SANAT ŞİİRLERİ

SANAT ŞİİRLERİ

Mehmet Akif Tiryaki

Sazı bel etmişti virtüöz kendine,
Vuruyordu, çıkarıyordu kalbine.
Kalp mertti, kalp delikanlıydı.
İnim inim inliyordu, çok soğukkanlıydı.
Virtüöz vurdukça beli kalbin derinliklerine
Çıkan müzik benziyordu seher yeline
Eli inip kalktıkça adamın teller üstünde,
..

Devamını Oku
İsmail Kocamaz

Yükseklerde gözlerimiz, uygarlıktır hedefimiz,
Vazgeçilmez öncelikle insanlığa hizmetimiz,
Bilim sanat uğraşımız, doğa içindir sevgimiz,
Çağdaş eğitimde önder, Özel TAKEV Okulları


Atatürk’ten alırız hız, dalgalanır bayrağımız,
..

Devamını Oku
İsa Yazıcı

Belirinli sanat
Bilinim kurallarına uyulungun.
Edebi, tarihi
Değerilini olunulan
Klasik eser,
Metotlara uyulunan kimseyle...
Öğrenilimi parçalardan oluşulunmuş.
..

Devamını Oku
İsa Yazıcı

Sanat veya
İşle uğraşmak;
Çalışılanan kimse
Bir şeyin parçası.
Hafifçe dokunularak
Su serpmek.
Geçiliner not
..

Devamını Oku
Sinan Karakaş

Hastahane içinde envai çeşit dert var
Hangi dertliye sorsan mutlaka şikayet var
Derdi var eden Allah dermanı da yaratmış
Şükretmelisin buna beterin beteri var

İnsan makina değil ne de alet edevat
İçine dışına bak nasıl müthiş bir sanat
..

Devamını Oku
Durdu Şahin

İnsan, varlıklar içerisinde en seviyeli yaratılandır, şüphesiz. Duyan, düşünen, konuşan, eleştiren, idrak kabiliyeti bulunan, çevresini yaşamına uygun bir şekilde değiştirebilen, şuurlu olarak arayan, anlayan, hatırlayan başka bir varlık gösterilemez, insan gibi.

Tarih, insanın iyi ve kuvvetli yanlarını, insani ve ileri özelliklerini geliştirip ilimde, kültürde, sanatta, ekonomide, kalkınma ve yücelmede erişilmez ve ulaşılmaz erdemlere kavuştuğuna da; insanlığının insani taraflarını, yüceliklerini ve erdemlerini, aşkını, ahlakını, alakasını bitirip dipsiz çukurlara düştüğüne de şahit.

İnsan aklını, ahlakının ve insani erdemlerinin kontroluna bıraktığında; insanlık gelişmiş, ilerlemiş, yükseklere çıkmış, çevresini yaşamına uygun bir şekilde düzenlemiş, doğayı daha bereketli kılmış ve insanlığın gerçek manada insan olmayan varlıklara büyük farklar atmasını sağlamıştır.

Büyük kültür, sanat ve medeniyet hamleleri; davranış, düşünüş, yaşayış ve uygulama örnekleri, edebi ve estetik tutarlılıklar, sağlıklı ve sıhhatli büyüme, temiz tefekkür böylece gelişmiş ve günden güne daha da ilerlemiştir.
..

Devamını Oku
Ali Soyyiğit

Top sesleridir inleten afakı derinden
Battal yüreği sanat-ı Hak oynar mı yerinden
Devletlere, milletlere örnek ve de derstir
Dünyaya adalet yayılır her seferinden.

Türk ordusudur müjde-i peygambere layık
Yıkmaz onarır ma'mur olur geçtiği yerler
..

Devamını Oku
Bedrettin Keleştimur

Yazmış yazın!
Kader yazmış yazın
Gönlünü hep ferah tut,
Kışa dönmesin yazın!

Kanadım,
Sanat, kolum kanadım
..

Devamını Oku
Aynur Uluç

ÖLDÜRME ÜZERİNE KÜÇÜK BİR FİLM

İnsan, ölüm, yaşam, öldürmek…

Sözcüklerin anlamlarını yitirmek konusunda hızla değişim geçirdikleri günümüzde kavramları sorgulayan sanat eserleri gittikçe daha az dikkat çekiyor oluyor. Krzytof Kieslowski’nin 1988 yapımı “ Öldürme Üzerine Küçük Bir Film ” isimli filmi gösterildi TRT 2 de cumartesi gecesi. İçinde olduğumuz şu günlerde savaşta, trafikte, günlük doğal kavgalarda ölümlerini neredeyse artık sadece rakamsal değer olarak algılatıldığımız “insan” üzerine düşünmeye davet eden bir filmdi.

Filmin ilk yarısında davranışları ile nefretimizi kazanan gencin bir taksi şoförünü öldürüşünün yer aldığı sahneleri izlemek zordur, izleyici açısından. Bir insanı öldürebilmek eylemini gerçekleştirmenin eylemsel zorluğu ile buna tanık olmanın psikolojik zorluğu birbirine karışır.Bazen tek bir darbe ile bile gerçekleşebilecek ölüme bu kez bir türlü ulaşılamaz. Gencin uygulamaya başladığı niyetini ısrarla ve farklı yöntemler kullanarak tamamlaması gerekir. Bu sahnelerde izlerken nefret ettiğimiz gencin, filmin ikinci yarısında mahkemede yargılanışı sonucu karar verilen idam cezasının kendisine uygulandığı sahnelere tanık olmak zorunda kalırsınız bu kez de. Gencin o hale gelişinde rol oynayan diğer faktörlerle tanışırsınız o, avukatla son görüşmesini yaparken.
..

Devamını Oku
Mustafa Enes Gündüz

Madem ki marifet, sanat iledir,
Ustası olmayan, çırağa yazık!
Sanat ki, ilimsiz, fensiz çiledir,
Tahsili, fen sayan ustaya yazık.!

Akılda, ilimde, fende geriyiz,
Felsefe yapmada pek ileriyiz,
..

Devamını Oku
Müzeyyen Keskin

*
Geçen yıl 19 Mayıs 2013' de verilmesi kararlaştırılan 2013, '' Hikmet Okuyar Şiire Üstün Hizmet Ödülü ''; Kocaeli - Yalova arasında sahibine teslim edilecek..
Ödül kargo ile Topçular Muhtarı Şair Rabia Karataş Şentürk takdimleriyle verilecek..
Aslen Sivaslı olan, halen Kocaeli Gölcük'te yaşayan; Şiir, müzik, beste, yorum organizeleriyle Ünlü;
Güzel Sanatlar Öncüsü, Şair, Şiir Yorumcusu, Şule Ersöz Kaynak'a verilmesi kararlaştırılan; 2013, '' Hikmet Okuyar Şiire Üstün Hizmet Ödülü ''kargo ile gönderildi.
Ödül;
1 Adet Karadeniz Sevdası,
..

Devamını Oku
Orhan Tiryakioğlu

merhaba şir / okur dostlarım,

şiir, sadece beğenildiğinde bir yorumu almakla sınırlı kalmamalı,

site üyeliğinin özellikle, kendini ispatlamış ve beğenilen şairlerin, şiirlerini okutma, üyelere ihsan ettiği birikimi sunma anlamına gelmez gerçekten.

bilakis, tarzını, hedefini bulmaya çalışan, gelişmeye, sanat görüşünü evrensel boyutlara çıkarmaya; pratik manada ise ulusal (okunurluk) düzeyine çıkmaya gayretli bireylerin, olgun iletişimlerde bulunduğu bir paylaşım ortamı anlamına gelmelidir.
..

Devamını Oku
Hüseyin Avdic

Tanrı Ile Evren Aynı Değil

Madde Allah'ın serveti, kâinat O'nun eseridir.
'Tanrı ile evren aynıdır' diyen, sapkının biridir.

******

..

Devamını Oku
Şule Aydemir

http://www.antoloji.com/grup/cagri-duyuru-ilan-aktivite yazarak bu gruba daha hızlı ulaşabilirsiniz


Grup Tanımı
Bu grubun içinde olduğu kategoriler: Kültür Sanat, Şiir, Yaşam
---

..

Devamını Oku
Aynur Uluç

Zaman zaman gezi yazıları kaleme alıyorum; kimi zaman gezi esnasında, kimi zaman da çok eskilerde yaptığım bir geziyi anımsayarak. Bunu niçin yaptığımı sordum kendime. Bir bakıma gezi yazılarımın felsefesini yerine oturtmak istedim, kendi gözümde. Gezdiğim yerlere ilişkin yazdığım yazılarda kullandığım dil sebebiyle bu yazılarımın anı türü ile bir akrabalık bağı olabileceğini düşündüm. Bu yazılarda dili kendi hikâyem üzerinden anlatarak kurmak, bilerek yaptığım bir şey ancak amacım, elbette anılarımı yazmak değil. Anıları yazarken geçmişte yaşananlar, yeniden yaratılır. Anı yazıları, yaşamak dediğimiz geçmiş zamanlar iskeletine yeniden beden giydirmeye kalkışarak kaleme alınır da diyebilirim. Bu bakımdan anı yazılarında içten içten kendisini zorlayan “ aslında nasıl yaşanmalı kurgusu”, yaşananın gerçekte nasıl gerçekleştiğini örtebilir gibi gelir bana. Teori- pratik sonsuz döngüsünün ise, gezmekle, yeni mekânlarda bilinci yeniden bilemekle tam bir ilgisinin bulunması gerekir. İçinde yazanın hikâyesinin de yer aldığı gezi yazıları, hatıraya dayalı hayat hikâyelerinin felsefe tütsülü atmosferine göre, daha somutun içinden süzülür gelir. Böyle olunca da yazısında yazarın kendisiyle ilgili ayrıntılardan çok, oraların kendisinde bıraktığı oluşumlar ortaya çıkar. Ben de sanırım bu nedenle böyle bir dili tercih ediyorum. Çünkü bana göre bir yeri anlatmak için, o yerin insan’a nasıl değdiğine bakmak gerekir öncelikle. Ve bu anlamda kendimden başka malzeme yok elimde. Kendimden ve geziyi birebir paylaştığım ekibimden. Ve biliyorum ki; her birimiz, içinde bulunduğumuz toplumun küçük yansımaları olduğumuza göre; bir yere dair içimizde oluşan duygular ve çağrışımlar, kişisel gibi görünse de toplumsaldır aslında. Bunun yanı sıra yazdıklarım, sadece rehberlik özelliği taşıyan yazılar olsun da istemiyorum. Buradan düşünürken “gezi edebiyatı” kavramına geçiyor beynim. Gezi aktarımları, birbirinden çok farklı yayın organlarında kendisine yer bulabilecek geniş bir konu çünkü. Gazeteler, gezi dergileri, edebiyat dergileri, kültür-sanat dergileri ve yaşamımıza gittikçe daha fazla kaynaşan internet ortamı gibi geniş bir yelpazede ulaşıyor bize bu yazılar. Böyle olunca her birisinin kendi amacına uyacak şekilde öncelediği içerik farklı oluyor; bu yazıları sunma şeklindeki olanaklar da öyle.

Rehberlik amaçlı yazılarla gezi edebiyatı kapsamına giren yazıları birbirinden nasıl ayıracağız peki, gibi bir soru geliyor aklıma bu noktada. Bugünün gezi yazıları, ne kadar edebiyatın içinde yer alıyor? Burada sadece kısa süreli yer değiştirenlerin yazılarını merceğe alarak düşündüğümü söylemeliyim. Bu yer değiştirmeler, ister bir yaşam şekli halinde peş peşe yaşanmış olsun, isterse yaşamın içine sıkışmışlığımızı yaran ara zamanlarda gerçekleşmiş olsun. Yoksa farkındayım; göç edenlerin ve ettirilenlerin kaleme aldıkları eski memleketlerini anlatan ve/veya yeni memleketlerine orada yaşayanlardan daha bir dış gözle bakanların yazıları, ya da “kaçış” diye adlandırabileceğimiz kapsama giren yazılar, konunun değinmediğim derin uzanım noktaları. Tekrar kendi düşünme aralığımdaki konuya dönecek olursam sorular, peş peşe üstüme gelmeye devam ediyor. Seyahate çıkan kişinin kendisi yanı sıra gidilen, gezilen yerlerdeki insan dokusu da bir kenara itilerek sadece oralarda yenilip içilecek, gezilip görülecek yerlerin listesini veren cümle kalabalığına mı dönüyor gittikçe bu yazılar? Yazının yanında sunulan görsel malzeme ne kadar çok ve görkemli, yazının yayımlandığı kâğıt da ne kadar parlaksa o kadar mı göz alıyor, göz dolduruyor ve o kadar mı hizmet ediyor tüketime?

