji, uluslararası bir ideolojidir. Dünyadaki bütün devrimci hareketler bizimle dayanışma içinde olduklarını açıkladılar. Bununa birlikte, Nepal’deki mevcut siyasi hareket üzerinde bir etkiye sahip değiller. Biz kendi stratejilerimizi kendimiz belirliyoruz.
Her fırsatta, Maoist Halk Savaşı’nın feodalizm** ve emperyalizme karşı tarihsel bir ayaklanma olduğunu, bu yolla Nepal’de “yeni demokrasi” kurmayı amaçladığını iddia ediyorsunuz. O halde demokrasiye daha erken ulaşmamızı sağlayabilecek bir barış sürecine neden yeterince katkı sunmuyorsunuz?
Biz sürmekte olan barış sürecine fazlasıyla katkı sunmakta olduğumuzu düşünüyoruz; bunun aksini düşünen her kimse çok büyük bir yanılgı içindedir. Bizim nihai hedefimiz sosyalizm ve komünizmdir; bunun da demokrasi gelişiminin çeşitli aşamalarından geçerek gerçekleştirilebileceğine inanıyoruz. Toplumun acil ihtiyacı olarak gördüğümüz federal demokratik bir cumhuriyet kurmaya uğraşıyoruz. Bu nedenle önce silahlı halk savaşını örgütledik ve daha sonra bunu barışçıl bir harekete yönlendirdik.
Maoistlerin 4 Şubat 1996’da zamanın başbakanı Sher Bahadur Deuba’ya yolladıkları muhtırada su ve elektrik dağıtımı konusunda Hindistan’la imzalanan Mahakali Anlaşması’nın feshedilmesi talep ediliyordu. Bu tavrınızı sürdürüyor musunuz?
Uluslararası düzeydeki ilişkimizi yeniden tanımlamak istiyoruz. Nepal’in Hindistan’la mevcut diplomatik ilişkisi Hindistan’daki güçlü İngiliz kalıntısına dayanmaktadır. İngiliz-Nepal savaşının ardından bize dayatılan 1816 tarihli bu eşitsiz anlaşma varlığını hala sürdürmektedir. Bu nedenle, bu kalıntılardan kurtulmak ve böylelikle iki taraf için de kabul edilebilir ve yararlı bir ilişki geliştirmek istiyoruz. Temel kaynaklarımızdan biri olan suyun dağıtımı konusundaki anlaşma da aralarında olmak üzere bazı anlaşmaların feshedilmesini istiyoruz. Fakat, bu demek değildir ki Hindistan ile uzlaşmaz bir ilişki olacağız; biliyoruz ki Hindistan bizim en önemli komşumuzdur ve onun desteği olmadan ilerleyebilmek zordur.
Mahakali anlaşmasının feshedilmesi talebi 40 maddelik bir talepti. Bunların hepsinin yerine getirilmesini mi istiyorsunuz?
Oturup konuşarak bir çözüm yolu bulmak istiyoruz.
Seçim sonrasında Nepal’in Hindistan’la ilişkisini nasıl öngörüyorsunuz?
Biz her zaman iyi bir ilişki içinde olduk. Maalesef her iki ülkenin halkı da yönetici sınıfların bencil çıkarları için bu sınıflar tarafından sömürülmekteler. Çok samimi bir ilişki kuracağımıza inanıyorum.
Hindistan, daha iyi bir siyasi ilişki için Nepal Maoistlerinin Hindistan’daki Naksalitlerle bağlantısını koparması gerektiği konusunda ısrar ediyor!
Bizim onlarla yalnızca ideolojik ve siyasi bağlantılarımız vardır; herhangi bir askeri ilişkimiz yok. Ve hiçbir zaman da askeri bir ilişki kurmayacağız. Dünyadaki çeşitli komünist partileri arasında da benzer siyasi bağlantılar mevcut. Bunda sorun olan yön nedir?
Fakat ULFA [Assam Birleşik Kurtuluş Cephesi, Assam: Hindistan’da bir bölgenin adı – ç.n.] gibi bazı radikal naksalit gruplarla gizli bir askeri anlaşma içinde olduğunuz iddia ediliyor!
ULFA ile birlik içinde oluğumuzu iddia eden bazı temelsiz haberlerle karşılaşıyoruz. Onlarla herhangi bir birlik içinde değiliz ve Maoizm’e inanmadıkları için de asla bir birlik kurmayacağız. Kendi hakları için mücadele eden çeşitli milliyetçi hareketler var ve bizim bu hareketlerle hiçbir ilişkimiz yok.
Şimdi Kral için nasıl bir rol çiziyorsunuz?
Biz, kralın törensel [sembolik] bir lider olarak dahi hiçbir role sahip olmadığı bir demokratik cumhuriyeti savunuyoruz. Bununla birlikte, onun ülkedeki varlığı yeni siyasi sistemle nasıl bir işbirliği içinde olacağına bağlı. Eğer sıradan bir yurttaş gibi yaşamayı tercih ederse her zaman için kendisine yer bulacaktır; aksi halde ise kendini belaya sürüklemiş olacaktır.
Siz, komünizmin bir kalesi olan Hindistan Jawaharlal Nehru Üniversitesi (JNÜ) mezunusunuz. Kurulu düzene karşı isyanınızda ne kadar etkili oldu JNÜ?
JNÜ’nün benim üzerimde çok büyük bir etkisi oldu. Marksizm’i orada sadece teorik olarak değil pratik olarak da öğrendim.
Gelin Nisan’daki seçim sonrası senaryoyu gözümüzde canlandıralım. Siyasi başarı anlamında kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ülkedeki dalitler, kadınlar ve janjatiler gibi değişik hareketleri destekliyoruz; seçimde büyük çoğunluğu kazanacağımızı düşünüyoruz. Ve bu da gerçek bir değerlendirmeye dayanıyor.
Seçimler için bir tarih öngörüyor musunuz?
Her zaman için seçimlerin mümkün olan en yakın tarihte yapılmasını istiyoruz. Şu an için Nisan’da olacak gibi görünüyor.
Uluslararası bağımsız gözlemcilerin seçimlerde gözlemcilik yapmasını istiyor musunuz?
Serbest ve adil bir seçim sağlamak üzere Birleşmiş Milletler ve benzeri örgütlerden bağımsız gözlemciler talep eden bizdik
Hindistan’ın seçimler sırasında uluslararası gözlemciler arasında yer almasını ister miydiniz?
Hindistan’daki sivil topluluklardan ve insan hakları gruplarından insanları bağımsız gözlemcilerin bir parçası olarak her zaman için memnuniyetle ağırlayacağız.
Ülke seçime giderken eşiniz Yoldaş Parvati için daha büyük bir siyasi rol tasarlıyor musunuz?
Ben onun için herhangi bir plan tasarlamıyorum. Kendisi Nepal’deki komünist harekete kendi bağımsız katkısını sunmaktadır. Aslında biz onunla mücadele sırasında karşılaştık. Kendi kariyerini planlayabilecek kapasiteye sahip ve Nepal’deki kadınların özgürleşme hareketine pek çok katkı sunmakta.
Seçimlerde yer almayı düşünüyor musunuz?
Kesinlikle evet. Başkanımız partinin üst düzey yöneticilerinin seçim koşusunda yer alacağını zaten belirtmişti.
Maoist savaşçıların, milislerin, kadroların, kararlı takipçilerin ve sempatizanların yaklaşık bir sayısını verebilir misiniz?
30.000 savaşçı var ve çok yakında onaylanmanın ardından 20.000 – 22.000 savaşçı daha katılacak bu listeye. 50.000 – 70.000 kadromuz var ve kararlı takipçilerimiz ile sempatizanlarımızın sayısı ise milyonları buluyor. Katmandu’daki sendikalardan yaklaşık olarak 200.000 takipçimiz var.
Bu büyük sayılar seçimlere yansıyacak mı?
Seçimden büyük çoğunluğu kazanan parti olarak çıkacağımız noktasında kendimize güveniyoruz. Fakat kesin oy rakamlarını öngörmek için henüz biraz erken.
BM (Birleşmiş Milletler) raporuna göre Maoistler monarşiye karşı verdikleri mücadele sırasında silahlarının yaklaşık yüzde 85’ini Polis kuvvetlerinden ve Nepal Krallık Ordusu’ndan (NKO) ele geçirdi. Bu durumun [Maoistlerin güvenlik güçlerinden silah gaspetmesi durumunun] halen sürdüğüne dair raporlar var. Bu gerçek mi?
Ateşkes yapıldığından bu yana silahlı mücadele vermiyoruz.
3 Ocak 2008
[Kaynak: Hindustan Times,
Çeviri: Solun Doğusu]
*Baburam Bhattarai, NKP(M) Siyasi Büro üyesi ve partinin en önde gelen liderlerindendir.
** Röportajın orjinalindeki “federalizm” ifadesi, teknik bir hata olarak yazıldığı öngörüsü ile “feodalizm”olarak tarafımızca değiştirilmiştir. – S.D.
Not: Ülke solu içinde farklı değerlendirmelerle anılsa da, Nepal'deki gelişmeler özellikle sosyalist çevrelerden bir çok grubun ilgisini çekiyor. Özellikle son dönemde Nepal'de yaşanan gelişmeler hatırı sayılacak kadar popülerleşmiş olsa da, konuyu görünür kılacak çevirilerin azlığı bu ilgi ile çelişiyor. Bu eksende, Baburam Bhattari ile yapılan bu röportajın, yine geçtiğimiz günlerde Red Star'dan çevirdiğimiz NKP(M) MK Sekreterya Üyesi Netrabikram Chand röportajının (http://www.solundogusu.net/index.php? option=com_content&task=view&id=89&Itemid=1) ve 'İşçi Köylü' gazetesinin 28 Aralık-10 Ocak tarihli sayısında yayınlanan -yine Red Star'dan çevrilen- Krishna Bahadur Mahara röportajının birlikte okunmasının Nepal devriminin yeni dönemini kavramak adına faydalı olacağı inancındayız. - S.D
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
karl marx
16.04.2008 - 16:41K O M Ü N Y S T M A N Y F E S T O
Komünist Birlik,[2] o zamanyn ko?ullary altynda elbette ancak gizli olabilen uluslararasy bir i?çi derne?i, Kasym 1847'de Londra'da yapylan kongrede, a?a?yda imzalary bulunanlary, yayynlanmak üzere, ayryntyly bir teorik ve pratik parti programy hazyrlamakla görevlendirdi. ?ubat Devriminden[3] birkaç hafta önce müsveddesi basylmak üzere Londra'ya gelen a?a?ydaki Manifesto, i?te böyle ortaya çykty. Ylk kez Almanca yayynlanmy? olarak Almanya'da, Yngiltere'de ve Amerika'da gene bu dilden en az oniki yeni farkly baskysy yapyldy. Yngilizce olarak, ilk kez, Miss Helen Maefarlane'in çevirisiyle, 1850'de, Red Republican'da,[4] ve 1871'de, en az üç farkly çevirisiyle, Amerika'da yayynlandy. Fransyzcasy, ilk kez, 1848 Haziran ayaklanmasyndan[5] önce Paris'te, ve yakynlarda da New-York'un Le Socialiste'inde[6] çykty. Yeni bir çevirisi halen hazyrlanmaktadyr. Lehçesi, Almanca olarak ilk yayynlany?yndan kysa bir süre sonra Londra'da çykty. Bir Rusça çevirisi, altmy?larda, Cenevre'de yayynlandy.[7] Ylk çyky?yndan hemen sonra, Danimarka diline de çevrildi.
Son yirmibe? yyl içerisinde durum ne denli de?i?mi? olursa olsun, bu Manifesto'da geli?tirilmi? bulunan genel ilkeler, ana çizgileriyle, bugün de her zamanki kadar do?rudur. ?urada ya da burada bazy ayryntylar daha iyi hale getirilebilir. Ylkelerin pratikteki uygulany?y, Manifesto'nun kendisinin de belirtti?i gibi, her yerde ve her zaman o günün ko?ullaryna ba?ly olacaktyr ve, bu nedenle, Ykinci Bölümün sonunda önerilen devrimci önlemlere hiç bir özel a?yrlyk verilmemi?tir. Bu pasaj, bugün, birçok bakymdan, çok farkly bir biçimde ifade edilebilirdi. Modern sanayiin son yirmibe? yyl içerisinde gösterdi?i büyük geli?me ve i?çi synyfynyn bununla beraber ilerleyen parti örgütlenmesi kar?ysynda, ilk kez ?ubat Devriminde ve, daha önemlisi, proletaryanyn ilk kez iktidary iki ay boyunca elinde tuttu?u Paris Komününde edinilen pratik deney kar?ysynda, bu program, bazy ayryntylary bakymyndan, bugün eskimi? bulunuyor. Komün özellikle bir ?eyi, 'i?çi synyfynyn mevcut devlet mekanizmasyny salt elinde tutmakla onu kendi amaçlary için kullanamayaca?y'ny tanytlamy?tyr. (Bkz: bu noktanyn daha da geli?tirildi?i Fransa'da Yç Sava?; Uluslararasy Y?çi Birli?i Genel Konseyinin Ça?rysy, London, Truelove 1871, s. 15.) Ayryca, apaçyk ortadadyr ki, sosyalist yazynyn ele?tirisi, bugün için yetersiz kalyyor, çünkü bu ancak 1847'ye kadar uzanyyor; ayny zamanda, komünistlerin çe?itli muhalefet partileriyle olan ili?kileri konusundaki sözler (Bölüm IV) , ilke olarak hâlâ do?ru olmakla birlikte, pratik olarak eskimi?lerdir, çünkü siyasal durum tamamyyla de?i?mi?tir ve tarihsel geli?im orada sayylan siyasal partilerin büyük bir kysmyny yeryüzünden silip götürmü?tür.
Bununla birlikte, Manifesto, üzerinde artyk hiç bir de?i?iklik yapma hakkymyz olmayan tarihsel bir belge haline gelmi?tir. Belki de ileride, 1847'den günümüze dek olan bo?lu?u dolduran bir giri? ile birlikte, bir ba?ka basky çykabilir; bu yeniden basym, bize bunu yapma zamany byrakmayacak kadar ani oldu.
Londra, 24 Haziran 1872 KARL MARX FRYEDRYCH ENGELS
1872'de Leipzig'de çykan
Almanca basky için
Marx ve Engels tarafyndan
yazylmy?tyr
1882 RUSÇA BASKIYA ÖNSÖZ
Komünist Parti Manifestosu'nun Bakunin’in çevirisiyle yapylan ilk Rusça baskysy, Kolokol[8] basymevi tarafyndan altmy?laryn[7] ba?larynda yayynlandy. O syralar Baty, buna (Manifesto'nun Rusça baskysyna) , yalnyzca yazynsal bir ilgi gösterdi. Böyle bir görü? bugün olanaksyzdyr.
Proleter hareketin o syralar (Aralyk 1847) hâlâ ne denli synyrly bir alany kapsady?yny, Manifesto'nun son kesimi -komünistlerin çe?itli ülkelerdeki çe?itli muhalefet partileri kar?ysyndaki konumu- en açyk bir biçimde gösteriyor. Burada özellikle yer almayanlar Rusya ve Birle?ik Devletler'dir. Bu, Rusya'nyn tüm Avrupa gericili?inin son büyük yede?ini olu?turdu?u, Birle?ik Devletler'in göç yoluyla Avrupa'nyn proleter güç fazlasyny emdi?i syralardy. Her iki ülke de, Avrupa'ya hammaddeler sa?lyyor ve, ayny zamanda da, onun synai ürünleri için bir pazar olu?turuyorlardy. O syralar, her ikisi de, bu nedenle, ?u ya da bu ?ekilde, mevcut Avrupa düzeninin temel dayanaklaryydylar.
Ama durum bugün ne kadar da farkly! Rekabeti ile Avrupa'daki -büyüklü küçüklü- toprak mülkiyetinin temellerini sarsan devasa bir tarymsal üretim için Avrupa göçü, Kuzey Amerika için pek uygundu. Buna ek olarak, bu, Birle?ik Devletler'e, muazzam synai kaynaklaryny, Baty Avrupa'nyn ve özellikle Yngiltere'nin bugüne dek varolan synai tekelini kysa zamanda kyracak bir enerjiyle ve ölçekte kullanma olana?yny da verdi. Her iki durum da, bizzat Amerika üzerinde, devrimci bir tepki yaratyyor. Tüm siyasal yapynyn temelini olu?turan çiftçilerin küçük ve orta boy toprak mülkiyetleri, dev çiftliklerin rekabeti kar?ysynda adym adym çöküyor; ayny anda, sanayi kesimlerinde ilk kez bir proletarya kitlesi ve müthi? bir sermaye yo?unla?masy geli?iyor.
Ya Rusya! 1848-49 Devrimi syrasynda, yalnyzca Avrupaly hükümdarlar (prensler) de?il, Avrupa burjuvazisi de, henüz uyanmaya ba?layan proletarya kar?ysynda tek kurtulu?laryny Rus müdahalesinde buldular. Çar, Avrupa gericili?inin ba?y ilân edildi. Bugün ise, Gaçina'da,[9] devrimin sava? tutsa?ydyr, ve Rusya ise, Avrupa'daki devrimci eylemin öncüsü durumundadyr.
Komünist Manifesto'nun amacy, modern burjuva mülkiyetinin yakla?makta olan kaçynylmaz çözülü?ünü ilân etmekti. Ama Rusya'da, hyzla geli?en kapitalist vurguna ve henüz geli?mekte olan burjuva toprak mülkiyetine kar?ylyk, topra?yn yarysyndan fazlasyna köylülerin ortakla?a sahip olduklaryny görüyoruz. ?imdi sorun ?udur: Büyük çapta zayyflamy? olsa bile, gene de, ilkel bir ortak toprak sahipli?i biçimi olan Rus ob?ina'sy,[1*] do?rudan do?ruya komünist ortak mülkiyetin üst biçimine geçebilir mi? Ya da, tersine, ilkönce, Batynyn tarihsel evrimini olu?turan ayny çözülme sürecinden mi geçmelidir?
Buna bugün verilebilecek tek yanyt ?udur: E?er Rus Devrimi, Batydaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya'daki mevcut ortak toprak sahipli?i, komünist bir geli?menin ba?langyç noktasy olabilir.
Londra, 21 Ocak 1882 KARL MARX FRYEDRYCH ENGELS
1882'de Cenevre'de çykan
Manifesto'nun
Ykinci Rusça baskysynda
yayynlanmy?tyr
1883 ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Bu baskynyn önsözünü, ne yazyk ki, tek ba?yma imzalamak zorundayym. Marx, Avrupa'nyn ve Amerika'nyn tüm i?çi synyfynyn herhangi bir ba?ka ki?iye oldu?undan çok daha fazla ?ey borçlu oldu?u bu adam, Highgate Mezarly?ynda yatyyor ve mezarynyn üstünde ilk çimler büyümeye ba?lady bile. Manifesto'yu gözden geçirmek ya da eksikliklerini gidermek, onun ölümünden sonra, hele hiç dü?ünülemez. Bu yüzden, burada, ?u, noktalary vurgulayarak belirtmeyi daha da gerekli buluyorum:
Manifesto'ya egemen olan temel dü?ünce —iktisadi üretimin ve her tarihsel dönemin buradan çykan toplumsal yapysynyn, o dönemin siyasal ve fikir tarihinin temellerini olu?turdu?u; bunun sonucu olarak, (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülü?ünden bu yana) tüm tarihin bir synyf sava?ymlary tarihi, sömürülen ile sömüren arasyndaki, toplumsal geli?menin çe?itli a?amalarynda egemen olunan ile egemen olan synyflar arasyndaki sava?ymlaryn tarihi oldu?u; ne var ki, bu sava?ymyn, ?imdi, sömürülen ve ezilen synyfyn (proletaryanyn) , ayny zamanda toplumun tümünü sömürüden, ezilmekten ve synyf sava?ymlaryndan sonsuza dek kurtarmaksyzyn, onu sömüren ve ezen synyftan (burjuvaziden) kendisini artyk kurtaramayaca?y bir a?amaya ula?ty?y dü?üncesi— bu temel dü?ünce, yalnyzca ve tamamyyla Marx'a aittir.[2*]
Bunu, daha önce de, birçok kez belirttim; ne var ki, bunun bizzat Manifesto'nun önünde de yer almasy ?imdi özellikle zorunludur.
Londra, 28 Haziran 1883 FRYEDRYCH ENGELS
Manifesto'nun 1883'te
Hottingen-Zurich'te çykan
Almanca baskysynda yayynlanmy?tyr.
1890 ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Yukardakilerin[3*] yazyly?yndan bu yana Manifesto'nun yeni bir Almanca baskysy zorunlu hale geldi ve Manifesto'ya ili?kin olarak burada sözü edilmesi gereken pek çok ?ey de oldu.
Ykinci bir —Vera Zasuliç'in yapty?y— Rusça çeviri, 1882'de Cenevre'de çykty; bu baskynyn önsözü Marx ve benim tarafymdan yazylmy?ty. Ne yazyk ki, özgün Almanca elyazmasy kaybolmu?tur, bu yüzden Rusçasyndan tekrar çevirmem gerekiyor, ki bununla metin bir ?ey kazanacak de?ildir. Orada ?öyle deniliyor: [... ][4*]
Hemen hemen ayny syrada, Cenevre'de, bir yeni Lehçe çevirisi çykty: Manifest Komunistyczny.
Ayryca, Danimarka dilinde bir yeni çevirisi de, 1885'te Kopenhag'da, 'Sozial-Demokratisk Bibliotek'te çykty. Ne yazyk ki, çeviri tam de?ildir; çevirene güçlük çykardy?y anla?ylan bazy önemli pasajlar atlanmy?tyr ve ayryca, ?urada burada, dikkatsizlik belirtileri görülmektedir ki, bunlar çok daha rahatsyz edicidir, çünkü e?er çevirmen biraz daha çaba gösterseydi kusursuz bir i? çykartabilirdi.
Bir yeni Fransyzca çevirisi 1886'da Paris'te Le Socialiste'de çykty; bu, o güne kadar çykmy? olanlaryn en iyisidir.
Bu çeviriye dayanylarak, ayny yyl Yspanyolca bir çevirisi ilkin Madrid'de, El Socialista'da çykty, sonra da bro?ür olarak yayymlandy: Manifesto del Partido Comunista por Carlos Marx y F. Engels, Madrid, Administracinón de El Socialista, Hernán Cortéas 8.
Ylgi çekici bir olay olarak da, 1887'de, bir Ermeni çevirmenin elyazmalarynyn Ystanbullu bir yayyncyya sunulmu? oldu?unu belirteyim; ama adamca?yzyn üzerinde Marx'yn ady bulunan bir ?eyi basacak yüre?i yoktu ve yazar olarak çevirmenin kendi adyny koymasyny önerdi, ama çevirmen bunu reddetti.
Aslyndan azçok farkly Amerikan çevirilerinden birinin, ve derken bir ba?kasynyn Yngiltere'de birçok kez basylmasyndan sonra, nihayet aslyna uygun bir çeviri 1888 yylynda çykty. Bu çeviri dostum Samuel Moore tarafyndan yapylmy?ty ve baskyya gönderilmeden önce üzerinden birlikte bir kez daha geçtik. Ba?ly?y ?öyledir: Manifesto of the Communist Party, by Karl Marx and Frederick Engels. Authorized English Translation, edited and annotated by Frederick Engels, 1888. London, William Reeves, 185 Fleet St. E. C.. Oradaky bazy notlary bu baskyya da aldym.
Manifesto'nun kendisine ait bir ya?am öyküsü vardyr. Çykty?ynda bilimsel sosyalizmin (ilk önsözde[5*] sözü edilen çevirilerin de tanytlady?y gibi) o syralar hâlâ sayyca hiç de fazla olmayan öncüsü tarafyndan co?kuyla kar?ylanan Manifesto, Haziran 1848'de Paris i?çilerinin yenilgileriyle birlikte ba?layan gericilik tarafyndan, çok geçmeden, arka plana itildi ve nihayet Kasym 1852'de,[10] Köln Komünistlerinin mahküm edilmeleriyle, 'yasa uyarynca', aforoz edildi. ?ubat Devrimi ile ba?lamy? olan i?çi hareketinin sahneden çekilmesiyle, Manifesto da arka plana geçti.
Avrupa i?çi synyfy, egemen synyflaryn gücüne kar?y yeni bir saldyry için yeniden yeterli güç toplady?ynda, ortaya Uluslararasy Y?çi Birli?i çykty. Amacy, Avrupa'nyn ve Amerika'nyn tüm militan i?çi synyfyny tek bir büyük ordu içinde kayna?tyrmakty. Bu yüzden, Manifesto'da ortaya konmu? bulunan ilkelerden hareket edemezdi. Yngiliz sendikalaryna, Fransyz, Belçika, Ytalyan ve Yspanyol prudoncularyna ve Alman lasalcylaryna[6*] kapylary kapamayacak bir programa sahip olmak zorundaydy. Bu program —Enternasyonalin Tüzü?ünün giri?i— Bakunin'in ve anar?istlerin bile teslim ettikleri bir ustalykla Marx tarafyndan hazyrlanmy?ty. Manifesto'da ortaya konmu? bulunan dü?üncelerin nihai zaferi için Marx, yalnyzca ve tamamyyla i?çi synyfynyn eylem birli?i ve tarty?ma sonucu zorunlu olarak gösterece?i fikri geli?meye güveniyordu. Sermayeye kar?y sava?ymdaki olaylar ve ini?-çyky?lar, ba?arylardan çok yenilgiler, sava?çylara, o güne kadarki her derde deva dü?üncelerinin yetersizli?ini göstermemezlik ve zihinlerini de, i?çilerin kurtulu?u için gerekli gerçek ko?ullaryn adamakylly kavranmasyna daha açyk hale getirmemezlik edemezdi. Ve Marx haklyydy. Enternasyonalin da?ytyldy?y 1847'deki i?çi synyfy, kuruldu?u 1864'tekinden tamamyyla farklyydy. Latin ülkelerindeki prudonculuk ile Almanya'daki özgül lasalcylyk ölmekteydi, ve zamanyn katmerli tutucu Yngiliz sendikalary, 1887'de, yaptyklary Swansea Kongresi'nin ba?kanynyn,[7*] onlar adyna, 'Kyta sosyalizmi bizim için korkunçlu?unu yitirmi?tir' diyebilece?i noktaya giderek yakla?yyorlardy. Oysa 1887'de, Kyta sosyalizmi, hemen tamamyyla, Manifesto'da sunulan teoriden ibaretti. Böylece, Manifesto'nun tarihi, bir ölçüde, 1848'den bu yanaki modern i?çi synyfy hareketinin tarihini yansytmaktadyr. ?u anda Manifesto, ku?kusuz ki, tüm sosyalist yazynyn en yaygyn, en uluslararasy ürünüdür, Sibirya'dan Kaliforniya'ya dek tüm ülkelerin milyonlarca i?çisinin ortak programydyr.
Ama, çykty?ynda, gene de, ona sosyalist Manifesto diyemezdik. 1847'de, sosyalist denilince, iki tür insan anla?ylyyordu. Bir yanda çe?itli ütopik sistemlerin yanda?lary vardy, özellikle, o tarihte her ikisi de salt mezhep durumuna dü?üp giderek ölmekte olan Yngiltere'deki ovyncylar ile Fransa'daki furiyeciler. Öte yanda ise, toplumsal bozukluklary çe?itli her derde deva yollarla, her türden bölük-pürçük çaly?malaryyla, sermayeye ve kâra hiç bir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çe?itli türden toplumsal ?arlatanlar. Her iki durumda da, i?çi hareketinin dy?ynda duran ve daha çok 'e?itim görmü?' synyflardan destek arayanlar. Ama, i?çi synyfynyn salt siyasal devrimlerin yeterli olmady?yna inanan, toplumun köklü bir biçimde yeniden in?aasyny isteyen kesimi, kendisine o syra komünist diyordu. Bu henüz yontulmamy?, yalnyzca içgüdüsel ve ço?u kez de biraz kaba bir komünizmdi. Ama, gene de, ortaya iki ütopyacy komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin 'Ykaryan' komünizmini, ve Almanya'da da Weitling'inkini çykartacak kadar güçlüydü. 1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir i?çi synyfy hareketi anlamyna geliyordu. Sosyalizm, hiç de?ilse Kytada, çok saygyde?erdi, komünizm için ise, durum bunun tam tersiydi. Ve 'i?çilerin kurtulu?u i?çi synyfynyn kendi eseri olmalydyr'[11] kanysyny daha o syralar kesinlikle ta?yyor oldu?umuzdan, bu iki addan hangisini seçmemiz gerekti?i konusunda hiç bir duraksama gösteremezdik. O günden beri bunu yadsymak da aklymyzdan geçmi? de?ildir.
'Bütün ülkelerin i?çileri, birle?iniz! ' Ama, kyrkiki yyl önce proletaryanyn kendi istemleriyle ortaya çykty?y ilk Paris Devriminin arifesinde bu sözleri dünyaya duyurdu?umuzda, buna çok az ses kar?ylyk verdi. Bununla birlikte, 28 Eylül 1864'te Baty Avrupa ülkelerinin ço?unun proleterleri, ?anly anylara sahip Uluslararasy Y?çi Birli?ini kurmak üzere birle?tiler. Entemasyonalin kendisinin ancak dokuz yyl ya?ady?y do?rudur. Ama onun yaratty?y bütün ülkelerin proleterlerinin ölümsüz birli?inin hâlâ ya?amakta oldu?unun ve her zamankinden daha güçlü ya?amakta oldu?unun en iyi tanyty günümüzdür. Çünkü ?u satyrlary yazmakta oldu?um bugün,[12] Avrupa ve Amerika proletaryasy, ilk kez seferber edilmi? olan, tek bir ordu olarak, tek bir bayrak altynda, tek bir ivedi amaç için —1866'da Enternasyonalin Cenevre Kongresi, ve gene 1889'da Paris Y?çi Kongresi tarafyndan ilân edildi?i gibi, sekiz saatlik normal i?gününün yasala?masy için— seferber edilmi? olan sava? kuvvetlerini gözden geçiriyor. Ve bugünkü görkemli gösteri, bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprakbeylerine, bütün ülkelerin i?çilerinin bugün gerçekten de birle?mi? olduklary gerçe?ini gösterecektir.
Bir de Marx bunu kendi gözleriyle görebilmek için hâlâ yanymda olsaydy!
Londra, 1 Mayys 1890 FRYEDRYCH ENGELS
Manifesto'nun
1890'da Londra'da çykan
Almanca baskysynda
yayynlanmy?tyr
1892 LEHÇE BASKIYA ÖNSÖZ
Komünist Manifesto'nun yeni bir Lehçe baskysynyn zorunlu hale gelmi? olmasy, çe?itli dü?üncelere yolaçmaktadyr.
Birincisi, Manifesto'nun, son zamanlarda, Avrupa kytasynda büyük sanayiin geli?mesinin bir göstergesi haline gelmi? olmasy dikkate de?erdir. Belirli bir ülkede büyük sanayiin geni?lemesi oranynda o ülkenin i?çileri arasynda, i?çi synyfy olarak, mülk sahibi synyflar kar?ysyndaki konumlary konusunda aydynlanma özlemi de büyümekte, sosyalist hareket bunlar arasynda yaygynla?makta ve Manifesto'ya olan talep artmaktadyr. Böylece, yalnyzca i?çi hareketinin durumu de?il, büyük sanayiin geli?me derecesi de, her ülkede, Manifesto'nun o ülke dilinde da?ytylan nüsha sayysyyla oldukça do?ru bir biçimde ölçülebilir.
Buna göre, bu yeni Lehçe basky, Polonya sanayiinde kesin bir ilerlemeyi göstermektedir. Ve on yyl önce yayynlanmy? baskysyndan bu yana bu ilerleme gerçekten de olmu?tur, bu konuda hiç bir ku?kuya yer olamaz. Rus Polonyasy, Kongre Polonyasy,[13] Rus imparatorlu?unun büyük sanayi bölgesi haline gelmi?tir. Rusya'nyn büyük sanayiinin geli?igüzel da?ylmy? olmasyna kar?ylyk —bir kysmy Finlandiya Körfezi civaryna, di?eri merkeze (Moskova ve Vladimir) , bir üçüncüsü Karadeniz ve Hazer denizi kyyylaryna, ve di?erleri de ba?ka yerlere da?ylmy?tyr—, Polonya sanayii, nispeten küçük bir alan içerisine syky?my?tyr ve böylesine bir yo?unla?madan ileri gelen üstünlüklere ve sakyncalara sahiptir. Rakip Rus fabrikatörleri, Polonyalylary rusla?tyrma arzusuyla yanyp tutu?uyor olmalaryna kar?yn, Polonya'ya kar?y koruyucu gümrükler isteminde bulunmakla, bu üstünlükleri kabullenmi? oldular. Sakyncalar —Polonyaly fabrikatörler ve Rus hükümeti açysyndan— kendilerini, sosyalist dü?üncelerin Polonyaly i?çiler arasynda hyzla yayyly?ynda ve Manifesto'ya olan talebin büyümesinde de göstermektedir.
Ama Polonya sanayiinin Rusya'nynkini geride byrakan hyzly geli?imi, kendi payyna, Polonya halkynyn tükenmez ya?am gücünün yeni bir kanyty ve yakla?makta olan ulusal kurtulu?unun yeni bir güvencesidir. Ve ba?ymsyz güçlü bir Polonya'nyn yeniden kurulmasy yalnyzca Polonyalylary de?il, hepimizi ilgilendiren bir sorundur. Avrupa uluslary arasynda içtenlikli bir uluslararasy i?birli?i, ancak e?er bu uluslaryn herbiri kendi ülkelerinde tamamyyla özerkseler olanaklydyr.
Sonuç olarak, burjuvazinin i?inin proletarya bayra?y altynda proleter sava?çylara yaptyrmakla kalmy? olan 1848 Devrimi, vasiyetnamesinin icracylary Louis Bonaparte ve Bismarck'yn aracyly?yyla, Ytalya'nyn, Almanya'nyn ve Macaristan'yn da ba?ymsyzly?yny sa?lamy?tyr; ama 1792'den bu yana devrim için bu üçünün birarada yaptyklaryndan daha ço?unu yapmy? olan Polonya, 1863'te on kat daha büyük Rus kuvveti kar?ysynda boyun e?di?inde, tek ba?yna byrakylmy?ty. Soyluluk, Polonya'nyn ba?ymsyzly?yny ne koruyabilir ne de tekrar elde edebilirdi; bugün ise bu ba?ymsyzlyk, burjuvazi için en azyndan önemsizdir. Ama bu Avrupa uluslarynyn uyumlu i?birli?i için gene de bir zorunluluktur.[8*] Bu, ancak genç Polonya proletaryasy tarafyndan elde edilebilir, ve ancak bu ellerde güvenlik içinde bulunur. Çünkü Polonya'nyn ba?ymsyzly?yna Avrupa'nyn geriye kalan i?çileri de, bizzat Polonyaly i?çiler kadar gerek duyuyorlar.
Londra, 10 ?ubat 1892 FRYEDRYCH ENGELS
Przedswit, 27 ?ubat 1892,
n° 35, ve K. Marx i F. Engels,
Manifest Komunistyczny,
Londyn, 1892'de yayynlanmy?tyr
1893 YTALYANCA BASKIYA ÖNSÖZ
Ytalyan Okura
Komünist Parti Manifestosu'nun yayynlany?ynyn, 18 Mart 1848 ile, o güne dek bölünmelerle ve iç çeli?melerle zayyflamy? ve böylece yabancy egemenlik altyna dü?mü?, biri Avrupa kytasynyn, ötekisi Akdeniz'in merkezinde yer alan iki ulusun silahly ayaklanmalary olan Milano ve Berlin devrimleri ile çaky?ty?y söylenebilir. Ytalya'nyn Avusturya Ymparatoruna ba?ymly olmasyna kar?ylyk, Almanya Rus çarynyn, daha dolayly olsa bile daha az etkin olmayan boyunduru?u altyna girdi. 18 Mart 1848'in sonuçlary, hem Ytalya'yy ve hem de Almanya'yy bu yüzkarasyndan kurtardy; bu iki büyük ulus, 1848'den 1871'e kadar geçen zaman içerisinde yeniden kurulabilmi?ler ve her nasylsa kendi ba?laryna kalabilmi?lerse, bu, Karl Marx'in dedi?i gibi, 1848 Devrimini bastyranlaryn, kendilerine kar?yn gene de bu devrimin vasiyetnamesinin icracylary olmalary sayesindedir.
Bu devrim her yerde i?çi synyfynyn eseri olmu?tur; barikatlary kuran ve bunu hayatyyla ödeyen i?çi synyfyydy. Hükümeti devirmekteki niyeti, açykça, burjuva rejimini devirmek olanlar yalnyzca Paris i?çileriydi. Ama, kendi synyflary ile burjuvazi arasyndaki onmaz uzla?maz kar?ytly?yn bilincinde olsalar bile, gene de, ne ülkenin ekonomik geli?mesi, ne de Fransyz i?çi kitlesinin zihinsel geli?mesi, henüz toplumsal bir yeniden kurulu?u olanakly kylacak a?amaya ula?my? de?ildi. Bu nedenle, devrimin meyvelerini toplayan, son tahlilde, kapitalist synyf oldu. Öteki ülkelerde, Ytalya'da, Almanya'da, Avusturya'da, i?çiler, daha ba?tan, burjuvaziyi iktidara getirmekten ba?ka bir ?ey yapmadylar. Ama herhangi bir ülkede ulusal ba?ymsyzlyk olmadykça, burjuvazinin egemenli?i olanaksyzdyr. Bu yüzden, 1848 Devrimi, o zamana dek birlik ve özerklikten yoksun bulunan uluslara, kendisiyle birlikte, birlik ve özerklik getirmek zorunda kaldy: Ytalya'ya, Almanya'ya, Macaristan'a. Syra Polonya'ya da gelecektir.
Böylece, 1848 Devrimi bir sosyalist devrim olmamy?sa da, bunun için yol açmy?, ortam hazyrlamy?tyr. Büyük sanayiin bütün ülkelerde geli?mesiyle birlikte, burjuva rejimi, son kirkbe? yyl içerisinde, ortaya, her yerde, kalabalyk, yo?un ve güçlü bir proletarya çykardy. Böylece, Manifesto'nun dilini kullanacak olursak, kendi mezar kazycylaryny yaratty. Her ülkenin özerkli?i ve birli?i sa?lanmadykça, proletaryanyn uluslararasy birli?ini ya da bu uluslaryn ortak amaçlara do?ru bary?çy ve akylcy bir i?birli?ini gerçekle?tirmek olanaksyz olacaktyr. Ytalyan, Macar, Alman, Polonyaly ve Rus i?çilerin 1848 öncesi siyasal ko?ullar altynda uluslararasy eylem ortakly?y yaptyklaryny dü?ünün bir!
Böylece, 1848'de verilen sava?lar bo?una verilmemi?lerdir. Bizi o devrimci dönemden ayyran kyrkbe? yyl da bo?a gitmemi?tir. Meyveler olgunla?yyor, ve benim bütün dile?im, Manifesto'nun ilk yayynlany?y nasyl uluslararasy devrimin habercisi olduysa, bu Ytalyanca çevirinin yayynlany?ynyn da Ytalyan proletaryasynyn zaferinin habercisi olabilmesidir.
Manifesto, kapitalizmin geçmi?te oynady?y devrimci rolün tam hakkyny vermektedir. Ylk kapitalist ulus Ytalya idi. Feodal ortaça?yn sonuna ve modern kapitalist ça?yn ba?langycyna, dev bir ki?i damgasyny vurdu: hem ortaça?yn son ?airi ve hem de modern zamanlaryn ilk ?airi bir Ytalyan, Dante. 1300'de oldu?u gibi, bugün de, yeni bir tarihsel ça? yakla?yyor. Ytalya, bize, bu yeni, proleter ça?yn do?u? anyna damgasyny vuracak yeni Dante'yi verecek mi?
Londra, 1 ?ubat 1893 FRYEDRYCH ENGELS
Karlo Marx e Federico Engels,
Il Manifesto del Partito Comunista,
Milano 1893'te yayynlamy?tyr
----------
KOMÜNYST PARTY
M A N Y F E S T O S U[1]
Avrupa'da bir hayalet dola?yyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nyn bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransyz radikalleri ile Alman polis ajanlary.
Muhalifleri tarafyndan komünist olmakla suçlanmamy? muhalefet partisi nerede vardyr? Bu lekeleyici komünizm suçlamasyny, daha ilerici muhalefet partilerine oldu?u kadar, gerici hasymlaryna kar?y da gerisin geriye fyrlatmamy? muhalefet nerede vardyr?
Bu olgudan iki ?ey çykyyor:
I. Komünizmin kendisi, daha ?imdiden, bütün Avrupa güçleri tarafyndan bir güç olarak tanynmy?tyr.
II. Komünistlerin açykça, tüm dünyanyn kar?ysynda, görü?lerini, amaçlaryny, e?ilimlerini yayynlamalarynyn ve bu Komünizm Hayaleti masalyna partinin kendi Manifestosu ile kar?ylyk vermelerinin zamany çoktan gelmi?tir.
Bu amaçla, çe?itli milliyetlerden komünistler, Londra'da toplanmy?lar ve Yngiliz, Fransyz, Alman, Ytalyan, Flemenk ve Danimarka dillerinde yayynlanmak üzere, a?a?ydaki Manifestoyu kaleme almy?lardyr.
I. BURJUVALAR VE PROLETERLER [1*]
?imdiye kadarki bütün toplumlaryn tarihi,[2*] synyf sava?ymlary tarihidir.
Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustasy[3*] ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli kar?y-kar?yya gelmi?ler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açyk bir sava?, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kurulu?uyla, ya da çaty?an synyflaryn birlikte mahvolmalaryyla sonuçlanan bir sava? sürdürmü?lerdir.
Tarihin daha önceki ça?larynda, hemen her yerde, çe?itli zümreler halinde karma?yk bir toplum düzeni, çok çe?itli bir toplumsal mevki derecelenmesi buluyoruz. Eski Roma'da patrisyenleri, ?övalyeleri, plebleri, köleleri; ortaça?da feodal beyleri, vasallary, lonca ustalaryny, kalfalary, çyraklary,[4*] serfleri; bu synyflaryn hemen hepsinde, gene, alt derecelenmeleri görüyoruz.
Feodal toplumun yykyntylary arasyndan uç vermi? olan modern burjuva toplumu, synyf kar?ytlyklaryny ortadan kaldyrmady. Yeni synyflar, yeni basky ko?ullary, eskilerin yerine yeni sava?ym biçimleri getirmekle kaldy.
Ne var ki, bizim ça?ymyzyn, burjuvazinin ça?ynyn ayyrycy özelli?i, synyf kar?ytlyklaryny basitle?tirmi? olmasydyr. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük dü?man kampa, do?rudan birbirlerinin kar?ysyna dikilen iki büyük synyfa bölünüyor: Burjuvazi ve Proletarya.
Ortaça?yn serflerinden, ortaya, ilk kentlerin ayrycalykly kentlileri çykty. Bu kentlilerden de burjuvazinin ilk ö?eleri geli?ti.
Amerika'nyn ke?fi, Ümit Burnu'nun dola?ylmasy, ortaya çykmakta olan burjuvazi için yeni alanlar açty. Do?u Hindistan ve Çin pazarlary, Amerika'nyn sömürgele?tirilmesi, sömürgelerle ticaret, de?i?im araçlaryndaki ve genel olarak metalardaki arty?, ticarete, gemicili?e, sanayie o güne dek görülmemi? bir atylym, ve böylelikle, çökü? halindeki feodal toplumunun devrimci ö?esine de hyzly bir geli?im getirdi.
Synai üretimin kapaly loncalar tarafyndan tekelle?tirildi?i feodal sanayi sistemi,[5*] yeni pazarlaryn büyüyen gereksinmelerine artyk yetmiyordu. Onun yerini manüfaktür sistemi aldy. Lonca ustalary imalâtçy orta synyf[6*] tarafyndan bir kenara itildiler; farkly lonca birlikleri arasyndaki i?bölümü, tek tek her atölye içindeki i?bölümü kar?ysynda yok oldu.
Bu arada, pazarlar durmaksyzyn büyümeye, talep durmaksyzyn yükselmeye devam etti. Manüfaktür bile artyk yeterli de?ildi. Bunun üzerine, buhar ve makine, synai üretimi devrimcile?tirdi. Manüfaktürün yerini dev modern sanayi, sanayici orta synyfyn yerini, sanayici milyonerler, tüm sanayi ordularynyn önderleri, modern burjuvazi aldy.
Modern sanayi,[7*] Amerika'nyn ke?finin temellerini atty?y dünya pazaryny kurdu. Bu pazar, ticarete, gemicili?e, kara ula?tyrmacyly?yna büyük bir geli?me kazandyrdy. Bu geli?me de, sanayiin yayylmasyny etkiledi; ve sanayiin, ticaretin, gemicili?in, demiryollarynyn geni?lemesine orantyly olarak, burjuvazi de ayny oranda geli?ti, sermayesini artyrdy ve ortaça?dan kalma bütün synyflary geri plana itti.
Böylece, modern burjuvazinin kendisinin, nasyl uzun bir geli?im yolunun, üretim ve de?i?im biçimlerindeki bir dizi devrimlerin ürünü oldu?unu görüyoruz.
Burjuvazinin gösterdi?i her geli?meye, bu synyfyn[8*] buna denk dü?en bir siyasal ilerlemesi e?lik etti. Feodal soylulu?un egemenli?i altynda ezilen bir synyf,[9*] ortaça? komününde[10*] silahly ve kendi kendini yöneten bir topluluk olan; ?urada ba?ymsyz kentsel cumhuriyet (Ytalya ve Almanya'da oldu?u gibi) , burada monar?inin vergi mükellefi 'üçüncü katman' olan (Fransa'da oldu?u gibi) ,[11*] daha sonralary, asyl manüfaktür döneminde, soylulu?a kar?y bir denge unsuru olarak ya yary-feodallere[12*] ya da mutlak monar?iye hizmet eden ve, aslynda, genel olarak büyük monar?ilerin temel ta?y olan burjuvazi, en sonunda, modern sanayiin ve dünya pazarynyn kurulmasyndan bu yana, modern temsili devlette siyasal egemenli?i tamamyyla ele geçirdi.
Modern devletin yönetimi, tüm burjuvazinin ortak i?lerini yöneten bir komiteden ba?ka bir ?ey de?ildir.
Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynady.
Burjuvazi, üstünlü?ü ele geçirdi?i[13*] her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ili?kilere son verdi. Ynsany 'do?al efendiler'ine ba?layan çok çe?itli feodal ba?lary acymasyzca kopardy, ve insan ile insan arasynda, çyplak öz-çykardan, katy 'nakit ödeme'den ba?ka hiç bir ba? byrakmady. Dinsel tutkularyn, ?övalyece co?kunun, darkafaly duygusally?yn en ilâhi vecde gelmelerini, bencil hesaplaryn buzlu sularynda bo?du. Ki?isel de?eri, de?i?im-de?erine indirgedi, ve sayysyz yokedilemez ayrycalykly özgürlüklerin yerine, o tek insafsyz özgürlü?ü, ticaret özgürlü?ünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanylsamalarla perdelenmi? sömürünün yerine, açyk, utanmaz, dolaysyz, kaba sömürüyü koydu.
Burjuvazi, ?imdiye dek saygy duyulan ve saygyly bir korkuyla bakylan bütün mesleklerin halelerini söküp atty. Doktoru, avukaty, rahibi, ?airi, bilim adamyny kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi.
Burjuvazi, aile ili?kisindeki duygusal peçeyi yyrtyp atty ve bunu salt bir para ili?kisine indirgedi.
Burjuvazi, gericilerin o çok hayran olduklary ortaça?yn kaba kuvvet gösterisinin nasyl en hareketsiz tembelli?in bir tamamlayycysy oldu?unu açy?a çykardy. Ynsan faaliyetinin neler yaratabilece?ini ilk gösteren o oldu. Mysyr piramitlerini, Roma'nyn su kemerlerini ve Gotik katedralleri kat be kat a?an ?aheserler yaratty; daha önceki bütün tarihsel göçleri ve haçly seferlerini gölgede byrakan seferler düzenledi.
Burjuvazi, üretim araçlaryny, ve böylelikle üretim ili?kilerini ve, onlarla birlikte, toplumsal ili?kilerin tümünü sürekli devrimcile?tirmeksizin varolamaz. Daha önceki bütün sanayici synyflaryn ilk varlyk ko?ulu, bunun tersine, eski üretim biçimlerinin de?i?meksizin korunmasyydy. Üretimin sürekli altüst olu?u, bütün toplumsal ko?ullardaki düzenin kesintisiz bozulu?u, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva ça?yny bütün daha öncekilerden ayyrdeder. Bütün sabit, donmu? ili?kiler, beraberlerinde getirdikleri eski ve saygyde?er önyargylar ve görü?ler ile birlikte tasfiye oluyorlar, bütün yeni olu?mu? olanlar kemikle?emeden eskiyorlar. Yerle?mi? olan ne varsa eriyip gidiyor, kutsal olan ne varsa lânetleniyor, ve insan, kendi gerçek ya?am ko?ullaryna ve hemcinsiyle olan ili?kilerine nihayet ayyk kafa ile bakmak zorunda kalyyor.
Ürünleri için sürekli geni?leyen bir pazar gereksinmesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dörtbir yanyna kovalyyor. Her yerde barynmak, her yere yerle?mek, her yerde ba?lantylar kurmak zorundadyr.
Burjuvazi, dünya pazaryny sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere bo?arak, sanayiin ayaklan altyndan üzerinde durmakta oldu?u ulusal temeli çekip aldy. Eskiden kurulmu? bütün ulusal sanayiler yykyldylar ve hâlâ da her gün yykylyyorlar. Bunlar, kurulmalary bütün uygar uluslar için bir ölüm-kalym sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafyndan, artyk yerli hammaddeleri de?il, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri i?leyen sanayiler, ürünleri yalnyzca ülke içinde de?il, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafyndan yerlerinden ediliyorlar. O ülkenin üretimiyle kar?ylanan eski gereksinmelerin yerini, kar?ylanmalary uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alyyor. Eski yerel ve ulusal kapalyly?yn ve kendi kendine yeterlili?in yerini, uluslaryn çok yönlü ili?kilerinin, çok yönlü kar?ylykly ba?ymlyly?ynyn aldy?yny görüyoruz. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek uluslaryn zihinsel yaratymlary, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlylyk ve darkafalylyk giderek olanaksyzla?yyor ve sayysyz ulusal ve yerel yazynlardan ortaya bir dünya yazyny çykyyor.
Burjuvazi, bütün üretim araçlaryndaki hyzly iyile?me ile, son derece kolayla?my? haberle?me araçlary ile, bütün uluslary, hatta en barbar olanlary bile, uygarly?yn içine çekiyor. Ucuz meta fiyatlary, bütün Çin setlerini yerlebir etti?i, barbarlaryn inatçy yabancy dü?manly?yny teslim olmaya zorlady?y a?yr toplar oluyor. Bütün uluslary, yoketme tehdidiyle, burjuva üretim biçimini benimsemeye zorluyor; onlary uygarlyk dedi?i ?eyi benimsemeye, yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratyyor.
Burjuvazi, kyry kentlerin egemenli?ine soktu. Çok büyük kentler yaratty, kentsel nüfusu, kyra kyyasla, büyük ölçüde artyrdy, ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kysmyny kyrsal ya?amyn bönlü?ünden kurtardy. Kyry nasyl kentlere ba?ymly kyldyysa, barbar ve yary-barbar ülkeleri de uygar olanlara, köylü uluslary burjuva uluslara, Do?uyu Batyya ba?ymly kyldy.
Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarynyn ve mülkiyetin da?ynyk durumuna giderek daha çok son veriyor. Nüfusu biraraya toplamy?, üretim araçlaryny merkezile?tirmi?, ve mülkiyeti birkaç elde yo?unla?tyrmy?tyr. Bunun zorunlu sonucu, siyasal merkezile?me oldu. Ayry çykarlara, yasalara, hükümetlere ve vergi sistemlerine sahip ba?ymsyz ya da birbirleriyle gev?ek ba?lara sahip eyaletler, tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir ulusal synyf çykaryna, tek bir synyra ve tek bir gümrük tarifesine sahip tek bir ulus içinde biraraya geldiler.
Burjuvazi, ancak yüzyyly bulan egemenli?i syrasynda, daha önceki ku?aklaryn tümünün yaratmy? olduklaryndan daha yo?un ve çok daha büyük üretici güç yaratty. Do?a güçlerine egemen olunmasy, makine, kimyanyn sanayie ve taryma uygulanmasy, buharly gemiler, demiryollary, elektrik telgrafy, koskoca kytalaryn taryma açylmasy, nehirlerin suyollary haline getirilmesi, yerden bitercesine nüfus ço?almasy toplumsal eme?in ba?rynda böylesine üretici güçlerin yatmakta oldu?unu daha önceki hangi yüzyyl sezebilmi?tir?
?u halde görüyoruz ki: burjuvazinin kendisini onlara dayanarak güçlendirdi?i üretim ve de?i?im araçlary, feodal toplum içerisinde yaratylmy?lardyr. Bu üretim ve de?i?im araçlarynyn geli?iminin belirli bir a?amasynda, feodal toplumun üretimde ve de?i?imde bulundu?u ko?ullar, tarymyn ve imalât sanayiinin feodal örgütlenmesi, tek sözcükle, feodal mülkiyet ili?kileri, geli?mi? bulunan üretici güçlere artyk ayak uyduramaz hale geldiler; [14*] bir o kadar ayakba?y oldular. Bunlar kyrylmalyydylar; kyryldylar.
Bunlaryn yerini, kendisine uygun dü?en bir toplumsal ve siyasal yapy ile, ve burjuva synyfynyn iktisadi ve siyasal egemenli?i ile birlikte, serbest rekabet aldy.
Gözlerimizin önünde buna benzer bir hareket yer alyyor. Kendi üretim, de?i?im ve mülkiyet ili?kileri ile modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve de?i?im araçlary yaratmy? bulunan bu toplum, ölüler diyarynyn büyüleriyle harekete geçirdi?i güçleri artyk kontrol edemeyen büyücüye benziyor. Sanayiin ve ticaretin tarihi, on yyllardan beri, modern üretici güçlerin, modern üretim ko?ullaryna kar?y, burjuvazinin ve onun egemenli?inin varlyk ko?ulu mülkiyet ili?kilerine kar?y isyanynyn tarihinden ba?ka bir ?ey de?ildir. Bu konuda, tüm burjuva toplumunun varly?yny dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari bunalymlaryn sözünü etmek yeterlidir. Bu bunalymlar syrasynda yalnyzca mevcut ürünlerin de?il, daha önceleri yaratylmy? üretici güçlerin de büyük bir kysmy dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu bunalymlar syrasynda, daha önceki bütün ça?larda anlamsyz görülecek bir salgyn[15*] ba?gösteriyor —a?yry üretim salgyny. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlyk durumuna sokulmu? buluyor; sanki bir kytlyk, genel bir yykym sava?y, bütün geçim araçlary ikmalini kesmi?tir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmi?tir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlyk, çok fazla geçim aracy, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardyr da ondan. Toplumun elindeki üretici güçler, burjuva mülkiyet ili?kilerinin[16*] ilerlemesine artyk hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayakba?y olan bu ili?kiler için çok güçlü hale gelmi?lerdir, ve bu ayakba?laryndan kurtulduklary anda, burjuva toplumunun tamamyna düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varly?yny tehlikeye sokuyorlar. Burjuva toplum ko?ullary, bunlaryn yaratty?y zenginli?i kucaklayamayacak denli dardyr. Peki, burjuvazi bu bunalymlary nasyl atlatyyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir kysmyny zorla yokederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de daha kapsamly bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygyn ve daha yykycy bunalymlar hazyrlayarak, ve bunalymlary önleyen araçlary azaltarak.
Burjuvazinin feodalizmi yerlebir etti?i silahlar, ?imdi, burjuvazinin kendisine kar?y çevrilmi?tir.
Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahlary yaratmakla kalmamy?; bu silahlary kullanacak insanlary da varetmi?tir, —modern i?çi synyfyny— proleterleri.[17*]
Burjuvazi, yani sermaye, hangi oranda geli?iyorsa, proletarya da, modern i?çi synyfy da ayny oranda geli?iyor —i? bulduklary sürece ya?ayan ve emekleri sermayeyi artyrdy?y sürece i? bulan bir emekçiler synyfy. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan bu emekçiler, bütün öteki ticaret nesneleri gibi, bir metadyrlar, ve bunun sonucu olarak, rekabetin bütün ini? çyky?laryna, pazaryn bütün dalgalanmalaryna açyktyrlar.
Yaygyn makine kullanymy ve i?bölümü yüzünden, proleterin i?i, tüm bireysel niteli?ini, ve bunun sonucu olarak da, çaly?an insan için tüm çekicili?ini yitirmi?tir. Kendisi makinenin bir eklentisi haline geliyor, ve ondan beklenen yalnyzca en basit, en tekdüze ve en kolay edinilen hüner oluyor. Dolayysyyla, bir i?çinin üretim maliyeti, hemen tamamyyla, kendi bakymy ve neslinin ço?almasy için gerek duydu?u geçim araçlaryndan ibaret oluyor. Ama bir metayn, ve dolayysyyla eme?in de fiyaty, [14] kendi üretim maliyetine e?ittir. Dolayysyyla, i?in i?rençli?i artty?y oranda ücret azalyyor. Dahasy, makine kullanymy ve i?bölümü hangi oranda artyyorsa, ister çaly?ma saatlerinin uzatylmasy ile, ister belli bir zamanda çykarylmasy gereken i?in artyrylmasy ile, ya da ister makinelerin hyzynyn artyrylmasy, vb. ile olsun, i?in a?yrly?y[18*] da ayny oranda artyyor.
Modern sanayi, ataerkil ustanyn küçük atölyesini sanayi kapitalistinin büyük fabrikasy haline getirmi?tir. Fabrikaya dolu?mu? emekçi yy?ynlary, askerler gibi örgütlenmi?lerdir. Sanayi ordusunun erleri olarak mükemmel bir subaylar ve çavu?lar hiyerar?isinin komutasy altyna sokulmu?lardyr. Yalnyzca burjuva synyfynyn ve burjuva devletin kölesi olmakla kalmyyorlar, makine tarafyndan, denetleyici tarafyndan ve, hepsinden çok, tek tek burjuva imalâtçylarynyn kendileri tarafyndan gün be gün, saat be saat kölele?tiriliyorlar. Bu despotluk, amaç ve hedefinin kazanç oldu?unu ne denli açykça ilân ederse, o denli baya?y, o denli nefret uyandyrycy, o denli öfke yaratycy oluyor.
El eme?inin içerdi?i hüner ve güç harcamasy ne denli az olursa, bir ba?ka deyi?le, modern sanayi ne denli geli?irse, erke?in eme?inin yerini o denli kadynynki[19*] alyr. Ya? ve cinsiyet farklylyklarynyn i?çi synyfy için artyk herhangi bir ayyrycy toplumsal geçerlili?i yoktur. Bunlaryn hepsi de, kullanylmalary, ya?laryna ve cinsiyetlerine ba?ly olarak, az ya da çok pahaly i? araçlarydyrlar.
Fabrikatör tarafyndan sömürülmesi son bulup ücretini nakit olarak alyr almaz, emekçinin üzerine burjuvazinin öteki kesimleri, ev sahibi, dükkâncy, tefeci, vb. çullanyr.
Orta synyfyn alt tabakalary[20*] —küçük çapta ticaretle u?ra?anlar, dükkâncylar, ve genellikle emekli olmu? esnaflar,[21*] zanaatçylar ve köylüler— bütün bunlar, kysmen kendi küçük sermayelerinin modern sanayiin i?letildi?i ölçek bakymyndan yetersiz kalmasy ve büyük kapitalistlerle rekabette yenik dü?meleri yüzünden, ve kysmen de bunlaryn özel hünerlerinin yeni üretim yöntemleri kar?ysynda de?erini yitirmesi yüzünden, giderek proletaryaya kary?yyorlar.
Proletarya çe?itli geli?me a?amalaryndan geçer. Do?masyyla birlikte, burjuvaziye kar?y mücadelesi de ba?lar.[22*] Sava?ym ba?langyçta tek tek i?çiler tarafyndan, sonra bir fabrikadaki i?çiler tarafyndan, sonra da bir i?kolunun bir yöredeki i?çileri tarafyndan, onlary do?rudan sömüren tek tek burjuvalara kar?y yürütülür. Saldyrylaryny burjuva üretim ko?ullaryna kar?y de?il, bizzat üretim araçlaryna kar?y yöneltirler; [23*] kendi emekleriyle rekabet eden yabancy mallary imha ederler, makineleri parçalarlar, fabrikalary ate?e verirler, ortaça? i?çilerinin ortadan kalkmy? statüsünü zor yoluyla geri getirmeye çaly?yrlar.
Bu a?amada emekçiler hâlâ tüm ülkeye da?ylmy? ve kar?ylykly rekabet yüzünden parçalanmy? düzensiz[24*] bir yy?yn olu?tururlar. Herhangi bir yerde daha toplu organlar olu?turmak üzere biraraya gelseler de, bu henüz kendi etkin birliklerinin sonucu de?il, kendi siyasal amaçlaryna varmak için tüm proletaryayy harekete geçirmek zorunda kalan ve, dahasy, bir süre için bunu ba?aran burjuvazinin kendi birli?inin. Bu a?amada, demek ki, proleterler kendi dü?manlary ile de?il, dü?manlarynyn dü?manlary ile, mutlak monar?i kalyntylary, toprak sahipleri, sanayici olmayan burjuvazi, küçük-burjuvazi ile sava?yrlar. Böylece, tüm tarihsel hareket burjuvazinin ellerinde yo?unla?yr; bu biçimde elde edilen her zafer, burjuvazinin zaferidir.
Ama, sanayiin geli?mesiyle, proletarya, yalnyz sayyca artmakla kalmaz, daha büyük yy?ynlar halinde yo?unla?yr, gücü büyür ve bu gücü daha çok hisseder. Proletarya saflaryndaki farkly çykarlar ve ya?am ko?ullary, makinenin tüm emek ayrylyklaryny silmesi ve hemen her yerde ücretleri ayny dü?ük düzeye indirmesi oranynda giderek daha çok e?itlenirler. Burjuvazi arasyndaki büyüyen rekabet ve bunun sonucu ortaya çykan ticari bunalymlar, i?çi ücretlerini durmadan dalgalandyryr. Makinelerdeki sonu gelmez iyile?me, durmadan daha hyzly geli?erek, bunlaryn geçimlerini giderek daha çok güvensiz yapar; tek tek i?çiler ile tek tek burjuvalar arasyndaki çaty?malar, giderek daha çok iki synyf arasyndaki çaty?ma niteli?ini alyr. Bunun üzerine, i?çiler, burjuvalara kar?y birlikler (sendikalar) [25*] olu?turmaya ba?larlar; ücret hadlerini yüksek tutmak için biraraya gelirler; zaman zaman çykan isyanlar için önceden hazyrlyk yapmak üzere kalycy dernekler kurarlar. ?urada burada, sava?ym, ayaklanma halini alyr.
Zaman zaman i?çiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Sava?larynyn gerçek meyveleri o andaki sonuçlarda de?il, i?çilerin durmadan geni?leyen birli?inde yatar. Modern, sanayi tarafyndan yaratylan geli?kin haberle?me araçlary bu birli?e yardymcy olur ve bu, ayry ayry yerlerdeki i?çileri birbirleriyle ili?ki içine sokar. Hepsi de ayny nitelikteki sayysyz yerel sava?ymlary, synyflar arasyndaki tek bir ulusal sava?ym halinde merkezile?tirmek için gerekli olan da i?te bu ili?kidir. Ama her synyf sava?ymy bir siyasal sava?ymdyr. Ve ortaça? kentlilerinin, peri?an karayollary ile ula?mak için yüzyyllara gerek duyduklary bu birli?i, modern proleterler, demiryollary sayesinde, birkaç yyl içinde gerçekle?tirirler.
Proleterlerin bir synyf olarak ve, bunun sonucu, bir siyasal parti olarak bu örgütlenmeleri, gene i?çilerin kendi aralaryndaki rekabet yüzünden sürekli bozulur. Ama daha güçlü, daha sa?lam, daha kuvvetli olarak durmadan yeniden do?ar. Burjuvazinin kendi arasyndaki bölünmelerden yararlanarak, i?çilerin özel çykarlarynyn yasal olarak tanynmasyny zorlar. Yngiltere'deki on-saat tasarysy böyle yasala?my?tyr. [15]
Eski toplumun synyflary arasyndaki çaty?malaryn tümü, proletaryanyn geli?im çizgisine birçok bakymdan yardymcy olur. Burjuvazi kendisini sürekli bir sava? içerisinde bulur. Ba?langyçta aristokrasi ile; daha sonralary bizzat burjuvazinin, çykarlary sanayiin ilerlemesine ters dü?en kesimleri ile; her zaman da, yabancy ülkelerin burjuvazisi ile. Bütün bu sava?larda, proletaryaya ba?vurmak, onun yardymyny istemek, ve böylece, onu siyaset arenasyna sürüklemek zorunda kaldy?yny görür. Demek ki, proletaryaya kendi siyasal ve genel[26*] e?itim ö?elerini sa?layan bizzat burjuvazidir, bir ba?ka deyi?le, burjuvaziye kar?y sava?aca?y silahlary proletaryaya sa?layan kendisidir.
Ayryca, daha önce de görmü? oldu?umuz gibi, egemen synyflaryn bütün kesimleri, sanayiin ilerlemesiyle birlikte, proletaryaya do?ru itilirler, ya da, bunlaryn varlyk ko?ullary, en azyndan, tehlikeye girer. Bunlar ayny zamanda proletaryaya yeni aydynlanma ve ilerleme ö?eleri[27*] sa?larlar.
Nihayet, synyf sava?ymynyn karar saatine yakla?ty?y anlarda, egemen synyf içerisinde, aslynda boydanboya tüm eski toplum içerisinde, sürüp giden çözü?me süreci öylesine sert, apaçyk bir nitelik alyr ki, egemen synyfyn küçük bir kesimi kendisini koparyr ve devrimci synyfa, gelece?i ellerinde tutan synyfa katylyr. Demek ki, typky daha önceleri soylulu?un bir kesiminin burjuvaziden yana geçmi? olmasy gibi, ?imdi de burjuvazinin bir kesimi proletaryadan yana geçmektedir, ve özellikle de burjuva ideologlarynyn kendilerini tüm tarihsel hareketi teorik olarak kavrama düzeyine ula?tyrmy? olan kesimi.
Bugün burjuvazi ile kar?y kar?yya gelen bütün synyflar içerisinde yalnyzca proletarya gerçekten devrimci bir synyftyr. Öteki synyflar modern sanayi kar?ysynda erirler ve nihayet yok olurlar; proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür.
Alt orta synyf,[28*] küçük imalâtçy, dükkâncy, zanaatçy, köylü, bütün bunlar, orta synyfyn parçalary olarak varlyklaryny yokolmaktan kurtarmak için, burjuvaziye kar?y sava?yrlar. Bunlar, ?u halde, devrimci de?il, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin tekerle?ini gerisin geriye döndürmeye çaly?yrlar. Kazara devrimci olsalar bile, proletaryaya katylmak üzere olduklaryndan ötürü böyledirler; ?u halde, o andaki çykarlaryny de?il, gelecekteki çykarlaryny korumakta, proletaryanyn baky? açysyny edinmek için kendilerininkini terketmektedirler.
'Tehlikeli synyf', toplumsal tortu,[29*] eski toplumun en alt tabakalary tarafyndan fyrlatylyp atylmy? oldu?u yerde çürüyen bu yy?yn, ?urada burada, bir proleter devrimi ile, hareketin içine sürüklenebilir; ne var ki, kendi ya?am ko?ullary onu daha çok gerici entrikalaryn paraly aleti olmaya hazyrlar.
Eski toplumun ko?ullary zaten, büyük ölçüde, proletaryanyn ko?ullan içinde fiilen eriyip gitmi?tir. Proleter mülksüzdür; karysyyla ve çocuklaryyla olan ili?kisinin burjuva aile ili?kileriyle artyk ortak bir yany kalmamy?tyr; Yngiltere'deki ile Fransa'dakinin, Amerika'daki ile Almanya'dakinin ayny olan modern sanayi eme?i, modern sermaye boyunduru?u, kendisini bütün ulusal karakter izlerinden aryndyrmy?tyr. Onun gözünde hukuk, ahlâk, din, ardynda bir o kadar burjuva çykaryny pusuda bekleten bir yy?yn burjuva önyargylarydyr. Üstünlü?ü ele geçirmi? bundan önceki bütün synyflar, toplumu büyük ölçüde kendi mülk edinme ko?ullaryna boyun e?direrek, zaten edinmi? olduklary konumlaryny peki?tirmeye bakmy?lardyr. Proleterler ise, daha önceki kendi mülk edinme biçimlerini ve, böylelikle, daha önceki bütün öteki mülk edinme biçimlerini de ortadan kaldyrmadykça, toplumsal üretici güçleri ele geçiremezler. Kendilerine ait korunacak ya da peki?tirilecek hiç bir ?eyleri yoktur; görevleri, özel mülkiyetin o güne kadarki bütün güvencelerini ve korunaklaryny yoketmektir.
Daha önceki bütün tarihsel[30*] hareketler, azynlyk hareketleri, ya da azynlyklaryn çykaryna olan hareketlerdi. Proleter hareket, büyük ço?unlu?un, büyük ço?unlu?un çykaryna olan bilinçli,[30*] ba?ymsyz hareketidir. Proletarya, bugünkü toplumumuzun en alt tabakasy, resmi toplumun tüm üstyapy tabakalary havaya uçurulmadykça, davranamaz, do?rulamaz.
Öz olarak olmasa bile, biçim olarak, proletaryanyn burjuvaziyle sava?ymy ilkin ulusal bir sava?ymdyr. Her ülkenin proletaryasy, elbette, her ?eyden önce kendi burjuvazisiyle hesapla?malydyr.
Proletaryanyn geli?iminin en genel evrelerini betimlerken, mevcut toplum içerisinde azçok üstü örtülü bir biçimde sürüp giden iç sava?y, sava?yn açyk bir ihtilâl olarak patlak verdi?i ve burjuvazinin zor yoluyla devrilmesinin proletaryanyn egemenli?inin temellerini atty?y noktaya dek izledik.
Bugüne kadarki bütün toplum biçimleri, görmü? oldu?umuz gibi, ezen ve ezilen synyflaryn kar?ytly?y üzerine dayandyrylmy?tyr. Ama bir synyfy ezebilmek için, ona hiç de?ilse kendi kölece varly?yny sürdürebilece?i birtakym ko?ullaryn sa?lanmasy gerekir. Serflik döneminde serf, kendisini komün üyeli?ine yükseltmi?tir, typky küçük-burjuvanyn, feodal mutlakyyetçili?in boyunduru?u altynda bir burjuva haline gelmeyi becerdi?i gibi. Modern emekçi ise, tersine, sanayiin geli?mesiyle yükselece?i yerde, gittikçe daha çok kendi synyfynyn varlyk ko?ullarynyn altyna dü?üyor. Sadakaya muhtaç bir kimse oluyor, ve sadakaya muhtaçlyk, nüfustan ve servetten daha hyzly geli?iyor. Ve burjuvazinin artyk toplumda egemen synyf olarak kalacak ve kendi varlyk ko?ullaryny topluma belirleyici yasa olarak dayatacak durumda olmady?y burada açykça ortaya çykyyor. Egemen olacak durumda de?ildir, çünkü kölesine köleli?i çerçevesinde bir varlyk sa?layacak durumda de?ildir, çünkü kölesini, onun tarafyndan beslenece?i yerde, onu beslemek zorunda kaldy?y bir duruma dü?ürmeden edemiyor. Toplum bu burjuvazinin egemenli?i altynda artyk ya?ayamaz, bir ba?ka deyi?le, onun varly?y toplumla artyk ba?da?myyor.
Burjuva synyfyn varly?ynyn ve egemenli?inin esas ko?ulu,[31*] sermayenin olu?masy ve ço?almasydyr; sermayenin ko?ulu, ücretli emektir. Ücretli emek, bütünüyle, emekçiler arasyndaki rekabete dayanyr. Sanayiin, burjuvazinin elde olmayarak te?vik etti?i ilerleyi?i, emekçilerin rekabetten ileri gelen yalytylmy?lyklarynyn yerine, birlikteliklerinden ileri gelen devrimci dayany?malaryny kor. Demek ki, modern sanayiin geli?mesi, burjuvazinin ayaklarynyn altyndan bizzat ürünleri ona dayanarak üretti?i ve mülk edindi?i temeli çeker alyr. ?u halde, burjuvazinin üretti?i, her ?eyden önce, kendi mezar kazycylarydyr. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanyn zaferi ayny ölçüde kaçynylmazdyr.
II. PROLETERLER VE KOMÜNYSTLER
Komünistlerin bir tüm olarak proleterler kar?ysyndaki tavry nedir?
Komünistler, öteki i?çi synyfy partilerine kar?y ayry bir parti olu?turmazlar.
Tüm proletaryanyn çykarlarynyn dy?ynda ayry çykarlara sahip de?illerdir.
Proleter hareketi biçimlendirmek ve kalyba sokmak üzere kendilerine özgü hiç bir sekter[32*] ilke getirmezler.
Komünistler, öteki i?çi synyfy partilerinden yalnyzca ?unlarla ayrylyrlar: 1. Farkly ülke proleterlerinin ulusal sava?ymlarynda, her türlü milliyetten ba?ymsyz olarak, tüm proletaryanyn ortak çykarlaryna i?aret eder ve bunlary öne sürerler. 2. Y?çi synyfynyn burjuvaziye kar?y sava?ymynyn geçmek zorunda oldu?u çe?itli geli?me a?amalarynda, her zaman ve her yerde. tüm hareketin çykarlaryny temsil ederler.
Komünistler, demek ki, bir yandan, pratik olarak, bütün ülkelerin i?çi synyfy partilerinin en ileri ve[33*] en kararly kesimi, bütün ötekileri ileri iten kesimidirler; öte yandan ise, teorik olarak, proletaryanyn büyük yy?yny üzerinde, hareket hattyny, ko?ullary, ve proleter hareketin nihai genel sonuçlaryny açykça anlama üstünlü?üne sahiptirler.
Komünistlerin acil hedefleri, bütün öteki proleter partilerininkiyle aynydyr: proletaryanyn bir synyf olarak olu?masy, burjuva egemenli?inin yykylmasy, siyasal gücün proletarya tarafyndan ele geçirilmesi.
Komünistlerin vardyklary teorik sonuçlar, hiç bir biçimde, ?u ya da bu sözde dünya reformcusu tarafyndan icat olunmu? ya da ke?fedilmi? dü?üncelere ya da ilkelere dayandyrylmamy?tyr.
Bunlar, yalnyzca, varolan bir synyf sava?yndan, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten do?an ili?kilerin genel ifadeleridir. Mevcut mülkiyet ili?kilerine son verilmesi, hiç de komünizmin ayyrycy bir özelli?i de?ildir.
Geçmi?teki bütün mülkiyet ili?kileri, tarihsel ko?ullardaki de?i?meler sonucu, durmadan tarihsel de?i?melere ugramy?lardyr.[34*]
Örne?in Fransyz Devrimi, burjuva mülkiyetinin lehine, feodal mülkiyeti kaldyrmy?tyr.
Komünizmin ayyrycy özelli?i, genel olarak mülkiyetin kaldyrylmasy de?il, burjuva mülkiyetinin kaldyrylmasydyr. Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin synyf kar?ytly?yna, ço?unlu?un azynlyk tarafyndan sömürülmesine[35*] dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir.
Bu anlamda, komünistlerin teorisi tek bir tümcede özetlenebilir: Özel mülkiyetin kaldynlmasy.
Biz komünistler, insanyn kendi eme?inin meyvesi olarak, ki?isel mülk edinme hakkyny kaldyrmayy istemekle suçlandyk; o mülkiyet ki, her türlü ki?isel özgürlü?ün, eylemin ve ba?ymsyzly?yn temeli oldu?u iddia edilir.
Güçlükle elde edilmi?, bizzat edinilmi?, bizzat kazanylmy? mülkiyet! Burjuva biçimden önceki bir mülkiyet biçimi olan küçük zanaatçy ve küçük köylü mülkiyetinden mi[36*] sözediyorsunuz? Bunu kaldyrmaya gerek yok; sanayideki geli?me bunu zaten büyük ölçü de yoketmi?tir ve hâlâ da gün be gün yokediyor.
Yoksa modern burjuva özel mülkiyetten mi sözediyorsunuz?
Yyi ama, ücretli emek, emekçi için herhangi bir mülkiyet yaratyr my? Asla. Bu, sermaye, yani ücretli eme?i sömüren ve yeni sömürü için yeni bir ücretli emek arzy do?uran ko?ullar dy?ynda ço?alamayan türden mülkiyet yaratyr. Mülkiyet, mevcut biçimi içerisinde, sermaye ile ücretli emek kar?ytly?yna dayanyr. Bu kar?ytly?yn iki yanyny inceleyelim.
Kapitalist olmak, üretimde yalnyzca salt ki?isel de?il, toplumsal bir konuma da sahip olmaktyr. Sermaye kolektif bir üründür, ve ancak birçok üyenin birle?ik eylemiyle, hatta son tahlilde, ancak toplumun tüm üyelerinin birle?ik eylemiyle harekete geçirilebilir.
Demek ki, sermaye ki?isel de?il, toplumsal bir güçtür.
?u halde, sermayeyi ortak mülkiyete, toplumun tüm üyelerinin mülkiyetine dönü?türmekle, ki?isel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönü?türülmü? olmaz. De?i?en, yalnyzca mülkiyetin toplumsal karakteridir. Mülkiyet, synyf karakterini yitirir.
?imdi de ücretli eme?i alalym:
Ücretli eme?in ortalama fiyaty, asgari ücret, yani emekçiyi bir emekçi olarak ya?atmak için mutlaka gerekli geçim araçlary miktarydyr. Demek ki, ücretli emekçinin kendi eme?i aracyly?y ile mülk edindi?i ?ey, yalnyzca salt kendi varly?yny sürdürmeye ve yeniden üretmeye yeter. Biz emek ürünlerinin bu ki?isel mülk edinilmesini, insan ya?amynyn devamy ve yeniden-üretimi için yapylan ve geriye ba?kalarynyn eme?ine komuta edecek hiç bir fazlalyk byrakmayan bu mülk edinmeyi hiç bir biçimde kaldyrmak niyetinde de?iliz. Bizim ortadan kaldyrmak istedi?imiz tek ?ey, içerisinde emekçinin salt sermayeyi artyrmak için ya?ady?y ve ya?amasyna ancak egemen synyfyn çykarynyn gerektirdi?i ölçüde izin verilen bu mülk edinmenin sefil karakteridir.
Burjuva toplumda, canly emek, birikmi? eme?i artyrma aracyndan ba?ka bir ?ey de?ildir. Komünist toplumda ise, birikmi? emek, emekçinin varly?yny geni?letme, zenginle?tirme, geli?tirme aracyndan ba?ka bir ?ey de?ildir.
Demek ki, burjuva toplumda, geçmi?, bugüne egemendir; komünist toplumda ise, bugün, geçmi?e egemendir. Burjuva toplumda, sermaye, ba?ymsyz ve ki?iseldir, oysa ya?ayan birey ba?ymlydyr ve ki?isel de?ildir.
