Dünyanın tüm gürültüsüne,
yol boyu radyoda tıngırdayan
bağlamanın sesi de karıştı.
Ve duydum sandım,
toprağın ezgisini
Kaç yıl önceydi,
On yıl mı?
On beş mi?
Hayır, tam yirmi dört yıl önce,
aksi istikamette yol alan bir minibüsün
kapı ağzındaki taburesinde oturuyordum
Göğsüme dayadığım dizlerime sarılmış
uzaklarda görünen dağlara bakıyor,
dağların ardındaki büyük şehirlere,
o büyük şehirlerin ardındaki sınır kapısına
tüm sınırların da ardındaki
yeni dünyaya kavuşmanın hayalini kuruyordum.
Saçım sakalım birbirine yeni kavuşmuş,
çizgileri yüzüme oturmamış gencecik delikanlıydım
o zamanlar.
Omuzlarımdaki yükü
uzaklarda daha iyi taşıyabileceğimi umut etmiş,
Gidişime yüklediğim sebeplere
yüreğimi ikna etmiştim
O gün, gittiğim yol uzuyor,
uzadıkça hiç bitmeyecek sanıyordum
Tıpkı şoförün kasetindeki türkünün
söze hiç girmeyeceğini düşündüğüm gibi.
Bugün bütün bekleyişlerim nihayete kavuşmuş,
yıllar çakıllı yolları düzeltmiş,
türküler söylenip bitmişti.
Sabahın ilk ışıklarıyla çıktığım memleketten,
seneler sonra
yıldızlı bir gecenin karanlığında geri dönüyordum.
Yeni olandan terk edilmişe doğru başlayan bu yolculuk,
fırtınalarımı dindirmiş
ve yorgunluğuma bir bardak su uzatmıştı.
Yutkuna yutkuna ilerledim
doksan kilometre hızla yanından geçtiğim yerlerde
geçmişimden kalma izler arıyor,
ay ışığının gölge düşürdüğü taşlar
kafamda insanlara,
insanlar anılara dönüşüyordu.
Gözlerim bir köşede
yirmi araba ot kaldırdığım tarlayı,
bir köşede taşladığım elma ağacını
görür gibi oluyordum.
İçimde susturamadığım o genç adamdan
radyoyu açarak kurtulabileceğimi umdum
Radyodan gelen bağlama sesi,
gariban bir çocuğu getirdi gözlerimin önüne.
Durmadım
başka kanala geçtim
ama yine aynı ezgi karşıladı beni
Ve küçük çocuk koşmaya başladı toprak yolda.
Tekrar kanal değiştirdim
bu defa da öncekinden farklı
fakat aynı telden çıktığı belli olan bir türkü
“Dur!” dedi.
Durdum, kulağımı verdim.
O küçük çocuk yere yuvarlandı.
Çabasının yersiz olduğunu anlayıp elini çekti tuşlardan.
Beklemeye başladım;
güftenin dertli bir gırtlaktan dökülüp
tezene vuruşları arasına girmesini
ve yerdeki çocuğun acısının dinmesini,
bekledim.
II.
Fabrikaya girdiğim ilk yıl
Ali diye birine denk düşmüştüm
onu hatırladım
uzun süre ahbaplık etmiştik
o çok severdi böyle türküleri.
Şimdi radyodaki adam
“yalan dünya” deyince
Ali’nin bitişik kaşlarını kaldırıp
sözlere eşlik edişini anımsadım
Hiç sevmezdim böyle zamanları,
küçük kutudan çıkan ses,
etkisi altına alırken çevremdeki tüm gurbetçileri;
sırtımı duvara yaslayıp arkamda bıraktığım
tozu-toprağı peşinden getiren
kutunun susmasını ,
bekledim
Gönlümü verdiğim yeni dünyada,
bana toprağın kokusunu hatırlatan her şeye
kulağımı tıkamıştım.
Toprağıma olan özlemden
kendimi sakınmanın yolunu bulmuştum
Zaten dededen kalma küçük tarladan
yol geçmese asla geri dönmezdim.
Ama bir kere gelmiştim işte;
yoluna katlanacak, tozunu yutacak,
memleketin bir ayrılık, bir yoksulluk,
bir de ölüm diyen türküsünü dinleyecektim
Hasretini göğüsleyecek
hatta anamın sözünü dinleyecek
erken yaşta kaybettiğim babama olan sitemimi
rafa kaldıracaktım
Güneş yeryüzünü renklerine kavuşturduğunda,
geçtiğim mavi tabelalar kente varmama
çok az kaldığını söylüyordu.
