Bu gün,
İçinde papatya resimleri olan hırka mı giydim,
belki sen kokarım diye…
Kokunla dolsun istedim ellerim, saçlarım, hatta sessizliğim…
Bizim geç kaldığımız şiirler var,
mısraları yarım kalmış, dizesi eksik,
kalemin ucunda donup kalan kelimeler gibi…
Bir hevesle başlayan ama bitmeyen satırlar gibi…
Bilmediğiniz değerlerin değersiz edilişine mutlaka denk geleceksiniz…
Hayat, insana en çok da görmezden geldikleriyle ders verir.
Bir gün, bir köşede sessizce duran,
varlığıyla kalbinize dokunan,
ama farkında bile olmadığınız bir güzelliğin
Sevgi, tedavi edilmesi gereken bir hastalıkmış,
Bir sancıymış insanın içine işleyen,
Bir ateşmiş damar damar yakan,
Ve seni sevmek… delilikmiş.
Doğru kişi, sevdiğin kişi midir?
Sevgi tek başına yeter mi,
yoksa bazen kalp kandırır mı insanı?
Sevmenin büyüsü gözleri kör edince,
Burası hangi durak diye soruyorum kendime.
Cevap yok. Herkesin yüzü aynı, her ses yabancı.
Biletim kesilmiş ama yönüm belli değil.
Bir yerden gelmiş gibiyim, ama nereye gittiğimi kimse bilmiyor.
Duydum ki…
Başka yıldızlara meyletmiş gözlerin,
Sahi hangisi daha parlaktı da
Çaldı gözlerini benden?
Oysa ben seni en çok karanlıkta sevmiştim,
Tütünü hüzünle sarıp bir sigara daha yaktım
geceye..
dumanı gökyüzüne degiL
içime çekiLdi sanki
her nefeste biraz daha yandım....
sahi duydun mu
Elif… Lâm… Mîm…!
Her harfin içinde gizlenmiş bir sır,
Her sırrın içinde yanan bir umut var.
Hepsinin duracağı nokta bir cezim belki,
Ama bil ki, sönmez sana olan sevdamın umudu…
“Evim” demişti o kadın, gözlerinde güven arayan o derin bakışla. Ev onun için dört duvar değildi; sıcaklığıyla sarmalayan bir yürek, karanlıkta yolunu aydınlatan bir Yıldız, fırtınada sığınılacak bir limandı. Belki de yıllarca aradığı huzuru bulduğunu sanmıştı. Kırıklarını, yaralarını, hayallerini oraya bırakmıştı. Bir gün yorulduğunda dönecek, bir gün incindiğinde saklanacak, bir gün suskun kaldığında yeniden konuşacak yer sandı orayı.
Ama zaman, insanın hiç beklemediği yüzleri gösterir. Ev bildiği o yer, yavaş yavaş nefesini tüketti. Gözlerinde umut diye parlayan ışıklar sönmeye başladı. Bir zamanlar yüreğini ısıtan ateş, onu için için yakan bir kor ateş oldu. Sessizlik büyüdü, yalnızlık çoğaldı. Ve kadın, “evim” dediği yerde kendini her geçen gün biraz daha kaybetti.
Sonunda, ev sandığı o yürek mezarı oldu. Hayallerinin, gülüşlerinin, umutlarının mezarı. Belki bedeni hâlâ yürüyordu, nefes alıyordu, ama ruhu çoktan toprağa verilmişti. Çünkü bazı evler, insanı yaşatmaz; insanı yavaş yavaş tüketir, içine gömer. Ve işte o kadın, en güvenli bildiği yerde en derin , en büyük kaybını yaşadı.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!