Şehrin batı yakasını yürüdüm...
İki mahalle çocuğu tarafından ilgiyle karşılandım. Biri "Siz turist misiniz" diye sordu, o denli yabancıydım demek -"hayır, öyle mi... öyle bir halim mi var" diye yanıtladım bir çırpıda kaçar gibi... İkincisi de "Nereyi aradınız" diye sorunca eski bir binanın önündeyken, "bakıyorum işte" dedim 'öyle' sadece. "Eski mahalleye mi" dedi, "eski mi? ne kadar eski? " diye soruverdim. "O.. ooo! çoook! Büyük babamın babası tarafından 900 sene evvel kurulmuş bu mahalle! " dedi sırıtarak. Mahallenin köşesindeki bakkal amca'sına bakarak "biraz abarttım ama olsun" diye pekiştirdi sırıtışını. Çocuğun bu beklenmedik yakınlığı ve hazır cevaplılığı bakkal amcanın onu fırçalamasına sebep olacaktı ki az kalsın, bakkal bi bana bi ona bakıp "sen nasıl bir çocuk oldun" der demez vınn! kayboldu hemen.
"Sen nasıl bir çocuk oldun? "
Yüzümde beliren gülümsemeye - ama tedirgin- engel olamamıştım işte... "Ben nasıl bir çocuk oldum? " bütün ciddiyetimi bozmuştu bu soru. Ne kadar da çabuk gevşeyiveriyorum onların karşısında. Neden böyleyim? İlgi, alaka, sıcak bi yakınlık görünce hemen yılışıveriyorum. Hiç hoşuma gitmiyor bu halim. Ben de hemen vınn - uzaklaşıyorum...
Mahallelerimiz çok enteresan gelir bana. Burada hem fakirlik hem mutluluk nasıl oluyor da bir arada buluşur şaşalarım. Öyle evlere rastlanıyor ki derme çatma duvarlar, damlar - neredeyse gece kondu - ama penceresinden şöyle bir göz atınca gelişigüzel - hemen göze çarpar ışıltılı perdeler - gösterişli, tutkulu renklerle donatılmış cıvıl cıvıl eşyalar - hepsinin - yıkılmak üzreymiş gibi duranların çatısında bile uydu antenleri - demek ki Tv siz ev kalmamış dedirten bir gösterge - kimi mahalleli sokaklara taşmış, baharın tadını çıkarıyor - kadın - kız - çocuk - kimileri gruplaşmış takılıyor çocukların - ilk çete deneyimleri - güç oyunları - ve o çocuklar için hiç farketmiyor nerede durdukları - bu şehrin hangi yöresi umurlarında değil - doğu-kuzey-güney batı? Bir dizi var izledikleri sadece kuzey-güney diye. Hangi semtte yaşadıkları, büyüdükleri sonradan sonraya önem taşıyan bir farkındalık olacak... şu içinden çıkılan mahallenin, düşünsel yapı taşlarımızda zamanla ortaya çıkar hep, nemenem bir mefhum olduğu... Ama şimdilik sorun değil onlar için de... onlar her yerde çocukluklarını yaşıyorlar sorumsuzca, ayakları yerden kesik, henüz kırılmamış kanatları...
İstanbul, inişli çıkışlı, bir yokuş... çıkıyorsun lüks villalarla karşı karşıyasın, bir ara sokaktan sapış sonra... bir yokuş iniyorsun, aşağıda yol boyunca asılı çamaşırlar saldırmış boyası dökülen eski yapıların camlarından, balkonlarından. Yolun karşısına geçip bir dik yokuşa vuruyorsun kendini - yeni yeni inşaatların - binalar dizisinin arasında tek tük kalmış viranlıklar, kocaman gülümseyen ağızdaki çürük dişler gibi göze batan... Kim bilir kaç yazar yaptı aynı tanımı bu güne kadar - yeni bir şey bulmalıyım - içlerinde hâlâ oturan ve yaşamaya çalışan mahalleliler için - Bir yokuş daha tırmanıyorsun - Beyoğlu-Galata'sı - Barlar ve eğlence mekanları - bir iniyorsun - yoksun... bir başka mahalle daha... Burnuma kömür kokusu geliyor... demek doğal gaz buraya girmemiş henüz.