Dakikalar sonra
“hoşgeldiniz” yazısını gördüm
artık saatler süren fırtınadan
sağ çıkmış biriydim
“Herkese günaydın sevgili dinleyenler...” diyen
radyoyu kapatıp benzinliğe girdim
Marketteki meraklı yaşlı adama nereden geldiğimi,
nereye gittiğimi,
bir gece kalıp döneceğimi,
yolun geçtiği tarlanın hangi mevkide olduğunu
anlattıktan sonra
“Amca müsaadenle avukat beni bekliyor.” deyip
oradan kaçtım.
Avukat beklemiyordu,
onunla öğleden sonra görüşecektim.
Ama bu memlekette bekleyenim var demenin,
gidecek olana yollar açacağını,
biliyordum.
Kırmızı okun haritada gösterdiği istikameti takip ettim
Yanından geçtiğim binaları,
hafızamda canlanan eski fotoğraflara yerleştirmeye çalıştım
Baktım olmadı,
hatıralar şimdiki zamanla uyuşmadı,
bende kırmızı okun aradığı otele
odaklandım
Sonra ok durdu, geldiniz, dedi
ama etrafta otel yoktu.
Akıllı haritalar da yanılabiliyordu,
üstelik bu sefer
anamın vasiyetinin eşiğinde,
yanılmıştım.
III.
Tevafuk işte.
Şansa bak, deyip indim arabadan.
Yıllar önce bir omzumda babamın tabutuyla
girdiğim mezarlığa,
annemin son sözünü yük edinmiş
iki düşük omuzla tekrar girdim
Zaman,
toprağın üstünü çekip çevirirken
kendi varlığımı unutmuştum
ve her şeyi o kadar değiştirmişti ki!
Aramaya nereden başlayacağımı
Bilemiyordum,
En iyisi ilerideki kalabalığı takip etmekti.
Onlarla birlikte gelip
bir mezarın başında durdum.
Kalabalıktan taşın üzerindeki ismi okuyamıyordum
Biraz bekledim
Tam gidiyordum, karşıma gelen adamın
“Nereye yolcu?” demesiyle yerimde kaldım .
Benzinlikteki adamdı bu.
Afalladım, cevap veremedim.
Adam tebessümle
“Toprak çağırmıştır toprak.” dedi.
Ben otelimi ararken,
kendimi babamın yattığı mezarlıkta buldum,
diyemedim de
“Evet.” diyebildim
Adam kara taşı işaret ederek
“Vefalıymışsın,
çok dinler miydin gurbette türküleri?”
yine düşünmeden “Evet.” dedim.
O vakit nereye yolcu, diyerek
sorusunu yineledi adam.
Utana sıkıla “Bekleyenim var.” dedim
Adam, “Doğru ya!
E haydi var git yetiş bekleyenine.” deyiverdi.
Tereddüt ettim
Yaşlı adam, “Acele et, haydi,
ömrünün bağının gülü solmadan...” diye
kolumdan iteledi beni .
Şaşkın bakışlarımın ardından
“Hoşça kalın.” diyerek yürümeye başladım
Olana bitene anlam veremiyordum.
Yaşlı adam “ömrünün bağının gülü” derken
ne demek istemişti?
Toprak beni buraya nasıl çağırmıştı?
Bilmiyordum.
Toprağın sesinin olup olmadığını sorguluyordum
“Toprağın sesi, ezgisi, canı olur mu?” diye
soruyordum kendi kendime.
Toprağın yoksulluktan, kandan, terden, gözyaşından,
ölümden başka diyeceği olur muydu?
Cevaplar aradım
Dinlemeye çalıştım esen rüzgârı, kıpırdayan yaprakları,
kendi ayak seslerimi...
Dünyanın tüm gürültüsüne,
bir anlığına yol boyu
radyoda tıngırdayan bağlamanın sesi de karıştı.
Ve duydum sandım,
toprağın ezgisini:
“Vade tekmil olup ömrün dolmadan,
emanetçi emanetini almadan
gel…”
redfer
Kayıt Tarihi : 14.9.2025 01:23:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!