“…..yazdıklarınızı göndermek istemiyorsunuz bana öyle mi? İnanmıyorsunuz bana öyleyse. Kafamda yarattığım kadını sarsar mı sandınız? ...”*
Franz Kafka’nın yukarıdaki sözlerini okuduğumda kafam bir hayli karışmıştı. Üzerinde dakikalarca düşündüm. Öylesine düşündüm ki, uzunca bir süre başka bir konuya yoğunlaşamadım.
Her yazar veya yazı üreten kişinin hayalinde az da olsa Kafka veya O’nun ayarında bir yazara benzemek yatar. Çoğumuz aralıksız yazarak bu hayale ulaşmaya çalışırız. Benim büyük hayalim ise farklı bir Milena olabilmekti. Çok sayıda kişinin yazılarını gönderdiği bir Milena’dan söz ediyorum. Ne demek istediğimi biraz açmam lazım sanırım.
“Mektuplar” ın adresini bulmasına pek de aldırmayarak sürekli yazıyordum. Yolladıklarımın yanıtlanması çok önemli değildi. Ben yazdıkça nasıl olsa bir yerlerde yankılanıyordu onlar. Zamanla kişilerin aslında birer “kuyu” olduğunu fark ettim. Bu kuyular oldukça tuhaftı doğrusu. Ancak ses verdiğimde onlardan ses alabiliyordum. Oysa ben bir kuyu olup sessizce beklediğimde, bana ulaşan sesleri – birkaç istisna dışında – genellikle doyurucu bulmuyordum.
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim, onlar da gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin