Koltuğu bırakıp, gezdiniz ili
Gelişim vizyon´dur hizmetin dili
Verdiniz bizlere sihirli eli
Yozgat´a renk kattınız sayın Valim.
Amirler emreder, memurlar yapar
Liderdir amirler, hep hedef koyar
..
“Sen vaktinden sonra gelen…” diyordun
Ben vaktinde geldim, sensin geç kalan.
Çöpçatan oturmuş, suyun başına
Çöpleri ters dizmiş, bu da mı yalan.
Ey çöpleri çatan, hiç düşündün mü?
Kim kime sevdalı, kim kime vurgun.
..
Derdim var duyanım yok.
Halimi soranım yok.
Çok şükür bir marazım yok.
Sana boş sözüm hiç yok.
Dinleme istersen beni.
Sende duy içindekilerini.
..
Kardeşliğin yerini almış senlik ve benlik
Benlik için mübahtır her türlü şerefsizlik
Hedef yükselmek için,ezmek masum zayıfı
Tekme vurmak düşene bu rekabat mantığı
Dokuzu talim eder,kuru ekmek soğana
Savrulurken dolarlar patlar viski şampanya
..
Düşer yaylaya yılkıdan boza;
altı yeni açılmış,
henüz ısınmış altından damlayan bir kor.
Beyaz at ve kargı ve önünde kraliçe,
baharda serilen umutlara da bir paye
ve yeni oluşumları, planları, elde avuçtaki sermayenin;
mahzensizin kışında mahzendeki
..
Sabret,dener Rabbim,bizler naçarız
Hasta evlat,eşle,sınav oluruz,
Boyun büküp,kader,deyip geçeriz,
Hayat,ölüm sınav için biliriz.
Hüzün paylaştıkça,azalır derler,
Musibete sabır,gerektir erler,
..
– Son hikâyemi yazıyorum, yıllardır bir sürü şey yazdım durdum, insanları, ilişkileri, çelişkileri kaleme aldım, geçenlerde bir gün kafama bir şey takıldı. Hayvanları çok severim ve beslediğim bir çok hayvan oldu, onları insanlardan ayıran bir büyük özellikleri var, bütün hayvanlar dürüst canlılar. Bu tabiri hayvanlar için kullanmam sizi şaşırttı sanırım. Hiç şaşırmayın, eğer düşünür kıyaslama yaparsanız, haklı olduğumu göreceksiniz. İnsanın en gelişmiş hayvan türü olduğu koca bir yalan. İnsan aslında bütün hayvan türleri içinde en ilkeli ve en zavallısı.
Siz hiç eşine ihanet eden bir hayvan duydunuz mu? Ya bir başka hayvana kazık atan bir hayvan? Peki spor olsun diye avlanan bir hayvan duydunuz mu? Kendisine iyilik eden bir insana kalleşlik eden bir hayvan var mıdır acaba? Savaşan hayvan hiç duydunuz mu? Doğaya zarar veren bir tek hayvan türü var mıdır? Ya bir insanın derisini yüzüp üzerine manto yapan bir hayvan, denizi kirleten, orman yakan, havayı kirleten bir hayvan türü duydunuz mu? Eeee, halâ en gelişmiş hayvan türünün insan olduğunu iddia edebilecek var mı aranızda?
- Son hikayemde, riyakar, kalleş, nankör, haris, içten pazarlıklı, iki yüzlü insanları anlatıyorum. Onların dürüst, mert ve namuslu insanların nasıl başına bela olduklarını. Ve anlattıklarımın çoğunu ne yazık ki, ben yaşadım.Yapabileceğiniz en büyük hata nedir biliyor musunuz? Karşınızdaki insanların kendiniz gibi olduğunu düşünmek. Koşulsuz sevdikleriniz acaba sizi koşulsuz seviyorlar mı? Kendileri için fedakarlık ettiğiniz insanlar, bunun değerini bilecek insanlar mı? Dahası, buna deyecek insanlar mı? Sizin yerden kaldırmaya çalıştığınız adamın, bastığınız toprağın altını eşeleyip kuyunuzu kazmaya çalışmadığında emin misiniz? Paranoyak olduğumu mu düşünüyorsunuz? Peki bu aranızda, hiç aldatılmamış, el uzattığı birinden kalleşlik görmemiş, hiç ihanete uğramamış biri var mı? Yok mu? Peki bir başka soru sorayım, cevap gelmeyeceğini bile, bile. Aranızda hiç ihanet etmiş, kendisine yardım edene nankörlük etmiş olan biri var mı? Eminim hiç kimse yoktur.
