.....................ÖNSÖZ.....................
“0l!” emrinden bu yana, “Bin bang” denen büyük
patlama olayı ile oluşan zaman, görünmeyen sihir-
li bir nehir gibi aktı.
Yılllar yılların üstüne yığılıp durdu...Toz-toprak ve
taşla birlikte görünmez bir zaman höyüğü oluştu.
Bütün yaşanmışlıklar bu zaman höyüğü’nün altın-
da eriyip kayboldu...Ama gün geldi, Atatürk Cum-
huriyetii’n kuruluşunun ikinci yılında , Lozan Antlaş-
ması gereğince gerçekleşen mübadele göçü ile
Keşan’a yerleştirilen müslüman Türk bir ailenin oğ-
lu olan Ali Koç adındaki cumhuriyet öğretmeni ,
şu an 84 yaşını devirmeye çalışa ve çocukluğunu
Sarıkız Pınarı’ndan testiyle, kovayla, ibrikle su alarak
geçiren ve öküz arabasıyla götürdükleri kirli çama-
şır ve kilimleri Sarıkız Deresi’nin soğuk sularında
yıkayan Fetye Ablası’n dan ve yine şu an 91 ya-
şındaki hala kızları Nebiye ve Necmiye Ablaları’n-
dan ve daha bir çok mahalle büyüğünden dindik-
lerini bir araya getirerek, zaman höyüğü içinde u-
nutulmuş bulunan bir çok anıyı bir Sümer Table-
ti gibi okuyup yorumladı .. Ve o öykünün geçtiği
dönemlere ait tarihi olaylar için daha önce be-
lirttiğim kaynaklara ek olarak Akvaryum Yayınla-
rı’ndan Turan Dikmetaş’ın yazdığı 0smanlı Sul-
tanları adlı kitaptan da yararlanarak bu öyküyü
ortaya çıkardı ..
Sarıkız’ın ölümünün üzerinde yaklaşık iki asırlık bir
zaman geçti..Ruslarla yapılan ve 1877-1878 yılları
arasında gerçekleşen ve adına 93 Harbi denen 0s-
manlı-Rus Harbi’nde, Balkanları terk ederek bu
topraklara yerleşenler de Sarıkız’ın adını ve efsa-
nesini duydular..Yaşadıkları büyük acılara rağmen
Sarıkız’ın adını kuşaktan kuşağa aktararak , bu
günlere gelmesinde katkıda bulundular.
Bu kadarla da kalmadı, daha sonra, 1911-1912
yılları arasında gerçekleşen ve adına II.BALKAN
BOZGUNU diyebileceğimiz Balkan Savaşları’nda yaşanan toprak kayıpları , bir kaç asırlık yurtları-
nı terk ederek kağnılarila, öküz arabalarıyla, ya-
lın ayak, başı kabak göç yollarına düşen çilekeş
insanların yaşadığı acılar ve ocaklara yanardağ
lâvları gibi düşen salgın hastalıklar bile Sarıkız’ın
adını unutturamadı..
Hatta Balkan Savaşları’nı hemen ardından ge-
len I.Dünya Savaşı yıllarında; Çanakkale , Sarıka-
mış, Yemen , Kutül Amare, Galiçya gibi adları ta-
rihin silinmez sayfalarına yaldızlı harflerle yazdı-ı
ran Mehmetçiğin yazdığı ölümsüz destanlara
rağmen ve 0smanlı Devleti’nin yenik sayılması
ile sonuçlanan bu dünya savaşının ardından
vatanımızı işgal eden emperyal ordulara karşı
verilen lSTİKLÂL HARBİ yıllarında yaşanan sıkın-
tılar bile SARIKIZ adını unutturamadı......
Ve SARIKIZ’IN ADI günümüze kadar geldi....
Hiç kuşku yok ki Evren’in en güçlü silgisi olan zaman
her şeyi değiştirdi....
Eşyalar değişti, insanlar değişti , hayaller değişti,
umutlar değişti ama Kayalık Pınarı Mevki’inde ya
şanan Sarıkız Söylencesi gerçeği değişmedi.. .
VE ÖYKÜMÜZ ŞÖYLE BAŞLADI
*
Milyarlarca yıl önceydi..Ne leylekler ,ne kartallar,
ne de diğer göçmen kuşlar, hiç biri, ama hiç biri ma-
vi bulutlar altında süzülerek uçmuyorlardı..Arılar
çiçek tozu toplamıyor, karıncalar; yuvalarına yiye-
cek taşımıyor, kuşlar; ağaçların yeşil yapraklı dalla-
rında cıvıl cıvıl oynaşmıyorlardı…
Toprak altında yuvarlanan toprak solucanları , ıs-
lak toprak parçalarını yutup yutup çıkarmıyorlar,
balıklar; mavi suların derinliklerinde birbirlerini ko- valamıyorlardı.... Çünkü “dünya yoktu!”
Evrenin uçsuz bucaksız karanlık bahçesinde dans
eden enerji dalgaları, sanki o büyük müjdeyi bekli-
yorlardı.. ..
Sonunda beklenen an geldi….Yüce Yaratıcı “0l!” de-
di.
Korkunç patlamanın ardından enerji yoğunlaşarak
galaksileri (gökadaları) oluşturdu…
Samanyolu Galaksisi”nin en güzel yıldız sistemi
olan Güneş Sistemi’nin ,güneşe üçüncü uzaklıkta-
ki gaz ve toz bulutu değişe değişe , sonsuz karan-
lık içinde küresel bir akvaryum ya da mavi bir na-
zar boncuğu gibi parıldamaya başladı..
Yerküre”nin çekim gücünün etkisiyle gökte biri-
ken yağmur bulutları, cehennemi andıran şimşek ça-
tırtıları arasında iri su damlalarını yeryüzüne bıraktı.
Şiddeti gittikçe azalarak günümüze değin süren ya-
ğışlar, yüz binlerce yıl içinde yerkürenin boşluklarını
doldurdu...Bugünün okyanusları , denizleri, göllerli ,
dereleri oluştu..
Yıllar yılların üstüne yıkılıp durdu…Mavi dünya ,
güneşin çevresinde dört milyar altı yüz milyon kez
döndü.. Oluşumlar yeniden değişime uğrayarak bu-
günkü şeklini aldı..İnsanlar anladı ki, DEĞİŞİM, evre-
nin değişmeyen yasasıydı..
Evrensel değişimin sonsuzluğunda , okyanuslar ü-
zerinde yüzen büyük kara parçaları denizde çalkala-
nan karpuz kabukları gibi yer değiştirdiler.
Canlılar oluştu.
Yeni oluşumların üzerinde üreyip çoğalan insanlar,
zamanla, Dünya’nın dört bir yanına dağılarak, sa-
vaşa savaşa, sevişe sevişe birbirlerine karıştılar...
Küresel boyutlarda yaşanan bütün yaşanmışlık-
ların altından dayanılmaz acılar çeken insanlık ken-
dine gelir gibi oldu.
Dinleri ve dilleri ne olursa olsun, yani farklı dili
konuşup farklı inançlara sahip oldukları için birbir-
lerini öldürmemeleri gerektiğini anladılar .. Ve bu gerçeği uluslararası antlaşmalara bağladılar .Böy-
lece bu günlere gelindi.. ..
Ve küresel boyutta sağlanan barış ortamından yararlanarak hem kendilerinin hem de adları günü-müze kadar gelmiş olan kişilerin kim olduklarını
ve geçmişi bilmeyi arzuladılar...İşte bu merak duygusu bu öyküyü ortaya çıkardı..
*
Saros Körfezi”nin sahil şeridinden yaklaşık kırk
kilometre kadar içerde, Kale Bayırı Etekleri”nden
sonra uzanan geniş arazi üzerinde , çeşitli uygar-
lıkların insanları yaşadılar..
Kısaca bu verimli topraklar şimdiki bilinen tarihi
ile ilk önce Luviler”İn , Traklar”ın, Pers İmparator-
luğu”nun, Kuman Türkleri”nin, Makedon Krallığı”
nın , Bizans İmparatorluğu”nun ve en son olarak
ta 0smanlı İmparatorluğu”nun insanları ile tanış-
tı..
0nların aşklarına, sevgilerine beşiklik etti…Tari-
hin akışına yön veren kavgalarına , savaşlarına
tanık oldu
0n dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Edirne-Tekir-
dağ- Gelibolu hattı üzerinde, dört yol ağzında ,
çevresindeki tepeleri bir kuşak gibi beline bağlamış
ve sahip olduğu hanlarla önemli bir konaklama mer-
kezi durumundaki bu beldede Rumeli Yörükleri ile
Rum Mahallesi”ndeki insanlar yaşıyorlardı...
Buradaki Yörükler , Çin”in kuzeyinde , Büyük Hun
İmparatorluğu “nu kuran daha sonra Göktürk ve
Uygur Devletleri”ne katılan ,onuncu yüz yılda da
Aral Gölü ile Hazar Denizi arasına yerleşerek müs-
lümanlık dinini kabûl eden Büyük Selçuklu , Ana
dolu Selçuklu ve 0smanlı İmparatoruğu”nu kuran
0ğuz Türkleri’ndendiler..
Yüzlerce yıl , 0smanlı İmparatorluğu”nun ileri savaş
gücü olarak kullanılmış, Rumeli”nin Fethi”nde en ön
safta yer almış ve bu yüzden EVLÂDI FATİHAN un-
vanını hak etmiş olan Yörükler”in torunları idiler..
Atalarının bir kısmı Rumeli”nin Fethi ve daha son-
raki yıllarda konar -göçer olarak , bir kısmı da Mü-
sellem Çiftlikleri”nde müsellem olarak çalışmışlar-
dı…
Kendilerine verilen çiftlik arazilerini ortaklaşa işle-
mişler, at ve koyun yetiştirmişler, yıllık geliri arala-
rında pay etmişlerdi..
Çok çeşitli devlet vergilerinden bağışıklı idiler ama ,
savaş zamanlarında devlete karşı yerine getirmek
oldukları bazı yükümlülükleri vardı….