Ve bu durumun kaldyrylmasyna, burjuvazi, ki?iselli?in ve özgürlü?ün kaldyrylmasy diyor! Ve hakly da. Burjuva ki?iselli?i, burjuva ba?ymsyzly?y ve burjuva özgürlü?ü ku?kusuz hedefleniyor.
Özgürlük ile, mevcut burjuva üretim ko?ullary altynda, serbest ticaret, serbest alym ve satym kastediliyor.
Ama e?er alym ve satym yok olursa, serbest alym ve satym da yok olur. Serbest alym ve satym konusundaki bu sözlerin, ve burjuvazimizin genel olarak, özgürlük konusundaki bütün öteki 'cesur sözcükleri'nin e?er bir anlamy varsa, ancak kysytlanmy? alym ve satym kar?ysynda ortaça?yn kösteklenen tüccarlary kar?ysynda bir anlamy vardyr; yoksa, alym ve satym, burjuva üretim ko?ullarynyn komünistçe kaldyrylmasy kar?ysynda hiç bir anlam ta?ymaz.
Özel mülkiyeti ortadan kaldyrma niyetimiz kar?ysynda deh?ete kapylyyorsunuz, oysa özel mülkiyet sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda-dokuzu için zaten ortadan kalkmy?tyr; birkaç ki?i için[37*] varolu?u, tamamyyla, bu ondadokuzun ellerinde varolmayy?yndan ötürüdür. Demek ki, siz bizi, varly?ynyn zorunlu ko?ulu toplumun büyük bir ço?unlu?unun mülksüzlü?ü olan bir mülkiyet biçimini ortadan kaldyrmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz.
Tek sözcükle, bizi, mülkiyetinizi ortadan kaldyrmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Elbette; bizim niyetimiz de zaten budur.
Eme?in artyk sermayeye, paraya, ya da ranta, tekelle?tirilebilecek toplumsal bir güce dönü?türülemeyece?i andan itibaren, yani ki?isel mülkiyetin artyk burjuva mülkiyete, sermayeye[38*] dönü?türülemeyece?i andan itibaren, o andan itibaren, ki?iselli?in yokoldu?unu söylüyorsunuz.
Öyleyse, itiraf etmelisiniz ki, 'ki?isel' demekle, burjuvadan, orta synyf mülk sahibinden[39*] ba?kasyny kastetmiyorsunuz. Bu ki?i, gerçekten de, ortadan kaldyrylmaly, ve olanaksyzla?tyrylmalydyr.[40*]
Komünizm kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun byrakmaz; yapty?y tek ?ey, onu, böyle bir mülk edinme aracyly?yyla, ba?kalarynyn eme?ini boyunduruk altyna alma gücünden yoksun byrakmaktyr.
Özel mülkiyetin kaldyrylmasyyla her türlü çaly?manyn duraca?y ve genel bir tembelli?in kök salaca?y itirazy öne sürülmü?tür.
Ona bakylyrsa, burjuva toplumun aylaklyk yüzünden çoktan yerlebir olmasy gerekirdi; çünkü çaly?anlar hiç bir ?ey edinemiyorlar, bir ?eyler edinenler ise çaly?myyorlar. Bu itiraz bütünüyle, sermaye olmayynca artyk ücretli eme?in de olamayaca?y safsatasynyn bir ba?ka ifadesinden ibarettir.
Maddi ürünlerin komünistçe üretilme ve mülk edinilme biçimine yöneltilen tüm itirazlar, ayny ?ekilde, zihinsel ürünlerin komünistçe üretilme ve mülk edinilme biçimine de yöneltilmi?tir. Burjuva için synyf mülkiyetinin yok olmasy, nasyl bizzat üretimin yok olmasy demekse, synyf kültürünün[41*] yok olmasy da, kendisi için, her türlü kültürün yok olmasyyla ayny ?eydir.
Yitmesinin onu yasa büründürdü?ü bu kültür, büyük ço?unluk için, bir makine gibi hareket etme e?itiminden ibarettir.
Ama bizim burjuva mülkiyeti kaldyrma niyetimizi[42*] kendi burjuva özgürlük, kültür, hukuk, vb. anlayy?larynyzyn kystasyna vurdu?unuz sürece, bizimle dala?mayy byrakynyz. Bizzat kendi dü?ünceleriniz, kendi burjuva üretim ve burjuva mülkiyet ko?ullarynyzyn ürününden ba?ka bir ?ey de?ildir, nasyl ki, hukukunuz, synyfynyzyn herkes için bir yasa haline getirilmi? iradesinden, esas karakteri ve do?rultusu synyfynyzyn varly?ynyn iktisadi ko?ullary tarafyndan belirlenen bir iradesinden[43*] ba?ka bir ?ey de?ilse.
Sizi, mevcut üretim biçiminden ve mülkiyet biçiminden —üretimin ilerlemesi syrasynda ortaya çykan ve yok olan tarihsel ili?kilerden— çykan toplumsal biçimleri, do?anyn ve usun ölümsüz yasalaryna dönü?türmeye götüren bencil yanylgynyz —bu yanylgyyy sizden önceki bütün egemen synyflarla payla?yyorsunuz.[44*] Antik mülkiyette açykça gördü?ünüz ?eyi, feodal mülkiyet için kabul etti?iniz ?eyi, kendi burjuva mülkiyet biçiminiz için elbette kabul edemezsiniz.
Ailenin kaldyrylmasy! En radikal ki?iler bile, komünistlerin bu menfur amacy kar?ysynda parlayyveriyorlar.
Bugünün ailesi, burjuva aile, hangi temele dayanyyor? Sermayeye, özel kazanca. Bu aile tam geli?mi? biçimiyle, yalnyzca burjuvazi arasynda vardyr. Ama bu durum, tayda?yny, proleterler arasynda ailenin fiilen varolmayy?ynda, ve açyk fuhu?ta bulmaktadyr.
Tayda?y yok olunca, burjuva ailesi de do?al olarak yok olacaktyr, ve sermayenin yok olmasyyla her ikisi de yok olacaktyr.
Bizi, çocuklaryn ana-babalary tarafyndan sömürülmesine son vermeyi istemekle mi suçluyorsunuz? Bu suçu kabulleniyoruz.
Ama, ev e?itiminin yerine toplumsal e?itimi koymakla, ili?kilerin en kutsalyny yok etti?imizi söylüyorsunuz.
Ya sizin e?itiminiz! O da toplumsal de?il mi? O da, içerisinde e?itim yaptyrdy?ynyz toplumsal ko?ullarla, toplumun dolaysyz ya da dolayly müdahalesiyle, okullar aracyly?yyla belirlenmiyor mu? E?itime toplumun müdahalesini komünistler icat etmedi. Yaptyklary ?ey, bu müdahalenin karakterini de?i?tirmeye ve e?itimi egemen synyfyn etkisinden kurtarmaya çaly?maktan ibarettir.
Aile ve e?itim konusundaki, ana-baba ile çocuk arasyndaki kutsal ili?ki konusundaki burjuva safsatalary, proleterler arasyndaki tüm aile ba?lary modern sanayiin etkisiyle parçalandykça, ve bunlaryn çocuklary basit ticaret nesneleri ve i? araçlary haline geldikçe daha da i?rençle?iyor.
Ama siz komünistler, kadynlaryn ortakly?yny getirmek istiyorsunuz, diye ba?yryyor tüm burjuvazi bir a?yzdan.
Burjuva, karysyny, salt bir üretim aracy olarak görüyor. Üretim araçlarynyn ortakla?a kullanylaca?yny duyuyor ve, do?al olarak, ortakla?a olma yazgysyndan kadynlaryn da ayny ?ekilde paylaryna dü?eni alacaklaryndan ba?ka bir sonuça varamyyor.
Hedeflenen gerçek noktanyn, kadynlaryn salt üretim araçlary olma durumuna son vermek oldu?unu aklyna bile getirmiyor.
Kaldy ki, burjuvalarymyzyn sözümona komünistler tarafyndan açykça ve resmen yerle?tirilecek olan kadynlaryn ortakla?aly?y kar?ysynda gösterdikleri erdemli öfkeden daha gülünç hiç bir ?ey olamaz. Komünistlerin kadynlaryn ortakla?aly?yny getirmelerine gerek yoktur; bu, çok eski zamanlardan beri zaten var.
Burjuvalarymyz, kendi proleterlerinin karylaryny ve kyzlaryny ellerinin altynda bulundurmakla yetinmiyorlar ve resmi fuh?u bir yana byrakyrsak, birbirlerinin karylaryny ba?tan çykarmaktan büyük zevk duyuyorlar.
Burjuva evlili?i, gerçekte, evli kadynlarda ortaklyk sistemidir, ve dolayysyyla komünistler, olsa olsa, kadynlaryn ikiyüzlüce gizlenmi? ortakla?aly?y yerine açykça yasala?tyrylmy? olanyny getirmeyi istemekle suçlanabilirler. Zaten, apaçyktyr ki, bugünkü üretim biçiminin kalkmasyyla birlikte, bu sistemden çykan kadynlaryn ortakla?aly?y da, yani resmi ve özel fuhu? da kalkacaktyr.
Komünistler, ayryca, vatan ve milliyeti kaldyrmayy istemekle de suçlanyyorlar.
Y?çilerin vatany yoktur. Onlardan sahip olmadyklary bir ?eyi alamayyz. Proletarya, her?eyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder synyfy[45*] durumuna gelmek, bizzat ulusu olu?turmak zorunda oldu?una göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldyr, ama sözcü?ün burjuva anlamynda de?il.
Halklar arasyndaki ulusal farklylyklar ve kar?ytlyklar, burjuvazinin geli?mesi ile, ticaret özgürlü?ü ile, dünya pazary ile, üretim biçimindeki ve buna tekabül eden ya?am ko?ullaryndaki tekdüzelik ile her geçen gün biraz daha yok oluyor.
Proletaryanyn egemenli?i, bunlary daha da çabuk yokedecektir. Eylem birli?i, en azyndan önde gelen uygar ülkelerinki, proletaryanyn kurtulu?unun ilk ko?ullaryndan biridir.
Ki?inin bir ba?kasy tarafyndan sömürülmesine son verildi?i ölçüde, bir ulusun bir ba?kasy tarafyndan sömürülmesine de son verilmi? olacaktyr.[46*] Ulus içindeki synyflar arasy kar?ytly?yn kalkmasy ölçüsünde bir ulusun bir ba?kasyna dü?manly?y da son bulacaktyr.
Komünizme kar?y dinsel, felsefi ve genel olarak ideolojik açydan yöneltilen suçlamalar, ciddiye alynyp incelenmeye de?mez.
Ynsanyn dü?üncelerinin, görü?lerinin ve kavramlarynyn, tek sözcükle, insanyn bilincinin, maddi[47*] varly?ynyn ko?ullaryndaki, toplumsal ili?kilerindeki ve toplumsal ya?amyndaki her de?i?meyle birlikte de?i?ti?ini kavramak için derin bir sezgiye gerek var mydyr?
Fikir tarihi, zihinsel üretimin, maddi üretimin de?i?mesiyle birlikte de?i?ti?inden ba?ka neyi tanytlar ki? Her yüzyyldaki egemen dü?ünceler hep o yüzyylyn egemen synyfynyn dü?ünceleri olmu?tur.
Toplumu devrimcile?tiren dü?üncelerden sözedildi?inde, eski toplum içerisinde yeni toplum üyelerinin yaratylmy? oldu?undan, ve eski dü?üncelerdeki çözülmenin eski ya?am ko?ullaryndaki çözülmeyle atba?y gitti?inden ba?ka bir ?ey ifade edilmi? olmaz.
Antik dünya cançeki?irken, antik dinler de hyristiyanlyk kar?ysynda boyun e?diler. Hyristiyan dü?ünceler 18. yüzyylda usçu dü?ünceler[48*] kar?ysynda yenik dü?tüklerinde, feodal toplum da o günlerin devrimci burjuvazisiyle ölüm-kalym sava?yna tutu?mu?tu. Din ve vicdan özgürlü?ü dü?ünceleri, serbest rekabetin bilgi alanyndaki egemenli?inin ifadesinden ba?ka bir ?ey de?ildir.
'Ku?kusuz ki', denecek, 'dinsel, ahlâki, felsefi ve hukuksal dü?ünceler[49*] tarihsel geli?imin aky?y içerisinde de?i?mi?lerdir. Ama din, ahlâk, felsefe, siyasal bilim ve hukuk, bu de?i?meler içerisinde hep ayakta kalmy?lardyr.
'Ayryca, bir de, bütün toplum durumlarynda ortak olan Özgürlük, Adalet, vb. gibi ölümsüz hakikatler vardyr. Ama komünizm, ölümsüz hakikatleri kaldyryyor, bunlary yeni bir temel üzerine oturtaca?y yerde, her türlü dini ve her türlü ahlâky kaldyryyor; dolayysyyla da, tüm geçmi? tarihsel deneyime ters dü?üyor.'
Bu suçlama kendisini neye indirgiyor? Tüm geçmi? toplumlaryn tarihi, synyf kar?ytlyklarynyn, farkly dönemlerde farkly biçimler almy? kar?ytlyklaryn geli?iminden ibarettir.
Ama hangi biçimi almy? olurlarsa olsunlar, bir olgu bütün geçmi? ça?larda ortaktyr, ki o da, toplumun bir bölümünün ötekisi tarafyndan sömürülmesidir. ?u halde gösterdi?i bütün çe?itlili?e ve farklyly?a kar?yn, geçmi? ça?laryn toplumsal bilincinin, synyf kar?ytlyklarynyn tümüyle yokolmalary dy?ynda tamamyyla ortadan kalkamayacak belli ortak biçimler ya da genel dü?ünceler[50*] içerisinde hareket etmesinde ?a?ylacak bir ?ey yoktur.
Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ili?kilerinden en köklü kopu?tur; geli?mesinin, geleneksel dü?üncelerden en köklü kopu?u getirmesinde ?a?ylacak bir ?ey yoktur.
Ama artyk komünizme ka?y yöneltilen burjuva itirazlary byrakalym.
Yukaryda gördük ki, i?çi synyfynyn devrimde ataca?y ilk adym, proletaryayy egemen synyf durumuna getirmek, demokrasi sava?yny kazanmaktyr.
Proletarya, siyasal egemenli?ini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparyp almak, bütün üretim araçlaryny devletin, yani egemen synyf olarak örgütlenmi? proletaryanyn elinde merkezile?tirmek için, ve üretici güçlerin tamamyny olabildi?ince çabuk artyrmak için kullanacaktyr.
Ba?langyçta bu, elbette, mülkiyet hakkyna ve burjuva üretim ko?ullaryna despotça saldyrma dy?ynda; dolayysyyla iktisadi bakymdan yetersiz ve savunulamaz gibi görünen, ama hareketin aky?y içerisinde kendisini a?an, eski toplum düzenine daha ba?ka saldyrylary zorunlu kylan[51*] ve üretim biçimini tamamyyla devrimcile?tirmenin bir aracy olmasy bakymyndan kaçynylmaz olan önlemler dy?ynda gerçekle?tirilemez.
Bu önlemler elbette farkly ülkelerde farkly olacaktyr.
Bununla birlikte, ?u a?a?ydakiler en ileri ülkelerde oldukça genel bir uygulanabilirli?e sahip olacaklardyr:
1. Toprak mülkiyetinin kaldyrylmasy[52*] ve bütün toprak rantlarynyn kamu yararyna kullanylmasy.
2. A?yr bir müterakki ya da kademeli gelir vergisi.[53*]
3. Bütün miras haklarynyn kaldyrylmasy.
4. Bütün mültecilerin ve asilerin mülklerine elkonulmasy.
5. Sermayesi devletin olan ve tam bir tekele sahip bulunan bir ulusal banka aracyly?y ile kredinin devlet elinde merkezile?tirilmesi.
6. Haberle?me ve ula?ym araçlarynyn[54*] Devlet elinde merkezile?tirilmesi.
7. Devlet tarafyndan sahip olunan fabrikalaryn ve üretim araçlarynyn artyrylmasy; bo? topraklaryn ekime açylmasy, ve genel olarak topra?yn, ortak bir plan uyarynca iyile?tirilmesi.
8. Herkes için e?it çaly?ma yükümlülü?ü. Sanayi ordulary kurulmasy, özellikle tarym için.
9. Tarymyn imalât sanayileri ile birle?tirilmesi; kent ile kyr arasyndaki ayrymyn, nüfusun ülke yüzeyine daha e?it bir biçimde da?ylmasyyla yava? yava? kaldyrylmasy.[55*]
10. Bütün çocuklar için devlet okullarynda parasyz e?itim. Bugünkü biçimi içerisinde çocuklaryn fabrikalarda çaly?tyrylmalaryna son verilmesi. Egitimin synai[56*] üretimle birle?tirilmesi vb., vb..
Geli?imin aky?y içerisinde synyf ayrymlary kalkty?ynda ve üretim tüm ulusun geni? bir birli?inin ellerinde[57*] yo?unla?ty?ynda, kamu gücü siyasal niteli?ini yitirecektir. Gerçek anlamynda siyasal güç, bir synyfyn bir ba?ka synyfy ezmek amacyyla örgütlenmi? gücüdür. E?er proletarya, burjuvaziyle sava?ymynda, ko?ullaryn zorlamasyyla, kendisini bir synyf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen synyf durumuna getirecek, ve egemen synyf olarak eski üretim ko?ullaryny zor kullanarak ortadan kaldyracak olursa, o zaman, bu ko?ullarla birlikte, synyf kar?ytlyklaryny ve genel olarak synyflaryn varlyk ko?ullaryny da ortadan kaldyrmy? ve, böylelikle, bir synyf olarak kendi egemenli?ini ortadan kaldyrmy? olacaktyr.
Synyflaryyla ve synyf kar?ytlyklaryyla birlikte eski burjuva toplumun yerini, ki?inin özgür geli?iminin, herkesin özgür geli?iminin ko?ulu oldu?u bir birlik alacaktyr.
III. SOSYALYST VE KOMÜNYST YAZIN
1. GERYCY SOSYALYZM
A. FEODAL SOSYALYZM
Tarihsel konumlan yüzünden, modern burjuva toplumuna kar?y kitapçyklar yazmak, Fransyz ve Yngiliz aristokrasisinin mesle?i haline geldi. Haziran 1830 Fransyz devriminde ve Yngiliz reform hareketinde,[16] nefret ettikleri sonradan görmeler kar?ysynda bir kez daha yenik dü?tüler. O günden sonra, ciddi bir siyasal sava?ym, tamamyyla, sözkonusu olmaktan çykty. Geriye yalnyzca yazynsal bir sava? olana?y kaldy. Ama yazyn alanynda bile restorasyon döneminin[58*] eski çy?lyklaryny atmak artyk olanaksyzdy.
Sempati uyandyrmak için, aristokrasi, görünü?te kendi çykarlaryny unutmak ve burjuvaziye kar?y yalnyzca sömürülen i?çi synyfynyn çykaryna olan iddianameler hazyrlamak zorunda kaldy. Böylece aristokrasi, öcünü, yeni efendisine hicivler düzerek ve kula?yna da yakla?makta olan felâket konusunda u?ursuz kehanetler fysyldayarak aldy.[59*]
Feodal sosyalizm ortaya i?te böyle çykty; yary yakynma, yary hiciv; yary geçmi?in yankysy; yary gelece?in tehdidi; bazan acy, nükteli ve keskin ele?tirisiyle burjuvaziyi tam yüre?inden vurarak; ama modern tarihin gidi?ini kavramakta tam bir beceriksizlik gösterdi?inden etkisi bakymyndan hep gülünç dü?erek.
Halky kendi ardyna toplayabilmek için, aristokrasi, bayrak niyetine, önde, proleter sadaka torbasyny dalgalandyrdy. Ama halk, onun pe?ine her takyly?ynda kyçyndaki eski feodal hanedan armasyny görüp yüksek perdeden a?a?ylayycy kahkahalarla onu terketti.
Fransyz Me?ruiyetçilerin[17] ve 'Genç Yngiltere'nin[18] bir kesimi bu sahneleri pek güzel oynadylar.
Kendi sömürü biçimlerinin burjuvazininkinden farkly oldu?una i?aret ederken, feodaller, çok farkly ve artyk eskimi? durum ve ko?ullar altynda sömürüde bulunduklaryny unutuyorlar. Kendi iktidarlary syrasynda modern proletaryanyn hiç bir zaman varolmady?yny gösterirken, modern burjuvazinin kendi toplum biçimlerinin zorunlu ürünü oldu?unu unutuyorlar.
Kaldy ki, ele?tirilerinin gerici niteli?ini o denli az gizliyorlar ki, burjuvaziye kar?y yönelttikleri ba?lyca suçlama, burjuva rejim altynda eski toplum düzenini yerlebir edecek bir synyfyn geli?mekte oldu?undan ibaret kalyyor.
Burjuvaziyi, bir proletarya yaratmaktan çok, devrimci bir proletarya yaratmakla suçluyorlar.
Dolayysyyla, siyasal uygulamada, i?çi synyfyna kar?y alynan bütün zor önlemlerine katylyyorlar; ve günlük ya?amda da, bütün tumturakly sözlerine kar?yn, sanayi a?acyndan dü?en[60*] altyn elmalary toplamak ve do?rulu?u, sevgiyi ve onuru, yün, ?eker pancary ve içki ticareti ile trampa etmek için her ?eye boyun e?iyorlar.[61*]
Papaz nasyl hep toprakbeyi[62*] ile elele olmu?sa, kilise sosyalizmi de feodal sosyalizm ile hep elele olmu?tur.
Hyristiyan zahitli?ine sosyalist bir renk vermekten daha kolay ?ey yoktur. Hyristiyanlyk özel mülkiyete kar?y, evlili?e kar?y, devlete kar?y çykmamy? mydyr? Bunlaryn yerine yardym severli?i ve yoksullu?u, evlenmemeyi ve nefse eza etmeyi, manastyr ya?amyny ve kiliseyi vaazetmemi? midir? Hyristiyan[63*] sosyalizmi, rahibin aristokratyn kin dolu kyskançly?yny takdis etti?i kutsal sudan ba?ka bir ?ey de?ildir.
B. KÜÇÜK-BURJUVA SOSYALYZMY
Feodal aristokrasi, burjuvazi tarafyndan yykylan, modern burjuva toplumu ortamynda varlyk ko?ullary synyrlanan ve yokedilen tek synyf de?ildi. Ortaça? kentlileri ve küçük mülk sahibi köylüler,[64*] modern burjuvazinin habercileriydiler. Synai ve ticari bakymdan çok az geli?mi? ülkelerde, bu iki synyf, do?makta olan burjuvaziyle yanyana bitkisel ya?amlaryny hâlâ sürdürüyorlar.[65*]
Modern uygarly?yn tam olarak geli?mi? oldu?u ülkelerde, proletarya ile burjuvazi arasynda durmadan yalpalayan ve burjuva toplumunun tamamlayycy bir parçasy olarak kendisini durmadan yenile?en yeni bir küçük-burjuva synyfy olu?mu?tur. Ne var ki, bu synyfyn tek tek üyeleri, rekabet yüzünden, durmadan proletaryanyn arasyna fyrlatylyp atylyyorlar, ve modern sanayi geli?tikçe, bunlar, modern toplumun ba?ymsyz bir kesimi olarak tamamyyla yok olacaklary ve manüfaktürdeki, tarymdaki ve ticaretteki yerlerinin denetçiler, kâhyalar ve tezgâhtarlar tarafyndan alynaca?y anyn yakla?makta oldu?unu da görüyorlar.
Nüfusun yarysyndan çok daha fazlasyny köylülerin olu?turdu?u Fransa gibi ülkelerde, burjuvaziye kar?y proletaryanyn yanynda yer alan yazarlaryn, burjuva rejimini ele?tirirken köylünün ve küçük-burjuvanyn ölçütlerini kullanmalary ve i?çi synyfyny bu ara synyflaryn[66*] baky? açysyndan savunmalary do?aldy. Küçük-burjuva sosyalizmi böyle do?du. Sismondi, yalnyzca Fransa'da de?il, Yngiltere'de de bu okulun ba?yydy.
Sosyalizmin bu okulu, modern üretim ko?ullary içerisindeki çeli?kileri derin bir kavrayy?la en küçük ayryntylaryna dek tahlil etti. Yktisatçylaryn ikiyüzlü mazeretlerini apaçyk ortaya serdi. Makinelerin ve i?bölümünün, sermayenin ve topra?yn birkaç elde yo?unla?masynyn, a?yry üretimin ve bunalymlaryn yykycy etkilerini yadsynamaz bir biçimde tanytlady; küçük-burjuvanyn ve köylünün kaçynylmaz yykyly?yna, proletaryanyn yoksullu?una, üretimdeki anar?iye, servet da?ylymyndaki a?ikâr e?itsizliklere, uluslar arasyndaki synai yoketme sava?yna, eski ahlâki ba?laryn, eski aile ili?kilerinin, eski milliyetlerin çözülü?üne i?aret etti.
Bununla birlikte, sosyalizmin bu biçimi, kesin amaçlary bakymyndan, ya eski üretim ve de?i?im araçlaryny, ve bunlarla birlikte eski mülkiyet ili?kilerini ve eski toplumu geri getirmeyi, ya da modern üretim ve de?i?im araçlaryny, bu araçlar tarafyndan parçalanmy? bulunan ve parçalanmalary kaçynylmaz olan eski mülkiyet ili?kileri çerçevesi içerisinde tutmayy arzular. Her iki durumda da, hem gerici ve hem de ütopyacydyr.
Son sözleri ?unlardyr: manüfaktürde loncalar; tarymda ataerkil ili?kiler.
Sonunda sosyalizmin bu biçimi, inatçy tarihsel olgular kendi kendini aldatmanyn tüm uyu?turucu etkilerini da?ytty?ynda pek kötü bir melankoli nöbeti içerisinde son buldu.[67*]
C. ALMAN SOSYALYZMY YA DA 'HAKYKY' SOSYALYZM
Yktidardaki bir burjuvazinin baskysy altynda ortaya çykmy? bulunan ve bu iktidara kar?y sava?ymyn yazynsal ifadesi olan Fransa'daki sosyalist ve komünist yazyn, Almanya'ya, bu ülkedeki burjuvazinin feodal mutlakiyete kar?y sava?ymyna henüz ba?lamy? oldu?u bir syrada girdi.
Alman filozoflary, sözde-filozoflar ve beaux esprits[68*], bu yazyna dört elle saryldylar,[69*] ne var ki, bu yazylaryn Fransa'dan Almanya'ya göçmeleri syrasynda, Fransa'daki toplumsal ko?ullaryn da bunlarla birlikte göçmedi?ini unuttular. Bu Fransyz yazyny, Almanya'nyn toplumsal ko?ullaryyla temasa geldi?inde bütün o anki pratik önemini yitirdi, ve salt yazynsal bir yön aldy.[70*] Böylece, 18. yüzyyl Alman filozoflary için, birinci Fransyz Devriminin istemleri, genel olarak 'Pratik Us'un[19] istemlerinin ötesinde bir ?ey de?illerdi, ve devrimci Fransyz burjuvazisinin iradesinin dile getirili?i, onlaryn gözüne, Saf Yrade'nin, olmasy gereken Yrade'nin, hakiki Ynsan Yradesi'nin yasalary olarak gözüktü.
Alman literati'synyn i?i, yeni Fransyz dü?üncelerini kendi eski felsefi bilinçlerine uyumlu hale getirmekten ya da daha do?rusu, Fransyz dü?üncelerini, kendi felsefi baky? açylaryny terketmeksizin kendilerine maletmekten ibaretti.
Bu maledi?, bir yabancy dil nasyl edinilirse öyle oldu, yani çeviri ile.
Eski putatapycyly?yn klâsik yapytlarynyn yazyly oldu?u elyazmalarynyn üzerine ke?i?lerin nasyl katolik azizlerin aptalca ya?amlaryny yazdyklary bilinir. Alman literati'si, laik Fransyz yazynyna bunun tersini yapty. Bunlar, Fransyzca asyllarynyn altyna kendi felsefi saçmalyklaryny yazdylar. Örne?in paranyn iktisadi i?levleri konusundaki Fransyz ele?tirisinin altyna, 'Ynsanly?yn Yabancyla?masy'ny yazdylar, ve burjuva devleti konusundaki Fransyz ele?tirisinin altyna da, 'Genel Kategorisinin Tahtyndan Yndirili?i'ni yazdylar, vb..[71*] Fransyz tarihsel ele?tirilerinin[72*] altyna bu felsefi sözleri koymayy, 'Eylem Felsefesi', 'Hakiki Sosyalizm', 'Alman Sosyalizminin Bilimi', 'Sosyalizmin Felsefi Temeli', vb., olarak kutsadylar.
Fransyz sosyalist ve komünist yazyny, böylece, tamamyyla i?di? edilmi? oldu. Ve Alman'yn ellerinde bu bir synyfyn bir ba?ka synyfla sava?ymyny ifade etmekten çykty?y için, Alman, 'Fransyz tek-yanlyly?y'nyn üstesinden geldi?inin ve hakiki gereksinmeleri de?il, Hakikatin gereksinmelerini, proletaryanyn çykarlaryny de?il, Ynsan Do?asy'nyn, hiç bir synyfa ait olmayan, hiç bir gerçekli?i bulunmayan, yalnyzca felsefi fantezinin puslu dünyasynda varolan genel olarak insanyn çykarlaryny temsil etti?inin bilincindeydi.
Beceriksizce hazyrlanmy? okul ödevini böyle gösteri?le ciddiye alan ve kötü malyny böylesine ?arlatanca göklere çykartan bu Alman sosyalizmi, bu arada, bilgiççe masumiyetini yava? yava? yitirdi.
Alman'yn özellikle de Prusya burjuvazisinin, feodal aristokrasiye ve mutlak monar?iye kar?y verdi?i sava?, bir ba?ka deyi?le liberal hareket, daha ciddile?ti.
Böylece, siyasal hareketin kar?ysyna sosyalist istemlerle çykmasy, liberalizme kar?y, temsili hükümete kar?y, burjuva rekabetine kar?y, burjuva basyn özgürlü?üne, burjuva hukukuna, burjuva özgürlü?üne ve e?itli?ine kar?y geleneksel beddualary savurmasy ve yy?ynlara bu burjuva hareketiyle kazanacak hiç bir ?eyleri olmayyp her ?eylerini yitireceklerini vaazetmesi için 'Hakiki' sosyalizme çoktandyr bekledi?i fyrsat verilmi? oldu. Alman sosyalizmi, budalaca yankysy oldu?u Fransyz ele?tirisinin, tekabül etti?i iktisadi[73*] ya?am ko?ullaryyla birlikte, modern burjuva toplumun varly?yny ve buna uyarlanmy? bir siyasal yapyyy, gerçekle?tirilmeleri Almanya'da henüz süren sava?ymyn esas hedefi olan ?eyleri öngördü?ünü, tam da gerekli oldu?u anda unutuverdi. Alman sosyalizmi, papazlardan, profesörlerden, ta?ra soylularyndan ve bürokratlardan olu?an yanda?lary ile birlikte mutlakiyetçi hükümetler için,[74*] kendilerini tehdit eden burjuvaziye kar?y sevinçle kar?ylanan bir korkuluk hizmeti gördü.
Alman sosyalizmi, bu ayny hükümetlerin Alman i?çi synyfy ayaklanmalaryna tam da o syrada[75*] yutturduklary kamçy ve kur?un haplarynyn ardyndan verilen a?yz tatlandyrycy bir ?ey oldu.
Bu 'Hakiki' sosyalizm, hükümetlerin elinde böylece, Alman burjuvazisine kar?y bir silah haline gelmekle birlikte, ayny zamanda do?rudan do?ruya gerici bir çykan, Alman darkafalylarynyn[76*] çykaryny da temsil ediyordu. Almanya'da, 16. yüzyylyn bir kalyntysy olan ve o zamandan,beri çe?itli biçimler altynda tekrar tekrar ortaya çykyp duran küçük-burjuva synyfy, ?u andaki durumun gerçek toplumsal temelidir.
; Bu synyfyn korunmasy, Almanya'daki mevcut durumun korunmasy demektir. Burjuvazinin synai ve siyasal egemenli?i, bir yandan sermaye yo?unla?masy sonucu, öte yandan da devrimci bir proletaryanyn do?u?u sonucu, onu kesin bir yykym ile tehdit ediyor. 'Hakiki' sosyalizm, bu iki ku?u bir ta?la vurabilirmi? gibi göründü. Bir salgyn gibi yayyldy.
Belagat çiçekleriyle süslenmi?, gönül bulandyrycy duygusallykla syrsyklam, spekülatif örümcek a?laryndan dokunmu? kisve, Alman sosyalistlerinin bir deri bir kemik kalmy? zavally 'ölümsüz hakikatler'ini saryp sarmaladyklary görülmemi? bolluktaki bu kisve, böyle bir halk arasynda kendi mallarynyn sürümünü artyrmaya yarady.
Ve Alman sosyalizmi de, kendi görevinin küçük-burjuva darkafalynyn[77*] abartmaly temsilcisi olmak oldu?unu gittikçe daha çok kabullendi.
Alman ulusunu örnek ulus, ve küçük Alman darkafalysyny[78*] da örnek insan ilân etti. Bu örnek insanyn bütün alçakça baya?ylyklaryna, gerçek niteli?inin tam tersine, gizli, yüce, sosyalist bir anlam verdi. Y?i, komünizmin 'vah?ice yykycy' e?ilimine do?rudan kar?y çykmaya, ve bütün synyf sava?ymlaryny tepeden ve tarafsyz bir küçümsemeyle kar?ylady?yny ilân etmeye dek vardyrdy. Pek az istisna dy?ynda, Almanya'da ?u an (1847) [79*] piyasaya sürülen bütün sözde sosyalist ve komünist yayynlar, bu baya?y ve sinir bozucu yazyn alanyna girerler.[80*]
2. TUTUCU SOSYALYZM YA DA BURJUVA SOSYALYZMY
Burjuvazinin bir kesimi, burjuva toplumun varly?ynyn devamyny sa?lamak için, toplumsal ho?nutsuzluklary gidermek ister.
Yktisatçylar, iyilikseverler, insanlykçylar, i?çi synyfynyn durumunu iyile?tiriciler, hayyr i?leri örgütleyicileri, hayvanlara eziyet edilmesini önleme derneklerinin üyeleri, ylymlylyk ba?nazlary, akla gelebilecek her türden gizli reformcular, bu kesime girerler. Sosyalizmin bu biçimi,[81*] üstelik, eksiksiz sistemler haline de getirilmi?tir.
Bu biçime bir örnek olarak Proudhon'un Sefaletin Felsefesi'ni anabiliriz.
Sosyalist burjuva, modern toplumsal ko?ullaryn bütün üstünlüklerini istiyor,[82*] ama buradan zorunlu olarak çykan sava?ymlar ve tehlikeler olmaksyzyn. Bunlar mevcut toplumu istiyorlar, yeter ki, devrimci ve çözücü ö?eleri çykartylmy? olsun. Proletaryasy olmayan bir burjuvazi istiyorlar. Burjuvazi, do?al olarak, kendi egemen oldu?u dünyanyn dünyalaryn en iyisi oldu?unu dü?ünüyor; ve burjuva sosyalizmi de, bu rahatlatycy dü?ünceyi azçok eksiksiz çe?itli sistemler[83*] haline getiriyor. Proletaryadan böyle bir sistemi yürütmesini ve, böylece, dosdo?ru toplumsal[84*] Yeni Kudüs'e girmesini istemekle, aslynda, proletaryanyn mevcut toplum çerçevesi içerisinde kalmasyndan, ama burjuvaziye ili?kin bütün nefret dolu dü?üncelerini bir kenara byrakmasyndan ba?ka bir ?ey istemi? olmuyor.
Bu sosyalizmin ikinci ve daha pratik, ama daha az sistematik bir biçimi, ?u ya da bu siyasal reformun de?il, ancak maddi varlyk ko?ullaryndaki, iktisadi ili?kilerdeki bir de?i?ikli?in onlara bir yarar sa?layabilece?ini göstererek, her türlü devrimci hareketi i?çi synyfynyn gözünden dü?ürmeye çaly?my?tyr. Ne var ki sosyalizmin bu biçimi,[85*] maddi varlyk ko?ullaryndaki de?i?melerden, hiç bir ?ekilde, ancak bir devrimle gerçekle?tirilebilecek olan burjuva üretim ili?kilerinin kaldyrylmasyny de?il, bu ili?kilerin sürekli varly?yna dayandyrylan idari reformlary, dolayysyyla sermaye ile emek arasyndaki ili?kileri hiç bir biçimde etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflaryny azaltan ve idari i?leyi?ini basitle?tiren reformlary anlyyor.
Burjuva sosyalizmi yeterli ifadesini ancak ve ancak salt bir mecaz haline geldi?i zaman buluyor.
Serbest ticaret: i?çi synyfynyn çykary için. Koruyucu gümrükler: i?çi synyfynyn çykary için. Cezaevi reformu:[86*] i?çi synyfynyn çykary için. Burjuva sosyalizminin son sözü ve ciddi olarak söyledi?i tek söz i?te budur.
Bu sosyalizm ?u sözlerle özetleniyor: burjuva bir burjuvadyr - i?çi synyfynyn çykary için.
3. ELE?TYREL-ÜTOPYK SOSYALYZM VE KOMÜNYZM
Biz burada, Babeuf ve di?erlerinin yazylarynda oldu?u gibi, her büyük modern devrimde her zaman proletaryanyn istemlerini dile getirmi? olan yazynyn sözünü etmiyoruz.[87*] Kendi amaçlaryna ula?mak için proletaryanyn feodal toplumun yykylmakta oldu?u genel kayna?ma anlarynda yapty?y ilk do?rudan giri?imler, proletaryanyn o syradaki geli?memi? durumu yüzünden oldu?u kadar, kurtulu?unun iktisadi ko?ullary henüz daha yaratylmalary gereken ve yalnyzca yakla?makta olan burjuva ça?ynyn yaratabilece?i ko?ullaryn bulunmayy?y yüzünden, zorunlu olarak ba?arysyzly?a u?rady.[88*] Proletaryanyn bu ilk hareketlerine e?lik etmi? olan devrimci yazyn, zorunlu olarak gerici bir niteli?e[89*] sahipti. Bu, genel bir zahitli?i ve en kaba biçimiyle bir toplumsal e?itli?i telkin ediyordu.
Hakly olarak sosyalist ve komünist diye adlandyrylan sistemler, Saint-Simon'un, Fourier'nin, Owen'yn ve ötekilerin sistemleri, proletarya ile burjuvazi arasyndaki sava?ymyn yukarda anlatylan ilk, geli?memi? döneminde ortaya çyktylar (Bkz: Bölüm I, Burjuvalar ve Proleterler) .
Bu sistemlerin kuruculary, hem synyf kar?ytlyklaryny, ve hem de hüküm süren toplum biçimi içerisindeki çözücü ö?elerin etkisini gerçekten de görüyorlar. Ama henüz bebeklik ça?yndaki[90*] proletarya, onlara hiç bir tarihsel inisiyatifi ya da hiç bir batymsyz siyasal hareketi olmayan bir synyf görünümü sunuyor.
Synyf kar?ytlyklarynyn geli?imi, sanayiin geli?imiyle ba?aba? gitti?inden, içinde bulunduklary iktisadi durum, onlara, proletaryanyn kurtulu?unun maddi ko?ullaryny henüz sa?lamyyor. Dolayysyyla, bu ko?ullary yaratacak yeni bir toplum biliminin pe?ine, yeni[91*] toplum yasalarynyn pe?ine dü?üyorlar.
