Ezel bezminden kalma bir sızı mı bu içimde?
Bu gurbet diyarında her akşam o kadim nidayı beklerim.
Kaldırımlar yankılanır adımlarımdan; yorgun ve kimsesiz...
O ses'e müptelayım, bilmezsin halimi.
Varlığım aşkınla tutuşmuş bir pervane (Ne fayda!)
Her dönüşüm sana, her yanışım o meçhul vuslata.
Gözlerin, unutulmuş bir handaki aynalı avlu,
Yüzümde bir yangın bıraktı her bakışın.
Kalbime o gün kar yağdı, sustu kelimelerim,
Her suskunluğun, alnıma yazılmış bir fermandı sanki.
Gençliğimi bir sokak lambasının ipine astım o gece,
Hürriyet, nefsin köhne sürgüsü değildir,
Ruhun menşuruna işlenmiş ezeli bir sır'dır.
O, kalpte "Ene'l-Hakk" diyen bir Mansur,
Kâinatın duvarlarına fırlatılmış bir feryattır.
Ben kendi mahkememin hem sanığı hem tanığı,
Her fotoğraf karesi, delilimin bir tuzağı.
Gülüşün, o sağır yargıcın vicdan tokmağı,
Bu ömür, hükmümün sonsuza dek yasağı.
Sen başka şehirlerde mutlulukla yanarken,
Ey Sâki-i zaman! Çarkın beynimde bir değirmen misali döner,
Her dönüşünde ruhuma sinen, bu hangi hicranın gubârıdır?
Bu hangi ezel türküsüdür ki “Sarı Gelin” derler adına,
Yoksa bin yıllık bir sükûtun bağrından kopan İsrafil sûr’u mudur?
Ruhum, bu gurbet şehrinin taş duvarları arasında yaralı bir ney.
Gönlüm bu aşk çölünde bak, âvâre düştü,
Ne bir serap ne bir vaha, her umut boşa düştü.
Sırça saray misali can, bîçâre düştü,
En küçük bir sarsıntıyla binbir parçaya düştü.
Duramadım, çünkü çağrı son kez çaldı içimde.
Kapımda duran ferman, ömrümün mühürlü nüshasıydı.
Başımı eğdim, sükûtla geçtim o eşikten,
Ruhuma sunulan şarap, ezelden döküldü bir sâkinin elinden.
Gönül, firak ateşinden arta kalmış son nişânedir.
Keder, bu fani tene biçilen bir hil'at-i şâhânedir.
Yaprağın düşüşü kaderdir, rüzgâr ise bir bahânedir.
Çağır beni o maviye, mademki hakikat sükûtun incisidir.
Gözümden akan yaş değil, gönül levhasına bir kelâmdır.
Dinle ey Süreyya,
Bizim hikâyemiz harflerden evvel yazıldı,
Kalem suskundu, levh-i mahfûzda yankılandı adın.
Gül şerbetine damlatılmış firak zehriyle mühürlendi aşk,
Alnıma değen o dokunuş, kaderin hançeri değil,
"Elest" meclisinde verilen yeminin en ateşli yeriydi.
Biraz güneşte ısınacaktık,
birkaç sabah uyanacaktık kuş sesine,
bir iki düş kurup
bir iki kelime bırakacaktık ardımızda.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!