Örneğin; padişahların çıkardığı fermanı hümayun
gereğince ,atları ile birlikte nöbetleşe olarak savaşa
katılmak zorunda idiler.... Bazıları da savaştan bir
kaç gün önce ileri çıkarak yol, köprü ve ormanları
açarlar, hendek ve siper kazarlardı…
Buradaki Yörükler ise, ordunun toplarını ve gülle-
lerini taşırlardı....0smanlı Devleti”ne karşı sürekli
askeri yükümlülük taşıyan bu beldenin Yörüklerine ,
savaş zamanlarında yaptıkları bu görevden ötürü
TOPKEŞAN YÖRÜKLERİ denirdi
Topkeşan Yörükleri de Rumeli Yörükleri gibi
dirlik arazileri üzerinde konar göçer olarak yaşa-
maya başladılar
Zamanla ,hayvancılıkta o kadar başarılı oldular
ki ,Devlet-i 0smaniye”nin padişahları onların ya-
şadıkları bu beldeye CELEP KEŞAN demeye baş-
ladılar..
0ndokuzuncu yüzyılın başlarında Çirmen San-
cağı’na bağlı Tekirdağ Kazası’nın Malkara dolay-
larından kalkan birkaç oba, develeri ve koyunları ilebirlikte bu beldeye geldiler..Kale Bayırı Etekleri’n-
den itibaren Enez , İpsala ve Malkara’ya doğru
uzanan geniş arazi üzerine yerleştiler..Yerleştik-
leri yerden uçsuz bucaksız gibi görünen ovaların manzarasına ve özellikle sonbahar ve kış mev-
simlerinde su altında kalan bu arazide yetişen
bitki çeşitliliğine, gür otlara, rengarenk çiçeklere
hayran oldular..
Hele sağda solda kanatlı birer dev gibi duran ve
rüzgâr estikçe kanatları dönmeye başlayan ve çok
uzaktan görünen yel değirmenleri kanatlarının
hareketli gölgeleri onlara bir masal diyarında ol-
dukları izlenimini vermekteydi... Büyülendiler!
Yerleştikleri yerin kayalıklarından kaynayan so-
ğuk suyu ve suyun oluşturduğu güzel bir pınarı var-
dı ..
Hayvancılık yapmaya elverişli idi...Arayıp ta bula-
madıkları yerlerden biri idi..Bir masal diyarına ben-
zeyen yüksekçe rakımlı bu araziye yerleştiler.....
Yün eğiriyorlar, halı-kiliim dokuyorlar, hayvan deri-
lerinden gök kubbeli çadırlar yapıyorlardı..
Devlete vergi vermiyorlardı ama gerektiğinde su
kanallarının , yol ve köprülerin onarımında çalışı-
yorlardı. ..Yerleştikleri bu yeri , âdeta bir müsellem
çiftliği’ne çevirmişlerdi..
Kırmızı-kara topraklar ; meyveleri, sebzeleri, ya-
bani bitkileri ve beslediği hayvanları ve onları do-
yuruyor, zamanı gelince de sıcacık kucağında ken-
dine dönüş -türüyordu.. Artık bu topraklar onların-
dı ve onlar bu topraklarındılar..
Uzaktan bakıldığında küçücük tepeler gibi görünen
Yörük Çadırları ve irili ufaklı koyunlar arasında sarı
bir buğday başağı gibi görünen Emine , işte bu top-
rakları mesken edinmiş , bu toprakların verdiği be-
sinlerle gelişmiş , burada kök salmış olan Kavruk Ö-
mer’in torunu idi... Kavruk Ömer Tekirdağ’da faali-
yet gösteren SARIKIZ TEKKESİ’nin müritlerinden-
di...Buralara niçin geldiklerini kimseye anlatma-
mış, milli bir sır gibi içinde saklamıştı..
Babası Kara Yusuf ise bu yöreye geldiklerinde, bıyık-
ları yeni çimleneye başlamış genç bir delikanlı
idi...İki yıl kadar sonra komşu obadan Zeynep ‘le
evlendi..
Evlendikten bir yıl kadar sonra da nur topu gibi bir
kızları oldu...Adını EMİNE koydular....Mutluydular..
Ama bu mutluluk uzun sürmedi.Çünkü Kara Yusuf,
Sarıkız daha bir buçuk yaşında iken eşini yitirdi..
Uzun sürmedi, yeniden evlendi....Emine , bu evlilik-
ten mutlu olamadan yaşadı..
Yıllar birbirinin üzerine yıkılıp durdu..Kara Yusuf’
un başka çocuğu olmadı...
Kara Yusuf’un yeni eşinden sonra tek yardımcısı
Sarı Kız’ı Emine oldu....
Emine onbeş yaşına bastı..Sarışın bir peri kızı-
na benziyordu.. .Sarışın bir dişi kurt gibi kayaların
üzerine çıkıp çook uzaklara bakıyor, sanki uzaklar-
dan gelecek birini bekliyordu..
0 kırların, bayırların, kuzuların, rüzgârın kızıydı...Rüz-
gâr çıktı mıydı, sarı saçları, yel değirmenlerinin kanat-
ları gibi uçuşuyor ,iki yana açtığı kollarıyla ,düşma-
na saldıran Amazon kızları gibi koşmaya başlıyordu
Tilkilerle yarışıyor, tavşanlarla bakışıyor, kartallarla kaçıışıyordu....Leylekler , turnalar , başının üstünde dolaşıyor , “İşt!İşt!” kuşları 0’na gün boyu “işt....
!işt! “diye sesleniyorlardı....Emine mutluydu..
0, buraların peri kızıydı!... Kuzular, koyunlar, kır-
lardaki çiçekler, otlar, kuş lar..0’nun arkadaşıydı...
0, Kalebayırı’nın , Değirmen Kırı’nın ,Kayalık Pınarı’
nın yıldızıydı.. Bu yaşa gelinceye kadar , bu kırlarda
koşmuş, yuvarlanmış, koyun gütmüş gülmüş, ağla-
mıştı...Her karışında acı-tatlı bir anısı vardı..
Annesinden sonra dedesini de, bu bereketli top-
rakların koruyucu ve kucaklayıcı bağrına emanet et-
mişlerdi..
Hemen hemen her gün Kayalık Pınarı Mevkii’n-
den fışkıran soğuk kayak suyundan içer, elini-yüzü-
nü yıkar, saçlarını ıslatır, komşu obadan Daniş-
ment Hasan’ın oğlu ve çocukluk arkadaşı ALİ ile
birlikte koyunları otlatırlardı..
Emine mutluydu...Kardeş gibi büyüdüğü, birlik-
te çalı-çırpı, odun taşıdığı, koyun güttüğü, yabani
bitkiler topladığı Ali ile beşik kertmesi sözlüydü..
Bir gün evleneceklerdi..Durum bunu gösteriyor-
du.
Doğduğunda beşik kertmesi ile sözlenen ve Kaya-
lık Pınarı Mevkii’nde sık sık bir araya gelen bu iki
genç , ergenlik çağına gelince birbirlerine karşı ço-
cukluk duygularından başka bir duygu ile bağlan-
maya başladıklarını da duyumsar oldular..
Her ikisi de bunu biliyor, hissediyor ve bundan
hoşnut olarak yaşıyorlardı... Bu yeni ve güzel duy-
gularla dopdolu olarak, zaman zaman, elma gibi
kızaran yanaklarıyla sert kayalar üzerinden süzü-
le süzüle akan Kayalık Pınarı’na koşarlar,kaynağın
soğuk sularında oynaşırlar, birbirlerine su atarlar,
rengârenk çiçeklerden taç örerler, topladıkları bit-
kileri Kayalık Kaynağı’nın berrak suyunda yıkarlar,
toprak ya da metal çanakta kaynatırlar, yaptıkları
karşımın tadına bakarlar, hayvanlara yedirirlerdi..
Dededen , nineden ve diğer yaşlılardan duyarak,
görerek öğrendikleri yöntemlere düşünerek ve
deneyerek öğrendiklerini de katarak yapmaya
çalıştıkları ilâçları, hastalanan hayvanlara verirler,
çalı-çırpının, dikenin çizerek kanattığı el ve ayak-
larında oluşan yaralara sürerlerdi..
Hayvanlara ve insanlara sık sık musallat olan has-
talıklar , onların bu uğraşılarını sıklaştırmalarına
bahane olur, Ali her fırsatta bir bahane bularak E-
mine ile ilâç yapmaya çalışırlardı..Bu yüzden Emi-
ne, Ali’nin:
-Gel kız! Dedemin, Tekirdağ Limanı’ndaki gemi-
cilerden öğrendiği ilâçlardan da yapalım,ister mi-
sin? Önerisini sevinçle karşılar, topladıkları böğür-
tlen, kuzu kulağı, kuzu memesi, kızılcık, ahlat, gü-
vem eriği, yer elması, papatya, dağ çayı,kedi otu,
nane, kekik, pelin otu ,süpürge otu, karahindiba,
soğan, sarımsak, ısırgan otu, ebe gümeci , buğday,
arpa, yulaf tohumu, mısır ,ıspanak, bakla, fasulye ,
acı kavun, gibi bitkileri soğuk kaynak suyunda gü-
zelce yıkarlar, karıştırlar, tadına bakarlar ,hayvanla-
ra verirlerdi..-
Emine ile Ali’nin konuştuğu konular yavaş yavaş
farkl laşmaya yeni bir yörüngeye oturmaya başla-
mıştı.
-Sarı kız , ölümsüzlük ilâcını da yapalım, ister mi-
sin?
-İstemem mi? Kim istemez ki?
-Neden istersin kız?
Emine , Ali’nin bu tür sataşması karşısında kızarır,
cevap veremez, kızaran yüzüyle önüne bakardı..
Yeni yeni duymaya başladığı bu sözlere bazen
su atarak karşılık vermeye çalışır, bazen de şen
şakrak sesiyle attığı kahkahalar , yalçın kayalıkları
sıyırarak geçer meşe ve ahlat ağaçlarının kalın dal-
larını örten sık yeşil yaprakların arasında eriyip
yiterdi.
