Deniz, turkuaz rengi atlas yorganın altında kıpırtısız, sakin ve derin bir uykuya çekilmişti. Henüz yükselen güneş daha şimdiden, sıcak geçecek bir günün habercisi...
Oysa, mevsimlerden kış, aylardan aralık, yılın son günü...
Ege’de kış böyledir. Günler, geceler boyu Tropikal yağmurları anımsatan sağanak yağmurlar yağar. Akdeniz’in sicim gibi yağan Kadıkaçıran, Karadeniz’in sinsi, sinsi ya –
ğan Ahmakıslatan yağmurlarına benzemez. Dağlardan, tepelerden isimsiz küçücük dere-
cikler çağlayıp gelir. Bir bakarsınız daha önce hiç görmediğiniz, büyüklü, küçüklü göl –
cükler oluşmuş, derecikler sel olup şehri esir almış. Ertesi gün bir güneş doğar, Ege’li-
nin sırtını, içini ısıtır. Suya doyan topraklar bereketi müjdelerler.
Martılar, yalı çapkınları, yorgun denizi uyandırıp kızdırmamak için sanki, çığlık,
çığlığa değiller. Hava da sessizce dönüp duruyorlar. Yazlıkların pencereleri, panjurları, ka-
pıları yazın açılmak üzere sımsıkı kapatılmış. Etrafta hayat emaresi görülmüyor, çıt çık-
mıyor.
Karşıda, Yunan adaları üzerinde, ses duvarını aşan bir jet, ardında izler bırakarak tır-
manıyor. Küçük koyun açıklarından beyaz yelkenli, narin bir tekne salına, salına geçiyor.
Kıyıya yakın villalardan birinin kapısı açıldı. Bahçeye bir adam çıktı. Ardından, du-
yanın içini ezen ezgilerle dolu bir müzik taştı dışarıya. Adam, büyük bahçenin en ucuna
yürüdü. Orada durdu. Uzun saçları, sakalları ile dikkat çekiyordu. Gözlerinden az önce yağ-
mur bulutlarının geçtiğinin işaretleri, yaş damlacıkları süzülüp, ak düşmüş sakallarının ara-
sında kaybolmuştu.
Gözleri, bilinmez bir noktada kilitlenmişti. Kımıldamadan, heykel gibi kaskatı duru-
yordu. İçerden gelen müzik ruha işleyen temposuyla devam ediyordu. Tüm gücüyle sık-
tığı yumrukları, damarlarında dolaşan kanı çekilmişçesine bembeyaz kesildiler. Sonra da
ağır, ağır başına doğru gitti. Parmakları saçlarının arasına girdi. Aynı anda yüreğinde pat-
layan yanardağ, beyin hücrelerindeki isyan, dudaklarından dışa vuran acı bir çığlık oldu.
Villlaların duvarlarında uzun, uzun yankılandı.Çılgın gibiydi. Hıçkırıklarla sarsılıyor, göz-
yaşları kirpiklerinin arasından akıp gidiyordu.
İri gözleri daha bir irileşmişler, deli gözleri gibi kıvılcımlar saçıyorlardı. Adamın
hareketleri, yüzündeki ifade, çıkardığı sesler masalsı bir tiyatro oyuncusunu andırıyordu.
* * * * *
Görünmeyen bir el denizin üzerindeki turkuaz rengi atlas yorganı çekip aldı.
Büyü bozuldu sanki...Kuzeyden gelen kuvvetli rüzgar karşıdaki adanın çamlık korusun-
da uğuldamağa, denizde iri dalgalar köpük, köpük çatlamağa başladı. Köpek havlamaları
doğanın çıkardığı vahşi seslere karıştı. Bahçe duvarını atlayan üç büyük köpek adamın
yanına geldiler. Arka ayakları üzerinde kalkarak adama sarılıyorlar, ellerini yalıyorlar, ağ-
lamaklı tiz sesler çıkarıyorlardı. Sahiplerindeki, anormal durumu algılayan hayvanlar bu
kez acı, acı havlamağa, arada ulumağa başlıyorlardı. Git gide şiddetini arttıran rüzgar ses-
leri aldı götürdü. Çamlık koruya, yamaçlara, tepelere, boş evlerin duvarlarına çarptı. Adam
aslan yeleli başını göğe kaldırmış, isyan ve haykırışlarına sebep olan yürek acısını anla-
tır gibiydi. Ve, umarsızca bir cevap, bir karşılık bekliyor gibiydi.
Müzik susmuştu. Telefon uzun, uzun çaldı. Adam isteksizce kımıldadı. Döndü.Ka-
rarsız ve sessiz dinledi. Sonra çimlerin üzerinden geçerek çıktığı kapıya yöneldi. Havla-
mayı kesen üç köpekte hemen adamın ardından koştular, birlikte içeri girdiler. Telefon
susmuştu. Bir daha da çalmadı. Dışarıda gölgeler yavaş, yavaş uzuyordu. Havada güne uy-
mayan buruk bir tat vardı.
