Ekranlardan sızan bir cızırtı, çağın yeni lisanı bu,
Dilimde, melodisi unutulmuş paslı bir alfabe.
Gövdem, içine rüzgârın dolduğu terk edilmiş bir kovan,
Yıkık duvarlarından seyrederim bu dünyayı;
Baharı olmayan sahte renkler, dili uyuşturan bir zehir.
Susma ki kırılsın bu donuk, bu sessiz zaman,
Yoksa ruhumda ne can kalır, ne de bir aman.
Töz'üm demirden bir cevher, dağların ortasında,
Erimem artık, yeniden dövülürüm sevdanın odunda.
Yolum Altaylar değil, senin sonsuzluğundur,
Burası ne arş-ı âlâ ne zebanî mahzeni,
İki dünyanın aralığında asılı bir sancaktayım.
Boş bir durak değil burası — unutulmuş bir ilahi'nin sustuğu yer,
Sana çıkmayan bir yolun, haritadan silinmiş sapağındayım.
Tenim, bir savaşın sonrasına bırakılmış delik deşik bir kalkan;
Bakışım, yüz çevirmiş melekle göz göze duran bir asi.
Kleopatra’nın gözyaşı dökülür asfaltta,
Kaldırım taşları bile sır tutar artık.
Bir ayrılık değil bu, tarihin infilakı;
Sokak lambaları, düşmüş yıldızlar gibi karanlık.
Aşklar mı? Hepsi mühürlenmiş birer mühür,
Üsküdar iskelesinde yitip giden hatıra.
Zindan ayazı keser, Ankara'da bir gece
Beton duvarlar üstüme, her nefes bir işkence
Bir Mustafa derler adıma, Pehlivanoğlu soyum
Bekler urgan boynumda, zehir zemberek oyun.
Dilimde Kelime-i Şehadet, yüreğimde iman
Bu canı veren Allah'tır, O'na gider her kurban.
Seni bir gün, evet, bir gün görselerdi
Sirkeci'de yüzlerin alınıp satıldığı o menhus handa
yahut Kadıköy'de, kâfir dumanları ortasında
zulmün bir parçası olmuş elin, başka bir elde,
gözlerin ki artık benim olmayan bir hezimete ayarlı—
Hücrem, zamanın tabutuna çakılmış son çivi,
Soluduğum küf, geçmişin leşi.
Düşüncem, paslı bir kantar, tartan kendi hiçliğini,
Tütünümün dumanı, hafızamdan kaçan bir cin.
Uykum, dipsiz bir kuyu, bozkır o kuyunun ağzı,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!