Tarihsel[92*] eylemin yerini, bunlaryn ki?isel yaratycy eylemi; tarihsel olarak yaratylmy? kurtulu? ko?ullarynyn yerini, hayali olanlar; ve proletaryanyn tedrici, kendili?inden[93*] synyf örgütlenmesinin yerini, bu yaratycylar tarafyndan özel olarak tasarlanmy? toplum örgütlenmesi alacaktyr. Gelece?in tarihi, kendisini, bunlaryn gözünde, kendi toplum planlarynyn propagandasyna ve fiilen uygulanmasyna indirgiyor.
Planlaryny olu?tururken, en çok acy çeken synyf olarak özellikle i?çi synyfynyn çykarlaryny gözetmenin bilincindedirler. Onlar için proletarya, ancak, en çok acy çeken synyf olmasy bakymyndan vardyr.
Synyf sava?ymynyn geli?memi? olu?u kadar, kendi içinde bulunduklary ortam da, bu türden sosyalistlerin kendilerini her türlü synyf kar?ytly?ynyn çok üstünde görmelerine neden oluyor. Bunlar, toplumun her üyesinin, hatta en iyi durumda olanlaryn bile, ko?ullaryny iyile?tirmek istiyorlar. Böylece bunlar, synyf ayrymy yapmaksyzyn, toplumun tamamyna, hatta tercihan egemen synyfa seslenip duruyorlar. Çünkü bunlaryn sistemini bir kez anladyktan sonra, insanlar nasyl olur da mümkün olan en iyi toplum için mümkün olan en iyi planyn bu oldu?unu görmemezlik ederler?
Böylece bunlar, her türlü siyasal, ve özellikle de her türlü devrimci eylemi reddederler; amaçlaryna bary?çyl yollarla ula?mayy arzularlar ve zorunlu olarak ba?arysyz kalmaya mahkum küçük deneyler ile ve örnek gösterme ile, yeni toplumsal Yncil-i ?erif yolunu açmaya çaly?yrlar.
Proletaryanyn henüz pek az geli?mi? oldu?u ve kendi durumu konusunda ancak gerçeklerden uzak bir kavrayy?a sahip bulundu?u bir syrada çizilen gelece?in toplumuna ili?kin bu hayali tablolar, bu synyfyn toplumun genel bir yeniden kurulu?una duydu?u ilk içgüdüsel özlemlerin sonucudur.
Ama bu sosyalist ve komünist yayynlar, ele?tirel bir ö?e de içerirler. Bunlar mevcut toplumun bütün ilkelerine saldyryrlar. Bu yüzden i?çi synyfyny aydynlatacak en de?erli malzemelerle doludurlar. Bunlarda önerilen kent ile kyr arasyndaki ayrymyn, ailenin, sanayilerin özel ki?iler hesabyna i?letilmesinin[94*] ve ücret sisteminin[95*] kaldyrylmasy, toplumsal uyumun ilâny, devletin i?levlerinin üretimi yönetmekten ibaret hale getirilmesi gibi pratik önlemler —bütün bunlar, yalnyzca, o syralar daha henüz geli?meye ba?lamy? olan ve bu yayynlarda ancak ilk belli-belirsiz biçimleri içerisinde farkedilen synyf kar?ytlyklarynyn ortadan kaldyrylmalary gere?ine i?aret ediyorlar. Bu öneriler, bu yüzden, tamamyyla ütopik bir nitelik ta?yyorlar.
Ele?tirel-ütopik sosyalizmin ve komünizmin önemi, tarihsel geli?meyle ters orantylydyr. Modern[96*] synyf sava?ymynyn geli?mesi ve belli bir biçim almasy oranynda, sava?ymdan bu hayali ayry kaly?, ona yapylan bu hayali saldyrylar bütün pratik de?erlerini ve bütün teorik haklylyklaryny yitiriyor. Dolayysyyla, bu sistemlerin kurucularynyn birçok bakymlardan devrimci olmalaryna kar?yn, bunlaryn ö?retilileri, her keresinde, salt gerici tarikatlar kurmu?lardyr. Bunlar, proletaryanyn ileriye do?ru tarihsel geli?imi kar?ysynda syky sykyya ustalarynyn eski görü?lerine sarylyyorlar. Dolayysyyla bunlar, durmadan, synyf sava?ymyny köreltmeye ve synyf kar?ytlyklaryny uzla?tyrmaya çabalyyorlar. Bunlar toplumsal ütopyalaryny, yalytylmy? 'phalanstéres' yaratmayy, 'Home Koloniler' kurmayy, bir 'Küçük Ykarya'[97*] —Yeni Kudüs'ün küçük boy[98*] baskylary— kurmayy deneyler yoluyla gerçekle?tirme dü?ü görüyorlar ve bütün bu dü?lerini gerçekle?tirmek için burjuvazinin duygularyna ve keselerine seslenmek zorunda kalyyorlar. Bunlar giderek yukaryda betimlenen gerici [ya da][99*] tutucu sosyalistler kategorisine dü?üyorlar ve onlardan ancak daha sistemli olan bilgiçlikleriyle ve kendi toplum bilimlerinin mucizevi etkilerine olan ba?naz ve batyl inançlaryyla[100*] ayrylyyorlar.
Bunlar, bu yüzden, i?çi synyfyndan gelen her türlü siyasal eyleme ?iddetle kar?y çykyyorlar; bunlara göre bu tür eylem, ancak, yeni Yncil-i ?erif'e olan kör inançsyzlyktan ileri gelebilir.
Yngiltere'de ovyncylar çartistlere Fransa'da da furiyeciler Réformist'lere[20] kar?ydyrlar.
IV. KOMÜNYSTLERYN MEVCUT ÇE?YTLY MUHALEFET PARTYLERY KAR?ISINDAKY KONUMLARI
Komünistlerin Yngiltere'de çartistler ve Amerika'da da tarym reformculary[21] gibi mevcut i?çi synyfy partileri ile olan ili?kileri Ykinci Bölümde açyklandy.
Komünistler i?çi synyfynyn ivedi hedeflerine ula?ylmasy ve o andaki çykarlarynyn gerçekle?mesi için sava?yrlar; ama mevcut hareket içerisinde, bu hareketin gelece?ini de temsil eder ve gözetirler.[101*] Komünistler Fransa'da, tutucu ve radikal burjuvaziye kar?y, sosyal-demokratlar[102*] ile ba?la?yklyk kuruyorlar, ama büyük devrimden geleneksel olarak devralynmy? sözlere ve yanylsamalara kar?y ele?tirel bir tutum takynma hakkyny da sakly tutuyorlar.
Ysviçre'de radikalleri destekliyorlar, ama bu partinin kysmen, Fransa'daki anlamyyla, demokratik sosyalistlerden, kysmen de radikal burjuvalardan olmak üzere, birbirlerine kar?yt ö?elerden olu?tu?unu gözden kaçyrmyyorlar.
Polonya'da ulusal kurtulu?un ilk ko?ulu olarak bir tarym devrimi üzerinde direten partiyi, 1846 Krakov ayaklanmasyny[23] ba?latan partiyi destekliyorlar.
Almanya'da, devrimci bir tutum takyndy?y sürece, mutlak monar?iye, feodal a?aly?a ve küçük-burjuvaziye kar?y,[103*] burjuvaziyle birlikte sava?yyorlar.
Ama, Alman i?çileri, burjuvazinin kendi egemenli?i ile birlikte getirmek zorunda oldu?u toplumsal ve siyasal ko?ullary olabildi?ince çok sayyda silahlar olarak burjuvaziye kar?y derhal kullanabilsinler diye, ve Almanya'da gerici synyflaryn devrilmelerinin ardyndan bizzat burjuvaziye kar?y sava? derhal ba?layabilsin diye, i?çi synyfyna burjuvazi ile proletarya arasyndaki dü?manca kar?ytlyk konusunda mümkün olan en açyk bilinci kazandyrmaya çaly?maktan bir an için olsun geri kalmyyorlar.
Komünistler dikkatlerini esas olarak Almanya'ya çeviriyorlar, çünkü bu ülke 17. yüzyylda Yngiltere'dekinden ve 18. yüzyylda Fransa'dakinden daha geli?kin bir Avrupa uygarly?y ko?ullary altynda ve çok daha fazla geli?mi? bir proletarya ile yapylmak zorunda olan bir burjuva devrimi arifesindedir, ve çünkü Almanya'daki burjuva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devriminin ba?langycy olacaktyr.
Kysacasy, komünistler, her yerde, mevcut toplumsal ve siyasal düzene kar?y her devrimci hareketi destekliyorlar.
Bütün bu hareketlerde, o andaki geli?me derecesi ne olursa olsun, mülkiyet sorununu o hareketin esas sorunu olarak ön plana çykaryyorlar.
Son olarak, her yerde, bütün ülkelerin demokratik partileri arasynda birlik ve anla?ma sa?lanmasy için çaly?yyorlar.
Komünistler, kendi görü?lerini ve amaçlaryny gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal ko?ullaryn zorla yykylmasyyla ula?ylabilece?ini açykça ilân ediyorlar. Varsyn egemen synyflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden ba?ka kaybedecek bir ?eyleri yok. Kazanacaklary bir dünya var.
kuzey kore
16.04.2008 - 16:32KUZEY KORE DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ DEVRİM TARİHİ....
[Keith Bennet’in Korea: Pioneer of Communism adlı kitabının Stalin Arşivi çeviri birimi tarafından yapılan özet-çevirisidir. (Ekim 2006) ]
Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) , bizde bilinen adıyla Kore Savaşı, Kuzey Korelilerin deyişiyle “Anavatanın Kurtuluş Savaşı” sonrasında (1950-1953) ikiye bölünmüş, ülkenin güney bölümü emperyalistlerin elinde kalmıştır.
ABD, Sovyetler Birliği’nin Çin’in tanınmamasını protesto etmek amacıyla oturumları boykot ettiği bir sırada Birleşmiş Milletlerde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne karşı savaş kararı aldırmış, Türkiye de dahil olmak üzere yanına on beş uydu ülkeyi alarak genç Kore Cumhuriyeti’ne saldırmıştır.
ABD’nin bu savaşta nükleer silah kullanmasına ramak kalmıştı. Bununla birlikte Kore halkına yapmadıkları eziyet kalmadı. ABD Hava Kuvvetleri 408 bin nüfuslu Pyongyang kentine 400 bin adet bomba attı! Kimyasal ve biyolojik silahları kullanmaktan çekinmediler.
Soğuk Savaşın başladığı bu dönemde II. Dünya Savaşı’ndan en az zararla çıkan ABD gücünün doruğundaydı. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise henüz 9 Ekim 1948’de doğmuş bir bebek sayılırdı. Kore’nin müttefikleri bile bu ülkenin böyle bir saldırıya karşı koyamayacağını düşünmekteydi. Hatta, Çin Halk Cumhuriyeti’nin bile emperyalistlerce ezilme tehlikesi vardı.
Ama savaş emperyalistlerin umduğu gibi sona ermedi. Çin’den ve dünyanın diğer ülkelerinden gönüllülerin de yardımıyla Kore halkı Mareşal Kim İl Sung ve Kore İşçi Partisi liderliğinde görülmemiş bir kahramanlık örneği vererek emperyalistleri ateşkese zorladı (11 Temmuz 1953) . Kore halkının bu direnişi emperyalizmin boyunduruğu altında yaşayan halklara ilham verdi.
Kore Anavatan Kurtuluş Savaşı’nı verdiği sırada geri kalmış ve yoksul bir ülkeydi. Peki bu duruma nasıl gelmişti? Savaştan sonra nasıl çağdaş bir ülke haline geldi? Kısaca bunu inceleyelim.
Kore, Orta Çağ boyunca pek çok alanda Avrupa uygarlığından daha ileri bir konumdaydı. Teknoloji, tıp, bilim, tarım alanlarında kültürel alanda dönemin Avrupasıyla karşılaştırıldığında daha ileri gitmişlerdi. Bununla birlikte, Avrupa’da kapitalizmin gelişmesini sağlayan ilkel birikim süreci Kore Yarımadasında gerçekleşmedi. Kore, on altıncı yüzyıldan itibaren Li Hanedanlığı altında feodalizmin geriliğinden kurtulamadı. Bu geriliğiyle Kore, diğer sömürge ülkeler gibi, emperyalist ülkeler için potansiyel bir sömürge olarak kaldı. Amerikan ve İngiliz emperyalizmi bir süre Kore’de faaliyet gösterse de, 1905 Rus-Japonya savaşından sonra bu bölgedeki hakimiyeti Japon emperyalizmine bırakmak zorunda kaldılar. 1905 ve 1908 yıllarında ABD ve Japonya arasında yapılan anlaşmalarla Kore’nin “korunması görevi” Japonya’ya verilmiş oldu. İngiltere de 1902 ve 1905 yıllarında Japonya ile yaptığı anlaşmayla bu ülkenin Kore üzerindeki “politik, ticari ve sınai egemenliğini” kabul etmiştir.
Japonya, Kore’yi diğer Asya ülkelerini boyunduruk altına almak için bir atlama taşı olarak görmüştür. Yukarıda sözü geçen anlaşmalarla iyice cesaretlenen Japonya, Kore’nin bağımsızlığına adım adım son vermiştir. Kore’yi büyük bir borç batağına soktuktan sonra 1910 yılında bu ülkeyi resmen sömürgesi ilan etmiştir.
Çürümüş Li Hanedanlığı ülkeyi Japonlara karşı koruyacak durumda değildir. Bununla birlikte çoğunluğu köylülerden oluşan Kore halkı feodal baskıya ve Japon işgaline karşı direnmişlerdir.
1884 Aralığı’nda ilerici askerlerden oluşan bir cunta feodalizmi yok etmek ve kapitalist gelişimin önünü açmak için bir darbe düzenlemeyi denemiş ama başarılı olmamıştır. Bu, Kore’deki ilk burjuva demokratik devrim denemesidir. Aynı güçler bu defa Japon işgaline direnmek için bir gönüllüler ordusu oluşturmuşlardır. Bu grup daha çok bireysel terörist eylemlere girişmiş, 1908 yılında Kore’nin gerici hükümetinin danışmanı olarak çalışan ABD’li diplomat Stevenson’u San Francisco’da bulup öldürülmüş, 1909 yılında ise Kore Genel Valisi, eski Japonya Başbakanı Ito Hirobumi Çin’deki bir tren istasyonunda An Jung Gun adlı bir vatansever tarafından öldürülmüştür.
Bununla birlikte bu tür eylemler kesin bir başarıyı getirmemiş ve Kore ismi dünya haritasından silinmiştir. Kim İl Sung’un deyişiyle “Japon emperyalistler Kore’yi bir hammadde ve işgücü kaynağı, metalarını satacakları bir pazar ve Asya kıtasında başka ülkelere yapacağı saldırılar için bir üs haline getirmiştir.”
Japon emperyalistleri Kore kültürünün varlığını reddetmiştir. Halka kendi dillerinde konuşmaları yasaklanmıştır. Emperyalistlere göre Kore ve Japonya bölünmez bir bütündü. Kim İl Sung’un benzetmesiyle Kore “Asya’nın İrlandası” yapılmak istenmiştir.
İki emperyalist ülkeyi sırayla yenerek yirmi yıldan kısa bir süre içerisinde geri kalmış ülkesini sanayileşmiş bir ülke haline getiren Kim İl Sung böyle bir zamanda, 15 Nisan 1912’de doğmuştur. Kim İl Sung’un çocukluğu, II. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi gibi büyük olayların gerçekleştiği, dünyanın büyük dönüşümler yaşadığı bir zamanda geçmiştir.
Ekim Devrimini gören Koreli vatanseverler arasında bu tarihten sonra halk gücüne dayanarak bağımsızlığın kazanılması görüşü güçlenmeye başlamıştır. Bununla birlikte hala başka emperyalist güçlere dayanarak kurtulma hayalleri kuranların sayısı da az değildir. Bu görüşte olan bir kesim “Bağımsızlık İlanı” adlı bir broşür yayınlamış ve halk bu broşürü yayınlayanların hiç beklemedikleri ve istemedikleri biçimde kitleler halinde ayaklanmıştır. 1 Mart 1919’da iki milyon kişi iki ay boyunca 3200 farklı yerde ayaklanmış, Japon emperyalistleri buna 23.470 kişiyi öldürerek ve 46.948 kişiyi de tutuklayarak karşılık vermiştir. Bu ayaklanmanın başlamasına neden olan kişiler ise yaptıklarından dehşete düşmüş, Japonlardan özür dilercesine halka direnmemelerini telkin etmiştir.
Kanla bastırılan bu ayaklanma halkın emperyalistlere karşı direnmek istediğini, bununla birlikte bu direnişi örgütleyecek bir ideoloji ve liderliğin gerekli olduğunu göstermiştir.
Kim İl Sung’un babası Kim Hyong Jik, bu gerekliliği hissetmiş, Ekim Devrimi’nden de etkilenerek diğer emperyalist güçlere değil, halka dayanan bir direniş örgütü kurmayı hedeflemiştir. Bununla birlikte Japon gizli polisi Kim Hyong Jik’in bu çabalarını öğrenmiş, onu yüz yoldaşıyla hapse atmıştır. Kim Hyong Jik hapisten çıktığında gizli ve açık çalışmalarına devam etmiş ama hapishanede gördüğü işkenceler ve polis baskısından kaçmak için soğuk havalarda çıktığı uzun yolculuklar nedeniyle sağlığı bozulmuş ve 1926 yılında ölmüştür. Kim İl Sung’un çocukluğu tüm Kore halkı gibi acılar içinde geçmiş, Kim İl Sung babası sayesinde çok küçük yaşta devrimci hareketle tanışmıştır.
Kore’de Marksist-Leninist bir partinin kurulma süreci büyük zorluklar içinde gerçekleşmiştir. Marksizm-Leninizm, Ekim Devrimi’nden sonra bütün Doğu ülkelerinde olduğu gibi Kore’de de hızla yayılmıştır. Ülkenin çeşitli bölgelerinde çeşitli Komünist çevreler oluşmuş Kore Komünist Partisi (KKP) Nisan 1925’te Komintern seksiyonu olarak kurulmuştur. Bununla birlikte partinin kurulduğu ilan edilse de, bu ilk zamanlarda varlığı sadece sözde kalmıştır. Bu parti ülkedeki Komünistlerin birliğini kuramamış, koşullar oluşmadan partinin kuruluşunun ilan edilmesi pek çok başarısızlıklara yol açmıştır. Koreli Komünistler arasındaki düzeltilemez sekterlik ve bölünmüşlük nedeniyle parti Komintern tarafından 1928 yılında kapatılmıştır.
Komünistlerin bu birliği kuramamasının birkaç nedeni vardır:
Öncelikle ülkenin Japon işgali altında olması ve Japon gizli servisinin sürekli kovuşturmaları görüşlerin hızla yayılmasına engel olmuş, pek çok çevre birbiriyle iletişim kuramamıştır.
Parti yöneticilerinin sadece halktan kopuk aydınlardan oluşması da ayrılıkları körüklemiştir.
Ayrıca, kendisine Komünist diyen pek çok kişinin aslında Komünizmin ne olduğundan bile haberleri yoktu. Ulusal kurtuluş hareketi içinde bir zamanlar ABD ya da İngiltere yardımına güvenen bazı unsurlar, bu defa da sınıfsal karakterini anlamadıkları genç Sovyet devletine sırtlarını dayamak istediklerinden modaya uyup kendilerine Komünistlik payesi vermişlerdir.
Ülkedeki kültür seviyesinin düşüklüğü de Marksizm-Leninizmi özümseyip ülke koşullarına uygulayacak kişilerin oluşmasına engel olmuştur. Bu cehalet grupçuluğu doğurmuş, fraksiyonlar arası diplomasi oyunları sadece ve sadece bu bölünmüş gruplar arasına kolaylıkla ajanlarını sokan Japon emperyalistlerinin işine yaramıştır.
Babasının sıkı eğitiminden geçen Kim İl Sung, burjuva milliyetçileri ve sahte Komünistlere karşı eleştirel bir tutum takınmış, oluşturacağı Komünist hareketi küçük sekter gruplar arasındaki diplomasi oyunlarına değil, Kore halkına dayanarak kurmaya karar vermiştir. Bu yolda yaptığı ilk iş, yukarıda sözü edilen gruplara hiç bulaşmamış, halktan gelen militanlar eğitmek olmuştur. Kim İl Sung, sekter grupların Komintern tarafından tanınmak için birbirleriyle girdikleri yarışı eleştirmiş, önemli olanın halk tarafından tanınmak olduğunu, halk tarafından bir kez tanınınca zaten Komintern’in Koreli Komünistleri kabul edeceğini ileri sürmüştür.
Aklında bu fikirlerle, henüz on dört yaşındayken 17 Ekim 1926’da Emperyalizme Hayır Birliği’ni (EHB) kurmuştur. EHB ile gerçek Komünist Partisi’nin temeli atılmış, bugünkü güçlü Kore İşçi Partisi bu temel üzerinde yükselmiştir.
EHB, devrimin üç aşamasına karşılık gelen bir programı benimsemiştir. Öncelikle Japonlar yenilgiye uğratılacak ve Kore bağımsızlığına kavuşacaktır. Daha sonra Kore’de sosyalizm ve komünizm inşa edilecek, son olarak da sosyalist ülkelerin ortak savaşımıyla dünya emperyalizmi yenilgiye uğratılacak, komünizm tüm dünyada hakim olacaktır.
Kim İl Sung, bu programla Çin’in Mançurya bölgesinde bulunan, Jilin kentine gitmiştir. Bu büyük kentte pek çok Koreli devrimci yaşamaktadır. Kim Jong İl, devrimci düşüncelerini kolaylıkla yayabilmeyi umduğu bir Orta Okula kaydolmaya karar vermiş, EHB ismini Anti-Emperyalist Gençlik Birliği ve Kore Genç Komünistler Birliği isimleriyle değiştirmiştir.
Bu dönemde Kim İl Sung’un eylem planı şuydu: Açık ve gizli mücadeleyi bir arada sürdürmek. Genç yoldaşlar yasal kitlesel örgütlerde eğitilecek, bu kişiler mücadeleye katılıp tecrübe kazandıkça gizli çalışan örgütlere katılacak, yeni devrimci kuşak bu örgütlere katılan kadrolar üzerinden oluşturulacaktır.
Bu doğru taktiklerden hareket eden örgüt hızla güçlenmeye başlamış, Anti-Emperyalist Gençlik Birliği ve Kore Genç Komünistler Birliği’nin lider kadroları Temmuz 1930’da Kalun Konferansında toplanmışlardır. Juche fikri, ilk kez bu konferansta formüle edilmiştir. Buna göre devrimde ve devrim sonrasında başrolü halk kitleleri oynayacaktır. Bu konferansta ayrıca, sekter grupların devrimle ilgili görüşleri eleştirilmiştir. Bu gruplara göre devrim ya burjuvazinin mutlak hakimiyeti ile sonuçlanacak bir burjuva-demokratik devrim ya da hiçbir aşama kaydetmeden hızla işçi sınıfını iktidara getirecek bir proleter devrim biçiminde olacaktır. Buna karşı Kim İl Sung devrimin geçmesi gereken aşamaları açık bir biçimde tanımlar:
“Kore Devriminin ilk hedefi Japon emperyalistlerini yenilgiye uğratmak, Kore’nin bağımsızlığını kazanmak, feodal ilişkilere son verecek demokratik bir devrimi gerçekleştirmektir.
Kore devriminin bu hedefleri göz önünde bulundurulduğunda ilk aşamada devrimin karakteri anti-emperyalist, anti-feodal, demokratik olacaktır.” (Tüm eserler, 1. cilt, s. 7)
Başka deyişle bu devrim ne hemen sosyalizmi kurmayı ne de burjuva egemenliğini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Amaç, sosyalist devrim ve sosyalist inşa koşullarını yaratacak demokratik ve bağımsız bir ülke kurmaktır.
Kim İl Sung, bu konferansta pek çok mücadele biçimini bir arada yürütmek gerektiğini belirtirken, silahlı mücadeleye özellikle vurgu yapmaktadır. Emperyalizmin doğası gereği şiddet kullanmak durumunda olduğunu belirten Kim İl Sung, buna karşı ancak silahlı güçlerle mücadele edilebileceğini ifade etmektedir. Bu ilkenin günümüzde de terk edilmediğini görmekteyiz.
Böylece 6 Haziran 1930’da Japon emperyalistlerine karşı gerilla savaşı vermek üzere Kore Devrimci Ordusu (KDO) kurulmuştur. Gerilla birliklerinin yanısıra kitleler içinde ajitasyon yaparak onları bilinçlendirecek birimler de oluşturulmuştur.
Gerilla savaşının merkez üssü olarak Mançurya’nın güneyindeki Tuman Nehri seçilmiştir. Japonya’nın Mançurya bölgesini tamamen denetleyecek kadar etkin olmaması, bölge nüfusunun yüzde sekseninin Japon vahşetinden kaçan Korelilerden oluşması ve arazi şartlarının gerilla savaşına uygun olması bu bölgeyi gerilla savaşı yapmak için ideal bir yer haline getirmiştir.
Bununla birlikte Eylül ayında Japonya Çin ve Asya’yı işgal edebilmek için Mançurya’yı işgal etmiştir. Böylece Kim İl Sung gerilla faaliyetinin yoğunlaştırılması emrini vermiş, 25 Nisan 1932 yılında Anti-Japon Halk Gerilla Ordusu (AHGO) kurulmuştur. 25 Nisan günümüz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Ordu Günü olarak kutlanmaktadır.
AHGO’ya eş zamanlı olarak, kurtarılmış bölgelerde Devrimci Halk Hükümetleri yönetimi kurulmuştur. Bu hükümet Japon yanlısı hainler ve feodal gericiler üzerinde halk diktatörlüğü uygulamış, topraklar halka dağıtılmış, asgari ücret ve sekiz saatlik iş günü, kadın-erkek eşitliği kabul edilmiş, zorunlu eğitim uygulamaya konmuş ve ücretsiz sağlık hizmetleri verilmiştir.
Mart 1934’te AHGO, tek bir yönetici organ halinde birleştirilerek ismi Kore Halk Devrimci Ordusu olarak değiştirilmiştir. Kim İl Sung isminin bir destan kahramanı gibi halk arasında dolaşmaya başlaması bu döneme rastlar.
1935 yılında Moskova’da Georgi Dimitrov Genel Sekreterliğinde toplanan Yedinci Komintern Kongresi’nde bütün Komünistlerin merkezi hedefinin faşizme karşı birleşik cephenin oluşturulması ve güçlendirilmesi olduğu kararı alınmıştır.
Kim İl Sung, bu karar çerçevesinde Birleşik Cephe oluşturma çalışmalarına hız vermiş, bu amaçla 5 Mayıs 1936’da Anavatanın Kurtarılması Birliği’ni (AKB) kurmuştur. Bu birlik ciddi bir başarı göstererek Kore Halk Devrimci Ordusu ile kitleler arasındaki bağı sıkılaştırmıştır.
Haziran 1937’de Kim İl Sung’un liderlik ettiği Pochonbo saldırısının bu dönemde verilen silahlı mücadelede önemli bir yeri vardır. Gerillalarca yapılan ani baskınla emperyalist güçler kentte vurulmuş, düşmana önemli kayıplar verdirilmiştir. Kim İl Sung bu saldırıdan sonra, Kore ve Japonya’nın bir olmadığının, Kore halkının kendi dilini konuşmak istediğinin, Kore halkının Japonya’nın Çin’e yönelik saldırısına katılmayacağının kanıtlandığını söylemiştir.
Gerillanın 1938 sonu ve 1939 başında eksi kırk derecede yaptığı yüz gün süren Çetin Yürüyüş, Kore halkının Japon emperyalistlere karşı verdiği mücadelenin en önemli anlarından biridir. Sayısız kahramanlık örneklerine sahne olan bu yürüyüş Japon ordusunun manevralarını boşa çıkarmış, halkla bütünleşmiş gerillanın yenilgiye uğratılamayacağını kanıtlamıştır. Bugün Kore’de yaygın olarak tekrar edilen şu slogan bu günlerde verilen mücadeleye gönderme yapmaktadır: “Anti-Japon gerillalar gibi yaşayalım, üretelim ve çalışalım.”
İkinci Dünya Savaşı yayılınca, 1940 yılında Sovyetler Birliği iki cephede birden savaşmamak için Japonya ile Tarafsızlık Anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmadan sonra Komintern Mançurya’daki gerilla birliklerinin küçültülmesi kararı alınmıştır. Bu karar iki bakımdan zorunludur: Almanya ile savaşan Sovyetler Birliği’nin iki cephede birden savaşmasını engellemenin gerekliliği ve küçük gerilla gruplarının düşman cephesinde büyük gruplara göre daha kolay hareket edebilmesi.
Sovyetler Birliği Almanya’yı yenilgiye uğrattıktan sonra 9 Ağustos 1945’te Japonya’ya savaş ilan etti. Aynı gün içinde Kim İl Sung Kore Halk Devrimci Ordusuna son çarpışma için hazır olmaları emrini verdi. Kızıl Ordu birlikleriyle omuz omuza çarpışan Kore Halk Devrimci Ordusu 15 Ağustos 1945’te Japon emperyalistlerini yenilgiye uğrattılar.
Kore’de Sosyalizmin İnşası
Elli yıl önce ABD Hava Kuvvetleri’nin yaptığı acımasız bombardımandan hemen sonra Pyongyang’a gidenler bu kentin bugünkü halini gördüklerinde çok şaşırmaktadırlar. Bugün Pyongyang dünyadaki en modern kentlerden biridir.
Bununla birlikte özellikle SSCB’nin çözülüşünden sonra artan ABD baskısı karşısında büyük askeri harcamalar yapıldığını hatırlarsak Kore halkının sosyalizmi inşa etmek için ne kadar büyük özverilerde bulunduğunu daha iyi anlarız.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin bu şartlarda bile sosyalizmi koruyabilmesinin en önemli nedeni diğer sosyalist ülkeleri bire bir kopya etmekten kaçınmalarıdır. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin en önemli politikası kolaycılığı reddetmesi, ülkenin öncelikle kendi gücüne dayanmasıdır.
Japonya Kore’yi işgal ettiğinde ülke geri kalmış, kapitalizmin pek gelişmediği bir ülkeydi. Sınai gelişim Japonların tekelindeydi. Ülke kaynakları Japon savaş makinesini beslemekten başka bir yere harcanmıyordu. Böylesine geri koşullarda herhangi bir ülkenin modelini bire bir taklit etmek, örneğin bu gelişmemiş aşamada Sovyetler biçiminde örgütlenmeye çalışmak, büyük bir hata olurdu. Parti içerisinden bir kesim ülkenin içinde bulunduğu koşullara bakmadan hemen Sovyetler biçimindeki örgütlenmeye geçilmesini savundular. Bir başka kesim ise bu yarı-feodal, sömürge ülkenin sosyalizme geçmeden önce kapitalizmi geliştirmek için bir burjuva cumhuriyeti kurulması gerektiğini savunuyordu. Kim İl Sung bu dönemde hem sağdan hem de “soldan” gelen bu sapmalara karşı mücadele ederek sosyalizme giden yolun Devrimci Halk Hükümetlerinden geçtiğini söyledi:
“Bizim istediğimiz demokrasi batılı kapitalist ülkelerin demokrasisinden temelde ayrılır; ama bizim istediğimiz demokrasi sosyalist bir ülkenin körü körüne kopya edilmesinden ibaret de değildir. Otuz altı yıllık Japon işgalinden henüz kurtulmuş ülkemizde yukarıdaki iki yoldan birini seçseydik büyük bir hata yapmış olurduk.
Bizim demokrasimiz anti-emperyalist, anti-feodal demokratik devrim aşamasındaki Kore gerçeğine en uygun demokrasi biçimidir.” (Bütün Eserleri, 1. cilt, sayfa 257) .
İlk hedef, sosyalizme geçişe uygun koşullara sahip zengin, güçlü ve bağımsız bir toplum yaratmaktı.
ABD birlikleri Eylül 1945’te Japonya’nın koşulsuz olarak teslim olmasından sonra Kore’nin güneyini işgal ettikten sonra, yukarıda anlattığımız yönetim biçimini uygulayacak olan Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi kuruldu.
Bu yapı, zaten kurulmuş bulunan yerel halk komiteleri ile pek çok demokratik politik parti ve toplumsal örgütlerin birleşmesinden oluşmaktaydı. Bu yapıların tümü işçi sınıfının önderliğinde kurulmuş işçi-köylü ittifakına dayanan ulusal birleşik cephenin üyeleriydi.
Kim İl Sung’un önerisiyle Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi’nde görüşülen ilk konu Kore’de bir kalem fabrikasının kurulmasıydı. Bu öneri, Kim İl Sung’un modern ve tamamıyla bağımsız bir ülkenin cahil bir halkla değil, eğitimli bir halkla kurulabileceğine dair düşüncesini yansıtmaktadır.
Bağımsızlığını kazanmadan önce Kore’de hiç üniversite yoktu. 1 Ekim 1946’da feodal bağlardan kurtulan köylülerin bağışladıkları pirinçle kurulan Kim İl Sung üniversitesi ile Kore’de ilk üniversite kurulmuş oldu. Bununla birlikte halk düzenlenen “cehalet karşıtı kampanyalara” karşın ilk zamanlarda okuma yazmanın önemini kavrayamamıştır. Ancak Li Gye San Hareketi kurulduktan sonra kitleler bu harekete katılmıştır.
Li Gye San eşini yitirmiş, yıllarca sefalet içinde içinde yaşamış, devrimden sonra kendi toprağına sahip olmuş bir köylü kadındır. Toprağına sahip olduktan sonra Kim İl Sung’a duyduğu şükranı belirtmek için Pyongyang’a gelmiş ve kendi ürettiği buğday ve patatesi bizzat Kim İl Sung’a vermek istemiştir. 3 Ağustos 1947’de Kim İl Sung onu kabul etmiştir. Kabul sırasında köylü kadına şunu sormuştur: “Gazete okuyor musun? ” Kadının yanıtı olumsuzdur. Köylerinde bir okul açıldığı halde okumanın önemini kavramadığı için kaydolmamıştır. Bunun üzerine Kim İl Sung ona okuma yazma öğrendiği taktirde devlet yönetimine bile katılabileceğini söylemiş, üç ay içinde okuma yazma öğrenip kendisine bir mektup yazmasını istemiştir. Gerçekten de üç ay sonra kadın okuma yazma öğrenip Kim İl Sung’a bir mektup göndermiştir. Mektup köylü kitlelerinin bulunduğu bir mitingde okunmuş, cehalete karşı Li Gye San kampanyası düzenlenmiştir. Bütün ülke okuma yazma öğrenmek için seferber olmuş, Aralık 1947 – Mart 1948 arasında iki milyondan fazla kişi okuma yazma öğrenmiştir. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti herkesin okuma yazma bildiği ilk Asya ülkesi olmuştur.
Bağımsızlık elde edildiğinde ülke nüfusunun yüzde seksenini köylüler oluşturmaktadır. Yirmi gün içinde tüm toprak sahiplerinin toprakları köylüler arasında paylaştırılmıştır. 1946 yılının sonuna gelindiğinde yabancılara ait ağır sanayi kuruluşları ulusallaştırılmış, demokratik reform dönemi tamamlanmıştır.
1946 yılının Ağustos ayında Kore İşçi Partisi kurulmuştur.
Japon işgaline karşı savaştan doğan sağlam yapı sayesinde demokratik devrim hızla tamamlanmış, öncü parti kurulmuştur. 1947 yılının başından itibaren planlı ve bağımsız ulusal ekonomi temelinde sosyalist devrim, sosyalist inşa aşamasına geçilmiştir. Geçici Halk Komitesi, Halk Komitesine dönüştürülmüş, bu organ sosyalizme geçişten sorumlu hükümet kurumu haline gelmiştir.
1947-1948 yılları için yapılan bir yıllık plan sayesinde bir zamanlar kalem bile üretemeyen Kore, elektrik motoru bile üretir hale gelmiştir. 1948 yılında Kore yapımı ilk traktör ve gemiler üretilmiştir.
ABD emperyalizminin her türlü komplosuna karşın, 25 Ağustos 1948 yılında hem güney hem de kuzey bölgelerinde yapılan genel seçimlerde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti tüm Kore halkını temsil eden tek meşru devlet organı olarak kabul edilmiştir.
Bununla birlikte ABD ve onun Kore içindeki işbirlikçileri bunu içlerine sindirememiş, Haziran 1950’de yeni doğmuş sosyalist devlete savaş ilan etmişlerdir. Kore halkı tarafından kısa zaman içinde üretilen onca değer ABD emperyalizmi ve Türkiye de dahil olmak üzere onun maşaları tarafından hayvanca yok edilmiştir.
Ama Kore halkı direnmiş, Anavatanın Özgürlüğü Savaşını kazanmıştır.
Bununla birlikte Kore ikiye bölünmüş, yıkılmış bir ülke haline gelmiştir. ABD yöneticileri, Kore’nin yüz yılda bile toparlanamayacağını söylemişlerdir. Hatta bazı sosyalist uzmanlar Pyongyang kenti tamamen yıkıldığı için aynı isimde başka bir kentin başka bir bölgede kurulması önerisinde bulunmuşlardır.
Ne var ki iki emperyalist ülkeyi dize getiren Kim İl Sung ve yoldaşları ülkenin yeniden inşa gibi zor bir görevden kaçmayacaklardır. Kim İl Sung, ateşkes anlaşması imzalandıktan bir gün sonra, fabrikaları gezmeye başlamış, işçilere ülkeyi yeniden kurmanın mümkün olduğunu anlatmıştır. Böylece ağır sanayie öncelik veren bu arada hafif sanayi ve tarımı aynı anda geliştiren bir model uygulanmaya başlanmış, tarımda kolektivizasyona hız verilmiştir. Savaş öncesi demokratik dönüşüm döneminde toprak sahiplerinden alınarak köylülere dağıtılan toprakların kolektif bir üretim tarzında işlenmesi için acele edilmemişti. Bununla birlikte savaştan sonra savaş yıkımlarının köylülerin durumunu eşit düzeye çekmesinden de faydalanılarak hızla (beş yılda) kolektivizasyona gidilmiştir.
Savaştan zarar görmüş burjuvaziye gelince, onlara karşı şiddet uygulamak yerine bunlara önce devlet kontrolünde ortak iş yapan şirketler kurdurtulmuş, daha sonra kademeli olarak bu şirketlere el konulmuştur.
Böylece Ağustos 1958’de sosyalist dönüşüm tamamıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde SSCB’deki “destalinizasyon” sürecine umut bağlayan bazı revizyonistler Kore bölünmüş haldeyken ve savaş tehlikesi henüz geçmemişken Kore’de sosyalizm inşasına devam etmenin mantıklı olmadığı görüşünü öne sürmüşlerdir. Kim İl Sung ise 1955 yılında yaptığı konuşmalarda bu görüşe karşı çıkmış, Kore’de sosyalist inşaya hızla devam etmenin sadece halkın yaşam standardını yükseltmek için değil, aynı zamanda güneydeki devrimci harekete destek olacak güçlü bir merkezin oluşturulması için zorunlu olduğunu göstermiştir.
Bu konuşmalardan sonra parti içerisindeki ideolojik mücadele kızışmış, İşçi Partisi içinde fraksiyon yaratmaya çalışan ve revizyonistlerden destek alan unsurlar parti liderliğine ve devlete karşı komplo yapmaya girişmişlerdir. Bununla birlikte bu komplolar açığa çıkarılmış, komployu yapmaya girişenler teşhir edilmiştir. Parti içindeki bu mücadele hemen sona ermemiş, fraksiyoncu güçler partiye büyük zarar vermişlerdir. Bu güçler ancak büyük çabalar sonucunda partiden temizlenebilmiştir.