-Emine sen bana inanmıyon ama, bu su gerçek-
ten şifalı kız!..Sanırım senin bu güzelliğin bile Ka-
yalık Kaynağı’nın suyundan ileri geliyodur!.. Bu su
şifalı olmasa, padişah efendilerimiz II.Bayezıt ile
Yavuz Sultan Selim’in sadrazam ve amiralliğini
yapmış olan koca Hersekzade Ahmet Paşa , yap-
tırdığı caminin şadırvanına bu suyu getirtir miydi?
Emine, Ali’nin iltifatlarla karışık bu tür açıklama-
larını büyük bir dikkatle ve ağzı açık dinlerdi...
-Doğru diyon ! Derdi...”Suyu ne kadar da soğuk!
Kimbilir kaç kolaç derinden geliyodur bu su?...
Öyle değil mi?”
“Evet Sarıkız ! derdi Ali de.....
-Çook derinden geliyodur..0nun için çok şifalı ol-
malı ..
Onun için bu su ile yapacağımız bitkisel ilâçlar
çok yararlı olabilir insanlara...Sakın unutma!....
Çok faideli olabilir!
Ali ,genellikle SARIKIZ diye seslenirdi Emine’ye..
Yalnızca Ali değil, adını bilmeyenler, y a da o anda
adını unutanlar da bu sıfatla çağırışlardı 0nu..“Sarı-
kız” diye çağırılmaya alışıktı Emine....Çocukluğun-
dan beri önce babasından, sonra da çevresindeki
insanlardan ve özellikle de Ali’den duyduğu bu ad-
la çağırılmak hoşuna giderdi..
Sarıkız güzeldi...“Güzel” sözcüğü 0nu tanımla-
mak için yeterli bile değildi...İncecik telli altın sarısı
gür saçlarını beline kadar salar, aynı renkteki şalva-
rı ile tam bir Yörük kızına benzerdi..Zaman zaman
yaşmağını çözer, Ali’nin görmesi için de bağlar gi-
bi yapardı...
Genellikle de onları tepede iki yana doğru ayırır,
ön taraftaki uzantıları ince bir belik şeklinde örer,
başının tam üstünden arkaya doğru ince bir çiçek
demeti gibi tokalardı.. Küçük pembe kulaklarını açık-
ta bırakacak biçimde arkaya doru taradığı saçlarını
ince bir belik haline getirirdi...
Çocukluğundan beri taktığı başörtüsünün altın-
dan bir kilim motifi gibi uzanan kalın sarı beliği ,ko-
şarken beline vururdu..
Ali ,bu görüntüsü ile 0’nu , genç bir taya benzetir-
di...Hele özene bezene çizilmiş ince iki hilâl gibi du-
ran kumral kaşlarının altında bir çift nazar boncu-
ğu gibi duran Saroz Mavisi gözleri , yatağında yatan
en ağır hatsalara bile gözlerini açtırtırdı.. Bu iki gö-
nül penceresinin arasından aşağı doğru uzanan kü-
çük burnu, büyük bir ustalıkla yapılmış “Yaradan’ın
Hikmeti” olarak yorumlanırdı..
0nu gören yaşlı Yörük Kadınları “tü!tü!tüü!” di-
yerek hafifçe yüzüne tükürürler, “Maaşallah!Maa-
şallah! ..Nazar değmez inşallah!” derlerdi.
Kısaca, Sarıkız’ın ince bir kavak fidanına benze-
yen uzun bedeni üzerindeki başı ; sarı saçları , ona
yakın renkteki kaşları ve sürekli gülümseyen dudak-
larının arasından görünen fildişi rengindeki sırma diş-
leri ile , pembe zemin üzerine oyulmuş ve usta bir sa-
natçının ellerinden çıkmış nefis bir kabartmaya ben-
zerdi..
Bahar aylarının son günlerinden biriydi....Emine,
iri çoban köpeği Karabaş’ı da yanına alarak koyun-
larını dehleye dehleye yola koyuldu..
Bitkilerden ilâç yapma konusunda sık sık danıştığı
Fatma Nine’nin çadırının yanından geçti... Renga-
renk çiçeklerle donanmış ve mis gibi bahar kokan
kırlara açıldı..Badem ağaçlarının dallarını süsleyen
beyaz pembe çiçekler, yerlerini yeşil çağlalara bırak-
mışlardı....Kayalık Kaynağı’na doğru yöneldi. ..
Tüüüppşş!..Tüppşşş!..Hadi çabuk oluun!0tlanma-
yı bırakın şimdi!..Ali’nin bugün bana bir armağanı
var!... Çabuk oluun!..”diyerek, elindeki meşe sopa-
sını sallayarak , koyunlara yön vermeye çalışıyor ,
bir an önce Kayalık Pınarı’na varmak istiyordu...
“Sana bir hediyem var Eminem!..Salı günü pınara
gel!” Diyen ve Emine’nin tüm ısrarına karşın ne oldu-
ğunu söylemeyen Ali’nin, kendisi için yaptığını söy-
lediği armağanını merak ediyordu..
Heyecandan kalbi hızlı hızlı atıyor, kalp atışlarına
eşlik edercesine havada salladığı kollarıyla koyun-
lara yön veriyor, ama mavi boncuk gözleri hep aynı
yöne bakıyordu..”Acaba Ali yeni bir ilâç mı yaptı? Ölümsüzlük ilâcını
bulmasın sakın!..Yok , yok, belki de bana renga-
renk çiçeklerden bir t aç yapmıştır..”sorularına
kendince cevaplar bula bula , Kayalık Pınarı Bayı-
rı’na ulaştı. Koyunları yem yeşil otların üzerinde
bırakarak tepedeki yaşlı badem ağacına doğru
koştu..
Badem ağacının altında soluklanırken, aşağıda
Kayalık Kaynağı’nın soğuk sularından oluşarak şı-
rıl şırıl akan pınarın yanı başındaki kayalıklar üze-
rinde tunçtan bir heykel gibi dimdik duran Ali’yi
ve taşlar üzerine serilmiş , üzerinde Turna Kuşu
motifleri bulunan kilimi gördü..
Bayırdan aşağıya doğru yürüdü. Kayalıklar üze-
Rinden seke seke pınarın en hızlı akan yerine geldi.
Kara gözlü, esmer tenli bu yağız delikanlı,Sarıkız’ı
sevinç çığlığı atarak karşıladı...
Emine’nin ellerinden tutarak, keskin kayalar üzerin-
den hızla akan soğuk pınar suyunu atlamasına yar-
dımcı oldu..Görünüşünden beklenmeyen bir incelik-
le Emine’nin önünde diz çöktü..
-Sultanım hoş geldin! Dedi..
Emine bu hitap karşısında kızararak :
-Hadi, hediyemi ver bakalım! Diyerek gülümsedi..
Ali’nin yüzündeki tebessüm daha da belirginleşti...
Bir kaç adım attı, kilimin yanına geldi...
-Topkeşan Yörükleri’nin en güzel, en iyi, en akıllı
kızına , gönlümün sultanına, bu tahtı armağan
hediyorum!..Kurtlar!Kuşlaar! 0tlaar!Kuzulaar! Ve
kırların bütün çiçekleri!.Bütün canlılaar! Ve Kaya-
lık Pınarı’nın soğuk suları!.Sizler bu olayın ve bu
büyük sevdanın tanığı oluuun! diye haykırdı
Emine, Ali’nin bu haykırışını şaşkın şaşkın ve bü-
yük bir merakla izlemekteydi...Âdeta granitten
yapılmış sarı saçlı bir heykel gibi bakakaldı.
0 an, dalların yeşil yaprakları arasında gizlenmiş
olan kuşlar, bu haykırışa bir yanıt verircesine hava-
landılar..
Ali eğildi, kilime doğru uzandı ve birdenbire hava-
ya kaldırıverdi..Sarıkız’ın, Saros mavisi gözleri şaşkın-
lık ve sevinç pırıltıları ile ışıldadı..
Ali’nin kaldırdığı kilimin altından, sert iki kayanın
oyulması ile yapılmış taştan iki koltuk ve birinin üze-
rinde çeşitli renkteki çiçeklerden örülmüş bir taç
duruyordu.
-Seni Topkeşan Yörükleri’nin Sultanı ilân ediyo-
rum...Bu koltuk senindir gönlümün sultanı! Yanın-
daki koltuk ta şehzadenizin! Beni şehzaden olarak
ka bul eder misin?
Emine o an, bedenindeki bütün kanın beynine hü-
cum ettiğini duyumsadı...Heyecandan direnci azalan
ayakları ile güçlükle yürüdü..Koltuğa oturdu...Eliyle,
Ali’ye de oturmasını işaret etti...
Ali , çiçekten tacı, taş koltuk üzerinden alarak, Emi-
ne’nin başının üzerine koydu..Eğildi...Evreni yaratan
ve insanı insan yapan o eşsiz evrensel duyguyla – sev-
giyle- Emine’nin ellerinden tuttu..Yanındaki taş kol-
tuğa oturttu...
-Kurtlar!Kuşlaar!Bütün bitkiler! Ahlat ve badem
ağaçları!..Kayalık Pınarı’nın soğuk suları ve gökyü-
zü!...Sizler, bu haykırışıma tanık oluuun!Emine’mi s
evi yoruuum! Sarıkız’ı seviyorum!.....Bu koltukların
adını da SEVGİ KOLTUKLARI koyuyorum!. Haykırı-
şı, dört bir yana dalga dalga yayılarak,Kalebayırı Etekleri’ni süsleyen Korudağ 0rmanları’nın yeşil
çam ve meşe ağaçlarının yaprakları arasında kaybol-
du..
Sarıkız’ın mavi gözlerinden sessizce akan mutluluk
göz yaşları, bu güzel olayın beklenmeyen sessiz ta-
nıkları olarak Kayalık Pınarı’nın soğuk sularına ka-
rıştı..
0 günden sonra Ali ile Emine, Kayalık Pınarı’na
her gelişlerinde sevgi koltukları’na oturarak, çıp-
lak ayaklarını ,Kayalık Pınarı’nın , insanın içine hu-
zur veren serinletici okşayışlarına bıraktılar....Ko-
yunlarını otlattılar, türküler söylediler, birbirlerine
maniler yaktılar.. Ali’nin, taştarı yontarak yaptığı
“sevgi koltukları” üzerinde, toprak ve bakır çanak-
larda kaynattıkları bitkilerden ilâçlar yaptılar; yap-
tıkları ilâçları,yeni daha çabuk ayağa kalkmaları için
yeni doğan kuzulara uyguladılar..
Kısaca, insana, dünyaya gelmenin en büyük mut-
luluk olduğunu duyumsatan bahar ve yaz ayları-
nın o uzun ama onlara kısacık gelen günlerini ,
gençlik heyecanlarının en temiz, en güzel duygu-
ları ile geçirdiler.
Bu yıllar ,0smanlı Devleti’nin zorlu yıllarıydı.....0s-
manlı Devleti bir yandan çeşitli yenilikler yapıyor,
bir yandan da çeşitli başkaldırmalarla uğraşıyordu ..
Zaman , II.Mahmut zamanıydı...II.Mahmut tahta
çıktığı 1808 yılında Alemdar Mustafa Paşa sadra-
zamlığa getirildi.....Sekban-ı Cedit 0cağı kuruldu..
Yeniçeriler isyan ederek saraya saldırdı....Alemdar
Mustafa Paşa katledildi..
İngilizlerle Kale-i Sultaniye Antlaşması yapıldı....
Ruslarla çatışmalar yaşandı..
Mısır Valisi Kavalalı Hicaz’daki Vahhabi hare-
ketlerine el koydu...Ruslarla Bükreş Antlaşması
imzalandı...
1821 yılında Yunan İhtilâli çıktı.. Binlerce sivil
halk öldü ve isyan beş yılda ancak bastırılabildi.
Verilen tavizlerle Sırp isyanı da bastırıldı..
Ayaklanan Mora Asileri Yunan bağımsızlığı ilân
ettiler... Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa ,
Mora Ayaklanmasını bastırması için davet edil-
di.
İnsanoğlu’nun yaptığı zaman takvimi 1825 yıl-
ını gösterirken Vaka-i Hayriye (Hayırlı vaka) olarak adlandırılan , Yeniçeri 0cağı ortadan kaldırıldı ....0-
nun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye 0r-
dusu kuruldu..
Ruslarla AKKERMAN ANTLAŞMASI imzalandı..
0smanlı Devleti’nin yaşadığı sorunlar bitmedi....
1827 yılında, Yunan Askerleri lehine , İngiltere,
Rusya ve Fransız Orduları,0smanlı Donanması’
nı NAVARİN’ de yaktı.....0smanlı Devleti cihat ilân
etti....
ve 1829 yılında OSMANLI DEVLETİ RUSYA İLE
SAVAŞA GİRDİ..
Sultan II.Mahmut, her ne kadar 0smanlı İmpara-
torluğu’ nun birlik ve dirliğini korumak amacıyla
yenilikler yapsa da çalkantılar bitmiyordu..ve bütün
bu olanlardan Ali ile Emine’nin elbette haberi ol-
muyordu.. ..Olsa ne değişirdi ki?
İmparatorluğun yaşadığı çalkantılar, beklenme-
yen bir yerden esen ve yel değirmenlerinin kanat-
larını döndüren güçlü bir rüzgâr ya da zehirli bir du-
man gibi yavaş yavaş onları da etkiledi.. Ve 0sman-
lı-Rus Savaşı yılında yeniden başladı.....
II.Mahmut, Yeniçeri 0cağı’nı kaldırdıktan sonra
kurduğu Asakiri Mansure-i Muhammediye adın-
daki yeni orduyu yeterince eğitememişti..
Bu yüzden “evlâdı fatihan” sınıfından yararlan-
mayı düşündü..Düzenlediği kanunnameyi sancak
beyleri’ne göndererek sancaklara bağlı kazalardan
asker toplanmasını ferman eyledi..
Kanunname kadılara iletildi..Kadı, padişahın em-
rini obalara duyurdu..
Ali’nin yaşadığı bölgedeki obaların ileri gelenleri
kararlarını açıkladılar..
Bu karara göre askere gidecekler arasında Ali de
olacaktı.
Ali on sekiz yaşlarında idi...Evlenmeye hazırlanı-
yordu....Ama bu evlilik gerçekleşemeden , bu kar-
gaşa ortamında Ali’yi de askere aldılar...
Balkanlar’da gerekli hazırlığı yapamamış, yeni kur-
duğu düzenli orduyu yeterince eğitememiş ve son
yirmi yıl içinde Avrupa ülkelerinden alınan borçların
ana parasını değil, faizlerinin bile ancak yarısını ödeyebilmiş olan 0smanlı Devleti , Rus 0rdularıy-
la doğru dürüst savaşamadan barış istemek zorun-
da kaldı...
Hiç kuşku yok, bu karara en çok üzülenler Ali ile E-
mine oldu.....Aylar ayları kovaladı..
Emine’nin hiç beklemediği bir zamanda , aniden
medyana gelen Ali’nin askere gitmesi olayı karşısın-
da âdeta Emine’yi şoka soktu..
20 ağustos 1929 yılında Edirne düştü..Rus 0rdula-
rı Edirne’ye girdiler..
Aynı yıl Ruslarla Edirne Antlaşması imzalandı..
0smanı-Rus Savaşı yenilgisinin getirdiği şok, Ke-
şan Halkı arasında büyük bir moral çöküntüsü
yarattı..
Binlerce inan pılısını-pırtısını toplayarak Doğu
Trakya’nın iç kısımlarına ve Anadolu’ya göç etti-
ler.
Bu beklenmeyen göç olayları sırasında SARIKIZ,
Oba İleri gelenlerinin önerilerine şiddetle karşı çıkı-
yor : ”Varlığımı bu topraklara borçluyum ben!İçim-
dışım bu topraklarla yoğrulmuş.....Damarlarımda
Kayalık Pınarı’nın suyu dolaşır..“Et tırnaktan ayrılır
mı buba?Her acıya katlanırım, bu kırları, bu toprak-
ları, bu Kayalık Pınarı’nı terk edemem! “ diyor, baş-
ka bir şey demiyordu..
Sonunda Sarkız’ı kimse ikna edemedi ve Kavruk
Ömer 0bası’nın bireyleri bu toprakları terk etme-
diler..
Aynı yılın eylül ayında Ruslarla yapılan ve 0smanlı İmparatorluğu tarihinin en acı antlaşmalarından
biri olan EDİRNE BARIŞ ANTLAŞMASI’nın ardından ,
göçebe çadırlarında yaşayan Topkeşan Yörükleri ve
özelikle EMİNE, savaşın getirdiği yıkımın ardından
bir daha yıkıldılar.... Çünkü epey uzun zaman geç-
mesine rağmen ALİ geri dönmedi..
Üç kıtaya yayılarak dünya imparatorluğu kurmuş
olan 0smanlı Devleti cehennem kazanı gibi kayna -maktaydı...
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa önderliğin-
de adını duyuran Mısır İsyanları baş gösterdi..Ka-
valalı Mehmet Ali Paşa , Filistin ve Suriye üzerin-
den ilerlemeye başladı. .... 1833 yılında Anadolu’ya
girdi..
0smanlı Devleti Mehmet Ali Paşa ile KÜTAHTA
Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı..Yardıma
davet edilen Ruslarla da HÜNKÂR İSKELESİ Antlaş-
ması imzalandı..
Ve Nihayet 1839 yılında ,Nizip’te ,0smanlı 0rdula-
rı bir kez daha Mısır 0rduları’na yenildi..
Ve bu yenilgi II.Mahmut’un gördüğü son yenilgi
oldu.. .
Çünkü, 30 yıl 11 ay tahtta kalan yenilikçi padişah
II.Mahmut aynı yılın ,1.7.1839 günü , Çamlıca’da-
ki ESMA SULTAN KÖŞKÜ’NDE, siroz-verem karışı-
mı bir hastalıktan öldü...Yerine Abdülmecit geçti..
Ama Ali yine dönmedi..
0 zamanlar ne telgraf ne telefon , ne televizyon ,
ne bilgisayar , ne de doğru-dürüst yol vardı..
Keşan , orta boy büyüklükte bir çiftlik, küçük bir
köy gibiydi....Ve de sürgün yeriydi.
Keşan Ovası’nı her yıl su basar , arazi su altında
kalırdı..Bu nedenle Keşan’a sulak arazi anlamına ge-
len RUSİON da denirdi.
Yıllar üst üste yıkıldı ama Ali Kayalık Pınarı Mev-
ki’ine yine dönmedi..
.Yaşamları asırlardan bu yana savaş öyküleri ile dop-
dolu olan Topkeşan Yörükleri, bu olaydan fazla etki-
lenmediler.. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyordu....
Ali gibi nice genç, Yaradan’a adanmış kurbanlık ko-
yun misali , efendilerin arzuları doğrultusunda sava-
şa gidiyor ve genellikle bir daha geriye dönmüyorlar-
dı. ..Geride kalan sevgililer de hep başkalarına eş
olmak zorunda kalıyorlardı..
1914 yılında başlayan I.Dünya Savaşı yıllarında yakı-
lan türküde söylendiği gibi “ Giden gelmiyor/Acep
nedendi?”
Emine perişan bir haldeydi....Ama buna rağmen
Sarıkız’ın gözlerindeki Ali’ye kavuşma umudu asla
sönmedi..
Gerçi o devirde askere gidenler kolay kolay geri
dönmezlerdi ama, bu kadar uzun süreceğini de hiç
düşünmemişti. 0ysa şimdiki Ispat Cami Mahallesi’
nde ve hanların bulunduğu Büyük Cami Mahallesi çevresindeki daracık ,tozlu-topraklı ve bol rüzgârlı sokaklarda, örneğin; şimdiki adlarıyla Harman So-
kak, Patlıcancı Sokak, Kazancı Bayırı Sokak, Karluk
Sokak, Ova Sokak, Bahçe Sokak, Süleyman Zati So-
kak, Rüstem Paşa Sokak, Eski Hamam, Balkan Sa-
vaşı’nda ,Bulgarların top gülleleri ile yıkılan Kırmızı
Cami, Süleyman Zati Dergâhı, (Büyük Cami Şadırvan-
lı Cami -Kurşunlu Cami adlarıyla da anılan ve mus-
luğundan Kayalık Kaynağı (Sarıkız Pınarı suyu akan Hersekzade Ahmet Paşa Cami Şadırvanı’nın ve
Hamamı’nın muslukları ve az daha ilerdeki Kasap
Çeşme’nin ve Keşan Derebeyi Alişah Bey Çeşme-
si’nin kalın musluğundan akan Kayalık Pınarı Suyu
buralardaki canlılara hayat vermeye devam ediyor-
du.. Ancak Alemdar Baba , Amel Baba mezarı civa-
rındaki sokaklarda sık sık salgın hastalıklar çıkma-
kta; verem, zatürre, tifo, tifüs, sarılık, uyuz , kuduz,
kellik ,kızıl, kızamık, su çiçeği gibi bulaşıcı hastalık-
lar , insanları zamanından önce dalından düşen kurt-
lu meyveler gibi aile ocak larından koparmakta, aile bireylerinin yüreklerinde kök salan sevgi fidanları-
nın taze söğüt dalları misali, kırılmasına neden ol-
maktaydı..
1924 mübadelesiyle , yani 93 Harbi olarak bilinen
0smanlı-Rus Harbi’nden kırk altı yıl sonra, Drama’
dan göç ettirilip Keşan’a yerleştirilen ebeveynleri-
me , 0smanlı Dönemi’nden miras kalan cehalet ,
yokluk ve kıtlık gibi nedenlerle , yaklaşık yirmi yıl
içinde , hepsi birer süt kuzusu olan tam beş evlât-
larının, onları sarıp sarmaladıkları kolları arasından,
çaresiz bakışlarla nasıl koptuklarının acısını görmüş, yaşamış biriyim ..
Bu durum yalnızca benim değil , o günleri yaşayan
he men hemen herkesin başına gelmiş bir olaydı..
Gelelim efsanemizin devamına:
Emine dağılmış haldeydi....Bütün hayalleri, umut
ları bir anda yok olmuş, yaşama direnci azalmış, 0’nu
hayata bağlayan en güçlü bağı yitirmişti..Ali dönme-
mişti..
Gönül yarası’nın dayanılmaz acısıyla ,dalından
koparılmış taze bir çiçek gibi sararıp solmaya başla-
dı....
Bir gün Keşan Kalesi’ne , bir gün Sivri Tepe, bir
başka gün Yumurta Tepe üzerine çıkıyor; hafif rüz-
gârda sağa-sola savrulan saçlarını baş örtüsüyle ka-
patmayı düşünemeyecek haldeki görünümüyle, Sa-
ros mavisi gözlerini ,bazen Keşan-Uzunköprü, bazen Yenimuhacır Köyü tarafından Keşan-İstanbul Yolu’
na dikerek, ızdırap dolu bir yürekle bakıp duruyor,
elinde bir çıkınla uzaklardan görünür umuduyla Ali’
sini bekleyip duruyordu..
Arada Ali ile birlikte bitkisel ilâçlar yapmaya çalış-
tıkları beyaz tenli ellerini, tarihsel-kutsal bir sırrı
saklarcasına sıkarak havada sallıyor, ayaklarını ter-
temiz sevgisine tanık olmuş toprağa ve sırtını bulut-
lara dayamış tunçtan sarı bir heykel gibi durarak
kendince uğradığı haksızlığı ve bu yüzden çektiği
acıyı bütün dünyaya duyurmak is- tercesine:
“ Alim’i neden öldürdünüz? Alimi öldürmeye ha-
kınız yoook!” diye haykırıyordu..
Bu haykırış karşısında, otlar arasına gizlenmiş olan
kaplumbağalar yürümeye başlıyor; kuşlar, tünedik-
leri yerlerden birdenbire havalanıyor, gri tüylü
kır tavşanları kulaklarını havaya dikiyorlardı..Son-
ra birdenbire tepe lerden aşağıya iniyor , otları eze
eze, çalıların üstünden atlaya atlaya, dikenli deve
tabanı çiçeklerine çarpa çarpa Kayalık Pınarı Mev-
ki’ne doğru deli gibi koşuyor, otlamak için bıraktığı
koyunlara kuzulara bile bakmadan sevgi koltukları’
na oturarak ,karşısında Ali varmışçasına kendi ken-
dine saatlerce konuşuyor, askere göndermezden
önce Ali’ye verdiği sözü yineleyip duruyordu....
“Sana sözüm olsun, seni bekleyeceğim! Ben seni-
niim !Ben sana aitim! ...Ben seninim!... Gel artıkl
Geel!!.....Eğer gelmezsen....!” Sözünü tamamlaya-
madan hüngür hüngür ağlamaya başlıyor, koyunla-
rın başına gidiyor, “Tüüüpş! . Tüüüpşş! ...00haa!”
Seslenişleri ile koyunları güdüyor, günlerini doldu-
ruyordu..
Safran Sarısı saçlı Emine’nin bu durumunu gören
Yörük ler onun çıldırdığı kanısına kapıldılar..Sarıkız
kimseyi duymuyor, kimseyi dinlemiyordu....Sevdik-
lerinin söylediklerine dalgın ve anlamsız gözlerle
bakıyor:
”Burası benim vatanım!..Buralara gelmeye hakları
yok! Alim’i öldürmeye hakları yok!..Burası benim
vatanım! Burası benim vatanım!” diyerek bağırı-
yor , koyunları oldukları yerde bırakıyor, uzaklaşıp
gidiyordu...
Emine, bazı geceler çadıra da gelmez oldu.. .0’nu
görenler , Emine’nin , Kayalık Pınarı Mevkii’nde ,
kayaları okşayarak şırıl şırıl akan suya baka baka
kendi kendine konuştuğunu, kahkahalar attığını,
türküler mırıldandığını , bazen da “sevgi koltuk-
ları” nın birinin üzerindeki toprak çanaklarda bir
şeyler karıştırdığını ve bazen da uyuduğunu söy-
lüyorlardı..
Emine, ne babasının , ne de başkalarının uyarıları-
nı dinliyordu artık...
Kayalık Pınarı Mevkii, Emine’nin bu haliyle öylesi-
ne özdeşleşti ki, bu bölgeyi tanımlamak isteyen Yö-
rüklerden bazıları ,artık buraya Kayalık Pınarı yerine
ÇILDIR demeye, “Çıldır’dan geliyom kız! Çıldıra su
almaya gidecem! tanımlaması ile konuşmaya baş-
ladılar..
Çıldıran Sarıkız’ı kendine gelmesi için, birbirlerine
ve kendisine evlenmesi gerektiğini söylediler.0na
uygun delikanlılar buldular...Ama Sarıkız, söylenen-
lerin hiç birini duymuyor, kendisine yapılan öneri-
lerin hepsini kulak arkasına atıyordu..
Ama bir gün , kendisine ızdırapla yalvaran babası-
na:
-Buba!Benim çektiğim et yarası değil, kemik yarası
değil!Benim çektiğim gönül yarası buba !Meğer
gönül yarası çabuk geçmezmiş buba !.Kusuruma
bakma!.Ben evlenmeyeceem ! Diye haykırınca,
Emine’nin babası Kara Yusuf, gözlerinde beliren
bir mutluluk ışıltısıyla kızına sevgiyle baktı..Daha
fazla ısrar etmedi..Başka bir şey demedi..Geriye d
öndü.. ..Değirmen Kırı’ndaki yeldeğirm nine doğru
çılgın gibi koşmaya başladı....
Koşarken , bir yandan da kendi kendine söyleni-
yordu: “Rabbim sana sonsuz şükürler olsun! Emi-
nem çıldırmamış meğer!..Eminem sevda acısı çeki-
yormuş ! Eminem, Sarıkızım çıldırmamış Allah’ım!!” haykırışı , ahlat ve badem ağaçlarının yeşlil yaprak-
ları arasında sönerken , kendisi de ,Kayalık Pına-
rı’ndan aşağıya doğru , rüzgârda dönmekte olan yel değirmeni kanatlarına nispet yaparcasına döne
döne koşmaktaydı..
Bu gün, Kara Yusuf’a verilebilecek en büyük ar-
mağan ancak bu olabilirdi..
Büyük başın büyük derdi oluyordu....Osmanlı
Devleti’nin başı dertten bir türlü kurtulmuyordu..
Yapılan antlaşmadan sonra Ruslar geri çekilmiş, fa-
kat bu kez Kavalalı Mehmet Ali Paşa 0smanlı’yı
uğraştırmaya başlamıştı.Kavalalı Mehmet Ali Pa-
şa, Filistin ve Suriye’den ilerleyerek Anadolu’ya
girdi....
0smanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa ile Kütahya Ant-
laşmasını imzaladı... Bir yıl sonra Mehmet Ali Paşa’
ya yardıma çağrılan Ruslarla da HÜNKAR İSKELESİ Antlaşması yapıldı..
Yıllar birbirinin üzerine yığılmaya devam etti.!.Za-
man su gibi aktı geçti....Dünya güneşin çevresinde
bir kaç kez daha döndü..Takvimler 1831 i gösteri-
yordu..
Bu kargaşa ortamında büyük salgın hastalıklar baş
gösterdi...
Keşan Halkı salgın hastalıklar yüzünden sarı saman
parçaları gibi savrulmaya başladı...”Bir kıran geldi ki
sorma!” Kırdı geçirdi ortalığı’!” sözleri , dilden dile
dolaşır oldu...
Keşan Mezarları salgın hastalıklardan ölen, insan
bedenleriyle doldu taştı..
Sıtma, verem, kızıl, kızamık, sarılık ,akıl hastalık-
ları ve cinsel hastalıklar fukara ocaklarına yanardağ l
âvları gibi düşmeye başladı..Pek çok ocak söndü.....
0smanlıRus Savaşı’na karşı çıkan Keçezizade İzzet
Molla , savaşa karşı çıktığı için Keşan’a sürgün edil-
mişti... Ama elbette ne 0’nun Sarıkız’dan, ne de Sa-
rıkız’ın ondan haberi vardı..