- Suç gelin olmuş alan olmamış der eskiler. Garip mahluklardır insanlar, kendilerine yapıldığında kızıp, küfür ettikleri bir çok şeyi, başkalarına hiç düşünmeden yaparlar. Ve her yaptıkları için her zaman geçerli bir sebep bulurlar en yaygın kullandıkları söylem, “ o bunu, hak etmişti “ ya da “ yaptığım yanlışta olsa ben haklıyım “ olur.
..
İKİ BİN ONBİRİN ERZURUM KIŞI
İki bin on birin Erzurum kışı,
Barışa açılan meydan olacak.
Süslenmiş şehirin içiyle dışı,
Gelene gidene seyran olacak.
..
Baktıkça içimi yakar, gözü kirpiği kaşı,
Güzel kızlar grubunun ele başı,
Henüz 17'sinde, daha körpecik yaşı,
Görünce yüreğimi yakıyor LİSELİ.
Sokakta esiyor bahar yeli,
Arkadaşlarına gösteriyor sevgi seli,
..
Bilir misen...bilir misen...
Bir şehir var bilir misen
Tarih yazar tabyasında
Erzurum’i bilir misen
Yaylası var geven,diken
Yiğidi var demir büken
..
Geveze hırçın şımarık sözde,
bilirler görürler severler gerçekte,
Anlatılan doğru yanlış olsada,
Karmaşık duygular birikir bedende.
Bazıları kurtulur kefenle toprak olur,
..
Keşke yırtığından parmaklarım çıktığı ayakkabım
Annemin yakasını ters çevirip giydirdiği gömleğim
Atılan çimento torbalarından yaptığım defterim
Saçlarımın arasında dolaşan besili bitlerim olsaydı da
Bu ecelsiz ölümler olmasaydı.
Keşke olmasaydı pırıl pırıl yanan elektriğim
..
Kıssadan hisse alınız;
Sorumsuzca avlananlara sözümüz
Artık ormanlar sessiz
Bıldırcınlar ötmüyor
Kınalı keklikler suskun,
Tavşanlar koşmuyor,
..
Yavaş yavaş alışmaya başladığımız acemi birliğinde hafta sonu çarşı iznine çıkabilmek için adeta saatleri sayardık.
Çarşı izninde yaptığımız telefon görüşmelerimiz ve içtiğimiz
demli çaylar, sivil hayata olan özlemimizi unutmamızı sağlıyordu. Yemin törenine kalan sayılı günler, eğitimlerimizi
yoğunlaştırıyordu. Gündüz yapılan arazi ve spor eğitimlerini,
akşamları yapılan anfideki dersler takip ediyordu.Ders bittiğinde karanlıkta ve koşturarak koğuşa dönerken yol kenarında bulunan 40 cm’lik kanala fark etmeden düşmem
neticesi burkmuş olduğum ayağımı tutarak kendimi zor attığım yatağımdan, gece ayağım şişmiş ve çok ağrılı olarak uyanmıştım. Sabah içtimaya çıkamadan direk revire giderek,
istirahat almak zorunda kalmıştım. Acemi birliğimin 10 günü
..
Şuan üstüm başım kokuyor, lağımda çalışan işçi gibi...
Aylardır vücuduma zerre su değmiyor.
Her gün bakkala iki ekmek almaya çıkan ben, artık bir ekmek bir sigara yanında da alkolü eksik olmadan eve geri dönüyor...
Artık gazetelerin spor kısımlarını okumuyorum, aldığım şarabın etrafını sarıyorum gece sokak köşelerinde kimse görmesin diye.
Kapımı çalan komşular yoklar artık, sanırsam hepsi taşındı?
Aslında çok şey değişti. Ama bunu kabullenmek istemiyorum.
Hala yattığın çarşafın kırışıklıkları üzerinde mevcut.
..
Dünden biraz daha fazla kanıyordum, biraz daha anımsayarak gerçekleri kabullenmeye çalışıyordum. Bir balıkçı teknesinde rakımı yudumlarken farkına vardım, kendi kendime verdiğim sorumlulukları… O an kimseyle konuşmak istemediğim için dalgalarla hafif hafif sallanan tekneye suya hiç buluşmadan rakımı yudumlamak, bir türküyü dilime dolayıp çaresiz yatağıma uzanmaktı isteğim.
Kendimden kaçmak isterken omuzlarımdaki yük beni bana yeniden anımsattı, daha tatsız yudumladım rakımı. Belki de kısa bir tatile çıkmalıyım, önemsemeden zamanı kısa bir tatil olduğunu kendime haber vermeden küçük bir çanta hazırlayıp ağaçların gölgesine saklanmalıydım. Güneş aya küsmeden oltamı denize sallayıp rakıma meze olacak balıklar tutup ellerimle yemeliyim. Sabah yataktan çıkmak için saate bakmadan uyanmak istiyor ve birileri tarafından uyandırılmak istemiyordum.