Kim İl Sung, sosyalizmin temellerini sağlamlaştırmak için üç cephede birden savaşmak gerektiğini belirtmiştir: ideoloji, teknoloji ve kültür. Teknolojiden kastedilen kapitalizmin boyunduruğundan kurtulmuş olan halkın yaşam standardını yükseltme çabasıdır. Kültür alanında verilen mücadele ise halkın eğitim seviyesini yükseltip teknoloji cephesindeki başarıyı güvence altına almak için verilmektedir. İdeoloji cephesi ise toplumun devrimci geleneklere bağlı kalması ve Komünizm davası için mücadele etmesi için açılmıştır.
Sosyalizme geçişin kapitalizmden kalma geri fikirlerden bir anda kurtulmak anlamına gelmediğini belirten Kim Jong İl ideolojik mücadelenin diğer iki cephede verilen mücadeleden daha önemli olduğu görüşündedir. Sosyalizmde kol ve kafa emeği arasındaki, köy ve kent arasındaki farkların tamamen ortadan kalkmaması, eski üretim biçimini özleyenlerin ve emperyalist ajanların varlığı, Kore yarımadasında ABD’nin asker bulundurması gibi nedenlere bir de bağımsızlık savaşlarını, sosyalizmi kurmak için verilen büyük mücadeleyi görmemiş yeni kuşakların meydana gelmesi ile birleşince ideolojik cephede verilen mücadele teknik ve kültürel alanda verilen mücadeleyi belirleyen temel bir unsur haline gelmektedir.
Tam da bu noktada Kore’nin bu üç alanda verdiği mücadeleye örnek teşkil edebilecek üç hareketi hatırlayabiliriz: Chollima Hareketi, Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi, Taean Çalışma Sistemi.
Chollima Hareketi, 1953 Anavatanın Kurtuluş Savaşından üç yıl sonra, Pyongyang yakınlarındaki Kangson Çelik fabrikasında çalışan işçilerin arasında başlamıştır. Bu sıralarda ülke savaşın yaralarını hızla sarmaya başlamış, içerideki revizyonist politikalar yenilgiye uğratılmıştır. Kim İl Sung Kangson Çelik fabrikasını ziyaret etmiş, işçilere 80.000 değil de 90.000 ton çelik ürettikleri taktirde ülkeye ne kadar büyük faydaları dokunmuş olacağını anlatmıştır. Bu çağrıya uyan işçiler olağanüstü bir çalışma azmiyle 120.000 ton çelik üretmişlerdir.
Kangson Çelik fabrikasındaki bu olağanüstü çalışma örneği bir kıvılcım işlevi görmüş, tüm ülkeye yayılmıştır. Böylece sınai üretimde yüzde 144, tarımsal üretimde ise ise yüzde 112 artış meydana gelmiştir. Chollima, Kore mitolojisinde büyük bir hızla yol alan kanatlı bir attır.
Kore yüz yılda toparlanamaz diyen Amerikan emperyalistlerinin tahminlerinin aksine daha 1960 yılında Kore’deki sınai üretim ulusal ekonominin yüzde 71’ini oluşturmuş durumdadır. ABD’nin Vietnam’a saldırmasıyla ulusal savunmaya daha fazla kaynak ayırma ihtiyacı doğmuş olsa da 1957-1970 yılları arasında sınai üretim yılda ortalama yüzde 19.1 oranında artmıştır.
Chollima hareketi ile konut sorunu da çözülmüş, her on dört dakikada bir ev inşa edilmiştir.
Bu dönemde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret eden önde gelen İngiliz iktisatçı Joan Robinson şahit olduğu bu gelişmeler karşısında duyduğu şaşkınlığı “ekonomide Kore mucizesi” sözleriyle ifade etmiştir. Bu terim daha sonra çalışan kitlelerin sömürülmesine ve yoksullaşmasına dayalı bir kalkınma modeli izleyen Güney Kore’ye maledilmiştir.
Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi ise tarım alanında başlayan bir idari yapıya verilen isimdir. Burada kitleler ve parti arasındaki çalışma uyumuna çok güzel bir örnek görürüz. Parti görevlileri fabrikalara gider, çalışmaları bizzat takip eder, gördükleri eksiklikleri tamamlar, işçilerle beraber üretimi artırmak, alışma koşullarını iyileştirmek için fikir alışverişinde bulunurlar.
Sosyalist devrim Ağustos 1958’de tamamlanmış olsa da fabrikaların idaresinde hala bazı eski yöntemlerin uygulandığı görülmekteydi. Fabrikaların idaresi çoğunlukla tek kişinin sorumluluğundaydı. Böyle bir yönetim altında işçilerin kolektif yaratıcılığı ortaya çıkmıyordu. Ayrıca böyle bir sistem keyfiliğe, öznelciliğe, bürokratik yozlaşmaya açıktı. Kim İl Sung “sosyalizmin kapitalist yöntemlerle kurulamayacağını” söyleyerek bu durumu eleştirmiştir.
Bu yapıyı değiştirdikten sonra Kim İl Sung, Aralık 1961’de Taean Ağır Makine Fabrikasında on gün boyunca kalarak Taean Çalışma Sistemini yaratmıştır.
Buna göre işlerin tüm idaresi fabrika parti komitesinin kolektif liderliği tarafından üstleniliyordu. Bu uygulama daha sonra tüm ülkeye yayılmıştır. Böylece gerek tarım gerekse çalışma idaresi alanında sosyalist yapılar oluşturulmuştur.
Chollima Hareketi, Chongsan-ri Ruhu ve Yöntemi, Taean Çalışma Sistemini kısaca özetlediğimizde Kim İl Sung’un kişisel gayretinin önemi hemen fark edilmektedir. Emperyalistlerin iddialarının aksine bu bir “kişi kültü” değil, Kim İl Sung’un çalışma yöntemidir. Yukarıda da gördüğümüz gibi Kim İl Sung sık sık fabrika denetimlerine gitmektedir. Buralarda bazı bürokratların yaptıkları gibi üstünkörü incelemeler sonucunda birtakım soyut, genel önerilerde bulunmamış, gittiği her fabrikada uzun süre kalmış, dikkatli bir incelemeden sonra üretimi, işçiler arasındaki dayanışmayı artıracak, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirecek talimatlar vermiştir. Her türlü bürokratizmin ve öznelciliğin önüne geçmek için işçilerle tartışmış, onlardan öğrenmiş ve kendi önerilerini getirmiştir. Kim İl Sung sadece 1961-1970 yılları arasında fabrikalara 1700 kez denetim ziyareti yapmıştır.
Kim İl Sung tüm ömrünü halkın daha iyi bir yaşam sürmesi için çalışmaya adadığındandır ki Kore halkı onu “babaları” olarak nitelemektedirler. Bunu yapmaya zorlandıkları için değil.
Gerçekten de Kore, Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonraki dönemde yaşanan sıkıntılar yaşanmadan önce yiyecek, konut, giyim, işsizlik, eğitim ve sağlık alanındaki tüm sorunları çözmüştür. Bugün Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti yüzde sekseni dağlarla kaplı bir ülkede bir santimetrekare toprağı bile boş bırakmayarak tüm ambargo ve baskılara rağmen kahramanca ölüm kalım savaşı vermektedir.
1946 yılında ülkede kişi başına 14 santimetre tekstil ürünü üretilirken bu rakam 1980’de 50 metreye, 1993 yılında 76 metreye çıkmıştır.
1961-1969 yılları arasında 800.000 konut yapılmıştır. Bugün ülkenin kentleri ve köyleri kültür merkezleri, tiyatrolar, çocuk evleri, okullar, kütüphanelerle doludur.
1956 yılında ilkokul, 1958 yılında ortaokul, 1975 yılında ise lise zorunlu hale gelmiştir. Hedef, herkesin üniversite okumasını sağlamak ve böylece kol ve kafa emeği farkını kaldırmaktır. Bugün Kore’de okumak isteyen herkes ücretsiz olarak eğitim görmektedir.
İşsizlik yoktur. İş kazası nedeniyle çalışamayacak durumda olanlara kaza geçirmeden önce aldıkları ücretlerinin yarısı ödenmeye devam eder.
Sağlık hizmetleri ücretsizdir. 10.000 kişiye 27 doktor düşer. Günümüzde, Küba dışında hiçbir ülke vatandaşlarına Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kadar iyi sağlık ücreti vermemektedir.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti günümüzde sosyalizmin kalelerinden biridir.
WWW.STALİNKAYNAK.COM WWW.KOREA-DPR.COM
israil
15.04.2008 - 19:26EDEBİYATÇI BİR MİLİTAN GAHASSAN KANAFANİ ÖLÜMSÜZDÜR......
Monday, 21 January 2008
Silahıyla Kalemini Birlikte Kuşanan Bir Koca Yürek:
GHASSAN KANAFANİ...
Gassan Kanafani, 1972’de İsrail istihbaratı MOSSAD tarafından Beyrut’ta evinin önünde duran arabasına 150 kg TNT koyularak öldürüldü. O sırada yanında bulunan on yedi yaşındaki yeğeni Melis de onunla birlikte şehit düştü.
Filistin’in kuzeyinde bulunan tarihi şehir Akka’da 1936 yılında doğan Kanafani, 8 Temmuz 1972’de 36 yaşında öldürüldü. Filistin devrimci mücadelesinin neden İsrail’in ilk hedefleri arasında yer aldığı bu yazının sonunda daha iyi anlaşılacaktır. İsrail İşçi Partisi’nin lideri ve uzun zaman başbakanlık yapan Golda Mair’in Gassan Kanafani’yi anlatan sözlerini okumamız yeterlidir: “Eğer Filistin halkının kamplarda ve sokaklarda, insanlarının ruh halini ve yaşadıklarını ve devrimin halini anlamak istersek, Gassan Kanafani’nin yazılarını takip etmemiz yeterlidir…”
Gazeteci olan ve 11 Aralık 1967’de FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) örgütünün kurucularından ve aynı zamanda Polit Büro üyesi olan Gassan Kanafani, Filistin’in özgürlük mücadelesinde George Habbaş, Vadi Haddad, Abu Ali Mustafa ile birlikte, sağın (El Fetih) mücadele anlayışını reddederek feodal ve gerici Arap ülkelerinin liderleriyle ittifak yapılarak bir yere varılamayacağına inandı. Kanafani, Filistin mücadelesi için gerçek anlamda Marksist-Leninist-Maoist devrimci yolu ve işgale karşı direniş anlayışını benimseyen insanlardandı. Filistin devrimci hareketinin ilk ve temel taşlarını oluşturan FHKC’nin içinde, kültürel/siyasi bilinç devriminin silahla birlikte aynı zamanda ve aynı yoğunlukta yürütülmesi gerektiğini hem örgüt içinde hem de kendisinin kurduğu El’hadef dergisinde inançla savundu. El’hadef ilk sayfasında -aynı Lenin’in Pravda’sı gibi- “Öyle bir gazete düşünün bir kıvılcıma benzesin, o kıvılcım büyük bir ateşe dönecektir” diyordu.
Devrimin edebiyatı “direnişin edebiyatı” temelini kuran/araştıran Kanafani, örgütün içinde bir sağlam bölgesel/enternasyonalist kültürel eğitimin her devrimcinin ruh gıdası olması gerektiğini hep savundu. Devrimci silah taşıyorsa, aynı silahının gücü olduğu gibi kültür ve bilinç gücüyle kuşatılması gerektiğini hep dile getirdi. Büyük eser nitelindeki kısa hikâyeleri, romanları ve tiyatro eserleri, Filistin halkının derin yarasını anlatıyordu. Yaratıcılığı ve aramızdan erken ayrılışı, onun hakkında yapılan araştırmalara da kaynak oldu. “Neden İsrail’in ilk hedefleri arasına girdi? ” sorusunun cevabı onun yaşamında gizliydi.
Onun yaratıcılığını gösteren en önemli kısa romanlarından biri olan “Güneşin Altındaki Adamlar”ın hikâyesinde Kanafani; “neden tankın duvarına vurmadılar? ”sorusuyla işgal edilen bir ülkenin yaşama hakkı elinden alınmış halkının psikolojisini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. O hikâyede zengin Arap petrol ülkesine giden üç ayrı nesilden kaçak Filistinlinin durumunu ve yaşadıklarını anlatıyordu. Filistinliler, vize alamadıkları için bir petrol tankerinin şoförüyle - o da Filistinli! ! ! - onlar için büyük bir rakam sayılabilecek bir paraya anlaşıyorlardı. Amaçları petrol ülkesine gizlice girebilmekti. Hayatları değişsin diye kaçıyorlardı, sınırda şoförün fazla durması ve sınır bekçisinin sorgulamayı uzatması ve gevezeliği yüzünden tankerin içinde boğularak ölmeleri, şoförün tankerin kapısını açtığında ve cesetlerle karşılaştığında yüksek sesle tekrar tekrar kendine sorması: “Neden tankerin duvarına vurmadılar nefessiz kaldıklarında? ” Neden boğularak ölmeyi tercih ettiler? Korktular... Yaşadıkları sıkıntıları giderebilmek için zengin bir dünya hayal ederek mi? Aynı sıkıntıya tekrar dönmemek için mi? Boğularak gelen bir ölümün, boğularak yaşamaktan daha kolay gelmesinden mi? Kendi gerçeklerinden kaçıyor, umutlarını kolayca hiçe sayabilecek bir adama teslim ediyorlardı. Korku… İşte bu korkunun yarattığı derin endişeler İsrail liderlerinin içindeydi. Sadece silahını değil, kalemini de kuşanan bir insandı Gassan Kanafani...
Hayatta kısa bir süre kalan/öyle gözüken, 36 yaşında şehit düşen bir devrimcinin uzun yaşamına/mücadelesine bir göz atalım ve sizinle paylaşalım...
DEVRİMCİ EDEBİYATÇI OLARAK GASSAN KANAFANi...
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, direnişinin edebiyatını araştırırken, bilimsel bir araştırma olarak yaklaşmak gerektiğinin bilincindeydi. Sadece edebiyat olarak ya da kültür olarak da yetinmemek gerektiğini biliyordu. 1919’da İngilizlerin işgali altında bulunan Filistin halkının direnişi ve özellikle 1936’da “1936 devrimi sorunu” altında yaptığı uzun araştırma/okuma niteliğindeki kitapları devrimci insanların dikkate almaları gerektiğini ve FHKC’nin içinde okutulması/eğitilmesi ve tartışılması gerektiğini bir ilke olarak koydu. FHKC’nin ilk genel kurulunda ve programında yer almasını üstüne basa basa savundu. Filistin tarihini sorgularken doğru ve bilimsel saptama yapmak gereğini şiddetle savundu, tarihi yazılmamış ya da saptırılmış olarak -ki, normal bir sonuç bu, bir ülke işgal altında uzun bir süre içinde yaşarsa 1919–1948-
O dönem işgalciler tarafından ya geçiştirilir ya da saptırılır. Neden 1936’da İngilizlere karşı direnişin doruk noktasına geldiği belirtilmez. İngilizlere karşı dünyada ilk defa ve rekor düzeyde olarak tarihe geçen 6 aylık bir genel grev vardır bu tarihte Filistin’de. Bu süre içinde grevi başlatan ve önderlik yapan İzzeddin El-Kassam (şu anda HAMAS’ın askeri kanadının adı buradan ilham almıştır) bir cami imamıydı ve Filistin toprağının kutsal olmasından dolayı, halk İngilizlere karşı bu imama sadık kalıp takip etmiştir. Yine aynı lider (El-Kassam) İngilizlerle oturup anlaşarak grevi bitirmiştir. Sonrasında ise anlaşma yaptığı işgalci İngilizler tarafından sınırdışı edilmiştir. Filistin halkı 1919-1948 tarihleri arasında İngiliz işgali altında yaşamış ve bu uzun süre boyunca direniş göstermiştir. Bu direnişin neden başarılı bir sonuç getirmediğini - bunca kitleyi arkasına almış olmasına rağmen (Filistin halkının tümü diyebiliriz! !) ve halkın tamamına yakını genel grevin olduğu 6 ay boyunca hiçbir ticaret yerini açmamasına rağmen- şehirlerde, kasabalarda, köylerde, Filistinlilerin dillerinde, hikaye, şiirler, halk müziğinin zengin bir tablo oluşturduğu halde ve neden bunca acıya rağmen başarılmamış olmasını, Gassan Kanafani basit ama aynı zamanda derin bir saptamayla işaret etti; din ve feodalizm, gerici Arap liderlerinin rolü de çok etkiliydi bu direniş süresinde.
Yazdığı araştırmalarda ve eserlerinde hem zengin direnişin izlerini, hem de başarısızlığı ve bunun bilimsel nedenlerini ele aldı.
“Kör Adamla Sağır Adam” hikâyesinde topluma zeki ve derin bir yaklaşımda bulunuyordu, halkın hurafelere inancını ve dini farklı bir ele alışı vardı. O hikâyede iki adamın toplumun zorlamasıyla “ermiş” sanılan bir şeyhin türbesinde buluştukları anları ve aralarında geçen konuşmaları anlatıyordu: “Sağır olan, kör adama neden oraya geldiğini sorar bağırarak. Kör adam anlatmaya başlar ama sağır olan onu duyamayacağını söyler. Çünkü kendisi sağırdır. Kör adam işaretle ailesini ve çalıştığı iş yerini anlatır, -fırın işçisi olarak çalışmaktadır- sonra kör sorar işaret diliyle sağırın neden geldiğini, bağırarak da olsa anlatır; Birleşmiş Milletler’in insani yardım kuruluşunda çalıştığını ve sağırlığın tek güzel tarafının, o azıcık yardımı alabilmek için insanların oluşturduğu kalabalık selinin sesini duymamak olduğunu söyler. Zorla ve işaret diliyle ona buraya gelmesinin, ailesinin tekrar işitme hissine kavuşacağını ısrarla anlatmalarından kaynaklandığını belirtir. Ermiş kişinin kendisinin mezarının başındaki ağaçta yüzünün belirdiğini ve herkesin bundan medet umduğunu ve herkesin hastalığını iyileştirdiğini - tıpkı kendisininki gibi- gelme nedenini de anlatır kör olana. Kör ona sorar: “Peki ne görüyorsun orada? ”. Sağır olanı pek net göremediğini söyler. Kör adam; gel omzuma çık diye teklif eder, sağır kabul eder ve gülmeye başlar. Kör olanı ne gördüğünü sorar merakla, sağır dur bir dokunayım der ve alaycı, gür, keskin bir sesle mezarda haykırır: “Sadece mantar... Sadece mantar...” Kör adamla sağır olanı, ikisinin birleşiminin bir tam adam ettiğini topluma işaret eder; özürlülüklerini tamamlayarak, böylece uzun ve sağlam bir dostluk kurarak, topluma karşı batıl inanışlara karşı, işgale karşı direnişin içinde yer alır. Bu kısa hikâyeyle farklı bir bakış açısı yakalar Gassan Kanafani.
İkinci büyük damgayı ise Filistin Halk Edebiyatında 1948’de İsrail tarafından işgal edilen topraklarda yetişen Filistinli edebiyatçıların eserlerine dikkat çeken devrimci/edebiyatçı olarak Filistin tarihinde yer aldığında vurur. Ciddi araştırmalar yapar, sadece bununla da yetinmez, orada halkevleri, kütüphaneler ve FHKC’nin kollarına bağlı olan gazete, dergi ve kültürel yayınlara maddi manevi destek sağlanmasını kendine görev bilir. Bu şekilde orada yetişen ve Filistin kimliğiyle bütünleşen edebiyatçıların ve Filistin halkının dünya tarafından tanınmasını sağlar. Çünkü Filistin’in 1948 işgali altında, Filistin edebiyatında önemli rol oynayan ve tarih niteliğinde eserler yazan bir nesil vardı.
Bunlardan birkaçı dünya ve Arap edebiyatında önemli rol oynadı; Mahmud Derviş, Samih El Kassem, Leyla Tokan, Tevik Zeyad...
Eserleri 20 dile çevirilen bu büyük dava adamı ve edebiyatçının ne yazık ki Türkçe'ye çevirilmiş bir kitabı bulunmamakta.
[! -[if! supportLineBreakNewLine]-]
[! -[endif]-]
[Kaynak: “İşçi Köylü” gazetesi]
Not: Makale, İşçi Köylü Gazetesi için Arapça orjinalinden çevrilmiştir.- S.D
WWW.SOLUNDOGUSU.COM
F tipi
15.04.2008 - 15:18EROL ZAVAR (F) TİPİNDE
Erol Zavar, (d. 1 Ocak 1969, Zonguldak) Odak Dergisi eski yazı işleri müdürü, Sincan F Tipi Cezaevi'nde siyasi tutuklu, evli ve iki cocuk babası, şair, kanser hastası.
Erol Zavar, 2000 yılında yargılandığı Ankara 2 No'lu DGM tarafından Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçu ile Türk Ceza Yasası'nın 146'ncı maddesi uyarınca ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Zavar, cezasının infazı için Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'ne gönderildi. Cezaevine girmeden önce mesane kanseri olduğu ortaya çıkan Zavar'a yönelik cezaevi ve hastane personelinin ihmali olduğu öne sürüldü.
Cezaevinde hastalığı ile ilgilenilmediği için, avukatları, eşi ve yakınları tarafından bir kampanya düzenlendi. 2004 yılında düzenlenen kampanyanın etkisi ile, cezaevinde tedavisine başlandı, gerçekleştirilen dokuz ameliyata rağmen sağlığı kötüye gitti. 2006 yılında bu ışık sönmesin sloganiı ile yeni bir kampanya düzenlendi. Bu yeni kampanyanın amacı kanser tedavisini sağlıklı koşullarda sürdürmek için serbest bırakılması. Henüz kampanya sürüyor.
Kampanya dahilinde Nesrin Cavadzade ve Hüseyin Karabey yönetiminde, müzikleri ise Grup Kizilirmak tarafından hazırlanan 35 dakikalık belgesel filmin hazirlandi. Film,Erol Zavar örneğinden hareketle F Tipi tecrit altında tutulan tutuklu ve hükümlülerin yasayabilecekleri saglik sorunlarini konu aliyor.
Zavar hakkındaki haberler daha önce Cumhuriyet, Evrensel, Radikal, Sabah, Özgür Gündem, Birgün gazetelerinde, Yeniharman ve Kaçak Yayın dergilerinde yayinlandi.
Erol Zavar'ın ilk şiir kitabı Ölümü ektim randevu yerinde 2006 temmuzunda Cadde Yayınları ndan çıktı.
tunceli
15.04.2008 - 15:12SULTAN HİDİR TUNCELİ (DERSİM) EFSANELERİ.....
Rivayet edilir ki, bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin, buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur, yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen gözcülerden biri 'Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve içinde bir isik hüzmesi var ' der. Sultan Alâeddin de; gidin bkin bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok. Askerler sorarlar:
-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar:
-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir toprak güvecim, bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir miktar arpam var Askerler:
-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz, seni sultanimiza götürmek istiyoruz, deyince bu defa ihtiyar, buralara kadar zahmet edip gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize seref versin.
-Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir, vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok. Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister, as ister. Bunlari nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir.
Askerler geri döner, durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalir ve hayretini gizlemez, durumunu ögrenmek için seccadeye oturan vezir, kumandan ve askerlerine bir komutla 'Ayaga kalk' der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. 'Otur' diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok. Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da sesini çikarmaz.
Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan:
-Baba erenler, bunu hangimiz yiyecegiz?
Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize kadar yetecek vardir. Diye cevap verir.
Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye, küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir. Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis, kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar. Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala bitmedigi görülür.
Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst, itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar, der, 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar.
Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri Resul, Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz tutulmaz. Gübre dökülür, hayvanlarin yatak yeri yapilir.
Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan bugünkü türbesi yapilmistir.
[email protected]
tunceli
15.04.2008 - 15:09ELTİ HATUN TUNCELİ (DERSİM) BİR EFSANELER ŞEHRİ.....
Tunceli ili Mazgirt ilçesi merkezinde bulunan Elti Hatun Türbesi 14. yüzyıl eseri bir kümbettir. İçinde ikisi büyük, bir tanesi de küçük olmak üzere birbirine yapışık üç tane mezar bulunur. Mazgirt ilçesi ve yöresi uzun süre Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanında bulunan kız kardeşi Elti Hatun hastalanır. Artık öleceğini tahmin eden kadın, kardeşi Uzun Hasan'a: Ben yılandan çok korkarım. Şayet ölürsem benim tabutumu yere gömme. Bana bir kümbet yapıp tabutumu burada astır, diye vasiyette bulunur. Kardeşinin vefatından sonra isteğini yerinne getiren Uzun Hasan bugünkü Elti Hatun türbesini yaptırır ve içerisine uzunca bir zincir asarak kardeşinin tabutunu havada kalacak şekilde bu zincire asar.
Rivayete göre ertesi gün kız kardeşinin mezarını ziyarete gelen Uzun Hasan türbenin kapısını açar açmaz kız kardeşinin tabutuna sarılı büyük bir yılan görür ve irkilerek geri kaçar. Tanrı Buyruğuna karşı gelinmez. Mukadderata boyun eğmek lazımdır, diyerek havada asılı duran tabutu zincirden indirir ve toprağa defnettirir. Zincir hala kümbetin tavanından aşağı ucunda dört halkası ile sarkık durmakta, mezar da zincirin tam altında kümbetin ortasında yer almaktadır. Sekizgen şeklinde yapılan Elti Hatun Türbesi'nin yanında bir de çeşme olduğu söylenmekte ise de izine raslanmamıştır.
Türbeye ait bilgileri içeren kitabenin restoresi sırasında muhafaza altına alınacağı kaydıyla ilgililer tarafından götürüldüğü söylenmektedir.
Türbenin içerisinde bulunan iki büyük bir de küçük mezarın bir tanesinin Elti Hatun'a bir tanesinin Uzun Hasan'ın annesine, bir tanesinin de Uzun Hasan'ın yeğenine it olduğu rivayet edilmektedir.
PATİ[email protected]
tunceli
15.04.2008 - 15:05GELİN PINARI EFSANESİ TUNCELİ (DERSİM) EFSANELER ŞEHRİ...
Gelin Pınarı veya diğer adıyla Gençlik Şelalesi Nazimiye ilçesinin kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 m. yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsane havası vermektedirler. Yazın bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 m. yakınına varıldığında bir anda bir anda sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir tabiat harikasıdır. Buranında kendisine özgü efsanesi şöyledir:
Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine:
-Hadi gelinim. Şu bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanlarınızı sağ ve sütü al getir, der.
Gelin bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi oda sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar, gider. Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. 'Daha yeni gelinim.Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır. O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense yaradana sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar. Bir müddet sonra sütü kaynatıp mayalamak için,bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrıya şükreder. O gün, bugündür bu pınardan akan sular koyunlar sağılmaya başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar tabii rengine dönerler.
PATİ[email protected]
Nepal
14.04.2008 - 20:07NEPAL'DE TARİHİ SEÇİM
Sunday, 13 April 2008
12 Nisan 2008, saat 20:00 itibariyle Nepal’deki Seçim Sonuçları (Sayımlar Devam Ediyor)
NC: Nepal Kongresi (Sosyal Demokratlar)
UML: Birleşik Marksist-Leninistler
NSP: Nepal Sadhvawana Partisi
MPRF: Madhesi Halkın Hakları Forumu
NWPP: Nepal İşçi Köylü Partisi
KATHMANDU- 1
NC adayı Prakash Man Singh 14,318 oyla kazandı
KATHMANDU - 2
Maoistlerin adayı Jhakku Prasad Subedi kazandı
KATHMANDU- 3
NC adayı Chakra Bahadur Thakuri kazandı
KATHMANDU- 4
NC adayı Suprabha Ghimire kazandı
KATHMANDU- 5
NC adayı Narahari Acharya kazandı
KATHMANDU- 6
Maoistlerin adayı Hitman Shakya kazandı
KATHMANDU- 7
Maoistlerin adayı Hisila Yami kazandı
KATHMANDU- 8
NC adayı Nabindra Raj Joshi kazandı
KATHMANDU- 9
Maoistler - 10489 oy
UML - 7694 oy
NC - 6393 oy
KATHMANDU -10
Maoistlerin adayı Prachanda kazandı
LALITPUR- 1
Maoistlerin adayı Barshaman Pun (Ananta) kazandı
LALITPUR-2
Maoistlerin adayı Raj Kaji Maharjan kazandı
LALITPUR- 3
Maoistlerin adayı Pampha Bhusal 18,930 oyla kazandı
BHAKTAPUR- 1
NWPP adayı Narayanman Bijukchhe kazandı
BHAKTAPUR- 2
NWPP adayı Sunil Prajapati kazandı
DHANKUTA-1
Maoistlerin adayı Hem Raj Bhandari kazandı
DHANKUTA- 2
Maoistlerin adayı Hari Raj Limbu kazandı
MUSTANG (tek bölge)
UML adayı Chandra Bahadur Gurung 2456 oyla kazandı
MANANG (tek bölge)
Maoistlerin adayı Dev Gurung 1652 oyla kazandı
RASUWA (tek bölge)
Maoistlerin adayı Prem Bahadur Tamang kazandı
JUMLA (tek bölge)
Maoistlerin adayı Naresh Bhandari kazandı
BAJURA (tek bölge)
UML - 9273 oy
Maoistler - 8618 oy
NC - 8283 oy
BARA- 1
NC - 489 oy
MPRF - 477 oy
Maoistler - 371 oy
BARA- 2
Maoistler - 751 oy
NC - 699 oy
MPRF - oy
BANKE-1
Maoistler - 771 oy
NC - 264 oy
UML - 239 oy
BANKE- 2
MPRF - 423 oy
Maoistler - 189 oy
Anandidevi önderliğinde NSP - 146 oy
BANKE-3
MPRF adayı Sarba-Dev Prasad Ojha kazandı
BANKE- 4
Maoistlerin adayı Purna Subedi - 772 oy
Mahato önderliğinde NSP - 468 oy
NC - 395 oy
BARDIYA- 1
Maoistlerin adayı Sarla Regmi kazandı
BARDIYA – 2
Maoistlerin adayı Bishnu Chaudhary kazandı
BARDIYA- 3
Maoistlerin adayı Chandra Bahadur Thapa (Sagar) kazandı
BARDIYA- 4
Maoists adayı Ramcharan Chaudhary kazandı
CHITWAN- 1
UML - 10,011 oy
Maoistler - 7615 oy
NC - 4851 oy
CHITWAN- 2
Maoistler - 16,735 oy
UML - 9714 oy
NC - 9119 oy
CHITWAN- 3
Maoistler - 7775 oy
NC - 5893 oy
UML - 3760 oy
CHITWAN- 4
Maoistler - 15,912 oy
NC - 14,317 oy
UML - 3580 oy
DANG-1
Maoistlerin adayı Indrajit Tharu kazandı
DANG- 2
Maoistlerin adayı Dama Kumari Sharma kazandı
DANG- 3
Maoistlerin adayı Krishna Bahadur Mahara kazandı
DANG- 4
Maoistlerin adayı Shivaraj Gautam kazandı
DANG- 5
Maoistler - 8726 oy
NC - 6787 oy
UML - 2424 oy
DADELDHURA- 1
NC - 3550 oy
Maoistler - 2213 oy
UML - 940 oy
DHADING- 2
UML - 4732 oy
Maoistler - 4296 oy
NC - 2970 oy
DHADING- 3
Maoistler - 9154 oy
UML - 5681 oy
NC - 2603 oy
DHANUSHA-1
Maoistler - 741 oy
UML - 613 oy
NC - 268 oy
DHANUSHA- 2
NC - 1307 oy
Maoistler - 1011 oy
UML - 742 oy
DHANUSHA-3
UML - 443 oy
NC - 329 oy
Maoistler - 200 oy
DHANUSHA- 4
MPRF - 1104 oy
UML - 324 oy
TMDP - 176 oy
DHANUSHA- 5
NC - 464 oy
TMDP - 445 oy
UML - 86 oy
DHANUSHA- 6
Maoistler - 2207 oy
UML - 1999 oy
NC - 1716 oy
DHANUSHA- 7
UML - 1938 oy
NC - 1438 oy
Maoistler - 1041 oy
DOTI- 1
UML - 2598 oy
NC - 2473 oy
Maoistler - 1942 oy
Doti- 2
NC - 147 oy
Janamorcha “A” - 141 oy
Maoistler - 106 oy
JANAKPUR- 7
UML - 276 oy
NC - 70 oy
Maoistler - 49 oy
JHAPA-1
Maoistler - 7095 oy
UML - 6620 oy
NC - 6164 oy
JHAPA-2
Maoistler - 7315 oy
NC adayı Krishna Prasad Sitaula- 5448 oy
UML adayı Pushpa Prasad Pokhrel- 3147 oy
JHAPA- 3
NC- 3110 oy
Maoistler - 2728 oy
UML - 1543 oy
JHAPA- 4
UML - 5307 oy
NC - 5235 oy
Maoistler - 4771 oy
JHAPA- 5
NC - 8001 oy
Maoistler - 7401 oy
UML - 7339 oy
JHAPA-6
UML - 10,357 oy
NC - 7145 oy
Maoistler - 7070 oy
JHAPA- 7
Maoistler - 11, 142 oy
UML - 10,523 oy
NC - 8495 oy
KAILALI- 1
Maoistler - 4757 oy
NC - 1938 oy
UML - 1724 oy
KAILALI- 2
Maoistler - 5757 oy
NC - 2313
UML - 2162
KAILALI- 3
Maoistler - 2462 oy
RPP - 978 oy
NC - 752 oy
KANCHANPUR-1
Maoistler - 4791 oy
NC - 4082 oy
UML - 2683 oy
KANCHANPUR- 2
Maoistler - 8994 oy
NC - 3968 oy
UML - 2667 oy
KANCHANPUR- 3
Maoistlerin adayı Tejendra Prasad Bhatta - 4019 oy
NC adayı Bir Bahadur Singh Thapa - 2586 oy
UML adayı Gobinda Prasad Kalengi - 1417 oy
KANCHANPUR- 4
NC - 5157 oy
Maoistler - 3939 oy
UML - 2073 oy
KASKI-1
Maoistler - 882 oy
UML - 880 oy
NC - 712 oy
KASKI- 2
Maoistler - 338 oy
UML - 307 oy
NC -242 oy
KASKI- 3
UML adayı Rabindra Adhikari kazandı
KASKI- 4
Maoistlerin adayı Durga Kumari BK kazandı
KAVRE- 3
Maoistler - 6653 oy
UML - 6291 oy
NC - 4366 oy
MAKWANPUR-1
Maoistler Dil Bahadur Ghishing kazandı
MAKWANPUR-2
Maoistler Prem Bahadur Gulami kazandı
MAKWANPUR-3
Maoistler Prahlad Lamichhane kazandı
MAKWANPUR-4
Maoistler Kumari Moktan -530
UML Rameshwar Rana Magar -211
Nepali Congress Nirmala Devi Uprety -100
MAHENDRANAGAR
NC - 573 oy
Maoistler - 190 oy
UML - 123 oy
MORANG- 1
NC - 3235 oy
UML - 2958 oy
MPRF - 2016 oy
MORANG- 2
Maoistler - 7525 oy
UML ¬¬¬- 4000 oy
NC - 3307
MORANG- 3
NC - 3692 oy
Maoistler - 2396 oy
UML - 1976 oy
MORANG- 4
Maoistler - 2655 oy
NC - 2544 oy
MPRF - 2451 oy
MORANG- 5
MPRF - 11,628 oy
NC - 3827 oy
Maoistler - 1189 oy
MORANG- 6
MPRF - 5048 oy
NC - 1974 oy
UML - 1745 oy
MORANG- 7
MPRF - 8374 oy
NC - 6333 oy
Maoistler - 2598 oy
MORANG- 8
UML - 6328 oy
Maoistler - 6057 oy
NC - 4219 oy
MORANG- 9
Maoistler - 4719 oy
UML - 3691 oy
NC - 2869 oy
MYAGDI (tek bölge)
Maoistler - 4131 oy
UML - 2188 oy
NC - 883 oy
NAWALPARASI- 4
Maoistler - 314 oy
UML - 236 oy
RPP - 139 oy
NAWALPARASI- 5
NC - 135 oy
Maoistler - 106 oy
UML - 35 oy
NAWALPARASI- 6
TMDP - 110 oy
NC - 107 oy
Maoistler - 60 oy
NUWAKOT- 3
Maoistler - 1051 oy
NC - 1003 oy
RJP - 765 oy
PALPA- 1
UML adayı Dal Bahadur Rana kazandı
PALPA- 2
Maoistlerin adayı Lila Kumari Somai kazandı.
PALPA- 3
UML Kul Prasad Nepal kazandı
PARSA- 1
NC ¬¬- 5744 oy
TMDP ¬¬- 3965 oy
UML ¬¬- 3236 oy
PARSA- 2
MPRF - 5744 oy
NC - 3965 oy
RPP - 3236 oy
PARSA- 3
NC - 1517 oy
TMDP - 704 oy
UML - 648 oy
PARSA- 4
NC - 3449 oy
UML - 2375 oy
TMDP - 1524 oy
RAUTAHAT- 1
MPRF - 1788 oy
Maoistler - 1734 oy
NC - 1681 oy
RAUTAHAT- 6
UML adayı Madhav Kumar Nepal - 712 oy
TMDP - 598 oy
Maoistler - 528 oy
ROLPA-1
Maoistler - 7439 oy
NC - 1091 oy
UML - 770 oy
ROLPA-2
Maoistler - 6744 oy
UML - 1563 oy
NC - 1399 oy
RUPANDEHI-1
UML adayı Baburam Chaudhary - 2297 oy
Maoistlerin adayı Ghanashyam Yadav - 1808 oy
NC adayı Abdul Rajaal - 1255 oy
RUPANDEHI-2
MPRF - 6738 oy
UML adayı Devi Prasad Chaudhary - 6371 oy
Maoistlerin adayı Binod Kumar Upadhaya - 5816 oy
RUPANDEHI- 3
NC adayı Bal Krishna Khand kazandı
RUPANDEHI- 4
UML adayı Bishnu Prasad Poudel kazandı
RUPANDEHI- 5
UML adayı Ramnath Dhakal kazandı
RUPANDEHI- 6
MPRF - 7396 oy
TMDP - 6233 oy
UML - 3377 oy
RUPANDEHI- 7
MPRF - 7396 oy
Mahato önderliğinde NSP - 3180 oy
TMDP- 3062 oy
SALYAN- 1
Maoistler - 4363 oy
UML - 1118 oy
NC - 897 oy
SALYAN- 2
Maoistler - 3690 oy
UML - 1271 oy
NC - 997 oy
SINDHUPALCHOWK- 1
UML - 961 oy
Maoistler - 827 oy
NC - 170 oy
SUNSARI- 1
Maoistler - 7308 oy
UML - 4118 oy
NC - 2210 oy
SUNSARI-2
Maoistler - 7191 oy
UML - 7023 oy
RPP - 5891 oy
SUNSARI- 3
MPRF - 3655 oy
NC - 3433 oy
Maoistler - 800 oy
SUNSARI-4
MPRF - 5447 oy
NC - 2278 oy
UML - 1515 oy
SUNSARI- 5
MPRF adayı Upendra Yadav - 11,052 oy
UML - 5181 oy
NC adayı Sujata Koirala- 4400 oy
SUNSARI- 6
UML - 4010 oy
Maoistler - 2573 oy
NC - 2101 oy
SUNSARI- 7
MPRF - 7131 oy
UML - 4187 oy
NC - 3147 oy
TANAHUN-1
Maoistler - 10,987 oy
NC - 6940 oy
UML - 4697 oy
TANAHUN-2
NC adayı Ram Chandra Poudel- 12,494 oy
Maoistler - 7822 oy
UML - 6244 oy
TANAHUN-3
UML - 13,469 oy
NC - oy
Maoistler - 9934 oy
[Kaynak: Ekantipur]
MUNZUR
11.04.2008 - 16:20MUNZUR BABA EFSANESİ
Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der.
Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar.
Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.
Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
-Al evladım götür, der.
O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a;
-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da;
Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.
Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.
Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider.
Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar.
Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.
Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.
Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.
Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler.