İstanbul' un her neresine gidersen git, hep bu motifi izliyorsun... ikilem - üçlem - dörtlem hep aynı çelişkili sınıflardan örülü tekrarlayan motifler... Hepsi de bir İstanbul hepsi de, her taşı İstanbul - sadece İstanbul mu - Avrupa'nın bir adım yakınında ama onlara her daim bir kaç adım uzak... Bir şehrin modeli nasıl bu denli dengesiz yapılandırılabilir? Yapılanabilir? Her şey öyle hızlı gelişmiş ki ondan her halde - denetlenemeyen bir ardı ardınalık - hiç bir estetik kaygı taşımaksızın - gözetmeksizin yığılı yığılıvermiş - iç içe geçen labirent içre labirent yollar, yokuşlar - sırt sırta gömülmüş sırtlar - boyunca her bir mahalleli başka farklı bir köken taşıyor. Hepsinin de temel - ortak bir duruşu var ama - o da:
Yokuş Çocukları oluşları.
Bu tarihi kentin coğrafi biyografisi genetik yapılarına da etken oluşturuyor muhakkak ve bir 'Yokuş Halkı' türüyor bu kentten.
Hayatlarımızın nedenli inişli çıkışlı olduğuna bakar ve tekrar düşünürsek, İstanbul'da yaşamışlığımız daha bir belirginleşir. Şehrin ritmik etkisi yaşamsal iniş ve çıkışlarımızdan da ölçülebilir pekâla.
Çok kolay... kayarcasına... dibe vurmalar şehri İstanbul.
Yeniden toparlanıp düze çıkmalar şehri İstanbul.
Zorlu yokuşlarda tırmanışlar şehri İstanbul.
Yağmurda zikzaklar şehri, karda patinajlar...
Hızla yere çakılmalar şehri İstanbul.
Buram buram terli tepelere yolculuklar şehri İstanbul...
Bir karşıdan karşıya geçit şehri İstanbul kişiliklerimiz arasında...
Karmaşalarımız arasındaki doğru çizgiye yamuk bakışlar arayışın şehri, İstanbul.
Can hıraş inişte... bacakların frenlerinin tutmayışı gibi benim de laf
ebeliğim... dizlerim titriyor benim de... belli bir yerden - yaştan - sonra hele... sanki bu nedenle sadece bu şehrin yaşlıları hep pencere önündeler gibi gelir bana... inişler ve çıkışlar ergeç bu pencereler önünde ulaşıyor bitiş çizgisine ve iniş-çıkıştakileri izleyerek son buluyor gibi...
Usul usul düşsel bir hayvan haline getirildik - getirdik kendimizi - ve bıraktık. Başka hayvanlardan farklı olarak, artık bu hayvanın yerine getirmesi gereken başka bir varoluş koşulu var. (Şen Bilim - La Gaya Scienza - Friedrich Nietzsche, s.41) Arasıra neden varolduğumuzu düşünmek - bilmek - inanmak zorundayız. Türümüz zaman zaman yaşama güvenmeden - yaşama nedenine inanmadan gelişemez! Bu türün değeri ara ara ve tekrar tekrar değerden düşürülecektir bu yüzden. "Bundan böyle kesinlikle gülünesi bir şey var! "; "Varlığın en ağır başlı dostu şunu ekler: yalnızca kahkaha ile sevinçli bilgelik değil, yüceltilen bütün ahlaksızlıkları ile tragedyada türü korumanın araçları, gerekleri arasında yer alır."
Öyleyse! Beni anlıyor musun sevgili kardeşim?
Bu yeni gel-git'in yeni yasasını... anlıyor musun?
