Zeus bir gün seslendi insanlara göklerden;
'Dünyayı size verdim, alın mülkünüz olsun!
Bu sonsuz armağanı bölüşüverin hemen,
Ama kardeşçe yapın, herkes hakkını alsın! '
Eli ayağı tutan herkes geldi üşüştü,
Harıl harıl işlere sarıldı genç, ihtiyar,
Ekin dolu tarlalar hep çiftçilere düştü,
Elde silah avcılar ormanlara daldılar.
Tüccar ambarlarını doldurdu tıka basa,
Altın gibi şarabı rahipler seçti hemen,
Yolları tutan kral çıkararak bir yasa,
Dedi: 'Ben de onda bir alacağım her şeyden.'
Bu paylaşma bittikten çok sonra bir gün şair,
Uzak uzak ellerden gelip dünyaya vardı;
Yeryüzünde nimetler çoktan bitmişti bir bir,
Gördü ki, her nesnenin bir de sahibi vardı.
'Herkese bol bol nimet dağıtırken ey ilah,
Unuttun mu en sadık oğlunun hissesini? '
Diye şikayet etti, haykırdı: 'eyvah eyvah'
Tahtına yüz sürerek, yükselterek sesini.
Tanrı dedi: 'Hayeller aleminde gezersen,
Bana söz söylemeye hakkın olmaz evladım!
Sen acaba neredeydin dünya paylaşılırken? '
Şair dedi: 'O zaman ben senin yanındaydım.
Seyrediyordu gözüm yüzünü hayran hayran,
Duyuyordu kulağım göklerin ahengini,
Coşup sarhoş olmuştum ışığınla o zaman,
Dünya nimetlerini kaçırdım, affet beni! '
Zeus dedi: 'Ne yapsak, bu dünyayı verdim ben,
Benim malım değildir şehirler kırlar artık;
Ama gökte benimle yaşamak ister isen,
Her gelişte cennetin kapısı sana açık.'
Şiiri Değerlendir




gökyüzünün/
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok,
sensin benim gökyüzüm
ve süreyya yıldızım,
yön duygum,
iç görüm…,
ne diyordum;
/ve,
çaldı dünyanın makasını
/ve,
kesti sevdalı parmaklarıyla
/ve,
söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok;
sensin benim güzel ve zarif turnam,
ve yoktu,
zahirin ne çizgisi,
/ne sınırı,
ne de minimal bir raconu,
ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
akarız ki birbirine…,
ve kanarsın;
sen, bende bakan okyanus gözlerime,
ve bir hekim tebessümüne
ben de…;
ah sevgili marjinalim,
boğuluyo/rum,
ki rotasız gemi,
ma/ss/mavi ummanına
atıyor demir…,
ah;
Dr. İrfan Yılmaz. Turgutreis. BODRUM.
TÜM YORUMLAR (6)