[email protected]
tunceli
11.04.2008 - 16:15DUZGUN BAWO (DÜZGÜN BABA)
Hikayesinin anlatıldığı kendi ismini taşıyan halk şarkısı birçok çağdaş sanatçı ve grup tarafından yorumlanmıştır.
Dersim (Tunceli) yöresinde yaşadığı anlatılan Dersim aşiretlerinden Kureyşan aşiretine bağlı bir ermiştir.Asil adi Sah Haydar olmak üzere, Mahmud Hayrani'nin ogludur. Mahmud Hayrani ise Mevlana'nin bir müridi olarak taninmis bir kisiliktir. Haci Bektas-i Veli'yle akrabaligi oldugunu savunan bir kavimin 9. yada 11. atasidir. Soy seceresi bakimindan Hace Bektas ile ayni Imama cikar.
Mahmud Hayrani Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlari otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlari ile mesgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani 'Acaba sah Haydar bu kisin ortasinda bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar. 'Diye merak eder ve sah Haydar ile hayvanlarin bulundugu yere gider. Bir de bakar ki sah Haydar elindeki çubugu hangi meşe agacina değdiriyorsa agaç hemen yeşeriyor.Taze süsleniyor,keçilerde bu filizlerden yiyerek besleniyor.
Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çikarmadan geri dönmek ister. Ancak o sirada bir keçi,bir kaç kez üst üste hapsirir. Şah Haydar da ne oldu Babam Dervis Mahmud'umu gördün ki bu kadar hapsirirsin, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır mahcup olur.Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün baba dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar.(Rivayet olunur ki şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için Mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış.Bu hediklerle Zargovit'den Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.)
Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine gidin bakın bakalım bizim şah Haydar ne alemde? der.
Müritlerinden birkaç kişi bu 2500 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkar Şah Haydar ile görüşürler. Durumun iyi olduğunu her hangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye durumu düzgündü merak edilecek herhangi bir şey yoktur.Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. (Bu düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zat'a artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün baba olarak söylenir.) Bugün de dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder
[email protected]
nihat behram
11.04.2008 - 15:54NİHAT BEHRAM (HALK SAVAŞI YAZARI VE ŞAİİRİDİR.)
Nihat Behramoğlu (d. 18 Kasım 1946) , Türk gazeteci, şair ve yazardır.
Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi. İlk şiiri 1967'de yayımlandı. 1975'te Ataol Behramoğlu ile birlikte Militan dergisini ve 1979'da Yılmaz Güney ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkardı. 1972'de çıkardığı ilk şiir kitabı olan Hayatımız Üstüne Şiirler kitabı yasaklandı ve yazdıklarından ötürü 12 Mart Dönemi'nde iki yıl askeri cezaevinde tutuklu olarak yattı.
Cezaevinden çıktından sonra bir süre gazetecilikle uğraştı. Sivil mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde hakkında birçok dava açıldı. 12 Eylül Dönemi'nde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarıldı. 1996 yılında Türkiye'ye döndü. Bugüne değin 12 şiir kitabı yayımlandı.Şiirlerinde 'doğa'nın yeri oldukça dikkat çekicidir. Sözcük dağarcığındaki zenginlik şiirini şiir yapar. 2000'de Entellektüel dergisinde çıkan 'Özlemin Kadar' adlı şiir incelenmeye değerdir.
Şiir Hayatımız Üstüne Şiirler (1972)
Fırtınayla Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar (1974)
Dövüşe Dövüşe Yürünecek (1976)
Hayatı Tutuşturan Acılar (1978)
Irmak Boylarında Turaç Seslerinde (1980)
Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinde (1982)
Ay Işığı Yana Yana (1986)
Yine de Gülümseyerek (seçmeler, 1987)
Cenk Çeşitlemeleri (1988)
Kundak (2000)
Roman Gurbet (1987)
Lanetli Ömrün Kırlangıçları (1991)
Kız Ali (1998)
Çocuk kitabı Kuyruğu Zilli Tilki (1979)
Göğsü Kınalı Serçe (1980)
Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit (1977)
Anı Darağacında Üç Fidan (1976)
PATİ[email protected]
yalçın küçük
11.04.2008 - 11:03YALÇIN KÜÇÜK
Yalçın Küçük (İskenderun, 1938) Türk yazar, filozof, ekonomist, tarihçi, isim-bilimci, sosyolog ve devrimci.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1960 yılında bitirdi. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı'nda görev aldı. 1966'da ODTÜ'de öğretim üyeliğine başladı. Yön, Emek, Ant dergilerinde yazdı. 1971'de doçentliğe yükseldi, 12 Mart 1971 Muhtırası'ndan sonra görevden alındı. 1973-76 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesinin ekonomi servisini yönetti. 1970'lerde, Türkiye İşçi Partisi'nin ikinci kez kuruluşu için çalışmalara katıldı, 1975'ten itibaren yayınlanan ve partiye yakınlığıyla bilinen Yürüyüş Gazetesi'nin editörlüğünü yaptı, ancak 1978'de partiden ihraç edildi. 1979'da kendisiyle beraber TİP'ten ihraç edilenlerle birlikte Sosyalist İktidar Dergisi'ni çıkarmaya başladı. Aynı yıl Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde öğretim üyesi oldu. 12 Eylül Darbesi'nden sonra üniversiteden uzaklaştırıldı. 1983'te Yeni Bir Cumhuriyet İçin adlı yapıtından ötürü tutuklanarak, cezaevine girdi; daha sonra aklandı. 1987'de Gazi Üniversitesi'nde profesör oldu ve 1994'te emekli oldu. 80 darbesinden sonra aydınların cunta yönetimine karşı örgütlenmesinde büyük çaba göstermiştir. Aziz Nesin ile birlikte Aydınlar Dilekçesi Hareketi'ni örgütlemiştir. 1987-1992 yılları arasında Toplumsal Kurtuluş adlı sosyalist bir aylık dergi çıkarmıştır. Daha sonra bu dergi kapanarak yerine Hep İleri adlı bir dergi çıkmıştır. Özgür Üniversite adıyla bilinen Özgür Ekin Derneği'nin kurucusudur. 1993'te Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasını ve Matild Manukyan'ın vergi rekortmeni olmasını öne sürerek Fransa'ya gitti. Çeşitli sol dergiler çıkarttı. 1998'de Türkiye'ye döndü ve iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2000 yılında tahliye oldu. Sky Türk adlı televizyon kanalında Kalemler ve Kılıçlar programını yaparken, program Sky Türk İcra Kurulu tarafından sonlandırıldı
şamil basayev
10.04.2008 - 18:20ŞAMİL BASAYEV ÖLÜMSÜZ BİR DEVRİMCİ KOMUTAN..........
Şamil Basayev, 1965'de Çeçenistan'ın Vedeno bölgesi'nin Vedeno köyünde doğdu. 1987 yılında Moskova'da mühendislik eğitimine başladı. Öğrencilik yıllarında devrimci kişiliği ile ön plana çıkmıştı. Moskova'da odasının duvarında Che Guevera'nın posterinin asılı olduğunu verdiği bir demeçte dile getirdi.
1991 Ağustosu'nda Moskova'daki hükümet darbesi sırasında Boris Yeltsin taraftarları arasında yer aldı. Adını ilk defa Çeçenistan'da yaşananları dünyaya duyurmak için bir Rus uçağını kaçırarak Ankara'ya indirdiğinde duyurdu.
1992 yılında Cahar Dudayev'in emri ile Abhazya'ya gönderilen Çeçen birliklerin komutanı iken, Abhazya'nın Gürcü işgalinden kurtulmasında birinci dereceden etkili olan Kafkas Halkları Konfederasyonu (KHK) birliklerinin komutanlığına getirildi. Abhazya'nın ardından Çeçenistan'a dönerek Dudayev'e karşı muhalefete geçen Rus yanlısı silahlı birliklerin dağıtılmasında etkili oldu. 1994 yılı aralık ayında Ruslar'ın Çeçenistan'ı işgal etmesiyle Çeçen komutanların en önemlilerinden biri haline geldi. 1995 yılı başında Rus savaş uçakları Şamil'in Vedeno'daki evini bombalayarak ailesinden 11 kişiyi şehid ettiler. Rus güçlerin sivillere karşı giriştikleri katliamların en üst seviyelere ulaştığı Haziran 1995'de, yaşananları dünya kamuoyuna duyurabilmek için 150 savaşçının Budennovsk kentine düzenlediği eylemi yönetti.
1996 yılı Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Ve Rus güçleri Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur eden Cahar-Kale(Grozni) operasyonunu komuta etti. 1998 de Cahar-Kale'de yapılan Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi'nde başkan seçildi. Kongrenin ikinci toplantısında alınan kararla 1 Ağustos 1999'da kurulan İslam Şûrâsı'nın başkanlığına getirildi.
1999'da Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgali üzerine Çeçenistan'a dönerek doğu cephesi komutanlığı görevini sürdürmeye başladı. İkinci savaş sırasında da başkent Grozni'yi savunan Basayev, kentten çekilirken yaralanmış, bir bacağının bir kısmı kopmuştu. Basayev, Devlet Başkanı Dokka Umarov'un emrinde Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı görevini sürdürmekteyken 10 temmuz 2006 tarihinde, inguşetya’nın Ekazevo köyü’nde, bulunduğu askeri konvoydaki bir patlayıcının infilak etmesi sonucu hayatını kaybetti.
PATİ[email protected]
Hindistan
10.04.2008 - 18:16HALKIN YÜRÜYÜŞÜ GAZETESİ EDİTÖRÜ ÖLÜM ORUCUNDA
Wednesday, 26 December 2007
Halkın Yürüyüşü Gazetesi Editörü Govindan Kutty Derhal ve Koşulsuz şekilde Serbest Bırakılsın!
Açlık Orucunun 8. gününde olan Govindan Kutty’nin yaşamını koru!
26 Aralık 2007
(Hindistan) 19 Aralık günü Kerala polisi Govindan Kutty’nin bürosuna baskın düzenleyerek bütün arşivine ve hard disklerine el koydu. Cuty ardından düzemece iddialarla tutuklandı. Ağır sorgulardan geçen Kutty, tutuklandığı günden beri koşulsuz şekilde salıverilmesi için açlık orucu direnişindedir. Bugün ise direnişinin 8. gününde olup, yaşamı ciddi şekilde tehdit altındadır.
“Halkın Yürüyüşü” bağımsız bir devrimci yayındır. Hindistan, Nepal ya da diğer yerlerdeki Maoist hareketleri de kapsayacak şekilde bütün devrimci hareketleri destekler. Halkın Yürüyüşü, Hindistan hükümetinin yasalarına göre tamamen legal olarak yayımlanmakta, bu bağlamda hükümetçe verilmiş RNI ve posta numaralarını taşımaktadır. Aynı zamanda yaklaşık yedi yıldır hükümetin tüm şartlarını yerine getirmiştir.
Kutty’ye yönelik düzenlenen komplo ve isnat edilen düzmece iddialar yalnızca Kutty’nin şahsına yönelik değil, ifade özgürlüğüne yönelik ağır bir saldırı niteliği taşımaktadır. Sözde dünyadaki en geniş demokrasi, o devasa ordu, para-militer güçler ve polis güçleri, ancak birkaç bin tiraja ulaşabilen bir gazeteden korkmuştur. Olanlar, hükümetin faşist yüzünü ve Keralam polisinin yüreksizliğini açığa çıkarmıştır.
Govindan Kutty acilen ve koşulsuzca serbest bırakılmalı ve Halkın Yürüyüşü’ndeki görevine geri dönmelidir. Hükümet, hapishane koşullarında Kutty’nin sağlığında söz konusu olabilecek her türlü hasardan ve açlık orucunun sonuçlarından bütünüyle sorumludur.
Ajayan
Devrimci Halk Cephesi Kerala Eyalet Komitesi Sekreteri
[Kaynak: People’s March
Çev: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
Nepal
10.04.2008 - 18:12NKP(M) 'NİN EL KOYDUĞU TOPRAKLARA VE YCL'NİN SEÇİM BEYANI
NKP(M) 'nin El Koyduğu Topraklar ve YCL'nin Seçim Beyanı
Saturday, 26 January 2008
Maoistler El Koydukları Toprak Ve Mülkleri Geri Vermiyor
Katmandu, 26 Ocak 08 - KR
Maoistler savaş sırasında büyük toprak sahiplerinden alarak el koydukları toprak ve mülkiyetleri halen elinde tutuyor. Genç Komünist Ligi ise seçimler için 4 milyon 176 bin faaliyetçisini görevlendireceğini açıkladı.
Nepal Kongre Partisi Genel Konsey Üyesi Padam Bahadur Niraula, Maoistlerin el koyduğu gayri mülkler konusunu gündeme getirerek Maoistlere suçlamalar yöneltti.
Niraula, Maoistlerin çatışma sırasında elde ettikleri toprak ve mülkün yüzde 25’ini elinde tuttuğunu ve bu sorunun batı Nepal’de büyük bir problem olduğunu ifade etti.
Maoistlerce mülkiyetine el konulan Rudra Bahadur KC, medyaya ve yöneticilere başvurdu. Eski rejimin Rajparishad Daimi Komisyonu üyesi olan Bahadur KC, bir yıl önce, seçimler aleyhinde ve monarşi lehinde siyasi çalışma yaptığı gerekçesiyle Maoistlerce bölgeden kovulmuştu.
Genç Komünist Ligi’nden Seçim Beyanı
Öte Yandan Genç Komünist Ligi (YCL) basına yaptığı açıklama ile her seçim bölgesinde 200 YCL üyesinin görev yapacağını duyurdu. YCL başkanı Ganesh Man Pun, ülke çapında 4 milyon 176 bin gencin seçimler için görevlendirileceğini duyurdu. Bu açıklama, Seçim Komisyonu’nun ülke genelinde 20,883 seçim noktası olacağını duyurmasından kısa bir süre sonra geldi. Man Pun, YCL’nin her seçim noktasına 200 üyesini yerleştirecek kapasitede olduğunu, bu sayıyı YCL bünyesinde faaliyet yürüten militan sayısını ve seçim noktası sayısını hesap ederek belirlediklerini belirtti.
[Kaynak: Kantipur Report
Çeviri: Solun Doğusu
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
Hindistan
08.04.2008 - 17:37HKP(M) 'DEN ÖLDÜRÜLEN KADROLARIN YAKINLARINA TAZMİNAT
Thursday, 10 January 2008
Maoistler Ölen Kadrolarının Ailelerine Tazminat Ödüyor
Ranchi, 9 Ocak, (TOI) - Jharkhand hükümetinin yeni askeri saldırıları karşısında, Maoistler sosyal kurumlarını güçlendiriyor. Yalnızca savaş içinde olan kadrolarının ailelerini değil, ölen kadrolarının ailelerini de “Naksalit sosyal güvenlik” ağının içine alarak, güvenlik güçlerinin operasyonlarında öldürülen kadroların ailelerine tazminat ödüyor.
Edinilen bilgilere göre, tazminat ödemeleri de kendi içinde derecelendiriliyor. Bu bağlamda, en fazla tazminatı, yakınları Latehar ve Chatra bölgelerinde öldürülenler alıyor.
Jhakhand Polis sözcüsü R.K. Mallik, Maoistlerin tazminat temelli bir soysal pratik içinde olduğunu doğruladı. Mallik, çok sayıda kaynaktan kendilerine ulaşan bilgilere göre, Maoistlerin, anti-naksal operasyonlarda yaşamını yitirmiş kadrolarının ailelerine tazminat verdiğinin belli olduğunu vurguladı. Malik, Naksalitlerin bu planlarını naksalitlere karşı operasyon düzenlenen bütün bölgelere yayma niyetinde olduklarını, bu şekilde operasyonların gücün kırmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
[Kaynak: Times Of India
Çev: Solun Doğusu]
3 Eski “Halk Savaşı Grubu” Üyesine İdam Cezası
Patna, 5 Ocak - Feshedilen [ve birleşme sonucu Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ismini alan – ç.n.] Halk Savaşı Grubu (HSG) örgütünün eski üyeleri hızlı bir yargılama sonucu idam cezasına çarptırıldılar. Eski HSG üyeleri 2004 yılında Patna’da gerçekleştirilen seçimler sırasında “Birleşik Janata Dal Partisi” taraftarı olan bazı seçmenlerin öldürülmesi olayının sanığı olarak yargılanmaktaydılar. İdam cezası verilen üç militanın isimleri ise şöyle: Sujit Kumar, Arvind Singh, and Manoj Singh.
[Kaynak: Patna Daily
Çev: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
ırak savaşı
08.04.2008 - 17:32IRAKTAKİ KADINLAR SURİYEDE FUHUŞA İTİKLENİYOR
Suriye’deki Iraklı Mülteciler Seks Ticaretine Sürükleniyor
Haber: Alistair Lyon
30 Aralık 2007
ŞAM (Reuters) - Dar ve parıldayan giysileri içindeki yirmi kadar genç Iraklı kadın, yan masalarda oturan Körfez kesimi Araplarının aç bakışları altında gece kulübünün dans pistinde bir o yana bir bu yana geziniyor.
Sahnedeki grup, sabahın ilerleyen saatlerine kadar Irak şarkıları çalıyor, masalarda oturanlar dans eden kızlara katılıyor ya da onları oturmaları için yanlarına çağırıyor. Arabayla Şam’ın yarım saat uzaklığındaki neon ışığıyla aydınlatılmış bu loş ortamda neyin alınıp verildiği pek belli değil
Henüz daha ilk gençlik yıllarını yaşayan dansçıların kimisi konuşmaya yanaşmıyor ancak içlerinden birisi ailelerine bakmak için başka bir yol olmadığını söylüyor. “Babam Irak’ta öldürüldü ve elimizdeki para bitti,” diye konuşuyor siyah ve gümüşi renkte bir elbise giymiş esmer kız.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNCHR) bunu, “hayatta kalma seksi” olarak adlandırıyor: Ülkelerindeki vahşetten kaçmalarının ardından, parasız kalan Iraklı mültecilerin hayatta kalmak için başvurdukları umutsuz bir yol.
Bunun düşüncesi bile Suriye’deki 1,5 milyon Iraklının midesinin bulanmasına yetiyor. Ancak geçim derdi, kimilerini Şam’ın varoşlarındaki küçücük apartmanları başka ailelerle paylaşmaya, kimilerini de çocuklarını işe sokup gencecik kızlarını evlendirmeye zorlamış.
Iraklı Kadınların İradesi Derneği başkanı Hana İbrahim’e göre bazen bu tür evlilikler gencecik gelinlerin pazarlandığı fuhuş ortamını maskelemek için kullanılıyor.
Şii Müslümanlarının Muta evliliği olarak kabul ettiği “geçici evliliğin” seks ticaretinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir başka yol olduğunu da sözlerine ekliyor. “Muta (geçici) nikâhı sadece Şiiler için geçerli; ancak Sünnilerin de kendilerine ait başka yolları olmadığını kim söyleyebilir? ”
UNCHR temsilcisi Laurens Jolles, “hayatta kalma seksi”nin artışının, ülkeye gelen mültecilerin yoksullaşmasıyla doğru orantılı olduğunu belirtti.
“Gün geçmiyor ki kendi rızasıyla ya da ailece verilen karar doğrultusunda bir başka kadın aile bütçesine destek olup çocuklarına bakmak için gece kulübünde çalışmaya başlamasın.”
Bazıları gözaltına alınıyor. Çıkanların çoğunun kefaletini onları çalıştıranlar ödüyor. Bunun ardından onları yine sokaklar bekliyor.
Yoksulluk, mültecileri ülkelerine geri dönmeye zorlayan en büyük etken. UNCHR’nin verdiği rakamlara göre, her gün gelen 500 kişiye karşılık 1500 kişi Irak’a geri dönüyor.
Kasımda yapılan bir araştırma %46’lık kesimin maddi zorluk, %26’lık kesiminse dolan vize süresi yüzünden döndüğünü gözler önüne serdi. Suriye son dönemde ülkeye giriş ve ikametgâh kurallarını sertleştirdi.
ONUR SAVAŞI
Yoksullukla cebelleşen yüzlerce Iraklı mültecinin arasında, hayatına onurlu bir şekilde devam etmek isteyen aileler var.
34 yaşındaki yeşil başörtülü Rukiye Fadhil “Kendi geleceğimizi düşünmüyoruz, sadece çocuklarımızın geleceği önemli bizim için,” diyor ve etrafını çevreleyen acı gerçeğe rağmen gülümsemeye devam ediyor.
Kocası Fallah Jaheel, Bağdat’ın güneyinde bulunan Babil’de işlettiği cep telefonu dükkânında vurulmuş, belden aşağısı tutmuyor, Rukiye’nin günleri kocasına bakmakla geçiyor.
Çift, Jaheel’in hastanede yattığı yedi ay boyunca çıkan masrafları ödeyebilmek için evini satmış, ardından da 7 ve 11 yaşındaki çocuklarıyla Suriye’ye kaçmış. Iraklı nüfusunun kalabalık olduğu Şam’ın yoksul mahallesi Seyyid Zeyneb’de bir sene yaşadıktan sonra birikimleri erimiş ve yardıma muhtaç hale gelmişler. Yabancı kuruluşlardan destek almaya çalışırlarken, Jaheel’in tedavisinin yapılması için yurt dışına gitmelerini sağlayacak paranın bir gün ellerine geçeceğini de umut eder olmuşlar.
UNCHR ve kardeş dernekler belirleyebildiği her Iraklı mülteci aileye yiyecek ve nakit yardımı yapmakta.
Gelecek iki ay en az 200.000 kişiye yiyecek paketi vermeyi planlıyorlar. Şu anda bu rakam 51.000. Aralık sonunda 7000 aile ayda her ay 100 dolar alıyor olacak.
Soyadını vermek istemeyen 39 yaşındaki Büşra, mülteci olarak yaşamanın getirdiği zorluklar ve yabancı bir ülkede ailesine bakmak için verdiği mücadelenin onu zaman zaman umutsuzluğa sürüklediğini anlatıyor.
Sorunlar, üç erkek kardeşi Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in emriyle öldürülünce başlamış. Bu olaylar kocasının ondan ayrılmasını ve kardeşlerinin eşlerinin de çocukları terk etmesini tetiklemiş.
Böylece Büşra, sadece bir tanesinin kendisinin olduğu dokuz çocuk ve hasta annesiyle kalakalmış. Çocuklardan biri Irak’taki Şii milislerce öldürülmüş. En büyükleri (21) Sufyan ise işkence gördüğünden ötürü çalışamaz halde, gün boyunca oturup sadece televizyon izliyor.
Aile üyelerinin uyuduğu rutubetli, soğuk odada göz yaşlarını tutamayan Büşra “Allahım, öyle yoruldum ki... Bunun adı hayat mı? Saddam zamanında da hayat değildi bizimkisi, ondan sonrasında da olmadı,” şeklinde konuşuyor.
Başını kara bir eşarpla bağlamış annesi ise Bağdat’ta rahat rahat yaşadıkları günleri hatırlayarak, Şam’da oturdukları dairenin, eskiden oturdukları evin holü kadar olduğunu söylüyor.
“Beni Irak’a götürün n’olur, orada ölmek istiyorum,” diye yalvarıyor.
Irak’ta fotoğrafçılık ve kuaförlük yapan Büşra Şam’da işsiz kalmış. Çünkü Iraklı mültecilerin Şam’da çalışma izinleri yok. Büyük oğlanlardan biri, şantiyelerden birinde günlüğü üç dolara işçilik yapıyormuş.
Büşra bir şekilde aileyi bir arada tutmayı başarmış. Ancak benzer koşullardaki mültecilerin çocuklarını nasıl çalışmaya ya da dilenmeye yolladığını; sosyal ve dini tabuların nasıl bir kenara atıldığını; eşlerin nasıl pavyonlara ve tartışmalı evliliklere itilebildiğini bu şekilde kolaylıkla görebiliyoruz.
[Kaynak: Reuters
Çeviren: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
çin
08.04.2008 - 15:08ÇİN'DE EMEKÇİ SINIFIN DURUMU
Monday, 03 December 2007
Küreselleşen Ekomomi Karşısında Çin Emekçi Sınıfların Durumu
Robert Weil *
Giriş
Bu makale esas olarak Alex Day ve Çin’le ilgilenen başka bir öğrenciyle beraber, 2004 yılı yaz aylarında işçiler, köylüler, örgütçüler ve solcu eylemcilerle yapılmış olan bir dizi toplantıya dayandırılmıştır. Oakland Institute tarafından özel bir rapor olarak yayınlanan daha uzun bir makalenin de parçasıdır. Toplantılar esas olarak Pekin kentinin içi ile çevresinde ve kuzeydoğudaki Zhengzhou ve Henan’ın merkezi kenti Kaifeng’de düzenlenmiştir. Bu toplantılarda duyduğumuz keskin konuşmalar, Mao Zedung’un ölümünü izleyen otuz yıl içinde, onun liderliği altında yürütülen devrimci sosyalist politikaların dağıtılması ve emekçi sınıfları giderek artan güvencesiz bir konuma terk eden “kapitalist yola” dönülmesiyle birlikte ortaya çıkan büyük dönüşümlerin yarattığı etkilerle ilgiliydi. En eşitlikçi niteliklere sahip bir toplumda hızla büyüyen kutuplaşma, en tepedeki servetin aşırılıkları ile, gündelik yaşam koşulları git gide kötüleşen ve sayıları gitgide çoğalan en dipteki işçi ve köylü kitleleri arasında cereyan ediyor.
Bu durumun bir örneği olarak, Fortune 2006 küresel milyarderler listesi, Çin anakarasından yedi ve Hong Kong’dan bir milyardere yer veriyor. Bu milyarderlerin servetleri Birleşik Devletler ve diğer ülkelerdekilere kıyasla daha küçük servetler olmakla birlikte, bu milyarderler büyük bir hızla palazlanan Çin kapitalizminin belirginleşmesini temsil ediyorlar. Büyük yolsuzluklar parti ve devlet yetkilileri ile işletme yöneticileri ve yeni özel girişimcileri, emekçi sınıfların yarım yüzyılı aşkın bir süredir görülmemiş ölçülerde sömürüldüğü bir süreç içinde palazlanan kapitalist sınıfı zenginleştiren bir ittifaklar ağı içinde birleştiriyor. Konuştuğumuz işçiler bir zamanlar ekonominin temel direği olan devlete ait işletmelerdeki eski işlerinden, çalışma birimlerinin birer parçası olan barınma, eğitim, sağlık bakımı, emeklilik aylığı ve benzeri tüm sosyal güvenlik ilişkilerinin gerçekten yok edilmesiyle birlikte çıkartılmış olan on milyonlarca işçinin bir bölümünü oluşturuyor. Bu devlete ait işletmeler, ister doğrudan özel yatırımcılara satılmak, isterse işletmecilerle devlet ve parti yetkilileri tarafından yarı yarıya özelleştirilmek suretiyle kâr amaçlı şirketlere dönüştürülürken, yolsuzluklar da yaygınlaşıyor.Görüştüğümüz köylüler kırsal komünlerin zorla dağıtılmasının ve her bir hanenin köy yönetimi ile işleyeceği toprak parçası üzerinden sözleşme yaptığı aile sorumluluğu sisteminin başlatılmasının uzun vadeli etkileriyle başa çıkma mücadelesi veriyorlardı. Ülkenin küresel piyasalara fırlatılıp atılmasıyla, toprakların yerel yöneticiler tarafından köylülere yeterli tazminatlar sağlanmaksızın gelişimcilere satılmasıyla ve kırsal alanlarda yaşanan yaygın çevresel bozulmayla birlikte, bu politikalar, yüz milyonlarca insanı önceden yararlandıkları kolektif sosyal desteklerden yoksun kılarken, onları yaşamlarını kazanabilmek üzere makul bir yol bulma mücadelesine mahkum ediyor. 100 milyondan fazla köylü inşaat, yeni ihracat yönelimli sanayiler ya da en temel haklarının bile çoğundan mahrum oldukları en kirli ve en tehlikeli işlerde çalışma arayışı içinde kentlere yapılan kitlesel göçün bir parçası haline geldi. Göçmenlerin çoğunun yaşam koşulları, kentsel cemaatlerde yarı-kalıcı biçimlerde yerleşiklik kazandıkça; yaşlılık ve sağlık sorunları tırmandıkça giderek daha da kötüleşiyor. Çin emekçi sınıfları yaşam koşullarının bozulması ve sosyalist devrim sırasında on yıllar boyunca mücadele ve fedakarlıklarla kazanmış oldukları hakların ortadan kaldırılması karşısında pasif kalmadılar. Sınıf çatışması ve toplumsal çalkantılar on yıllardır görülmemiş düzeylere tırmandı. Çin’deki işçiler, köylüler ve göçmenler bugün dünya çapındaki gösterilerin en büyüklerine, bazen on binlerce kişinin katıldığı ve yetkililerle yaşanan şiddetli çatışmalarla sonuçlanan gösterilere katılıyorlar. Kamu Güvenliği Bakanı bile “kitlesel olayların ya da gösteri ve isyanların” sadece on yıl önceki 10 bin sayısının 2003’de 58 bine ve 2004’de 74 bine tırmandığını kabul eden veriler yayınladı (New York Times, 24 Ağustos 2005) . Artan sosyal istikrarsızlık tehdidi, üst düzey parti ve devlet liderleri karşısında derinleşen bir meydan okumayı da temsil ediyor ve daha şimdiden daha da büyük çalkantıları tetikleme girişimleri dahilinde bazı politika değişikliklerine neden olmuş durumda. On yıllarca süren ekonomik büyüme içinde serpilen profesyonellerin ve işletmecilerin sözüm ona yeni orta sınıfı ve kolej mezunlarının hızla genişleyen safları bile, katmanlaşmaya uğruyor. Mao yönetimi altında okuldan mezun olana kadar tamamen parasız olan eğitimde giderek artan maliyetler, özellikle emekçi sınıflar açısından engelleyici bir hale geliyor. Yeni mezunlar iş bulmakta gitgide zorlanıyorlar. Piyasa basıncı, durumu daha iyi olanları bile etkiliyor. Ekonomik gelişmenin sağladığı kazanımlar, özellikle de tüketim malları ile gıdaya daha rahat erişilmesi ve artan hareketlilikle iş fırsatları, hep genişleyen sınıf bölünmeleri ve yaygınlaşan güvencesizlikle beraber, milyonlar açısından etkisini yitiriyor. Sonuç olarak, Çin, keskinleşen bir sınıf mücadelesi ve çözümlenmesi kolay olmayan bir politik belirsizlik dönemine giriyor. Emekçi sınıfların önündeki yol çok zorlu olacak ve solun canlanışı, oldukça anlamlı olmakla birlikte, hala çok erken bir evresinde. Bu makale, bu karmaşıklıkları ve olasılıkları incelemektedir. Bireylerin ve örgütlenmelerin isimlerini, onları koruma amacıyla genellikle hariçte bıraktım.
Çelişki ve Birlik
En azından yüzeyde, kentli işçilerin, göçmenlerin ve köylülerin ve hatta yeni orta sınıfın birçok üyesinin, giderek birbirine benzemeye başlayan yaşam koşulları, kapitalist piyasa reformları ve Çin’in küresel ekonomik güçlere açılmasıyla birlikte, onları sömürenlere karşı geniş bir mücadele birliğinin temelini sunacakmış gibi görünebilir. Fakat tıpkı Birleşik Devletler ve dünyanın diğer yerlerindeki benzer koşullar altında da yaşandığı gibi, emekçi sınıfların birleşmesi teoride, pratikte gerçekleştiğinden çok daha kolaylıkla ele alınmaktadır. Eski önyargılar, özellikle de birçok kentli Çinlinin köylülere karşı oldukça düşük bir saygı düzeyine sahip olması, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen kitlesel göçün yarattığı yeni rekabet biçimleriyle ve her bir grubu diğerine karşı bölüp yönetmek üzere, deneme yanılma yöntemleri kullanan iktidardakilerin manipülasyonlarıyla biraraya gelerek, işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Örnek olarak, Pekinli işçilere, göçmenlerin kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda, konuştuğumuz eylemcilerden birisi şöyle yanıtladı: “Evet, özellikle de işten atılanlar arasında, bu tür duygular yaygın.” Birçokları göçmen nüfusa tepeden bakıyor. Büyük bir fırtınadan sonra yapılan bir temizlik sırasında, bazı kentli işçiler şöyle hatırlattılar: “Bu iş göçmenlerin yaptığı türden bir iş, evlerinde elleri hiç para görmez”. Bu imajı pekiştirmek üzere, New York Times (3 Nisan 2006) Şhangay çöplüğünde, içlerinden birisinin tek bir kızının 10 bin Yuan (1.250 Dolar) tutarındaki orta okul ücretini ve diğer kızının da 1.000 Yuan (125 Dolar) tutarındaki ilkokul ücretini ödemek üzere çalışan göçmen kağıt toplayıcılarıyla ilgili bir rapor yayınladı. Fakat, duygular karşılıklı. Göçmenler de, sıra onlara geldiğinde, benzer şeyler söylüyorlar, şöyle ki: “O, işten atılmayı hak eden bir işçi.”Irk ve etnisitenin olduğu kadar göçmenlik statüsünün de işin içine girdiği Birleşik Devletler’de son derece alışılmış olan bir görüntü dahilinde, göçmenlerin, kendilerine yapılan destek ödemeleri ile hak ettikleri diğer haklardan yararlanmalarına yardımcı olmayı hedefleyen hükümet girişimleri, bazı işçiler tarafından kayırmacılık olarak görülüyor. Medya bu bölünmelere oynuyor ve göçmenlerin “hiçbir şey” karşılığında çalışmak istediklerini ve işçilerin yerine geçmek için onların işten atılması için çaba göstererek hoşnutsuzluğa neden olduklarını iddia ederken, bir yandan da kentli proletaryanın yabancılarla birlikte çalışmak istediğini söyleyerek, farklı gruplar arasındaki düşmanca ilişkileri körüklüyor. Ancak bu türden manipülasyona esas yakıtı, kentsel ve kırsal gelirler arasında, şimdi 3.3’e 1 olan ve “Birleşik Devletler’deki benzer ölçüleri aşarak dünyanın en yüksek” oranı haline gelen, giderek büyüyen gelir uçurum sağlıyor. (New York Times, 12 Nisan 2006) Bu bölünmelerin ne kadar keskin olduğu 2001 yılında büyük çatışmaların yaşandığı Zhengzhou Elektrikli İletim Aygıtı Fabrikası’nda çalışan işçilerin tecrübeleriyle birlikte açıklık kazandı. İşletmenin satılıp parçalandığı bu bölgede, polis protestocuları gece vakti tutukladı ve makineleri hırsızlar gibi parçalayarak alıp götürdü. Yanlarında malzemeyi taşımak için günde 50 Yuan’a çalışan köylüler de getirmişlerdi. Bu da uzun süreli bir mücadeleye neden oldu. Kent yönetimine karşı, kirli işlerini yaptırmak üzere polisi kullanmalarından doğan tepkilerden kaçınmak üzere köylüleri hırsız gibi kiraladılar: onlar da kasklar giyip, işçileri alt etmek için silah kullandı. Otuz kamyonla beş yüz köylü grev kırıcısı getirilmişti ki, bu da, Zhengzhou’da olup bitenlerin bir örneğidir. Eylemcilerden birisi fabrikadaki işçilerin çan çalmasıyla birlikte “herkesin dışarıya çıktığını” ve 24 Temmuz 2001’de köylülerle dört saatlik bir çatışmanın yaşandığını söylüyor. Diğer fabrikalardan çıkarak yardıma gelen işçilerin de katkısıyla o gün, işçiler galip gelmiş. Sekiz işçinin tutuklanıp mülke zarar vermekle itham edilmesine karşın, hukuksal yardım da almışlar ve kapitalistler yine kaybetmiş. İşçilerden birisinin, reform öncesi dönemdeki haklarına gönderme yaparak söylediği üzere, “yasalarımız, Mao’nun yasaları” uygulanmış; “öylesine çok insan vardı ki hükümet korktu.” Halkın eyleminin boyutları yetkilileri duraksatmış, fakat işçiler, kapitalistlerden gelen basınç altında, bu sefer mahkemeleri de aşabilmek için kamu güvenlik polisi kullanılmak suretiyle yeniden tutuklanmışlar ve köylülerle on gün süren bir kavga yaşanmış. Bu şekilde, işçileri fabrikadan çıkarmak için köylü zorbaları kullanmışlar ve her şeyi satıp savarak 5.600 insanı işten çıkartmışlar. Sonra işçi konutları dâhil tüm binaları yıkmış ve araziyi buraya bir mağaza ve lüks evler inşa eden özel bir gelişimciye vermişler. Şimdi herkes işi ve evi olmadığı için mücadeleye devam etmeye çekiniyormuş. Polis bazen üniformalarını çıkartarak ve kapitalist mülk sahiplerini, bıçak bile kullanarak koruyan çeteler gibi davranarak, işçileri korkutmayı sürdürüyormuş. Bir çömlek tesisinde, çetelerden birisi, bir işçi liderini öldüresiye dövmüş, ama yetkililer buna göz yummuşlar ve daha sonra yapılan şikâyetleri de dikkate almamışlar. Polis ve diğer hükümet organları, bu biçimde, devlete ait işletmelerde çalışanlara doğrudan doğruya saldırıp onları baskıya maruz bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda emekçi sınıfların çeşitli katmanlarını birbirlerine karşı da kışkırtıyor. Bu tür deneyimler, birlik ihtiyacına karşın, zaten varolmakta olan önyargı ve bölünmelerin aşılmasını son derece zorlaştırıyor. Elektrik cihazları şirketinden bir işçi eylemcinin söylediği gibi, “köylüler ve işçiler tek bir aile olmalılar; onlarla savaşmak durumunda kaldık, fakat birlikte çalışmalıyız.” Karşıt taraflarda yer alanlar kısa vadeli çıkarları uğruna hareket ediyorlar. İşletmede, polis şefi bile yaptıklarını aslında hiç de yapmak istemediğini, fakat baskı altında olduğunu söyledi. İşçilerden birisi ona “tıpkı köpek gibi” demiş. Şöyle yanıtlıyor, “Evet, ama bugün ben seni ısırmazsam, onlar benim derimi yüzerler.” Devlete ait işletmelerin özelleştirilmiş gelişim şirketleriyle yer değiştirmesi, bölünmeleri katmerlendiriyor. Bölgede inşa edilen yeni fabrikalar her ne olursa olsun, işçileri çok düşük ücretlerle ve hiçbir barınma ya da yan ödeme sağlamaksızın kırdan istihdam ediyorlar. Üstelik işçilerden birisinin ortaya koyduğu gibi, Birleşik Devletler’den farklı olarak, Çin’deki devlete ait işletmelerden atılanlar, bu işler için, ucuz oldukları ve kolaylıkla kontrol edildikleri için köylülerin kullanılması yüzünden, hizmet sektöründe bile iş bulamıyorlar. Bu durumda, birlikte çalışma arzusuna karşın, bu tür koşullar, emekçi sınıfların çeşitli katmanları arasında kaçınılmaz olarak düşmanlıklara neden oluyor.