Ama Keşan Halkı büyük yokluk, kıtlık ve sıkıntı için-
de yaşamaktaydı..
Keçezizade İzzet Molla Keşan Halkı’nın y aşadığı
Bu durumdan çok etkilenmiş ve Mihnet-i Keşan (SıkıntıÇekenler ) adlı , çok uzun bir manzumeyi ka-
leme almıştı..
İşte bu ortamda Emine’nin babası Kara Yusuf , sal-
gın bir hastalık sonucu ölünce, Emine bir kez daha
titredi.
Ali’nin yokluğu üzerine gelen babasının da ölümü, acılarına tuz-biber ekmişti..Ama kendisini iliklerine
kadar bir kez daha titreten bu ölüm 0’nu kendine
getirdi..
Emine akıllı kızdı....Düzeltemeyeceği bu durum kar-
şısında, sonsuz yeisler içinde eriyip gideceğine , yaşa-
dığı durumu kabullenip hayata buradan başlamanın
daha akıllıca olacağını kabul edip, içine sürüklendiği
durumu kabullendi..
Ağlaşmanın, sızlanmanın kimseye, hatta kendisine
bile bir yarar getirmeyeceğini anlayıverdi...Babası-
nın ölümü, 0’nun daha da perişan olacağını bekle –
yenleri düş kırıklığına uğrattı...
Altın sarısı saçlı Yörük kızı Emine,babasının ölümün-
den sonra sakinleşti, durgunlaştı..Yine de eskisi gi-
bi koyunları alıyor, kırlalar çıkıyor, Kayalık Pınarı
Mevkii’ne gidiyor,yabani bitkileri topluyor, “sevgi
koltukları” yanında , Kaynak Pınarı Suyu ile karıştı-
rıyor, kaynatıyor, kendince ilâçlar yapmaya çalışıyor-
du..,
Yaptığı bu ilâçları babası için de kullanmamış olma-
nın pişmanlık duygusunu da yaşıyordu..
Yani , bir mucize olmuş; salgın hastalıkların affetme-
yen pençesine yakalanan İnsanların çaresizlik içinde
kıvrandığı bu günlerde, Emine kendine gelivermişti..
Gidenin ardından kendini salıvermenin, üzülüp dö-
vün -menin, insana, yıkımdan başka bir şey getirme-
yeceğini anladı....Ali’den sonra babasını da yitirme-
sinin ruhunda doğurduğu ızdırabın ,kendisini çökü-
şe sürüklediğini fark ediverdi.. .....
Birdenbire toparlandı..
Bundan böyle, Ali sağ olsa idi, ne yapacaklarsa onu yapmaya karar verdi....
Ali ile birlikte yaptıkları ilâçları yeniden deneyecek, hastalığa yakalanan hayvanlara ve insanlara verecek-
ti..
Nasılsa, hastalıklar, korkunç bir kabus gibi yakaladığı
canlıyı alıp götürüyordu...Hastalanan insanlara yararlı
olabilrim, diye düşündü....Sevgiyle ve bilgiyle yapılan
her iş az da olsa bir yarar sağlamaz mı idi?Ali sağ olsa
idi, yine aynı şekilde davranmayacaklar mıydı?.Böyle davranacaklarına emindi..
”Bismillah!” diyerek kollarını sıvadı.... Buğday sarısı
saçları, Değirmen Kırı Yeldeğirmenleri’nin kanatlarını
döndüren rüzgârda, tarladaki kıpraşan buğday başak-
ları gibi sallandı..
Bakır kapları kaptığı gibi Kayalık Pınarı’na koştu.... Yerkürenin bilinmez derinliklerinden hayat suyu
gibi fışkıran soğuk kaynak suyunu kaplarına dolduru-
yor, önceden bildiği, tanıdığı bitkileri toplayıp yıkı-
yor, taşlarla yaptığı ocak üzerindeki bakır kaplarda
kaynatıyor ve ilk tatma denemelerini kendisi yapı-
yor, Ali yanında imiş gibi , kendinden geçmiş halde
0’nunla konuşuyordu ..
Kararınca, kaplumbağa, balık,salyangoz,kurbağa,
kızılcık, ahlat, çağla, badem, böğürtlen, güvem eriği,
kuzu kulağı, kuzu memesi , kekik, papatya, zencefil,
ebe gümeci, eğretli otu, nane, fesleğen, çörek otu,
kara biber, kırmızı biber, domates, yoğurt, tereya-
ğı, kısaca işine yarayacağını düşündüğü ne varsa
topluyor, ilâçlarına malzeme yapıyordu..Küçük bir
cam şişeye doldurduğu Kayalık Pınarı Sülükleri’
ne ise bayılıyor,
obada, bir çok insanı bu sülüklerle iyileştirdiğini
söy üyordu. Onun bildiği bazı hastalıklarda , derinin
uygun yerlerine yapıştırdığı sülüklerin , hasta insanın
kirli kanının emerken nasıl irileştiğini gözlüyor, daha
sonra, elinde tuttuğu tas içindeki külün içine “paat’
diye düştüğünü görünce sevinçten havalara uçuyor,
”tamam, bu iş oldu! İyileşecek” diye haykırıyordu..
Şaşmaz düzeni ile birbirinin üzerine yıkılıp giden gün-
lerin ardından Sarıkız, yavaş yavaş kendisinin bile beklemediği ama tüm kalbiyle arzu ettiği mutlu
gerçeği yaşamanın verdiği hazzın doruklarına tırman-
maya başladı..
Yaptığı ilâçları kullanan çaresiz insanlar ve hay-
vanlar hasta yataklarında canlanıyor, iyileşiyor-
lardı..
Gözler, sevinç pırıltılarıyla ışıl ışıl ışıldamaya başla-
mıştı... Yüzlere nakış nakış işlenmiş bezginlik çizgileri, yerlerini umut ve mutluluk çizgilerine bırakıyordu..
Sarıkız’ın yaptığı ilâçlar, Yörükler üzerinde kara bir
belâ gibi dolaşan salgın hastalıkların öldürücü pençe-
lerini teker teker kırıyordu..
İlâçları kullanan hastaların sayısında her geçen
gün gözle görünür bir artış gözleniyordu..Yörükler
sevinç içinde idiler..Sarıkız’ı , kendilerine Allah tara-
fından gönderilmiş ve kendisine keramet verilmiş bir
kız olarak görmeye başladılar..
Sarıkız da, yüreğini yakıp kavuran ayrılık acıları
Yavaş yavaş unutur oldu..Yaşadığı kötü olayları ka-
der olarak kabul etti...Ali’ yii yitirmiş olmanın hüznü
ve ızdırabı yerine, hasta lara yararlı olmanın verdiği
büyük mutluluk duygusunu ya -şamaya başladı..
Dur durak bilmiyor, gecesini gündüzüne katarak
uğraşıyordu...Hem koyunlara bakmak , hem ilâç
yapmak kolay iş değildi....Ama bu uğraş 0’nu yaşa-
ma bağlıyor, Ali’siz yaşama azmini kamçılıyordu...
Sarıkız’ı karşılarında gören hastalar, birdenbire can-
lanmaya başlıyor, hastalar:..
Sanki bir melek görüntü gözüme! 0ndan sonra
kendime geliverdim! “ diyorlardı. 0’na adını sorma-
yı bile akıl etmiyorlar , “Sarkız , Sarıkız “ diye çağırı-
yor, 0nu öyle tanımlıyorlardı...Çünkü 0, zaman za-
man beline kadar uzanan belik belik sarı saçları, 0-
na uygun kumral renkli hilâl kaşlarıyla bir peri kı-
zını ya da antik Yunan Tanrıçaları’nı andırıyordu....
0, Topkeşan YöRükleri için ve bütün hastalar için
Sarı saçlı bir melek, bir SARIKIZ’DI..
Artık salgın hastalıkların görünmez örtüsüne bü-
rünerek gelen Azrail’in görünmez kılıcı altında can
vermekten tedirgin ve çaresiz Yörükler arasında
sevinç rüzgârları esiyor, gülümsemeyi unutanlar gülebiliyorlardı..
Sarıkız’ın mucizesi Rum Mahallesi’ndeki insanlar
tarafından da duyulmuştu.Emine, Rum Mahallesi’n-
deki kesme taştan yapılma evlerde oturan insan-
lar arasında “Sari Kiz!.Sari Kiz !” olarak tanımlanı-
yor, kendi hastalarına da gelmesi için aranıyor ve
hatta yalvarılıyordu.
Bazı Rum Kadınları:” Vallahi Hızır gibiymiş Mari!.
Bu kiz insan değil sanki bir melek!...0’nun yaptığı
ilâçları kullanan hastalar yeniden doğmuş gibi can-
lanıp, ayağa kalkıyorlarmiş kiiiz!..diyerek , 0’nu
öve öve bitiremiyorlardı..
Cehalet diz boyuydu..0kuma-yazma oranı neredey-
se sıfır denecek düzeydi idi.. ...Çünkü okul yoktu
Kur’an okumasını bilenlerin çoğu yalnızca okuyor
ama, okuduklarının ne anlama geldiğini bilmiyorlar-
dı..
Edinilen bilgiler , yaşlıların anlattığı kulaktan duy-
ma bilgilerdi....Böyle ortamlarda in-cin-peri söylen-
tileri yaygınlaşır, kulaktan duyma, aslı astarı olmayan
söylentiler gerçekmiş gibi anlatılır ve bunlara inanı-
lırdı..
Sarıkız’ın Efsanesi Hersekzade Ahmet Paşa Mahal-
lesi Yörükleri arasında da yayıldı...Kavruk Ömer’in
torunu imiş..Kara Yusuf’un kızıymış..Öksüz büyümüş..
Altın sarısı saçları varmış....Gülünce yüzünde güller açarmış....Gözleri gök gibi, bakışları ok gibiymiş, 0’
nun gözlerini gören hastalar, yaralarına Lokman
Hekim’m merhemini kullanmış gibi rahatlarlarmış. Gözlerindeki deniz mavisini görenler hemencecik iyileşirlermiş ..