Küs müydüm kendime? Çocukken kardeşimle kavga ettiğim anlar geldi aklıma; işaret parmağıyla başparmağını birleştirir boz, derdi. Sanırım kendime küstüm, ne zaman barışacaktık.Çok uzun bir ayrılık oldu bu, uyandığımda yine mi gelmedi? ,diyeceğim. Bu tekneye gelirken kimsenin oturmadığı bir bankta üç kişi şaraplarını yudumluyordu, kimseyi önemsemiyorlardı. Yanlarından geçerken onlara imrenerek bakan gözlerimi,180 boyundaki cılız bedenimi fark etmemişlerdi bile. İşte o an tekrar kanadım, kapanmayan yaralarım biraz daha acıdı. Yapmam gereken işler tekrar aklıma geliyor, erken yatıp iyi görünmem, çok fazla içmemem gerekiyordu. Aslında bu gece bir banka oturup sabahın olmasını beklemek uzun uzun uzaklara bakmak, görmediğim yerleri görmek istiyordum. Bir kahkaha attım masamda rakım ve mezemden başka kimse yoktu. Niye güldü bu adam diyen olmadı. Derin bir sohbet ve kulağımda bir birine karışan sesler beynimi kemiriyordu. Burada daha fazla durmak istemiyordu ağrıyan başım. Ayaklarım beni taşıyabilecek miydi acaba? O kadar ağırdı ki bu cılız beden yalnız olmak istiyordum bu yüzden tek başıma gelmiştim giderken kendimi eski bir şarap mahzenine kilitlemeliydim, şarap kokusuyla uzun zamandır hatırlayamadığım kendimi kendime getirebilirdim. Mahzende yok.Kesinlikle bu bankta üşümeliydim titremeliyim yorgun ceketime sarılıp bu bankta kıvrılmalıydım. O an bir anlık refleksle garsondan hesabı istedim. Evine erken gitmek isteyen garson bir müşteri daha gidiyor diye seviniyordu. Sallanan tekneden suya bulaşmayan rakımı ardımda bırakarak üşüyen bir banka oturdum. Çevremde kimse yoktu dalga sesleri bana eskiyi hatırlatıyordu. Eksik kalmış çocukluğumdaki acı tekrar sızladı sırtımda. Babamdan izin almadan 14 yaşımda dört arkadaşımla birlikte denize gitmiştik. O günde böyleydim sahil kenarında ayaklarımı suya sokup vuran dalgaları izliyordum gözlerimin görmediği uzakları görmeye çalışmıyordum, güneşten yanan vücudumdaki yanıkları babamdan saklayıp uslu bir çocuk gibi bir köşeye oturdum. Babamın büyük ve güçlü elleri omzumda patlayınca tüm vücudum sızlamıştı ve acımı babama fark ettirmemek için dişlerimi sıkıp sessizce avazım çıktığınca bağırmıştım. Babam beni severken canımı yakmıştı. Şimdide sırtımda aynı acı titreyen vücudum çıkmayan avazım var.
Bu sabah koşmayacaktım. Spor olsun diye koştuğumu sanıyorlardı, onlara gerçeği söyleme gereği duymuyordum. Ben sabahları rahatlamak için koşuyordum gerçi buda artık beni rahatlatmıyor ya bir süre daha kendimi avutabilirim. Her an her saniye bir şeyleri anımsıyor bazen yüzümde bir tebessüm bazen de kırış kırış kararmış düşünceler beliriyordu. Yaşlı bir adam oturdu yanıma sigaradan sararmış uzun sakalları arasında yüzü görünmüyordu. Bana bakmıyordu oda benim gibi uzaklara bakıyordu, yüzüme bakmadan terk mi etti seni, dedi. Onun aradığını bende aramış gibi gözlerimi görmeye çalıştığım uzaklara diktim. Evet, terk etti onun gelmesini bekliyorum, yaptığı suçun farkına varan çocuklar gibi küçük bir köşeye sıkıştım. Bilirim ben o sıkışmayı dedi yorgun ve umutsuz sesiyle. Yıllar önce girdim o köşeye. Herkesin bir acısı yaralı bir geçmişi vardı, bu yaralar kiminde sık sık kanıyor, kiminde ise varlığını hissettirmiyordu. Yanımda oturan yaşlı adam konuşmak için beni seçmişti. Kim bilir bana anlatacağı acıyı daha önce kaç kişiye kaç defa anlatmıştı. Karım beni yirmi bir yıl önce işsiz kaldığım için karanlık bir adamla terk etti. Ondan sonra her şeyi boş verdim, gerçi bir ara onları bulup kafalarını mermilerle doldurmak istedim son mermiyi de kendime ama silah alacak