Bu türden bölünmelere ve çelişkilere karşın, kentli işçilerin geniş katmanları arasında daha yüksek bir birlik düzeyi yaratmaya ve kendileriyle, gerek tarlalarında kalmış, gerekse kentlere göç etmiş olan köylüler arasında daha yakın bağlar inşa etmeye yönelik çabalar yaygınlaşıyor. Zhengzhou Kağıt, Tekstil ve Elektrikli İletim Ekipman Tesisleri’ndeki gösterilerle, bu kentte 1997 yılında 13 bin taksi şoförünün gerçekleştirdiği grev, birçok işletme ve sektörde bulunan on binlerce işçi gibi, cemaat üyelerinin de, özelleştirmelere, iş ya da ödenek kayıplarına ya da yüksek vergilerle cezalara karşı çıkanlara destek verdiğini gösteriyor. Yine de, Çin genelinde daha yaygın olan görüntü, tek tek fabrikalarda çalışanların işverenleri ve onlarla bağlantılı hükümet yetkilileriyle kendi başlarına karşı karşıya gelmeleri biçiminde. Demiryolu raylarına yatmak ve otoyolları kesmek ya da büroları kuşatmak ve işgal etmek ve diğer hallerde kentin alışık olduğu ticareti durdurmak gibi eylemleri kapsayabilen bu çatışmalar, genellikle, durumdan etkilenmiş olan işçilere bir defalık küçük bir ödeme yapılmasıyla sonuçlanıyor ki, bu da onlara hiçbir biçimde uzun vadeli destek sağlamıyor fakat acil taleplerinin bir parça yardım karşılığında pasifize edilmesi için yeterli oluyor. Zhengzhou’daki farklı işletmelerde bulunan işçiler, çoğu örnekte özelleştirme, işsizlik ve hizmetlerle güvencelerin yitiminden oluşan toplam süreci durdurmakta yetersiz kalan bu göreceli olarak yalıtılmış mücadele biçimini aşma girişiminin bir parçası olarak, birbirleriyle bağlar kurmaya başlıyorlar. Devlete ait çoğu işletmenin, arkalarında 100 bin işsiz bırakarak kapandığı Kaifeng’de de işçiler, başarılı olabilmek için daha fazla birlik ihtiyacının mevcut olduğunu ifade ettiler. Daha yakın zaman önce, işlerini çoktan kaybetmiş olan birçoklarıyla hala istihdam edilmekte olan az sayıdaki işçinin de aralarında bulunduğu, farklı tesislerden işçiler biraraya gelmeye başlayarak, her bir işletmenin temsilcileriyle toplantılar düzenlemeye ve her bir tesisin üyelerinin katıldığı ortak protestolar örgütlemeye koyulmuşlar. Orada konuştuğumuz eylemciler kentteki tüm fabrikalardan işçilerin katılımıyla o yılın daha geç bir tarihinde büyük bir gösteri yapmayı planlıyorlardı. Fakat bu tür birleşik eylemlerin geleceği belirsiz. Bazılarının “reformlar”la hükümeti daha fazla desteklediği, bazılarınınsa sosyalist perspektife inandığı kent proletaryası saflarındaki ekonomik, kuşaksal ve hatta siyasal bölünmeler varlığını koruyor. Ziyaret ettiğimiz bir işçi sınıfı mahallesinin tam ortasındaki bir Zhengzhou Parkı bile, fiziksel olarak sağcı ve solcu, işçi ve emekli gruplaşmaları arasında bölünmüş durumdaydı; sağcı gruplar, özellikle gündüz saatlerinde belirli alanlarda hakim olurken, diğerleri, özellikle geceleri başka bölümlerde egemendiler. Oraya her gün rahatlamak üzere gelen birçoklarıyla konuşmak üzere kısa bir mola verdiğimizde tanık olduğumuz gibi, tartışmalar oldukça hararetlenebiliyor ve hatta, zaman zaman tehdit edici hale gelebiliyordu. İşçilerle köylüler arasındaki birliğin geleceği açısından da benzer bir durum var ki, göçmenler burada bir tür aracı rolü üstleniyorlar. Biraraya gelme arzusu var, fakat hem yaşam koşulları hem de hükümetten gördükleri muamele biçimleri arasındaki farklılıklar bu tür yüksek birleşme düzeyleri aleyhine işliyor. Reformlar altında, servetin kısmi bir dirilişi de söz konusu. Hem kentlerde hem de kırda konuştuğumuz kişiler, bugün, Mao döneminin sosyalist evresindeki durumla keskin bir tezatlık içinde bazı köylülerin gerçekten de kentli işçilerden çok daha iyi durumda olduklarını belirttiler. Hala yoksul ve yaşam mücadelesi veriyor olabilirlerdi; en yoksullaşmış köylü aileler en kötü durumda olanlardı, fakat en azından üzerinde biraz yiyecek yetiştirebilecekleri bir parça toprağa sahiptiler. En yoksul göçmenler bile kentteki işleri çok kötü gittiği zaman köye geri dönebilirlerdi. Ancak, vasıfsız kentli işçiler, özellikle de işten atılmış olanlar bakımından, gerçekten de kaybedecek hiçbir şey yoktu; bir kez daha, üretim araçlarına olan tüm erişimlerini yitirmişler ve bir tür dış destek olmaksızın gerçekten de açlıktan ölmeye terk edilmiş olan klasik proleter durumuna indirgenmişlerdi. Hasta bir anne babaları ya da hatta okul ücretlerinin ödenmesi gerekli olan bir çocukları bulunduğunda, durumları oldukça umutsuz bir hal alabiliyordu. Sadece biraz daha vasıflı olanlar ya da bir tür küçük ticarete başlayabilenler toprakları olan köylülerle bir ölçüde eşit koşullara sahip olabiliyorlardı. Sonuç olarak, bu iki sınıfın eylemlerinin birliğini sağlamak da zorlaşıyor. Sık sık, protestolar ve gösteriler neredeyse aynı anda hem kentlerde hem de bu kentlerin çevresindeki köylerde gerçekleşiyor. Orada olduğumuz kısa süre içinde bile Zhengzhou ve Kaifeng’in içinde ve çevresinde bu tür paralel olaylara tanık olduk. Bu ikinci kentte, köylüler aynı gün, yol yapımı yüzünden toprak konusunda kandırılmış oldukları için, hükümet binalarına zarar verdikleri ve otoyolları kestikleri hemen yakınlardaki bir ilçede protestolar gerçekleştirirken; ya da işçilerden birisinin söylediği gibi ayaklanıp “kötü işler” yaparken, tek bir fabrikadaki yirmi işçi de tutuklanmıştı. Ama bu gerçekten de eş zamanlı biçimde gerçekleşen olaylar arasında hiçbir bağlantı yoktu ve henüz hiçbir ortak işçi ve köylü protestosu gerçekleşmemişti.Üstelik, devletin bu iki sınıfın gösterileri karşısındaki tepki gösterme biçimlerinde bile farklılıklar var. Kentli işçiler yerel yetkililer tarafından özellikle güçlü bir baskıyla karşı karşıya bırakılıyorlar, çünkü mücadeleleri kamuoyu açısından daha görünür durumda, kentteki güç merkezlerini rahatsız ediyor ve reformların, yani işletmelerin özelleştirilmesi ve yeni kapitalist sınıfın oluşturulması sürecinin tam kalbine doğrudan doğruya meydan okuyor. İşçilerden birisinin söylediği gibi, kendisi ve onun gibiler son derece öfkeliler ve “biraraya gelip ‘isyan’ etmek zorundalar; ama Amerika’dakinden farklı olarak bu durum hakkında tek bir şey bile söylememek durumunda kalıyorlar.” Yine de, “ölmekten korkmuyorlar, çünkü hiçbir şeyleri yok”; ve bu yüzden de mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Büyük ölçekli işçi eylemleri, bazen yerel zaferler elde ederek, fakat çoğunlukla liderlerinin tutuklanması ve hapsedilmesiyle sona ererek, ülke çapında yaygınlaşıyor. Tersine, en azından kağıt üzerinde, kırsal koşulların iyileştirilmesi şimdi resmi hükümet politikası halindeyken, köylü protestolarının bastırılması daha da zalimce olabiliyor, çünkü bunlar, eylemlerin kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde büyük olmaması halinde, büyük ölçüde görünmez durumdaki eylemler; tıpkı 2005 Aralık ayında, bir enerji tesisi için el konulan topraklar için verilen yetersiz tazminatları protesto ederken, Guangdong eyaletindeki Dongzhou’da öldürülen yirmi köylü örneğinde olduğu gibi. Bu bölünmelere ve engellere karşın, kentlerdeki ve kırdaki emekçi sınıfların, köylüler giderek daha fazla öfkelenirken ve yaşam koşulları kentli işçilerin koşullarıyla daha fazla benzeşirken ve göçmenler yaşlanır ve giderek kötüleşen bir durumla karşı karşıya kalırken, yakında birbirleriyle bağlar kurmanın yollarını bulabilecekleri yönünde bir duygu da mevcut. Tüm emekçi sınıfların örgütlenmesine yardımcı olan eylemciler birleşme eğilimini güçlendirmeye çalışıyorlar, fakat bu, aralarındaki uçurumu kapatmaya henüz başlamış olan, uzun ve zorlu bir süreç.
Solun Geri Dönüşü
Bu türden yüksek birlik düzeyleri yakalanması ihtimali köylüler, göçmenler ve kentli emekçi sınıflar arasında Çin’deki sosyalizm mücadelesinin derin tecrübelerine ve Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin bilgisine sahip olanların var olmasıyla birlikte pekişiyor. Bu tarihsel miras bugün Çin solunun geri dönüşü açısından temel bir öneme sahip. Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız’ın ortaya koyduğu gibi, “iki çizgi mücadelesi” kavrayışı, devrimin sosyalizmi ile bugünün kapitalizmi arasındaki açık seçik ayrıştırma, şimdi esas olarak aydınlardan değil, temelde emekçi sınıfların kendi saflarından kökleniyor.
Bu kavrayış özellikle, çürüme karşıtı bir biçim alıyor; ancak bu, o da işin bir parçası olmakla birlikte, sadece dar anlamda mali yolsuzluklara ve rüşvete karşı çıkmaktan ibaret değil, fakat devlet ve parti yetkilileri, işletme yöneticileri ve girişimciler ittifakının, üretim araçlarını bütünüyle, yeni ortaya çıkan kapitalistlerin özel mülkü haline dönüştürmesini engellemeye ve işçilerle köylüler tarafından devrimci dönemde elde edilmiş olan sosyalist kazanımları geri döndürmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçası. Devrimin teorisi, ruhu ve pratiği, özellikle komünist hareketin 1920’ler kadar eski bir tarihe uzanan merkezleri olan Zhengzhou ve diğer bölgelerdeki eylemciler tarafından canlı tutuluyor. Bu kentte, 1971’de inşa edilmiş olan çifte pagoda benzeri bir kule, kentin ana kavşağında, 1923 yılında bölgesel savaş ağaları tarafından zalimce inşa edilen Pekin-Hankou demiryolunda komünistlerin önderliği altında yapılan bir genel grevde öldürülen yüzden fazla işçinin anısına bekçilik yapıyor. Mao döneminin mirası burada bugün de canlı tutuluyor ve çizgi mücadelesinin başını çeken işçi bilinci düzeyi çok yüksek. Bu kentteki işçilerle yaptığımız tartışmalardan çıkan daha çarpıcı olguysa, çalışmaya alışmış oldukları fabrikalarda hissettikleri yetki duygusuydu. İşçi sınıfının devlete ait işletmelerdeki sosyal mülkiyet ve katılım haklarının sınırları her ne olursa olsun, (ki bu hakların Deng’ci reform el koyuşlarına karşı birer sigorta olarak yetersiz oldukları kanıtlandı) işçilerin bu tesisleri güçlü bir biçimde ve bir tür temel anlamda “kendilerinin” gibi hissettiklerine dair hiçbir kuşku yok. Aralarından birisinin açıkladığı gibi, elektrikli iletim cihazları fabrikası “işçilerin alın teriyle inşa edildi” ve onlar da fabrikanın kapitalistler tarafından satın alınıp özelleştirilmesini istemiyorlar. Fabrika tüm ulusa aitti ve tüm işçi sınıfının kolektif ekonomik birikiminin parçasıydı. Mao döneminde, işçilerin fabrikalar üzerinde bir parça kontrolleri de vardı, “fikirlerini ileri sürüyorlardı ve sözleri de dinleniyordu”. Bu durum Kültür Devrimi sırasında zirvesine ulaştı. O zaman “önder onlardı, işçi sınıfı o dönemde kendisini temsil ediyordu”; ama şimdi kimse onları dinlemiyor ve hiçbir güçleri yok. Yeniden ve yeniden, bu işçiler ömür boyu süren çalışma üzerine bina edilen kolektif mülkiyetlerinin etkin biçimde çalınmasının ve önceden icra ettikleri tüm katılım haklarından yoksun kılınmalarının sonucu olarak yitip giden yetki duygularından söz ediyorlar. Bu kavrayışı daha teorik bir bağlama yerleştiren bir Zhengzhou işçisi, mevcut “bürokratik sermaye” sisteminin ekonominin bir sorunu değil, siyasal bir sorun olduğunu söylüyor; ki bu tam da Lenin’in Ne Yapmalı kitabından fırlayıp gelebilecek bir çözümleme. “Yüzeyde ekonomikmiş gibi görünüyor, ama aslında kapitalizmle sosyalizm arasındaki bir mücadele”, temelde siyasal bir sorun. Diyor ki Çin, “asla sosyalizmi yaşamamış olan Birleşik Devletler gibi değildir. Yaşlı işçiler bu tarihsel bağlamı anlıyorlar. Çoğu Mao dönemini ve Kültür Devrimi’ni yaşadılar. Mao Zedung Düşüncesi’ni tecrübe ettiler ve onların kuşağı Çin’i yeniden ‘Mao’nun Yolu’na sokmak istiyor. Bu da sosyalist yolu korumaya yönelik uluslararası mücadelenin bir parçasıdır.” Bu işçi Çin işçi sınıfının mücadelesinin ve yeniden sosyalizm yoluna geri dönülmesinin bu mücadele açısından neden önemli olduğunun Batı’da daha iyi anlaşılmış olmasını isterdi. Bu uzun bir mücadele. Umuyor ki Çin’deki işçiler, sonunda kazanacakları bu yola doğru yavaş yavaş hareket etsinler. Ama mevcut hareketin yakın zamanda daha yüksek bir düzeye ulaşmaması halinde, genç işçilerin onu yalnızca “daha iyi koşullar“ uğruna verilen bir ekonomik mücadele olarak görecekleri konusunda da uyarıda bulunuyor. Bu da anti-sosyalist reform döneminin ve Deng Xiaoping’in söylemlerinin mirası; şöyle ki, “zenginleşmek muhteşemdir”. Bunlar genç işçilerin kavrayışını mahvediyor. “Çoğu toplanıp böyle tartışmalar yapmaktan bile korkuyorlar”; bu türden duyarlılıkların yaşlı işçiler tarafından birden çok kez ifade edildiğini duyuyoruz. Hala sosyalizm mücadelesine sadık kalanların devrimin mirasını canlı tutmak ve onu yeni kuşaklara devretmek üzere, sadece ekonomik ve politik biçimleri değil, kültürel biçimleri de kullanarak, bilinçlerini ve deneyimlerini aktarmanın başka yollarını bulmuş olmaları, kısmen bu nedenden kaynaklanıyor. Zhengzhou’daki bir işçi sınıfı semtinin tam ortasında ziyaret ettiğimiz bir park köşesinde, işçiler ve aileleri her gece eski devrimci şarkıları söylemek üzere biraraya geliyorlar. Bizim de orada bulunduğumuz hafta içi akşamlarda, yaşlı emeklilerden gençlere ve hatta genç çocuklara varana dek yüzden çok kişi, dinamik bir şefin yönettiği, bir grup müzisyenin eşlik ettiği çok coşkulu bir koroda yer alıyor. Hafta sonlarında, “daha da çok sayıda kişinin”, belki bin ya da daha fazlasının katıldığı da söyleniyor. Bizi parka götüren işçilerden birisinin de ortaya koyduğu gibi, “Bu şarkıların politik anlamı Komünist Partisine; onun dönüşmüş olduğu şeye karşı muhalefetimizi göstermek ve Mao’yu onunla kapışmak ve bilinç yükseltmek için kullanmaktır.”
Bu aynı tarihsel ruh kentteki pratik mücadelelere de gölgesini düşürüyor. Kağıt fabrikası grevi 2000 yılında başladığında; ki bu grev hala bu bölgedeki özelleştirmelere karşı direnişin “modeli” durumunda, bir eylemciye göre işçiler, işletme yöneticilerini dışarı atarken, fabrikaya el koyarken, cihazların çıkartılmasını engellerken ve işçi denetimini kurumsallaştırırken, “Kültür Devrimi” yöntemlerini kullandılar. Birçok çalkantının ardından, tesisin bazı bölümleri hala işçilerin ellerinde bulunuyor, fakat sadece piyasa ekonomisi içinde hayatta kalma mücadelesi vermekle kalmıyor, aynı zamanda kendisini ekonomik bakımdan yıkmaya yönelik resmi girişimlerle de mücadele ediyor. Liderlerinin açıkladığına göre, hapse atıldıktan sonra, bu özgün mücadele biçimini benimsemişler, “çünkü Paris Komünü’nün ilkeleri sonsuza kadar yaşayacaktır.” Benzer bir solcu tarihsel perspektif, sloganlarından birisi “İşçiler çalışmak ve yaşamak istiyor” olan, ama aynı zamanda “Sürekli olarak Mao Zedung Düşüncesi’ni takip et” yazılı bir pankart da asmış olan elektrik cihazları tesisi mücadelesinde de görülebiliyor. İşçiler tarafından yürütülen diğer eylemler daha da açıkça politik biçimlere bürünebiliyor. Kağıt fabrikasının ele geçirilmesiyle aynı yıl, Mao’nun ölüm yıldönümü etkinlikleri de başladı. 2001 yılında bu biraraya geliş, on binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşti; etrafları 10 bin polis tarafından sarılmıştı ve büyük bir grevle çatışma yaşandı. Bugün, işçilerin kentteki son Mao heykelinin bulunduğu küçük alana, ne ölüm ne de doğum tarihlerinde gitmesine izin veriliyor. Fakat yine de gidiyor ve polisle çatışıyorlar. 9 Eylül 2004’de, işçi eylemci Zhang Zhengyao’nun, Komünist Partisi ile hükümeti, emekçi sınıfların çıkarlarına ihanet etmekle ve yaygın çürümeye katılmakla suçlayan bir bildiri dağıttığı yer de burası. Bildirisi aynı zamanda Çin’deki kapitalist restorasyonu kınıyor ve Mao tarafından benimsenen “sosyalist yola” dönüş çağrısında bulunuyordu. Hem o hem de bildirinin diğer yazarı, Zhang Ruquan, polisin evlerini basmasının ardından tutuklandılar. Davaları kısa sürede, ülkenin her yerinden birçok solcunun, bu ikilinin 2004 Aralık ayında yapılan ve her birisinin üç yıl hapisle cezalandırılmasıyla sonuçlanan kapalı duruşmalarını, binanın dışında protesto etmek üzere Zhengzhou’ya gelmesiyle birlikte, Çin’in cause célèbre’i [ünlü davası; ç.n.] halini aldı. Bildirinin yazılmasına ve basılmasına yardımcı olan ve kendileri de polis tarafından taciz edilen Ge Liying ve Wang Zhanqing ile birlikte, bu eylemciler “Zhengzhou Dörtlüsü” olarak tanınmaya başladılar. Daha sonra Birleşik Devletler’de Başkan Hu Jintao ile Başbakan Wen Jiabao’ya gönderilmek üzere başlatılan ve salıverilmelerini talep eden bir dilekçe mektubu etkinliği, yaklaşık olarak yarısı Çin içinden atılmış olan imzalarla birlikte, iki yüzden fazla imza topladı. Bu, özellikle imzalayanlar açısından yarattığı potansiyel risk düşünüldüğünde, solcu işçilere verilen görülmemiş bir destek gösterisiydi, Çinli aydınlarla eylemcileri uluslararası destekçileriyle birleştirdi. Hükümet mektuba doğrudan yanıt vermemekle birlikte, Zhang Ruquan daha sonra, güya sağlık nedenleriyle hapisten salıverildi, ki bazı eylemciler bu durumun en azından kısmen, dilekçenin yarattığı baskının ve davalarıyla ilgili külliyetli bilgi ve çözümlemelerin zaman zaman sol web sitelerine gönderilmesi gibi durumla bağlantılı diğer dayanışma etkinliklerinin bir sonucu olduğuna inanıyorlar. Zhengzhou Dörtlüsü Çin’deki işçilerin kendilerine parti ve devlet tarafından dayatılan yeni koşulları pasifçe kabul etmeyi reddetmelerini, solcu ideolojinin ve etkinliklerin işçilerin safları arasındaki kalıcılığını ve bu işçilerin toplumdan ve hatta yurtdışından elde etmekte oldukları büyüyen desteği temsil ediyor. Fakat bu örnek aynı zamanda Çin solunun yenilenen gücünü olduğu kadar bölünmelerini de açığa çıkardı. Zhengzhou Dörtlüsü’nün dilekçe mektubunun imzalanmasında başı çekenler, temelde, dilekçeyi yaygın biçimde dağıtmak için interneti kullanan genç solcularken, bu gençler en azından başlarda, kendilerinden daha yaşlı ve önder durumunda olanların geride duranlarını eleştiriyorlardı. Genç kuşak açısından, sol bir kamusal duruş sergileyen işçilerle dayanışma göstermek, tam anlamıyla doğru bir çizginin benimsenmesi kaygısından daha baskın. Eski solcular içinse, ideolojiye ve siyasete dair eski bölünmeler ve mücadeleler genellikle ortak eylem birliğini engelliyor. Onların durumunda, şimdinin yeni koşullarıyla karşı karşıya gelmek üzere tarihsel çelişkileri bir kenara bırakmak çok daha zor.Bu farklı yaklaşımlar Çinli solcular arasında bulunabilen üç temel gruplaşmanın yaygın biçimde kabul edilen çözümlemesini de yansıtıyor: (1) Esas olarak partinin ve devletin safları arasından çıkan ve başlangıçta birçok örnekte Deng Xiaoping reformlarının en azından bazı parçalarını destekledikten sonra, bu politikaların kapitalist tabiatının giderek görünür hale gelmesiyle birlikte muhalefete yönelen “eski” sol; (2) Çin sosyalizminin Mao dönemindeki devrimci evresinin programlarına yönelik desteklerini aynen sürdürmekte olan ve popüler temellerini esas olarak işçiler ve köylüler arasında bulan “Maocular”; ve (3) tıpkı Batı’daki, özellikle de 1960’lardaki karşılığı gibi, temelde üniversitelerde ve yeni STK’larda odaklanmış olan genç kuşaktan oluşan, kalabalık bir Marksist, ama aynı zamanda geniş anlamda sosyolojik ve sosyal demokratik eğilimler yelpazesine açık olan, çoğunlukla “eski” solun saflarında olanlardan çok Mao’nun izleyicileri ile birleşmeye istekli olan “yeni” sol. Bu üç grup arasındaki çizgiler, yine de, hiçbir anlamda ne katı ne de karşılıklı olarak dışlayıcı. “Eski” solculara toplumun tümünde, hükümetin hem içinde hem de dışında rastlanabilirken, birçok “Maocu” ve hatta “yeni” solda yer alan bazıları da parti ve devlet içinde çalışıyor. Batıdaki benzer solcu kategorileriyle; özellikle de “yeni” solla çizilecek her türlü paralellik, buradaki mücadelenin tarihini yansıtan kendi özgün Çinli karakteristiklerine sahip olmaları nedeniyle, abartılmamalı. 2001 yılında, üst düzey liderliğin her yaz strateji planları yapmak için bir araya geldiği deniz kenarındaki bir kasaba olan Beidaihe’de, dört farklı politik eğilim tarafından, reformlar başlatıldıktan sonra yıllarca hapis yatan ve hala da eylemciliği sürdüren, Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız tarafından örgütlenen son derece alışılmadık bir toplantı düzenlendi. Reform politikalarının tümüne muhalefet edip etmeyecekleri hakkında bir fikir birliğine varamayacakları konusunda fikir birliğine varırken, Deng Xiaoping’i başlattığı yeniden kapitalizasyon derecesi bakımından eleştirmekte birleştiler. Daha yakınlarda ise, bazı etkili enstitü, üniversite ve organlardan gelen son derece yüksek bir kadro forumu, Pekin Üniversitesi başkanının oturum açılış konuşmasıyla birlikte, mevcut durumun Marksist bir çözümlemesini yapmak üzere biraraya geldi. Bu toplantının sürekli bir biraraya gelişe dönüştürülmesi umuluyordu. Bu toplantının arka planında bulunan eski parti üyesi, toplantının en azından bazı yüksek düzeyli destekler olmaksızın mümkün olamayacağını açıkladı. Zhengzhou’da, solcular ve bugün Çin’de, çoğunlukla Batı’daki muadilerinden çok daha radikal olan kimseleri de kapsar biçimde kullanılan bir terim olan “liberaller” tarafından başı çekilen benzer bir forum, geniş bir fikir yelpazesinde bulunanları bir araya getirerek, geçen on yıl hakkında görüşmek üzere toplandı. Ortak temelleri Çin toplumunun ve resmi politikalarının sahip olduğu mevcut yönelimin sürdürülebilir olmadığı yönündeki güçlü duyarlılıklarıydı. Yani, sahip oldukları farklı arka planlara ve yaklaşımlara karşın, partinin ve devlet organlarının hem içinde hem de dışında, “eski”, “Maocu” ve “yeni” olmak üzere kabaca her üç sol kategoriye de giren birçokları mevcut ve sadece fikirleri değil, aynı zamanda çeşitli forumları ve toplantıları da, birbirleriyle çakışıyor, birbirlerine nüfuz ediyor ve birbirlerini etkiliyor ve hatta kendi ideolojilerini paylaşmayanları da içine çekiyor. Yeni STK’lar içinde, yoksullaşan kırsal köylere okullar sunmak ve ana akım vakıflardan farklı bir işçi-köylü yönetimli toplumu teşvik etmek gibi pratik konular üzerinde çalışan, güçlü bir solcu temele sahip olanları da var. Solun bu geri dönüşü, emekçi sınıflar arasındaki popüler mücadelenin, Çin’deki sosyal krize ve onun mevcut politikalarda radikal bir dönüşüm gerçekleştirilmeksizin yalnızca derinleşebileceği yönündeki tehdidine gönderme yapmaktan kaçınılmasını artık imkansızlaştırmış olan, gitgide artan başarısını yansıtıyor. Bugün ne kadar uzak görülürse görülsün, Mao döneminin devrimci sosyalizminin yenilenmesi ihtimalini yeniden canlandırıyor.
Soldaki bu yeni açılımın çarpıcı bir örneği, Ekim 2004’de, “Mevcut Politik Manzara Hakkındaki Görüş ve Fikirlerimiz” ismini taşıyan ve “eski ÇKP üyeleri, kadroları, askeri personel ve aydınlar” grubu tarafından kaleme alınarak, Hu Jintao’ya gönderilen bir mektuptur. Zhengzhou Dörtlüsü’nün bildirisinden daha saygılı bir tona sahip olmakla ve ekonomik kazanımları açısından “reformlara” belirli bir pozitif itibar tanımakla birlikte, o beyanatın temalarıyla çok yakından paralellik göstermekte ve düzeltici eylem ve “kapitalist yol”dan sosyalist yola dönüş konusunda yaptığı çağrılarla birlikte, mevcut duruma yönelik eleştirisinde eşit biçimde militan bir nitelik taşımaktadır. Bu iki belge arasında herhangi bir doğrudan ilişki olup olmadığı açık değildir. Fakat Çin’deki solcular Zhengzhou Dörtlüsü’nü desteklemek için imza toplamayı sürdürdüler ve “yeni” solun bazı bölümlerinin davalarını kucaklamakta gösterdiği arzu ve bu türden “Maocu” etkinliklerin savunulması, “eski” solculara da, Hu’ya gönderilen mektup örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli eleştirileri yeniden ifade etme yolunu açtı. Eski devrimci mücadelelerin katılımcılarının partinin ve devletin mevcut politikalarına böylesine açıktan açığa karşı gelmek konusunda gösterdikleri bu isteklilik, ortaya çıkmakta olan yeni iklimin bir ölçüsü. 1999 kadar eski bir tarihte, eski solcularla yaptığımız tartışmalar, kendilerini, hakim reform atmosferi karşısında hala ne kadar sınırlandırılmış hissettiklerini açığa çıkartıyordu. Şimdi, açık ki, bu eski liderlerin ve benzer konumlardakilerin çoğu, kendi görüşlerini daha açıkça seslendirmek konusunda kendilerini daha “özgür” hissediyorlar. O halde, geçmişin bugünü bilgilendirmekte olması ve solun bazı kesimlerinin eylemlerinin diğerleri üzerinde de etkide bulunması yalnızca teoride değil pratikte de geçerli. Sayıları az olan ama bazen büyük bir etkide bulunan sınırlı birkaç örnekte, Mao döneminin sosyalist örgütlenme biçimleri, piyasa ekonomisinin yeni koşullarını karşılamak üzere muhakkak ki değişime uğramış bir biçimde olsa da, bugün de uygulanmaya devam ediyorlar. Yani şimdi bile kırsal köylerin, toplamda birkaç bini bulan yüzde biri; ki rakamlar ölçümü kimin yaptığına ve neyi ölçüt aldıklarına bağlı olarak değişiyor, komün döneminin kolektivizasyonunu asla tamamen terk etmemiş durumda. Deng reformlarını uygulamış olan birkaçı da, kırsal ekonomi açısından alternatifler sergileyen birer model haline gelerek, yeniden kolektifleştirilmiş üretime geri dönmüşler. Sosyalist dönemin hedeflerini ve yöntemlerini korumanın en etkili örneği, Zhengzhou’nun bir ya da birkaç saat uzağında yer alan Henan Eyaleti’nde bulunan “Maocu” bir kent olan Nanjiecun (Güney Sokağı Köyü) , ki yeniden kolektivizasyona 15-20 yıl önce başlamış, temelde ücretsiz barınma, sağlık bakımı ve eğitimle; hatta gençlerinin kolej masraflarını bile ödeyerek, tüm üyeleri için bir tür komün biçimi olarak işlemeye devam ediyor. Sosyalist dönemin, yöneticilerine vasıflı bir işçinin ücretinden daha fazla ödemede bulunmamak biçimindeki eşitlikçi pratiklerini de devam ettiriyorlar. Aralarında Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in de bulunduğu diğer devrimci liderlerle birlikte fotoğrafları ve deyişleri köyün her yerinde sergilenmekte olan Mao’nun politik hedeflerine olan sadakatini de sürdürüyorlar. Burada çok katlı barınma kompleksleri, her bir aile üyesine sağlanan ışıklı ve havalandırılmış dairelerle birlikte, tertemiz caddeler, gezi yolları ve bahçelerle çevrelenmiş durumda. Köy çekici bir okula ve bir çocuk bakım merkezine de sahip. Bu türden bir yerleşim, kentli zenginlerin yeni siteleri hariç, Çin’de gerçekten de eşsiz bir yer durumunda ve duvarları ve kapıları dışında rastlanabilen tipik kırsal çevreyle keskin biçimde çelişiyor. Ancak bu türden başarılara karşın, finansmanı için yabancı sermaye çektikçe ve çevre bölgelerden, onurlu ama kesinlikle daha az konforlu yatakhanelerde barındırılan köylüleri; yeni kapitalist ekonomiyle tam olarak bütünleşmiş olan kendi “kent işletmesinin” ana emek gücü olarak kullandıkça, Nanjiecun’daki pratiklerde de birçok çelişki ortaya çıkıyor. Köye yaptığımız ziyarette bize eşlik eden iki kişinin de içinde olduğu Zhengzhou’daki eylemcilere göre, yakın zaman önce, yeni ve alışılmış olmayan üretim alanlarına doğru aşırı genişlemeye bağlı olarak, ciddi mali zorluklarla yüz yüze gelmiş. Ancak, bir kapitalizm denizi ile çevrelenmiş olduğu ve hayatta kalabilmek için piyasa ekonomisi içinde rekabet etmek zorunda kaldığı bir durumda kaçınılmazlaşan bu türden sınırlamalara karşın, kırsal Çin açısından başka bir yolun mümkün olduğuna hala inanmakta olanlar için bir odak noktası olarak hizmet ediyor. Bazen tüm ülkeden tam bir otobüs dolusu köylü ya da işçiden oluşan delegasyonlar, köyün hem kolektivize üretimi hem de dağıtımı hayata geçirmeye nasıl devam ettiğini incelemek üzere günü birlik ziyarete geliyorlar. Henan eyalet yetkililerinin desteğini ve dolayısıyla korumasını da elde ediyorlar. Solcu eski parti üyelerinin Hu Jintao’ya gönderdikleri 2004 tarihli mektup, Nanjiecun’u, kırsal alanların bugün hala ihtiyacını duydukları bir model olarak işaret ediyordu. Ama Mao çağının mirasının çok etkili olmadığı yerde bile, bu çağın deneyimleri ve kavramları bugünün koşullarının sürekli olarak kendisiyle kıyaslandığı ve çözümlendiği arka planı oluşturuyorlar. 2004 yazında görünür hale gelen büyük bir gelişme, aile sorumluluğu çiftliklerinin küresel piyasa karşısında yaşadığı yalıtılma ve güvensizliği hafifletmeye yönelik bir çaba içinde, tarımsal kooperatifler oluşturmayı amaçlayan yeni hareket oldu. Bu kooperatifler temelde, örneğin kolektif gübre alımı sayesinde ve ürünleri için yaptıkları pazarlıklarda daha fazla güce sahip olmaları yoluyla, piyasada bir parça ölçek ekonomisi elde etmeyi olduğu kadar, üyelerine mali destek ve güvenlik sunmayı da hedefliyordu. Bu türden çabalar, köylülüğün bir bütün olarak karşı karşıya olduğu durumun tüm dar boğazlarını çözmeye başlamamış olsalar bile, reform döneminin bireyci, ya batarsın ya çıkarsın politikalarından önemli bir farklılaşma anlamına geliyor. Bunlar komünlere bir geri dönüş olmamakla ve en fazla bir tür yarı yeniden kolektivizasyonu temsil etmekle birlikte, yalnızca devrimden önceki daha eski kooperatif hareketlerinin deneyimlerine yaslanmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda, üyelerinin genellikle bilgi sahibi oldukları, Mao döneminden alınma kavramlara da yaslanıyorlar. Bu durumda, Jilin eyaletinin kuzey doğusunda bulunan Siping yakınlarında ziyaret ettiğimiz kooperatifin, kır ve kent sınıflarıyla ve onların bugünkü durumlarıyla ilgili son derece ayrıntılı bir çözümleme sunan başkanı, ya da ülkenin, sadece yerel açıdan değil, dünyanın geri kalanıyla ilişkisi açısından da, uzun ve derinlikli bir tartışmayı sosyalist bakış açısından sunan genç üyesi gibi kişilerle karşılaşmak olağan dışı bir durum değil. Çinli emekçi sınıflar demek ki kentli aydınlara gerçek çalışma ve sömürü dünyası hakkında öğretecek şeylere sahip olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda sosyalizmin pratikteki uygulamaları hakkında da daha deneyimliler. Ve birçok örnekte Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin temellerini kavrayışlarında ve uygulamalarında, bazı genç, daha eğitimli solculardan daha gelişkinler.
Aynı zamanda, toplumun hızla kutuplaşması yeni orta sınıf içinde yer alan birçoklarını, özgün mesleklerine ya da konumlarına bakmaksızın, işçilerin ve köylülerin karşı karşıya kaldıkları koşullara daha yakından benzeyen koşulların içine çekiyor, bu da onlar arasındaki birlik temelini güçlendiriyor ve solun yeniden dirilişi için kitlesel bir temelin yaratılmasına yardımcı oluyor. Kapitalist sistem kendi altını boşaltıyor ve hızla daha geniş yabancılaşmışlar grupları yaratıyor. Bugün, eski, devlete ait işletmelerdeki birçok Komünist Partisi kadrosu bile, bu işletmelerin özel yatırımcılara satılmasına yardımcı olmalarının ardından sonunda işten atılmış durumdalar. Yeni kapitalist sahipler tarafından işlerinde barındırılmadılar, ki bu durum da bir işçi tarafından “üzerinden geçtiğin köprüyü ateşe vermek” olarak adlandırılan bir koşul. Sonuç olarak, birçokları gibi şimdi işsizler de “piyasalaştırma”nın aslında ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorlar; bu durum “bilinçlerini yükseltiyor.” Kendi yaşam koşullarının değişmesinden kaynaklanan bu türden yeni kavrayışlar oldukça yaygın. Başlangıçta Deng’ci reformları desteklemiş olan kişilerle; örneğin Pekin’de konuştuğumuz ilerici akademisyen gibi kişilerle, şimdi Mao’ya geri dönüş yapan ve hatta Kültür Devrimi’nin kendisini yeniden inceleyen kişilerle ilgili birden fazla öykü duyduk. Bazı örneklerde, bu durum onların “kitlelerden öğrenmelerinin” doğrudan bir sonucu. Kırsal bölgelerde rastladığımız, etkili ama eskiden oldukça muhafazakar olan bir öğrencinin durumu da buydu, ki onun “dönüşü”, köylüleri ziyaret ettiğinde, asla Mao ile ilgili tek bir eleştiri cümlesi duymamışken, Deng’le ilgili birçok eleştiri duymuş olması, bu durumun da onu, geçmişe yönelik kendi yaklaşımlarını yeniden incelemeye zorlamasının sonucuydu. Ama bu türden yeniden değerlendirmeler kişisel deneylerden ibaret olmayan daha derin köklere sahip. Aralarında aydın seçkinlerin de olduğu birçokları için, reform çağının başından itibaren gövermiş olan ve piyasalaştırma ile özelleştirme için devlet ve parti propagandacıları tarafından ileri sürülen özgün Çinli karakteristikler de taşıyan rasyonellerden, esas olarak akademik çevrelerle STK çevrelerinde rastlanabilen Batılı liberal kavramlara dek uzanan çeşitli ideolojik eğilimlerin, Çin’de bugün olup bitmekte olanı açıklamakta yetersiz olduğu kanıtlanmış durumda. Hem eski bir Kızıl Muhafız’ın hem de genç bir eylemci aydının ayrı ayrı konuşmalarda ileri sürdüğü üzere, “başka her şeyi denedikten sonra”, başlangıçta reform politikalarını desteklemiş olan, ama şimdi neler olup bittiğini anlamaya başlayanlar, “bugünle başa çıkabilmek üzere iki çizgi mücadelesine ve Kültür Devrimi’ne geri dönmek durumundalar”, çünkü diğer yaklaşımları denemişler ve bunlar hiçbir açıklama sunmamış. Sadece birkaç yıl önce, Çin toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar, özgün ve bu durumda hala göreceli olarak kolaylıkla; örneğin bir “yolsuzluk karşıtı” kampanya yoluyla “halledilebilir” gibi görünürken, bugün bunların sistematik ve bölünemez oldukları, daha köklü bir dönüşümü gerekli kıldıkları, kapitalizmin ve küresel piyasanın yerine getirme yeteneğinde olmadığı ve devlet ile partinin, mevcut oluşumu itibarıyla çözümlemeyi başarma yeteneğinde bulunmadığı sorunlar oldukları konusunda giderek yükselen bir duyarlılık mevcut. Sonuç olarak, Mao’nun Kültür Devrimi sırasında kapitalist yola karşı ileri sürdüğü eleştiri bugün bir kez daha geçerli gibi görünüyor, çünkü ömrünün son yıllarında geliştirdiği bu fikirler, mevcut sistemin giderek derinleşen çelişkilerinin, ta köklerine kadar uzanan ve sadece pansuman yapmayı amaçlayan girişimlerden daha derin çözümlere işaret eden kapsamlı türden bir çözümlemesini sunmaya devam ediyor. Aydınlar arasında varolan birçok eski tabu bu durumda devrilmeye başlıyor. Birçok akademik ve seçkin arasında bulunan diğerleri açısından da hala büyük oranda ölümcül bir şey olarak kabul edilen Kültür Devrimi bile; ki bize söylendiğine göre bu devrime yönelik herhangi bir pozitif yaklaşımın ipucu tam bir yalıtılmışlığa ve mahvolmuş bir kariyere neden olabilir; bir kez daha bir tartışma ve yeniden inceleme konusu haline geliyor. Bu durum özellikle kendi tarihsel araştırmalarını yapan, uzun zamandır ihmal edilmiş olan malzemeyi kazıp çıkartan, o dönemde aktif olanlarla mülakatlar düzenleyen, bulgularını web’e gönderen ve bu dönemin olaylarıyla ilgili parti çizgisine başka yollarla meydan okuyan genç solcular arasında özellikle geçerli. Solun bu canlanan dirilişi ve işçi sınıfı mücadelesiyle olan bağlarının genişlemesi hakkında yüksek öneme sahip olan başka işaretler de var. 1999 yılında, çoğunlukla Çin’in MIT’si olarak gönderme yapılan Pekin’deki Qinghua Üniversitesi’nde, yakın zaman önce özellikle daha elit üniversitelerde ortaya çıkmış olan birkaç gruptan birisi olan küçük bir Marksist çalışma grubunda yer alan öğrencileri ziyaret etmiştik. O zamanlar etkin olmak için, kampuslarının dışına çıkmanın ve emekçi sınıflarla, 1989 Tiananmen öğrenci hareketinin başlangıçta yapamadığı türden bir bağlantı kurmanın bir yolunu bulmaları gerektiğini kendilerine hatırlatmıştım. En azından Pekin’deki bazı işçilerin, daha sonra, bu mücadeleye katılmış; ve karşılığında da bu hareketi sona erdiren katliamcı şiddet ve baskılardan paylarını almış olmalarına karşın, öğrencilerle emekçi sınıflar arasındaki uçurum köklü biçimde köprülenmemişti.
Örneğin kuzeydoğudaki Changchun da, ki burada aynı hareketin daha küçük bir versiyonu yaşandı, büyük First Auto tesisindeki işçiler üniversitelerinin dışına yürüyen öğrencilere katılmayı ret ettiler; bu da öğrencileri çok katı bir baskı ile yüz yüze kalmaya terk eden ve onları emekçi sınıflar karşısındaki yalıtılmışlıklarını yeniden değerlendirmeye yönelten acı bir deneyimdi. Sonunda, Çin tarihinde çok sık yaşandığı gibi, Tiananmen’deki hareketi ezmek üzere çevre eyaletlerden getirilenler, büyük ölçüde köylü ordusu oldu; ki bu da Pekin yakınlarına yerleştirilen birliklerin öğrencileri ezmeyi reddetmesi sonrasında yaşandı. O dönemin dersleri, şimdiki genç öğrenci kuşak arasında kaybolmuş değil ve 2004 yazı itibarıyla yaşanan değişim daha dramatik olamazdı. Bugün, önemli sayıdaki eylemci öğrenci üniversite kampuslarını emekçi sınıflarla ilişki kurmak, onların koşullarını incelemek, onlara yasal ve maddi destek sunmak, fabrikalarda ve tarlalarda yaşanmakta olan şeylerle ilgili raporları okullarına geri taşımak üzere terk ediyor. Kültür Devrimi’nden arta kalan ve hala Zhengzhou’da kilit bir eylemci olan birisi, öğrenci-işçi ilişkilerinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını açıkladı. 2000 kadar yakın bir tarihten itibaren, ülkenin önde gelen yüksek öğrenim kurumu olan Pekin Üniversitesi’ndeki Marksist çalışma grubundan gelen öğrenciler, bu kentteki fabrikaları ziyaret etmeye başlamışlar. 2001’den bu yana, Qinghua Üniversitesi’nden gelen öğrenci grupları her sene ziyarete başlamış. 2004’de, seksen kadar öğrenci yine bir başka önemli Pekin kampusundan Zhengzhou’ya gelmiş. Ulusal yetkililer bu büyüyen ilişkiler konusunda korku duyuyor ve cesaretini kırmaya çalışıyorlar. Kültür Devrimi’nde ülkeyi dolaşmak isteyen öğrencilere sunulan bedava tren seferleri ve diğer teşviklerin tersine, hükümet öğrenci delegasyonlarına bilet satmayı bile reddederek ya da Zhengzhou’ya girme haklarını ellerinden alarak, bugün bu akışı durdurmaya çalışıyor, ama yine de geliyorlar. Fabrikalara gidiyor ve hatta bazen bu kentteki mücadelenin ilk evrelerinde, tesislerin kapanmasının durdurulmasına yardımcı olmak üzere, buralarda yaşıyorlar. Bu hareket Zhnengzhou’da başladıktan sonra, kuzey doğuya ve ülkenin diğer bölgelerine da yayıldı. Aynı zamanda öğrencilerin benzer etkinlikler yürütmek, malzeme taşımak, ilişkiler kurmak, yasal destek sunmak ve genellikle birçok köylü eylemcinin hissettiği yalıtılmışlığı kırmak için köylere gittiği kırsal alanlara da yayıldı. Bugün Pekin Üniversitesi’nde ve daha birçok yüksek eğitim kurumunda, ismine karşın aynı zamanda birçok “kızı” da barındıran, Köylülerin Oğulları isimli bir örgüt, özel olarak bu amaçla oluşturulmuş durumda. 1999 yılında karşılaştığımız bir solcu eylemci, ki o zamanlar işçi sınıfının koşullarını doğrudan inceleme konusunda tamamen yalnızdı ve başkalarını da bunu yapmaya teşvik etmeye çalışıyordu, 2004 yılıyla birlikte öğrencilerin artık ciddi bir öz motivasyona sahip olduklarını, artık kendisi gibi kişilerin liderliğine ihtiyaç duymadıklarını anlattı. Şimdi, inisiyatif alanlar onlardı.
Bu hareket üniversite öğrencilerinin ana gövdesinin oluşumu ve koşulları tarafından hem güdüleniyor hem de kolaylaştırılıyor. Kolej kayıtlarının 1999’dan bu yana üç katına çıkmasıyla birlikte, çok sayıda öğrenci işçi sınıfı üyesi ailelerinden buralara geliyor ve birçokları eğitimlerini finanse etmekte ve mezuniyet sonrası iş bulmakta giderek artan zorluklarla karşılaşıyor. Bu sonuç birçok üniversite öğrencisi ile işçi ve köylüler arasındaki empati ve birlik temelini güçlendiriyor. Bugün Çin üniversiteleri Deng Xiaoping’in, Kültür Devrimi’ne bir tepki olarak, “kızıl” olmak yerine “uzman” olmaya vurgu yaptığı ve daha dışlayıcı giriş koşullarına geri dönülmesini zorladığı ilk reform yıllarında olduğundan daha kitlesel bir karakter taşıyor ve ayrıcalıklılara daha az mahsus bir yer durumunda. Sonuç olarak, solcu öğrenciler şimdi seçkin aydınlarla, fabrikalarda ve tarlalarda mücadele edenler; yani bugün daha yaygın biçimde kendi akrabaları ya da en azından içinden geldikleri sınıfların üyeleri olanlar arasındaki uçurumu köprülüyorlar. Bazı bakımlardan, bu durumda, Çin’deki mevcut aşama, Lenin’in, Marksist öğrencileri işçilerle ilişki kurmaları için fabrika semtlerine yönlendirdiği Rus Devrimi’nin ilk günlerini andırıyor. Elbette, şimdiki kritik fark, yalnızca öğrencilerden birçoğunun işçi ve köylü ailelerinden gelmeleri değil, bu genç Çinli solcuların, emekçi sınıflarla yeni bir ilişkinin nasıl kurulacağı konusunda kafa yormalarına karşın, üzerinde bir bina inşa edilecek, Mao liderliğindeki devrimci sosyalist deneyimin elli yılını arkalarında bulmaları. O dönemin kavramları, politikaları ve ilişkileri bugünün son derece farklı durumuna değiştirilmeksizin uygulanamaz ve uygulanmamalı da. Fakat bunlar solun kapitalist reformlar ve küresel piyasalaştırmanın şimdiki evresi karşısında emekçi sınıfların koşullarıyla yüz yüze gelirken yararlanabileceği geniş bir devrimci fikirler ve pratikler deposu olmaya devam ediyor. Solcu fikirler, yeni olmak bir yana, zaten çoktan işçi ve köylüler arasında derinden gömülü durumda. Yine de, bu eğilimleri abartmak ciddi bir hata olur. Çin solu kabul edilebilir bir güç olarak hala küçük, marjinalleştirilmiş ve emekçi sınıfların kendisi gibi birçok gruplaşmaya ve fraksiyona bölünmüş durumda. Küresel çapta solcuların durumunda olduğu gibi, bir zamanlar bildikleri dünyanın çöküşü ile yüzleşmek zorunda kalmışlar ve etrafında kendilerini örgütleyecekleri ve emekçi sınıfları harekete geçirebilecekleri tek bir birleştirici kavramlar kümesi bile mevcut olmaksızın yeni ilerleme yolları bulmaya çalışıyorlar. Bugün, Çin’de işin başını çekenler, büyük ölçüde, zaman zaman muazzam mücadeleler yürüten işçilerin ve köylülerin kendileri. Bunlar zaman zaman saflarındaki solcularca yönlendiriliyor olsalar da, şimdiye dek solun bir bütün olarak daha geniş, örgütlü bir hareketine pek rastlanmadı. Aralarında liberal reformist ve sosyal demokratik kavramların da bulunduğu yeni rakip ideolojiler de solculara karşı bir meydan okuma sunuyor. Birleşik Devletler’deki durumu tekrar eden bir gelişme seyri içinde, “sınıf” terimi bile bugün daha az kullanılıyor ve bunun yerine artık piyasadaki “zayıf sosyal gruplar” terimi konuluyor, bu arada sömürü kavramının kendisi de daha örtük bir hale geliyor. Bu eğilimler birçok kentli profesyonelin, siyasetleri ne olursa olsun yaşam tarzları tarafından pekiştiriliyor. Aralarında kendilerine solcu diyenlerin de bulunduğu bazı aydınlar, artık kentlerde iyi para kazanıyorlar ve koşulları, kendi deneyimleriyle kıyaslandığında oldukça farklı olan emekçi sınıflarla herhangi bir pratik bağdan yalıtılmış durumdalar. Kamusal konumlar kazanma ya da fikirlerini eyleme tercüme etmeye girişenler açısından, bu muhakkak sağ ya da sol üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, bastırma eylemi yaygın. Hükümetin harekete geçip geçmeyeceği daha çok kişinin kabul edilen çerçevenin dışına ne ölçüde çıkacağı ile ilgili bir sorun. Reformları destekleyen ve köylülerin bağımsız “yurttaşlara” dönüşmeleri için toprak özelleştirmelerini destekleyen bir göçmen örgütçü bile Pekin’de “insan haklarını” teşvik etmeye yönelik bir toplantı düzenlediği için gözaltına alınabiliyor. Tek parti yönetimini sona erdirmeye yönelik açıkça örgütlü herhangi bir girişim kimsenin ihlal edemeyeceği sınır çizgisini oluşturuyor ve kamusal etkinliğin tüm alanlarındaki devlet egemenliğinin altını oyacak gibi görünen her şey, kendi özgün politik içeriğinden bağımsız olarak, hızla sorun yaratabilir. Ancak, sol, yetkililer tarafından özel bir tehdit olarak görülüyor, çünkü onun hızla genişleyen işçi sınıfı mücadelesine daha örgütlü bir biçim kazandırma potansiyeli var. Bu bakımdan Çin İşçilerinin Websitesi’nin ve Tartışma Listeleri’nin kapatılması tipik bir durum. Bu, aynı türden diğer forumlardan farklı olarak, “işçilerin ve köylülerin bugünün Çin’inde sosyalizmi savunma mücadeleleri hakkında konuşmalarına olanak sağlayan ilk solcu yönetimli web sitesi”ydi. Bu sitede aralarında emekçi sınıfların aralarından gelenlerin de bulunduğu aydınlar, “işçilerle işçiler hakkında yapılan tartışmalara katıla”biliyorlardı (Stephen Philion, “An Interview with Yan Yuanzhang,” MRZine, http://mrzine.monthlyreview.org/philion130306.html) . Bu bağlantı parti ve devlet liderleri açısından özel bir tehlike oluşturuyor çünkü, Web sitesinin editoryal kolektifinin Pekin’deki bir üyesinin açıkladığı gibi, “bu hükümet sosyalizmi inşa etmiyor”. İşçilerin “Maocu dönemin Komünist Partisi ile bugünün partisini ayrıştırdıkları” temel de bu. Emekçi sınıfların bakış açısından, seslerinin kamusal alanda duyulması kritik bir önem taşıyor. “Bu sosyalist bir demokrasinin arzu edeceği türden bir şey, işçiler için kapitalizmin sunamayacağı türden bir demokrasiye sahip olmak”. Ama web sitesi, bunun yerine, emekçi sınıfların üyelerinin ödeyemeyecekleri kadar yüksek bir kayıt ücretinin dayatılması yoluyla kapatıldı. İşçiler ve köylüler, aydınların geniş kesimleri ve yeni orta sınıfın da saflarında, hem ekonomik hem de politik sistemlerde daha fazla şeffaflık ve kendilerini etkileyen kararlara daha fazla katılım payına sahip olmak yönünde çok geniş bir talep var. ABD tarzı sandıksal “demokrasi” hala yaygın bir çağrı gücünden yoksun olmakla birlikte, birçok insan demokratik haklar konusunda oldukça açıkça konuşuyor. Bunların bazıları için konuşma özgürlüğü temel hedef, diğerleri için muhalefet partileri. Birçok işçi şimdi “tek parti sisteminin nasıl işlemediği” hakkında dahi konuşuyor. Parti içinde bile, daha fazla açık tartışma yolları bulmak üzere forumlar gerçekleşiyor ve “sivil toplum” STK’ları, kadın hakları ve çevre gibi geniş bir konular yelpazesi içinde serpiliyor. Demokrasi yanlısı duygular yaygın ve hükümet bunları sadece bastırmakla yetinemeyeceğini biliyor. Bunun yerine bu meydan okumayı tedrici değişimi başlatarak karşılamaya çalışıyor. Ama bu alandaki resmi reform siyasetleri; köy yönetimlerinin seçimi gibi siyasetler, yüzeysel bir demokratikleşmeye karşın, emekçi sınıflar tarafından genellikle alaycılıkla karşılanıyor; çünkü bunlar genelde sadece tepeden yapılan parti atamalarını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Burada, birçok başka alanda da olduğu gibi, sosyalist dönemin hatıraları ve özellikle de işçilerin ve köylülerin kendi fabrikalarının ve tarlalarının ve hatta Kültür Devrimi sırasında üniversitelerinin ve yerel hükümetlerinin yönetimine katılımları, hala bir çıta olarak hizmet ediyor ve bugün bu türden tüm hakların yok olmasıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Bir işçinin söylediği gibi, “Demokratik reformlar şu ana kadar hükümet tarafından uygulandıkları biçimiyle, Mao devrimini tepe üstü çevirdi ve işçilerin hayatını da alt üst etti; bunlar işçi sınıfının bir tür geriletilmesi ve tabi kılınması yolu”. Politik reformasyona yönelik kabul edilebilir bir yaklaşımın anahtarı, bu durumda, solcu işçi ve köylü denetimi kavramlarının şimdi küresel ilerici gündemin bir parçasını oluşturan katılımcı demokrasi ile bir kez daha bir araya getirilmesinin bir yolunu bulmak olacaktır. Bu arayış çoktan başladı. Eski devrimciler tarafından Hu Jintao’ya gönderilen 2004 tarihli mektupta, temel taleplerden birisi aşağıdan kitle mücadelelerinin iktidarın kötüye kullanımını kontrol etmenin bir aracı olarak canlandırılması ve emekçi sınıfların kendilerine demokratik bir sistemin parçası olarak parti ve devlet işleyişi içinde doğrudan bir rol verilmesiydi. Birleşik bir hareket inşa edilmesinin ve bu tür devrimci değişimlerin gerçekleştirilmesinin önündeki engeller, yine de, bugün diğer yerlerde olduğu gibi Çin’de de devasa boyutlarda. Yaşlı işçiler ve köylüler, geçmişten edindikleri mirasa karşın, sosyalizm uğruna verilen mücadelenin yeni bir evresinin yakında yakalanamaması halinde, devrimci dönemin hafızasının son bulmasından ve genç kuşaktakilerin zenginleşme ve tüketim kültürüne katılma arzusundan başka bir şeyin bilincinde olmayıp, başka bir şeyin peşinde koşmayacaklarından korkuyorlar. Bu durumda, köklü değişim ihtiyacıyla karşı karşıya kalmaları halinde ve anında, her şeye ilk baştan yeniden başlamak durumunda kalacaklar. Fakat Çinliler bunun önceden mevcut olmasının, önceden yapılmış olmasının avantajından yararlanıyorlar. Çin, öngörülebilir gelecekte hala yenilenmiş bir sosyalist devrime hızla ilerleme olanağına sahip, ki bu da bir kez daha dünyayı sarsan bir gelişme olabilir. Bu, elbette, Çin’de yakın gelecekte gerçekleşebilecek olan birçok olası senaryodan sadece bir tanesi. Sınıf yapısının karmaşıklığı ve kutuplaşması Çin toplumunu, geniş bir yelpazedeki sonuçlar potansiyeli ile birlikte, çelişkili yönlere doğru çekiştiriyor. Bu da hem emekçi sınıfların kendi yaşam koşullarında hem de partinin ve devletin yeni meydan okumalar karşısındaki yanıtlarında yakın dönemde kaydedilen gelişmelerde belirginlik kazanıyor. En tepedeki iki yönetici, Hu Jintao ve Wen Jiabao, kırın daha fazla çalkantıya girmesine engel olmaya yönelik bir girişim içinde, oldukça dramatik etkileri olan kırsal politikada bir dizi değişiklikler başlattılar. Bunlar köylüler üzerindeki tarım vergilerinin ve birçoğu yasadışı olan çoğu yerel ödemenin kaldırılmasını içeriyor ki bunlar protestoların başlıca kaynaklarıydı. Kırsal alanlarda, küçük kent ve köylerdeki fabrikaları da içeren yatırımlar yapılması, özellikle eğitim ve sağlığa yatırım yapılması ve çevresel onarımı hedefleyen planlar da mevcut. Tarımsal malların daha lehte fiyatlandırılması ile birlikte, bu uyarlamalar birçok köylü ailesinin üzerindeki ekonomik basıncı önemli ölçüde hafifletti. Terimin anlamı hala açıklık kazanmamış olmakla ve sadece zaten başlatılmış olan kırsal politikalara sol tınılı bir etiket sağlamayı amaçlayan bir girişim olabilecek olmakla birlikte, Yeni Sosyalist Köyler’le ilgili resmi konuşmalar bile mevcut. Özellikle Çin yönetişiminin türe dair bir özelliği olan hiçbir şeyin yerel düzeyde uygulanmaması ve köy topraklarının birçok alanda hala denetim altına alınamayan çoğunlukla çürümüş yetkililerce, geliştirme amacıyla dur durak bilmeden satılması veri alındığında, açıklanmış olan reformlar içindeki reformların derinliği hala belli değil. Ancak, belirli bir etki çoktan belirginlik kazandı. Üç ya da dört yıl önceki durumun çarpıcı bir tezadı olarak, göçmenlerin, kısmen buradaki koşulların iyileşmesinden yararlanmak amacıyla, kısmen kıyı fabrikalarındaki katı sömürü karşısında giderek artan itiraz nedeniyle büyük sayılar halinde köylerine ya da en azından, evlerine daha yakın olan iç kentlere dönmeleriyle birlikte, kıyı bölgelerinin ihracat bölgeleri artan bir işçi kıtlığı yaşıyor. Bu tersine göç, birçokları artık eski tüfekler haline gelmiş olan ve gençlik yıllarında kendilerini ezip geçen koşulları artık daha fazla kabul etmeyecek olan göçmenlerin yükselen bilincinin, direnişinin ve öz örgütlenmesinin bir yansıması. Fabrikalar tarafından tercih edilen ve en aşırı sömürü koşullarıyla karşı karşıya kalan genç göçmen işçiler ve özellikle de yoksul köylü kadınlar bile, kıtlaşmaya başlıyor. Bu durum ihracat sanayilerini, yeterince büyük bir iş gücünü sömürmeye devam etme çabası içinde, ücretleri ve ödenekleri yükseltmeye zorlama konusunda olumlu bir etkide bulunurken, işverenlerin de, fabrikalarını Vietnam, Hindistan ve Bangladeş gibi daha da düşük maliyetli ülkelere kaydırarak, dibe doğru yarışı sürdürdüklerini gösteren işaretler var. Çin’in giderek bağlandığı küresel kapitalist piyasanın doğası veri alındığında, atılan her adım yeni bir çelişkiye yol açtığı için, mevcut sistemi tersine çevirmenin basit bir çözümü yok. İç pazar büyümekle birlikte, küresel rekabet gücündeki herhangi bir ciddi azalma ve bundan kaynaklanan bir ekonomik durgunluk; Çin liderlerinin uykularını kaçıran bu büyük korku, sadece Hu ve Wen’in giriştikleri, “sosyal eşitlik” üzerindeki yeni vurgunun da içinde olduğu, politik revizyonları sürdürme yeteneğinin altını boşaltmakla kalmayacak, aynı zamanda kitlesel ölçekte bir düzensizliği de tetikleyecektir. Kapitalist piyasalaşmanın bu tür çelişkileri çözme konusundaki yeteneksizliği sola yeni bir güç kazandırmaya devam etmektedir. Bu yeni etkinin çarpıcı bir örneği 2006 Mart’ında belirginlik kazanmıştır. On yıldır belki de ilk kez, Ulusal Halk Kongresi, Komünist Parti tarafından yönetilen yasama organı, birçoklarının Çin’in hızlı ekonomik gelişmeye uzun vadeli geçişiyle birlikte gömülmüş olduğunu varsaydıkları sosyalizm ve kapitalizm hakkındaki ideolojik tartışmalarla tüketildi. Tartışma, hükümeti oy çokluğuyla geçmesi beklenen mülkiyet haklarını koruyan bir yasa taslağını geri çekmeye zorladı ve küçük ama etkili bir sosyalist eğilimli düşünürler ve politika danışmanları grubunun yeniden ortaya çıkan etkisini açığa çıkardı. Bu eski kafalı solcu düşünürler, Çin’in büyüyen gelir uçurumunu ve artan sosyal rahatsızlıklarını, ülkenin özel servet ve pazarlar tarafından sürüklenen ekonomik kalkınma yönündeki uzun vadeli arayışı olarak gördükleri durumla ilgili kuşkular yaratmak üzere kullandılar... Bu saldırıyı eski bir çağa geri dönülmesi olarak kavramayı başaramayanlar zenginle yoksul arasındaki çarpıcı farklılıkların, yaygın çürümenin, emek suistimallerinin ve toprak el koymalarının Çin’in resmi ideolojisinin ne kadar uzağına düştüğünü gösteren gündelik hatırlatma notları sunduğu bir ülkede sosyalist fikirlere yönelik sürekli çağrıları da küçümsüyorlar (New York Times, 12 Mart 2006) . Mülkiyet yasası muhtemelen uzun vadede bir biçimde geçirilecek olsa da, “eğitim ve sağlık bakımında piyasaya daha yaygın bir rol verilmesi” önerileri ve hatta toprağın özelleştirilmesi yönündeki daha radikal çağrılar en azından şimdilik engellendi. Üst düzey liderlik bile yüzünü yüzeysel de bir kez daha; hükümetin ve Komünist Parti’nin kapitalist pratiklerine karşın, teorik temelini oluşturmayı sürdüren sosyalizm yönüne dönmek zorunda hissetti. Mr. Hu 2002 yılında iktidara gelmesinden bu yana aynı zamanda Marksizm’i pohpohlayarak, Mao’yu överek ve ülkenin resmi ama çoğunlukla ihmal edilen sosyalist ideolojisini şimdiki çağa uydurmak için araştırmalar başlatarak solcu destekçilerini de oluşturmaya çalıştı. (New York Times, 12 Mart 2006) Mao döneminin yöntemleri bile, artık yaygın biçimde derinden derine çürüdüğü kabul edilen partinin eriyen meşruiyetini yenileme çabası içinde canlandırılıyor.Örgütsel kargaşa ve bozulan bir kamusal imajla karşı karşıya kalan dev bir şirket gibi, Çin Komünist Partisi de kendisini etkin, modern bir cihaz haline getirmeye çalışıyor. Ama bunu yapabilmek için, en eski politik araçlarından birisini, gerekli çalışma grupları ile tamamlanan Maocu tarzdaki ideolojik kampanyayı tercih etti. 14 aydan bu yana, partinin 70 milyon taban üyesine Mao ve Deng Xiaoping’in yazılarını okumaları, parti tüzüğünü oluşturan 17 binden fazla kelimeyi mırıldanmaları emredildi. Zorunlu toplantılar kadroların öz eleştiri yapmalarını ve diğer herkesi eleştirmelerini de zorunlu kılan oturumları içeriyor. (New York Times, 9 Mart 2006) Bazıları tarafından bir reform girişimi olarak ciddiye alınan ve diğerleri tarafından oldukça alaycı biçimde karşılanan kampanya doğrudan etkisinden çok, partinin, Mao’nun ona yapmasını söylemiş olduğu, “halka hizmet etme” rolünden oldukça, başlangıçtaki devrimci hedeflerindense biraz daha az uzaklaştığının kabul edilmesi bakımından önemli olabilir. Çok az kişi Hu ve Wen’in sosyalist devrimin canlanışına ya da partinin ve devletin otuz yıldır bağlı oldukları ve ekonomik güçlerin artık sıkı sıkıya bağlandığı kapitalist yoldan radikal sapmalar gerçekleştirilmesine liderlik etmelerini bekleyebilir. Ama sosyalist kavramların resmen reklamının yapılması ve Mao’nun incelenmesi sadece, biriken krize gönderme yapmak üzere canlanması için sola daha fazla yer açabilir. Yakın dönemde oluşan küresel forumlardan kopukluk ve yalıtılmışlık yönündeki belirli bir eğilimi tersine çevirmekle, hükümetin bu tür bağları sınırlama girişimlerine karşın, küresel iletişim ve örgütlenmenin yeni ve hızla yayılan ağları aracılığıyla dünya çapındaki sol güçlerin mücadeleleriyle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi ve yakın bağlar kurulması da sağlanabilir. Emekçi sınıfların bozulan yaşam koşulları onları hızla daha radikal ve militan bir yöne doğru sürüklemektedir. Sadece işçiler ve köylüler arasında değil, birçok aydın ve en azından daha geniş yeni orta sınıfın bazı kesimleri arasında da, küresel kapitalizmin içinde bulundukları duruma hiçbir yanıtının olmadığı ve Mao ile birlikte inşa ettikleri devrimci sosyalizmin en azından bugüne uzanan başka bir yol sunduğuna dair derin ve büyüyen bir kavrayış mevcuttur. Çin’deki işçiler ve köylüler, fabrikalarda ve tarlalarda sadece yeni kapitalist sömürü biçimlerine karşı direnmekle kalmıyorlar, mümkün olduğunu zaten bildikleri başka bir dünyanın hatıralarına da sahipler. Reformlar öncesindeki sosyalist çağ sırasındaki yaşamlarından dolayı, küresel kapitalizmin denetimsiz yağmasına karşı yaşayabilir alternatiflerin varolduğunun farkındalar.
Bu mirasa karşın, geçmişe herhangi bir kaba saba geri dönüş ne mümkün ne de arzu edilir durumdadır. Çok fazla şey değişti ve basitçe geriye sokulabilecek olandan çok fazla sayıda cin şişeden çıktı gitti. Geçmişin hataları ve başarısızlıkları, tıpkı başarıları ve zaferleri gibi, yeniden incelenmek durumunda ve sosyalizmin, tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, Çin’deki ilk evresinin taşıdığı sınırlılıkları alt etmenin yeni yolları bulunmak zorunda. Fakat, Çinli emekçi sınıflar, ileriye doğru hareket ettikçe, aynı zamanda yeni bir sosyalist topluma doğru uzanan kendi yollarını bulmak için yeniden geriye doğru da bakabilirler ki, bu yeni yol kendi tarihsel ve şimdiki mücadelelerini bugünün küresel hareketleri ile birleştiren ve bir kez daha devrimci bir dönüşümü yaratan bir yoldur.
[Kaynak: Oakland Instute, Makalenin orjinal ismi: Chinese Working Classes Confront the Globalized Economy
Çev: Partizan]
*Robert Weil, 'Red Cat, White Cat: China and the Contracdions of 'Market Socialism' ' (Monthly Review Press, 1996) adlı kitabın ve Çin'deki ekonomik, politik ve çalışma koşulları konusundaki bir çok makalenin yazarıdır. Bununla birlikte emek, sivil haklar ve çevre hareketi alanlarında bir eylemcidir. California Üniversitesi'nde Sosyoloji alanında öğretim görevlisi olan Weil, Öğretim Görevlileri Sendikası'nın da önde gelen örgütleyicilerinden biridir.
WWWW.SOLUNDOGUSU.NET
Nepal
06.04.2008 - 20:28NEPAL'DE MONARŞİ SON BULUYOR
Nepal'de Monarşinin Kalkmasına Karar Verildi
Saturday, 29 December 2007
Nepal Parlementosu Monarşinin Kalkması Yönünde Karar Verdi
(Katmandu, 28 Aralık 2007) Nepal parlementosu, yaptığı oylama ile Maoistlerle barış yapmanın bir parçası olarak monarşiyi kaldırma yönünde karar aldı. Maoistler, geçtiğimiz yıl, 10 yılı aşkın süredir sürdürdükleri silahlı isyanı sonlandırarak kabineye girmiş, geçtiğimiz Ekim ayında ise bir daha asla monarşi kırıntılarına dönmeyeceklerini beyan ederek hükümetten çekilmişlerdi
Nepal, gelecek Nisan ayında gerçekleşecek seçimlerden sonra cumhuriyet ilan edecek.
1769’dan bu yana hanedanlığını sürdüren Kral Gyanendra, 2005 yılında hükümeti lağvetmesi ve tüm gücü elinde toplaması ile tepki toplamış, popülaritesini yitirmişti. Bugün (28 Aralık) yapılan parlemento oturumunda Nepal meclisi ezici bir çoğunlukla monarşinin kalkması ve “Federal Cumhuriyet Devleti” kurulması yönünde oy kullandı. Parlamento üyelerinin yalnızca üçü monarşi lehinde tutum aldı. Bu karar, Nisan ayındaki seçimler sonrasında Nepal’de cumhuriyet ilan edilip edilmeyeceğine dair soruların bir tarafa bırakılması anlamına geliyor.
Maoistler, bu kararın tek seferde ve aciliyetle alınması için baskı yapmışlardı. Çünkü daha önce koşut koydukları üzere bu şekilde yeniden kabineye dahil oldular.
NKP(M) lideri Prachanda oylama sonrası parlementodan çıkarken
Böylelikle yeni meclis, Kral Gyanendra’nın kral sıfatının son kez telafuz edileceği parlemento olacak. Bununla birlikte, kral, halen, mevcut sistemin kendisine tanıdığı imtiyazlar ve sağladığı gücü kullanarak süreci yarmaya çalışıyor. İç İşleri Bakanı Krishna Prasad Situala ise, “Bugünkü seçimler ile kralın seçimlerden sonra ivedilikle yerinden edileceği netlik kazanmıştır” şeklinde konuştu.
Düşüş ve İsyan
Kral Gyanendra’nın siyasi düşüşü 2005’in Şubat’ında parlementoyu feshetmesi ve tüm idari gücü kendi üzerinde toplaması ile başladı. Kral bunun, Maoist isyana son vermek ve bozulan düzeni yeniden tesis etmek adına tek yol olduğunu savunmuştu. Fakat, bu ağır eylem, muhalefetin kendisine karşı birleşmesi, şiddetin tırmanması ve sonunda Nisan ayında parlementoyu yeniden tanımak zorunda kalması sonuçlarına yol açtı.
Yeni sivil yetki ise Kral’ın yetkilerini elinden aldı, hukuki dokunulmazlığına ve ordu üzerindeki yönetim gücüne son verdi. Şimdi ise sahip olduğu sıfata son veriyor.
[Kaynak: BBC Çev: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
mao zedung
05.04.2008 - 22:34NKP(Maoist) Seçim Manifestosunu Açıkladı
Sunday, 23 March 2008
Maoistler: “Eşitsiz” Hindistan – Nepal Barış Anlaşması’nı Sona Erdireceğiz
Katmandu, 7 Mart 2008
Maoistler, 10 Nisan seçimlerine dair seçim manifestolarını bugün açıkladılar. Manifestoda 1950 tarihli “eşitsiz” Hindistan – Nepal Anlaşması’nın feshedileceği, ülkenin etnik köken temelinde 11 bölgeye ayrılacağı ve kişi başına düşen gelirin on katına çıkarılacağı sözü veriliyor
NKP-Maoist’in [Nepal Komünist Partisi – Maoist] seçim manifestosunda “Bütün eşitsiz anlaşmalar feshedilmeli ve yerlerine yeni anlaşmalar yapılmalıdır,” şeklinde ifade ediliyor ve ek olarak partinin Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış “eşitsiz” bir anlaşma olan 1950 tarihli Barış ve Dostluk Anlaşması’nı ortadan kaldıracağı belirtiliyor.
Anayasa Koyucu Meclis seçimleri öncesinde Maoist Başkan Prachanda tarafından açıklanan manifesto, Hindistan’ı “yayılmacı bir güç” olarak tanımlıyor ve ayrıca geçmişte Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış olan “eşitsiz” anlaşmalardan bahsediyor.
Prachanda, eğer parti iktidara gelirse, Himalaya halkının kişi başına düşen gelirinin on katına çıkarılarak yıllık 3.000 ABD dolarına ulaşacağını söylüyor.
Ayrıca kırsal kesimdeki her eve elektrik ulaştırılacağını, 10.000 mw [milyon vat] su enerjisi üretileceğini ve Himalaya ülkesine 2 milyon turistin kazandırılacağını belirtiyor.
Müreffeh ve yeni cumhuriyetçi bir Nepal inşa etmek bizim ana hedefimizdir, diyor Prachanda, başkentte 38 sayfalık bildiriyi kamuoyuna duyururken.
Maoistler, federal demokratik cumhuriyetçi bir sistem içinde Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini ve Başbakanın Parlamento üyeleri tarafından seçilmesini öneriyorlar.
Maoistler ayrıca Geçici Anayasa’da bahsedildiği üzere Anayasa Koyucu Meclis’in ilk toplantısı sırasında 240 yıllık Şah Monarşisini resmi olarak ortadan kaldırarak federal demokratik cumhuriyetçi bir sistemi uygulayacakları taahhüdüne bağlılıklarını dile getiriyorlar.
Prachanda ayrıca Nepal’in etnik köken temelinde 11 bölgeye; Terai’nin ise dil temelinde üç alt-bölgeye ayrılması önerisini getiriyor.
Manifestoda açıklandığı üzere; Newa, Magarat, Tharuwan, Kirant, Tamsaling ve Limbuwan etnik köken temelinde belirlenecek bölgelerden bazısı olacak; Terai ise dil temelinde Bhojpur, Mithila ve Awadh olarak üç bölgeye ayrılacak.
Maoistler ayrıca devleti üç idari birim temelinde yeniden inşa etmeyi amaçlıyor: Merkez, eyalet ve yerel yapılar.
İş aramak üzere yabancı ülkelere giden binlerce Nepalli gencin içinde bulunduğu kötü koşullar hakkındaki kaygılarını dile getiren parti, Gorkha Askere Alma Merkezi’ni kapatarak Nepalli erkeklerin yabancı ordulara katılmak üzere gönderilmesi uygulamasına son vermeyi amaçlıyor.
Manifestoda Nepalli gençlerin ülke içinde nitelikli işleri hak ettiği belirtiliyor.
NKP-Maoist’in başkan yardımcısı Baburam Bhattarai “emperyalist bir güç olarak nitelediğimiz Amerika’ya yönelik duruşumuzu değiştirmedik,” diyor.
“Yabancı güçler Nepal’in bereketli doğal kaynaklarını tekellerine almak istiyor,” şeklinde açıklıyor manifesto.
Sorulan bir soruya karşılık olarak Bhattarai, parti seçimlerde başarısız olsa bile Maoistlerin yeniden silaha sarılmayacaklarını belirtiyor. Halkın kararını kabul edecek ve artık şiddete teslim olmayacağız, diyor
[email protected]
WWWW.SOLUNDOGUSU.NET
Ataol Behramoğlu
03.04.2008 - 23:04ATAOL BEHRAMOĞLU (halk savaşı şairlerin'dendir) ......! ! ! ! ! ! !
Ataol Behramoğlu (d. 13 Nisan 1942) , şair, yazar, çevirmen, edebiyatçı.
13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne girerek ilk örgütlenme çalışmalarına katıldı. 'Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı. 'Dönüşüm' dergisininin kuruluş çalışmalarına katıldı, sahipliğini üstlendi. 1970'te İsmet Özel’le birlikte 'Halkın Dostları' dergisini çıkardı. Aynı yıl İngiltere'ye, daha sonra Fransa'ya gitti. Paris'te gece kulübü bekçiliği, otel katipliği, öğretmenlik yaptı. 1972'de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sovyet edebiyatı üzerine inceleme yaptı. 1974'te Türkiye'ye döndü. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı. 1975'te kardeşi Nihat Behramoğlu'yla birlikte 'Militan' dergisini kurdu. 'Sanat Emeği' dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası'nın genel sekreteri oldu. Yayınevlerinde çalıştı. 12 Eylül harekatından sonra 1982’de Barış Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. 1984’te Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üstüne seminerler izledi, çalışmalar yaptı. İlk şiirleri 'Ataol Gürus' takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayınlandı. Yükseköğrenimi sırasında Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle dikkat çekti. Bu dönemin şiirlerini biraraya getiren ilk şiir kitabı 'Bir Ermeni General' 1965'te basıldı. Gençlik dönemi şiirlerinde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve İkinci Yeni şiirinin ortak özellikleri etkin. Gerçek şiir kimliği 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları'nda çıkan şiirleriyle oluştu. Bu şiirlerde toplumcu, etkin bir edebiyat anlayışının örnekleri yer aldı. Toplumcu gerçekçi şiir ilkelelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi. Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji ve diğer çalışmalarıyla kuşağının önde gelen yazarları arasına girdi.
Konu başlıkları [gizle]
1 Eserleri
1.1 Şiirleri
1.2 Düzyazı
1.3 Anı
1.4 Gezi
1.5 Mektup
1.6 Antoloji
1.7 Çeviri
1.8 Çocuk
Eserleri [değiştir]
Şiirleri [değiştir]Bir Ermeni General (1965)
Bir Gün Mutlaka (1970)
Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974)
Ne Yağmur... Ne Şiirler... (1976)
Kuşatmada (1978)
Mustafa Suphi Destanı (1979)
Dörtlükler (1983)
İyi Bir Yurttaş Aranıyor (1983) (Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oyunlaştırılmıştır.)
Eski Nisan (1987)
Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985)
Kızıma Mektuplar (1985)
Şiirler 1959-1982 (1983)
Bebeklerin Ulusu Yok (1988)
Bir Gün Mutlaka (1991)
Sevgilimsin (1993)
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var (1991)
Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar (2008) Cumhuriyet Kitapları
Aşk İki Kişiliktir
Aşk
Gizlice Sevgilim
Bu Aşk Burada Biter
Düzyazı [değiştir]Yaşayan Bir Şiir (1986)
Şiirin Dili-Anadili (1995)
Mekanik Gözyaşları (1997)
Nazım’a Bir Güz Çelengi (1997)
Kardeş Türküleri (1986)
Anı [değiştir]Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995)
Gezi [değiştir]Başka Gökler Altında (1996)
Mektup [değiştir]Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995)
Antoloji [değiştir]Büyük Türk Şiiri Antolojisi (2 cilt, 1987)
Çeviri [değiştir]Lili'ciğim, Pantolonlu Bulut'dan, Şair İşçidir (Mayakovski)
Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya (Aleksandr Blok)
Karıma (Nikola Vaptsarov)
[email protected]
Toplam 336 mesaj bulundu