Hatta 0nun yaptığı ilâçlar Lokman Hekim’in ilâçla-
rından bile daha etkiliymiş...” söylentileri, kulaktan
kulağa yayılıp durmaktaydı.. Sarıkız’ın gönlü her ge-
çen gün açılyor, tüm insanlara yararlı olma arzusu-
nun ateşi ile tutuşup duruyordu...Zaman zaman , yal-
nızca duvar yıkıntıları kalmış olan Topkeşan Kalesi’
ne çıkıyor, açık havalarda oradan Saros Denizi’nin
maviliklerine dalıyor, sonra aşağı inip koyunların ba-
şına geçip onları toparlamaya çalışıyordu..
Bir başka gün de yüksek tepelerden birine çıkıyor,
Padişah II.Mahmut’un yeniden yaptırdığı ve Seydi-
köy üzerinden geçen stabilize Uzunköprü-Keşan
Yolu’na bakıyor, “Bu yolun sonundaki insanlar bu
salgın hastalıklarda ne yaptılar acaba? Kim bilir kaç
kişi sevdiğini yitirdi? Kim bilir kaç ocağa ölüm ateşi düştü?diye düşünüyor, üzülüp duruyor, onlar için
dualar ediyor, yaptığı hastalara iyi gelmesi konusun-
da yüce Yaradan’a yalvarıyordu...
Ancak bütün bu olanlara karşılık Emine yine de hu-
zursuzdu...,Bunca zaman geçmesine karşın, halâ yüre-
ğini yakan ayrılık ateşi 0’nu cayır cayır kavuruyordu..
“İçimden her geçen gün büyüdüğünü hissettiğim bir
ur, bir türlü atamadığım bir sıkıntım var..”diyor, Ali’
siz yaşamayı kabullenmek istiyor, fakat beceremiyo-
du...
0nu unutmak istiyor , unutamıyordu..Çocukluğun-
dan beri yaşadığı , insanını, hayvanını, bitkisini tanıdı-
ğı bu arazide kendini yapayalnız hissediyordu...
Ali’siz yaşamak zoruna gidiyordu...”Bizim yaşadığı-
mız sevda böyle yarım kalmamalıydı, ama yarım kal-
dı.
Neden yarım kaldı?” diyerek kendini yiyip bitiriyor-
du...Ne hikmetse, yüce Yaradan bu tür sevdaları hep
yarım bırakıyor; Aşık’ı maşuk’una kavuşturmuyor...
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı’nın
aşkları yarım kalan aşklar değil miydi?.diyor, bunun
bir açıklaması olmalı “ diye düşünüyor,....Ama man-
tıklı bir açıklama getiremiyordu....,Birdenbire yerin-
den kalkıyor , kirmeniyi eline alarak “dehh!..dehh!... tüüpş!..” diye bağırarak çayıra saldığı koyun sürüsü-
nü bir araya getirmeye çalışıyor, başarılı bir şivan
gibi davranıyordu..
Evet evet 0, hem iyi bir bitkisel ilâç yapımcı, hem
iyi bir ŞİVAN, hem de iyi bir behrivandı.. Tek arka-
daşı koyunlar ve kuzulardı..
Koyunların ve kuzuların hepsine, obasının çatal
şeklindeki tamgasını vurmuştu...En sevdiği koyu-
nun boynuna bağladığı nazar boncuğunu okşar,
koyunları ve kuzuları bir erkek gibi çok başarılı bir
şekil de güderdi..Acıktığı zaman koyunların sütünü
sağar, orada kaynatır içerdi...Zaman zaman obaya
gidip ekmeğini, azığını hazırlayıp sürüsünün başına
gelir; ikiüç gün çadırına dönmezdi.. Çünkü Alisiz
yaşamak 0’na iç sıkıntısı veriyor, Ali’siz yaşamayı
bir türlü içine sindiremiyordu...
Yaradan’a sitem etmek ise, aldığı dini terbiye gere-
ği harcı değildi...Yaşadıklarını “Kader” olarak kabul
ediyor , canı gibi sevdiği, kendinden bir parça olarak gördüğü koyunlar bile 0nu teselli edemi yordu.
0tlatmaya çıktığı koyunları, kuzuları bile kırlarda u-
nuttuğu oluyordu.. Dalgındı...çok dalgındı.. ..Sanki,
yer kabuğunun derinliklerine iniyor, Kayalık Pınarı
Suyu’nun kaynadığı yerlere kadar gidiyordu..0nu bu
durumdan kur tarmak isteyen büyüklerinin iyi ni-
yet önerilerini geri çeviriyor :“Ben evlenmeyecem!
Ev lenmeyecem! Evlenemem!......Diye haykırıyor-
du..Tek teselliyi Kayalık Pınarı Mevkii’nde buluyor-
du....
Çünkü burada Ali ilke olan ortak hatıraları vardı...
O’nu , ulaşılması çok zor olan düşünce derinliklerin
çıkaran tek şey, Ali ile yaşadıklarından kalan hatıralar-
dı..
Kale Bayırı , Kayalık Pınarı ya da Değirmen Kırı
Yörükleri, artık Emine’nin bu haline alışmışlardı...
Onu ya çiçek toplarken ya da sevgi koltukları üze-
rinde otururken görüyorlardı..
Dünya güneşin çevresinde pek çok kez döndü....
Yıllar yılların üstüne yığılıp durdu...Yaklaşık yirmi yıl-
lık bir zaman höyüğü oluştu. Bu höyük altında SARI-
KIZ’A ait bilmediğimiz bir çok anı kaldı.... ve bir gün
bir hıdrellez sabahında yüzlerce yıllık geleneklerini
yerine getirmek için ahlat ve meşe ağaçlarının süs-
lediği Kayalık Pınarı Mevkii’ine gi den Yörükler , hiç
ama hiç beklemedikleri bir manzara ile karşılaştılar.....
Sarıkız Emine, sevgi koltukları’nın birinin üze-
rinde , başında renkli çiçeklerden yapılmış çiçekten
bir taç olduğu halde , sırtını taş koltuğun arkasındaki kayaya dayamış durumda , granitten yapılmış ölüm-
süz bir heykel gibi, Ali’sine kavuşmuş vaziyette bul-
dular..
Topkeşan Yörükleri’nin SARIKIZI ölmüştü...
*
Yörükler, ışıksız, yolsuz, çeşmesiz , teknolojisiz ge-
çen günler , ortalığı kasıp kuvuran salgın hastalıklar
ve savaşlarla geçen ömürlerine karşın , Sarıkız’ın
ölümü karşısında şaşkına döndüler..Üzgündüler...
Sarıkız’ın neden öldüğünü bilemediler.. Tahmin de
yürütmeler..0nun ölümüne “kader” dediler.”Ali’sine
kavuştu” diyerek teselli oldular ve 0nu zamanın hö-
yüğüne gömdüler.
Dünya , Sarkız’ın ölümü üzerinden sonra ,güneşin çevresinde belki on, belki yirmi , belki otuz kez dön-
dü.. ..Ama Sarıkız, Kayalık Pınarı Mevkiindeki Yörük-
ler arasında hiç unutulmadı..
Hekimsiz , ebesiz, hemşiresiz yıllarda , yakalandıkları bulaşıcı hastalıklardan , Sarıkız’da öğrendikleri ilâçlara benzer ilâçlarla kurtulmaya çalıştılar....
Ondan öğrendiklerini birbirlerine anlattılar..
Özellikle ölüm günü olan ve mayıs ayında kutlanan
her hıdrellez sabahı , 0’nun hatırasını gönlünde yaşa-
tanlar , 0nu ,Kayalık Pınarı Mevkii’nde saygıyla, sev-
giyle, hürmetle andılar..
Zaman yine o şaşmaz düzeniyle , Kayalık Pınarı’nın
Suyu gibi aktı durdu......Abdülaziz’den sonra II.Ab-
dül hamit zamanına gelindi....
Takvimler 1877 yi gösterirken , 0smanlı Devleti’nin
Ruslarla savaşa gireceğini öğrendiler... 1877 yılında Ruslarla yeni bir savaşın çıkacağı söylentileri Topke-
şan Yörükleri arasında huzursuzluk yarattı..İnsanlar
bir türlü bitmek bilmeyen savaşlardan , askere gön-
derdikleri evlâtlarının geri dönmemesinden bıkmış -lardı...Merak ve endişe dolu bir bekleyiş , karasaban
gibi çöküverdi hepsinin üstüne....ve sonunda felâket
geldi çattı....0smanlı Devleti çeşitli iç çatışmalar için-
de çalkanıyor, komutanlar arasında çekememezlik
hüküm sürüyordu ..
İşte böyle bir ortamda ve Rumi takvime göre 1293
yılında başladığı için 93 Harbi adıyla anılan 1877 yılın-
da Balkanlarda başlayan 0smanlı -Rus Harbi’nde
Rus 0rduları büyük bir saldırıya geçtiler...
Gazi 0sman Paşanın Plevne’de yazdığı destana rağ-
Men Plevne düştü .
Topkeşan Yörük leri de bir çok genci askere gönder- di....Çoğunun başına Ali’ nin başına gelenler geldi.
Balkanlardaki Türk ve Müslüman ahali , çoluk-ço-
cuğu ile birlikte evini-barkını bırakarak kar-kış deme-
den , öküz arabalarıyla, katırlarla, mandalarla , kağnı arabalarıyla, yalın ayak , başları kabak bir şekilde yol-
lara döküldü.. ....Sonuç bozgundu..
Gidenler arasından bazen beş, bazen on yıl sonra
geri dönenler olmaktaydı ama 93 Harbi Savaşı için gidenlerin çoğu hiçbir zaman geri dönmediler..
20.0cak.1878 günü Rus 0rduları Edirne’ye girdi..
Edirne 13 Mart.1879 tarihine kadar Rus İşgali’nde
kaldı....
Edirne’nin bir çok yeri baştanbaşa harap edildi..Rus
atlıları köy ve kasabaları yaka yıka Enez’e kadar ilerle-
diler.. Saros Denizi’nin sularını kirlettiler...