param yoktu. Zamanla unuturum dedim acım dindi ama izleri çok ağır oldu. Onu anlamaya çalıştığımı anlayınca daha da derine inmeye başladı. Sıradan bir hikâyeydi günümüzde bunu yaşayan yüzlerce insan vardı ama yanımdaki adam kendini o gidişe adamıştı, acısının dindiğini söylerken bir an bile unutamadığı o anı defalarca yaşadığının farkında değildi. Öylesine alışmıştı ki yaşadığına. Meraklanmıştım sonra bir daha karşılaştın mı, diye sordum? Gözlerini göremediği uzaklardan ayırmadan boşlukta kalmış bir cevap verdi. Geldi yıllar sonra geldi, yüzü kırış kırış geldi. Yırtık ceketinin cebinden filtresiz bir sigara çıkarıp yaktı. Derin bir nefes aldıktan sonra…Beni terk ettiği adam onu başka biriyle terk etmiş.Çaresizdi geldiğinde. Onunla büyük bir aşkla evlenmiştik. Yüzüne baktığım zaman içim hoplardı, o an yüzünü gördüğümde Azrail görmüş gibi oldum, korktum çok korktum yine benden ne alacaktı kaç kere daha öldürebilirdi gözlerine kinle bakarken bunları düşündüm. Yalvaran gözleriyle bana bakıyordu yaptığı hatanın farkına varmıştı. Bu sefer ben onu terk ettim. Öyle emin adımlarla yürüyordum ki sırtımı döndüğümde arkamdan seslenemedi bile. Artık o eve gitmiyorum evlendiğimizde tutmuştuk orayı… Ona bıraktım o iki odayı ve acıları. Kendime dair ne varsa unutmuştum. Bu yaşlı adam çok mu korkaktı, aşk, bir kadın insanın hayatını bitirir miydi? Bence kendisiyle kavgalıydı; hayata küskünlüğünün altında bu terk ediliş yoktu. Uzun bir süre konuşmadı. Sigarasını söndürmeden yenisini yakıyordu ve soğuğa aldırmıyordu. Yine kendimle kalamamıştım. Seni niye terk etti, dedi. Beni ben terk etmiştim, her gün aynı şeyleri yapıyordum. Bir zamanlar çok sevdiğim bu iş şimdi bana tarifsiz sıkıntılar veriyor. Hayallerimi gerçekleştirmek için önceden savaş verirdim ve hep kazanırdım. Şimdi hayal kurmak bile zor geliyor, oysa yazın gelmesini bekliyorum, çokta umutsuz değilim aslında bunlar değil sıkıntılarım adını bilmediğim acılarım kanayan yaralarım var. Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra yaşlı adam sırtımı okşayarak yanımdan usulca ayrıldı, ağır adımlarla gözden kayboldu. Biz acılarımızı öyle benimsemiştik ki onları şefkatle seviyor, zaman zamanda kanamasına yardımcı oluyorduk. Sabahın erken saatlerinde insanlar sokağa dökülmeden yatağıma girmek istiyordum, bir yandan da bütün gün burada oturup insanları seyretmek onları, yüzündekileri, söyleyemedikleri acıları anlamak istiyordum. Yatağıma girdim seçimi yaptıktan sonra, uzun bir gece olmuştu benim için. Yaşlı adamı düşündüm onu terk eden kadını geri dönmesi için beklemişti, onu seviyordu yaptığı hatanın affını dilemesini beklemişti, gururuna yenildi. Onu sevseydi affedebilirdi her şeye rağmen. Yaşlı adamın yaşadığını yaşamak istemezdim, o yaşlı adam yıllarca geri dönmesini beklemişti çünkü içinde büyük bir kin vardı, oda onu terk etmeliydi ki; istediği de olmuştu. Ama acılarını dindirememişti.
..
Güneş ulaşılmadığı için parlak
Güneşi istemekle yıldızlara ulaşılır ancak
Yıl 1999
Yüz elli ilköğretim öğrencisiyle
Uzak doğunun bilinmezlerine
Bir yolculuk başlayacak.
Sırameşeler, Ziya Gökalp İlköğretim Okulu
..
Osmanlı Mondros’la teslim oluyordu…
Sevr ile yurdumuz, parçalanıyordu…
Vatan, Millet… kurtarıcı arıyordu…
İstanbul-Samsun, bir vapur kalkıyordu…
Ama bu, Bandırma vapuru yorgundu…
Karadeniz kıyısından, gidiyordu…
..
Cinsiyet herkesin özel tercihi
Yaratılanı seviyorum yaratandan ötürü.
Göçmenler gibi homolar, lezbiyenler insanca muamele görsün
Güvercinler gibi özgürce yaşasınlar toplum içerisinde,
Lakin nikotin olmasınlar gençliğe.
..