* * * * *
Zaman koşar adım geceye varmıştı. Gök yüzü bir anda milyonlarca, rengarenk,
yapay yıldızcıklarla aydınlandı. Görünmeyen bir yerlerden, bir roket ışığı göğe yükseli-
yor, önce dev bir papatya gibi açılıyor, sonra sihirli renklerle dokunup işlenmiş, ışıklı
kocaman bir halı meydana geliyordu. Gökyüzünün sonsuz ve karanlık boşluğunda bu
renk, ışık gösterisi bir biri ardından, kendine özgü gürültüler, patlamalarla sürüp gidiyordu.
Uzaklardan, bir yerlerden yüksek desibelli müzik sesleri ulaşıyordu kulağa. Yaşlı
dünyamız bir yıl daha yaşlanıyordu. İnsancıklar; “ Hoş geldin yeni yıl “ şenlikleriyle, kar-
şılama, kutlama çılgınlıklarındaydılar.
Yeni yılın ilk dakikalarına kimileri: ayrılıklar, özlemler, terkedilmişlikler, sevgisizlik
ler, unutulmuşluklar, kederler, hüzünlerle girerken, kimileride; geceye özel dekorlu mekan-
larda abartılı duygular, anlık beraberlikler, sahte aşklarla, şampanya kadehlerine döktükle-
ri zoraki kahkahalarla, sarmaş dolaş dans ederek, pırıl, pırıl kostümlerle, her ayıbı örten
maskelerle, rengarenk komik figürlü şapkalarla, avaz, avaz söylenen şarkılarla giriyorlardı. Yaşanan her şey bu güne aitti, taşkınlıklar, çılgınlıklar yarına taşınmayacaktı.
Yeni yıl, zengine daha çok para, para ve görkemli mutluluklar getirecekti...
Yine kimileri; mütevazı sofralarda, ucuz şarap ve bira şişelerinin ardında, televiz
yonların başında, maytaplarla, çatapatlarla, torpillerle, çiğdem çitleyerek gireceklerdi. Tek
göz odalarda, bir kenara dizilmiş bebeler uyurken, ucuz alkolle buğulanmış gözler, mutlu-
luk varsıllık düşleyeceklerdi.
Yeni yıl da fakir, yine fakir kalacak, ekmek kavgasında ömrünü tüketecekti.
* * * * *
Beyez mermer tabanlı salon loştu. Gizlenmiş tek bir spot lamba ortalığı aydınlatı-
yordu. Köpekler hala içerdeydi. Her biri bir yere kıvrılmış sessizce yatıyorlardı. Arada
bir dışardan gelen gürültülere kulak kabartıyorlardı. Meraklı ve üzgün gözlerle “ neler o-
luyor. “ der gibi adama bakıyorlardı. Adamın her hareketini dikkatle takip ediyorlardı.
Adamın yüzü karmakarışık, aslan yelesi saçları sakallarına karışmış bir halde, az
önce yığıldığı yerden bin güçlükle kalkmağa çabalıyordu. Görünmeyen bir yerinde ka-
nayan yarası var da, kan kaybetmişçesine halsiz, yorgun, bitkin, ayakları üzerinde durmakta
zorlanıyor. Yüzü acıyla buruşuyor. Dizleri doksanlık ihtiyar gibi titriyor. Olağanüstü bir
gayretle kalkıp iki adım atmayı başarıyor. El yordamıyla parmaklarını bir yere dokundu-
ruyor. Dudakları dualar mırıldanıyor sanki, anlaşılmıyor.
Ve, o yürek parçalayan, ruhu isyanlara sürükleyen mistik ezgiler dolduruyor mer-
mer salonu, kabinler inliyordu. Adamın elinde bir mum var, titreyen elleriyle yakmağı ba-
şarıyor. Bir, iki adım yürüme denemesi...Dizleri bükülüyor. Mum ışığında büyüyen gölge-
si duvarlara vuruyordu.
Adam, böyle özel bir günde yaşadığı trajedinin son perdesinde final repliğini
söylüyordu: “ Elveda.! Güle, güle... Toprağın bol olsun, rahat uyu anam!
Sana da, elveda, dolu, dolu yaşayamadığım aşk... Büyük sevdam... Yeni yılın kut-
lu olsun!
Yeni yılınız mutlu ve kutlu olsun! Eyyy, insancıklar, sizlere de elveda...
*********
Dinmez Er / 1998 / Çeşme /
Kayıt Tarihi : 12.12.2008 12:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Özel bir insan Mihrican'ı (annemi) kaybettiğim gün.O yılda yurdum insanlarının ahvalidir.

YÜREĞİNİZE ,EMEĞİNİZE SAĞLIK..DUYGU YANSITMASI OLAN BU ÇALIŞMA İÇİN....
AYRICA ANNENİZE ALLAHTAN RAHMET DİLERİM..
ÇEŞMEYE SELAMLARIMLA...
TÜM YORUMLAR (3)