Topkeşan Yörükleri’nden ,savaşa top, gülle, ikmâl
malzemesi taşııyıp, asker olarak gidenler olduğu gibi,
göçlere katılanlar da oldu
Edirne’nin işgâli ile birlikte ,kendini 0smanlı Devle-
ti’nin ve padişahın kulu kabul eden binlerce insan,
daha gerilere, Anadolu’ya göç etti... Yıkım korkunç -tu....Balkan Toprakları hemen hemen tamamen kay- bedildi..
Yoklu, kıtlık, susuzluk, salgın hastalıklar yine baş gös-
terdi...
Topkeşan Yörükleri , başlarına tebelleş olan bu musi-
beti yine Sarıkız’dan miras kalan bitkisel ilâçlarla savuş-
turmaya çalıştıar..Sarıkız’ı tanımamş olsalar da , hatı-
rasına sadık kalarak adını zaman zaman andılar..
Bir yıldan fazla süren Rus İşgali’nin ardından Ruslar
geri çekildi...
Yurtlarını terk edip Anadolu’ya kaçanlar bir daha sa-
vaş çıkmaması dilekleriyle geri döndüler... Fakat
toplumsal olaylar, iyi niyet dileklerinin dışında cere-
yan eden bazı toplumsal yaslara bağlıydılar..Bu yüz-
den, acı çeken TopKeşan Yörükleri’nin bu dilekleri
hiçbir zaman yerine gelmedi...
0smanlı Devleti bir çöküş dönemine girmişti...İnsan-
lar ard arda gelen bitmez tükenmez felâketler karşı-
sında bir şey yapamamanın çaresizliği içinde idiler.. Aksilikler üst üste geliyor, bitmek tükenmek bilmi-
yordu...
93 Harbi’nin getirdiği yıkım , yeni salgın hastalıkların
hortlamasına yol açtı...Yaşanan hastalık değil “kıran”-
dı. .
Salgın hastalıklar ortalığı yıkıp geçti...Nice ocakların
başına ateş düştü....Nice ocaklar söndü...Özellikle tifo ,
tifüs , çiçek, su çiçeği , kızamık, uyuz kellik , cinsel has-
talıklar .. , verem ortalığı kasıp kavurdu..
Sağ kalanlar Rus Atlıları’nın çifteleri altında ezilmek-
ten kurtulmuşlardı ama ,bu kez salgın hastalıklardan
can veriyorlardı..
Işıksız , yolsuz , susuz, hekimsiz, ilâçsız günleri yaşa-
yan Topkeşan Halkı ,son bir umutla, büyüklerinden öğrendikleri “Sarkız ilâçları” na sarıldılar...Akın akın , Emine’nin bitkisel ilâçlar yaptğı Kayalık Pınarı Mev-
kii’ne giderek; “Bu su şifalı sudur..Biz onun sırrını
bilmesek bile ,Sarıkız’ın ruhu bu suyun içindedir....
.Sarıkız’ ın Ruhu bize yardım eder.”.gibi yorumlar-
la Sarıkız Deresi’nin Suyu’nda yıkanmaya , kirli ça-
ma ırlarını yıkamaya , bu su ile ilâçlar yapmaya, ye-
mekler pişirmeye başladılar..
Kaynaktan oluşan derenin çevresini kuşatan yaşlı
ahlat ve badem ağaçlarının dallarına, dertli insan-
ların giysilerine ait bez parçaları asıp dualar etti -ler....Sarıkız’ın hatırına Yüce Yaradan’dan yardım
istediler.. .
İşte bu gelenek o gün bu gündür, Topkeşan Yörük-
leri’nin kimi insanları tarafından halâ sürdürülür..
Adını Topkeşan Yörükleri’nden alan Keşan Halkı,
bilimden, hekimden, , hemşireden..yoksun olduğu
günlerde , sarı saçlı Emine’nin , hasta insanlar için
ilâçlar yaptığı kaynak suyuna SARIKIZ KAYNAK SUYU derler..
Daha sonraki kuşaklar arasında “Sarkız Pınarı “ adı-
nın Sarıkız Deresi ’ne çevrildiğini görürler..Ama so-
nuç değişmez ..Sarııkız hep yaşar !..
*
Sarıkız’ın ölümünden sonra Sarıkıız’n yaşadığı top-
rakların insanları , İstanbul Boğazı’nı saraylar , köşk-
ler, yalılar diyarına çeviren sulatanların; örneğin; Abdülazizli, II.Abdühamitli dönemini yaşarlar...
Nice yeniliklerin yapıldığını işitirler ama Topkeşan
Yörükleri ,cumhuriyet rejimi gelinceye kadar , hemen
hemen Sarıkız zamanında yaşanan yaşamı sürdürür-
ler...Doğru dürüst ne ışıkları ,ne yolları, ne makineleri ,
ne de okulları olur..
Daha sonra gelen V. Mehmet ve VI.Mehmet gibi
padişahlar ise üç kıtaya hükmeden koca 0smanlı Devleti’ni parçalanmaya sürüklerler..
I.Dünya Savaşı’nın ardından işgal yılları ve işgale
Karşı verilen istiklal micadelesi yıları yaşanır..Yok-
Luk, kıtlık-hastalık ve her çeşit acı tarifi olanksız ş-
ekilde yaşanır..
Cumhuriyet kurulur..Her çeşit yoklukla mücadele
edilir.
Saydığım bütün bu olaylar sırasında milyonlarca
insan ölür, hasta olur, göç eder , ruh sağlığı bozulur...
Bunların arkasından II.Dünya Savaşı’nın getirdiği yok-
luk ve sıkıntılar da yaşanır.. Ama Topkeşan Yörükle-
ri Sarıkız’ın adını yine unutmazlar..
Belleklerde az da olsa kalan hatıraları yaşatmayı
sürdürürler.. Ve her hıdrellez sabahı , yani 6 mayıs-
ta, erkenden kalkarak Kayalık Pınarı Mevkiine gider-
ler, Kayalık Pınarı’nın soğuk sularının akış yönünde
durarak, avuçladıkları suyu başlarının üzerinden ata-
rak , yüce Yaradan’dan , akla gelen gelmeyen kötü-
lüklerin ve hastalıkların kendilerinden uzak durması
dileğinde bulunurlar...Sarıkız’ın soğuk sularında elle-
rini, kollarını yıkarlar.. Sarıkız’ın Mezarı olarak kabul ettikleri yerde, 0’nun ruhuna dua ederler..
Sevgi Koltukları’nda oturarak insanların sevgi kav-
şağı”nda birleşmesi dileğinde bulunurlar
Bazıları da okuttukları bezleri , eski zaman insanları-
nın yaptığı gibi DİLEK AĞACI’nın ince dallarına asarlar..
Keşanlılar halâ Keşan Kalesi’nin eteklerindeki De-
ğirmen Kırı Mevkii’ nde bulunan bu kaynak suyuna
halâ SARIKIZ DERESİ ve bu bölgeye de SARIKIZ de-
meye devam ederler..Sarıkız Deresi boyunda yapı-
lan çeşmeleri de Sarıkız’a adayarak, SARIKIZ ÇEŞME-
Sİ derler..
Hatta son yıllarda yeni açılan bazı işyerlerine , ye-
ni yapılan bazı apartmanlara ve yapılmakta olan ca-
miye bile SARIKIZ ismini verirler..
Günümüzde Dilek Ağacı’nın dalları üzerinde asılı
duran küçüklü büyüklü rengarenk çaputlar , bez-
den yapılmış kız ve oğlan bebekleri, para çıkınları ,
küçük taşlarla yapılmış bahçeli ev maketleri.. dert-
lerine çözüm bekleyen insanların özlemlerini dile
getirir..
Sarıkız bu dilekleri duyar mı bilinmez ama, Sarı-
kız Kayalık Pınarı Kaynağı’nın ürettiği berrak su,
o zamandan günümüze değin ,Keşan Halkı’nın
önemli bir bölümünün içme suyu gereksinmesini
karşılamak için bıkmadan usanmadan akar durur
Cumhuriyetle birlikte, Kalebayırı Etekleri’ndeki Sarııkız Pınarı Mevkii’nde bulunan patates,
soğan, buğday , mısır tarlaları üzerinde kurulan
BEL-KOOP, TOKİ ve ATAKENT gibi toplu konut
evlerine yerleşenler ve 1990 lı yıllardan sonra
Keşan dışından gelip , Sivritepe ve Yumurta Te-
pe etrafında çadır, baraka, kargir ev kurarak
birer mahalle oluşturanlar ,başta Yusuf Katıksız
Amca olmak üzere, diğer hayır-sever kişilerin
yaptırdığı Sarkız Çeşmeleri’nden, önceleri, kova
ve testilerle, daha sonra naylon bidonlarla su taşırlarken , Sarıkız Pınarı’nın sessiz sessiz akar-
ken söylediği bir kaç asırlık çığlığı duyarlar mı
bilinmez ama , Sarıkız Kaynağı’ndan sızarak
yeryüzüne ulaşan ve birleşe birleşe canlı bir
akarsu oluşturan SARIKIZ DERESİ, yalnızca ina-
nanların duyabileceği bir sesle , SEVGİ KOLTUK-
LARI’nı yalayarak , SARIKIZ TÜRKÜSÜ’NÜ sö-
yleye söyleye, granit kayalar üstünden
...........................................................akar durur.
*
Sarıkız akar durur
Keşan’a bakar durur
Sarıkız’ın suları
Şifayı yayar durur
Sarkız söylencedir
Değil yalnız bir dere
Sarıkız selâm söyler
Geçmişten geleceğe...
*
Kayıt Tarihi : 14.2.2022 00:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Keşan'a ait bir efsanedir..Bu efsane ilk olarak 28.Nisan 1993 tarihinde başlayan yazı dizisi ile Keşan Önder Gazetesi'nde yayımlanmıştır.. *Bütün sevenlerin , sevilenlerin, sevmesini ve sevil- mesini bilenlerin, sevginin emek vermekle ilintili olduğu- nu bilenlerin sevgililer günü kutlu olsun!

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!