Bizim de zamanımız gelecek... varlık nedenimiz - engel ve engellemeler ortadan kalkınca - kaldığı yerden toprağa düşen her tohumun yeşermesi gibi fışkırıverir.
Ne biçim felsefe yaptım ama! ! Olsun! Buna da ihtiyaç var!
Felsefesiz hayat bayat bir ekmektir... Gerçi bayat ekmeği ısıtıp kızartıp-tereyağlayıp ikram etmek oluyor bizim felsefemiz de ama... amaan! Boşverelim şimdi artık bunu da! Olsun varsın! Zaten yeryüzünde hiç bir şey yeni değil - bakışımız yeni olabilirdi sadece ki o bakış açılarını yaratacakları da kınıyor ve tıkıyoruz tek tek içeri... Kalın perdeler, burkalar arasından ne görülebilir ki yeniye dair... Doğumlarla gelen yeni nesiller, onlar sıfırdan başladıkları için -bir tek- onlar için yeni gibi gelebilir - onlar da büyüyünce her şeyin ne kadar eski ve aynı olduğunu öğrenmeleri uzun sürmez.
Bu arada ufacık-miniminicik- apalayan yenilikler de doğmuyor değil ama
nadiren tabii - hayatta kalabilirlerse o da tesadüfi - bize gecikmeli olarak intikal etseler bile ekleniyorlar tarihimize işte minik minik.
Döngüsellik dayatıyor besbelli. Belli döngülerin eserleriyiz ya ister istemez.
Sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp gün kararana dek ve yeni gün doğumuna - sürüp gider - bu günler oluşumu - içerisinde kendimizi izlediğimizde - hep aynı zamansallıkta uyanıp - uyuyup - uyuduğumuzu - yiyip içtiğimizi ve... bu basit eylemlerin yanı sıra - iş saatlerimiz - mesailerimiz başlayan biten aralıklarla; dinlencelerimiz - tatiller - bayram - seyran - kutlama - doğum - ölüm - anma - törenlerimiz; tanışma - nişan - düğün - evlilik - boşanma; akla gelen gelmeyen her ne varsa periyotlar halinde ve alışıp müptela olduklarımız bağlamında - yaşanan rutinler değiller midir? Sigara bağımlılığımız varsa mesela, her üç-beş dk. da bir, çay-kahve-içki bağımlılıklarımız varsa üç-beş saat-her akşam- ya da haftada ayda bir, ağır dozda narkotik vaka'larsak onun da vardır belli periyotları, ayrıntısına giremeyeceğim şimdi- vücut kimyasının belli aşamalarda eksiklik-yoksunluk duyumlarıyla yaşanır... nadiren bazı ekstrem sapmalar yaşansa da, hani bazı vazgeçişlere neden olabilecek ama nelerden vaz geçersek yerine mutlaka ona karşılık gelecek yeni bir alışkanlık gelir-gelişir-yerleşir.
Kahveden vazgeçsen çekirdek çitlersin.
Tütünü bıraksan çiklet çiğnersin.
Müzik dinlemekten gına gelse çet yaparsın.
Televizyon sıkarsa at yarışı oynarsın.
İşler yolunda gitmezse tak! intihar edersin.
Kredi borçları hat safhadadır, hayat zorluyordur evde cinayet çıkar.
Kilo vermeye çalışıyorsundur - çabaladıkça kilo alırsın.
Çünkü her terk edişin- terk edilişin yerine bir şey konur.
Bir alışkanlık yok edilirken bir diğeri doğurulur.
Sabah akşam spor yaparsın, duştan sonra oturup bir kadehçik atmak istersin mesela, gevşemek-rahatlamak-günün stresinden çıkmak, arkadaşlarla hoş-beş ederken - aman canım bir kadehten bir şey çıkmaz - kaç kaloridir ki taş çatlasa... o kadar enerji harcadık bu da promosyon oluversin... peki... sabah uyanır bir tartılırsın ki ne o? Kilolar aynen yerli yerinde duruyor! Eyvah eyvah!
Rakıyı bırakır şaraba, onu bırakır biraya düşersin...
