Siz mışıl mışıl uyurken bilin bakalım ben neredeydim
Siz uyurken
Ben sizin köşe bucak kaçtığınız
Tüm günahları işledim...
Karanlığı koynuma alıp
Güneşe yaptırdım kendimi...
Aşk kapıyı iki kez çalmaz
İki kez yalan söylemez duygular
Bir dilenci gibi çaldım gönül kapını
Açılmayan perdelerin karanlığında yattım
Çıkmaz sokakların başladığı yerde
Aşk olmayan tüm tapınakları yaktım.
Dert ortağı olamazsın
Derdine ortak ararsın yalnızca
Yıldızlar barınağındır
Yakamozların farkına varamazsın …
Kuşku dert ortağındır senin
* Değerli dostum sevgili ağabeyim Feyzullah Ertuğrul'a
Kahır taslarından
Bu kaçıncı içtiğimiz tasalı sular
Bu kaçıncı yüreklerimizi preslediğimiz
Çıplak ayakların büyüyüp büyüyüp
'ona bir maske verin doğruyu söyleyecektir'
Oscar Wilde
Sana güzel öyküler anlatacağım... güzel bir gün batımında... hatta çocukların gözyaşlarından yaptığım kristal avizeler takacağım yüreğinin ortasına... KARNIM aç deme bozulurum. BUYUR rakı soframıza... sana en güzel mezeleri sunacağım... Eski şarkılar dinleteceğim taşplaktan... belki Safiye ‘de olur aramızda... Bir gün keyfim yerinde olursa eğer ve de akşamüstü, iniyorsa güneş denize ve hatta zavallı cılız bir uskumru ızgarada küfrederken... ‘’Ulan, bula bula beni mi buldunuz! ... ‘’ diye ve bardaklarımızda şımarık gülümseyişiyle rakımız beynimize sinsice egemenlik kurarken; sana gümüş kanatlarıyla Gençlik Parkın'da yüreklere inen Sevim Çağlayan'ı anlatacağım... İstersen de Profundis’ten söz ederim yalancı çobandan... Tanrıyı gören mutlu çobandan. Camiden incir çalan çocuğun tabanlarındaki yaralardan dökülen ezgilerden derlediğim besteden bir iki tını da sunabilirim sana.
Başka öyküler de anlatırım istersen; Beyoğlu’nun ara sokaklarından... üç simit için kulamparaların hışmına uğrayan üç sarı çocuktan. ve Anaları Gülşen’den anlatırım istersen; daha üç ayönce Zambak sokakta kanlar içinde yatarken ‘’Beni kocam olacak O puşt vurdu; sattığı adamlarla çıplak yatıyorum diye ‘’ bağırararak can verdiği geceden...
Dur kaçma rakımız bitmedi daha... anlatacak çok şey var... çok şey var ama
Ne hoştu o eski günler
Çocukluğumun deniz görmeyen penceresi
Öküz gözü boğazkere, bir de
Elazığ'ın kapalı çarşısı
Hafta sonu sümer sinemasında biterdi düşler
Düşlerde gördüğüm gemiler bile
Rakı aşk olmalı
Silahları gül yapan...
Güller sarhoş olmalı
Mis gibi barut kokan...
Damarlarım pıhtılaşmış kan
Gözlerim irin
Belki lime-lime doğranmış parmak uçlarım
Dilimde tek kelime -NADIA- sana koşacağım
Sararmış buğday tarlalarında
Aşk, sevginin sonsuza
limit olarak yaklaşmasıdır...
Şükrü Turgut'a
Çaresizliklerin sunusu
Şu ufacık çocuk kadardım
İlk sevişmeye başladığım zaman
Oramı buramı ellediler mi
Sadece gıdıklanırdım
Öylesi kötü şeyler geçmezdi aklımdan
Hiçbir zaman...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!