Votkayı bırakır viskiye dadanırsın...
İçkiyi bırakır vişne yemeğe başlarsın...
Üzümdür armuttur-kavundur karpuzdur bir katılar bir sıvılar,
girip girip çıkarlar hayatından.
Sebze meyveyi bırakırsın tatlıya başlarsın.
Çikolatayı unutmaya çalışırken gelir baklavalar tulumbalar.
Ondan kurtulayım derken içli-içsiz köftelerle buluşursun.
Yemek içmek şöyle dursun dersen a..a! Bir bakmışsın eve durmadan pornografik bişeyler girmeye başlamış! Bir sex furyasıdır gidiyor. Amanın!
Dur biraz dersin kendine şöyle biraz entelektüel takılalım, gazete-kitap-dergiye yönelirsin - bulmacaydı - sudokuydu - kafanı kaldıramazsın.
Yahu yok mu bunun sonu? Yok!
Aslında hayatın kendisi başlı başına şişirici- soluk alsan yarıyor. Bir iştah bir iştah bir afiyet! Ne yani nefes almaktan mı vazgeçeceğiz? Yok artık daha neler! Pes!
Bir şeyin yerine başka bir şey koyma üstatlarıyız hepimiz. Boşuna çabalamamalı bu konuda. Asla doğru beslenemeyecek, asla doğru yaşayamayacağız. İyi ya da kötü alışkanlıklarımızdan ve tutkularımızdan da asla büsbütün sıyrılamayacağız. Asla da vazgeçemeyeceğiz yaşamaktan da kolay kolay. Ama yaşamı da kendimize ve başkalarına hiç sindirmeyeceğiz. Bu böyle... kural gibi.
Kim karşıma çıksa ve filanca huyunu değiştirdiğini söylese yerine ne koyduğunu sorarım. Mutlaka bir yanıt alırım. Koymuştur çünkü. Bu kaçınılmaz bir doğa yasası. En sonunda şu Muzlu Cikletten kurtulmuştur ama buzlu gibi sularda sörf yapıyordur artık! Ya da Tropikal yerli içecek kolayca yerini almıştır çoktan. Olmuyor işte görüyorsun. Çünkü hayatın döngüsü dayatıyor bunu. Uyu-Uyan; uyu-uyan... hangi bir gün uyumayıversek bakarsın ertesi gün uyanmayıverirsin! Çünkü uykusuzluk da yok edicidir... hep uyumak gibi...
En güzeli alışkanlıkları, bağımlılıkları ve hayatın rutinini takıntı haline
getirmemek - ama tabii takıntılı bir kişiliksen - koyver gitsin! Sorunsuz hayatımızın sorun yaratıcı uzmanı olursun! Ne dertsiz ne tasasız kalırsın! Benim gibi dertsiz tasasızların da başına bela olursun. Hiç uğraşılmaz seninle ve hiç bir yere varılmaz. Ne halin varsa gör derim sana, ama çoktan bulaşmışındır bana, senden de benden de kurtuluş yoktur artık başkaları için.
Hayat böyle bir şey işte. İstesen de istemesen de sonu sonsuz bir döngü ve her vazgeçiş bu yüzden yeni başlangıçlara devrilir... evrilir çevrilir, her kapana sıkışmışlık bir başka özdeş gürleşme yaratır zihinde... kurtuluş ümidimiz diye...
E, n'apalım işte bu da benim rutinim oldu... yerine ne koyarsak koyalım yine aynı noktaya getiriyor bizi... Hayır... getirmek yine iyi... savuruyor... bumerang ben... kendimi kendime... Hayır, paylaşmaya değer bir şeyler olsa bari diyorum... ah! ama gel de anlat! İki misli değişmezlik yasası değmezlikle-anlamsızlıkla boğuşturuyor hayat bu kez.... iyisi mi...
Herkese benden bir kahve, artık bana müsaade!
Habibe Merih AtalayKayıt Tarihi : 29.10.2015 12:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!