Gazete veya bazı gezi dergilerinde yer alacak yazılarda o yayın organlarınca, güçlü görselliğin ve rehber niteliği taşıyan bilgilerin sıralandığı yazılar, o yöreleri hızlıca tanımak isteyen okuyucu için cazip olacaktır, düşüncesiyle bu tür formlar, daha tercih edilir bir biçim olabiliyor. Bu isteğin sebebinde gittikçe daha kısa metinler okumak hatta mümkünse okumaktansa resimlerine bakmak isteyen hız çağı okuyucusunun etkileri de düşünülebilir. Günümüzde insana, ulaşmak isteyeceği bilgiye hızlı kavuşup, hızlı yaşayıp, hızlı tüketeceği mekânlar arama zihniyetinin pompalanması ile de ilgilidir bu durum. Öte yandan şunu açmak isterim; yazılardaki görsel malzeme için gereksiz, yayımlandığı kâğıt için de önemsizdir demiyorum. İnsana her şeyin en güzeli yakışır elbette ve yazıda aktarılan duyguyu tamamlayacak olan, yazının ruhunu zamanda donduran yazı eki fotoğrafları da elbette önemli. Yazının insanda sayfaya dokunma isteğini kamçılayacak ama aynı zamanda onu yormayacak bir malzeme üzerinde sunulması da çekim yaratacak bir faktör. Ancak iyi bir yazı için yeterli değil tüm bunlar. Gidilen yerdeki insan-mekân-zaman yakınlaşmasının sahici bir şekilde okuyucuyla paylaşıldığı yazıların insana daha derinden dokunacağı açık çünkü. Peki bu noktada ayrım yapmadaki kritik sorumuz şu olabilir mi o halde: Yazı, okuyucuyu ziyaretçi olmak yerine, turist olmaya mı çağırıyor?

Temasa geçilen her farklı yerin insan yaşamında yeni bir eğitim, yaşamı dönüştüren bir edim olduğu unutulunca (unutturulunca) kendimizi turist konumunda buluvermek, kaçınılmaz oluyor. Ziyaretçi olmanın özel tadının “fiyata her şey dahil” tatil anlayışının yanında bilerek pek bir boynu bükük bırakıldığı bu yeni düşünme şeklini olduğu gibi kabullenmek mi gerekir peki? Kabullenmediğimiz yerde insan’ı anlatmakta inat etmek, insan’ı hatırlatmakta ısrar etmek gerekmez mi? Bu noktada da araç ve amaç kavramlarını yeniden sorgulamak gerekmez mi? Gittiğimiz yerlerden, yazdığımız, okuduğumuz yazılardan önce bilincimize giydiğimiz tüm emanet kalıpları üstümüzden çıkarıp kendimize yeniden şöyle bir bakmak gerekir öncelikle. Sanat, hayatı daha iyiye götürmek için varsa; gezi yazılarına da bu gözle bakmak gerekir. Burada bir müddet duraklayarak sesli düşünmeye devam ediyorum o halde. Bunu yaparken de edebiyata sığınıyorum yine; insan’ı iyisiyle kötüsüyle olduğu gibi anlatarak hep bir adım öne götürmeyi hedefleyen edebiyata. Karmaşıklığıyla, dinginliğiyle, ihtiyaçlarıyla, konforlarıyla, imkânlarıyla, beklentileriyle, çantasına koyduğu soruları, şaşkınlıkları, korkuları, zaaflarıyla… kısaca “insan”ı tam anlamıyla önce anlamaya, sonra anlatmaya kilitlenmiş edebiyata. Şu sıralar moda olduğu için geçtiği her yerde mecburen dinlediği değil, göğsünün en özel yerinde taşıdığı şarkılarıyla düşünmeliyim insan’ı. Meraklarıyla, hevesleriyle, coşkularıyla, en saf haliyle beslenmeye, gelişmeye duyduğu özlemleriyle düşünmeliyim o halde.
..

Devamını Oku
Mutlu Ayar

kabahate inat kabahat
inada inat inatla
karşılık verirsen
inat kabahat olur!

Hayata inat hayat
sanata inat sanatla
..

Devamını Oku
Kemal Kabcık

Kabiliyetlere Zemin; ANADOLU AŞKI Adına! .
=Kemal KABCIK ve de YEREL GÜNDEM=036=124=
Gücü Yeten; Sorumluluk Almaktan: Kaçmaz! .

******

“HAYAT ÜZERİNE DÜŞÜNCELER”
..

Devamını Oku
A. Esra Yalazan

Bu yazıya başlamadan birkaç saat evvel, Japon bir ressamın paletinden dünyaya rastgele savurduğu kan rengiyle halelenen kızıl bir gökyüzünün altında, küçük bir adacığa doğru hiç acele etmeden yüzerken hoyrat tabiatın karşısında ne kadar aciz olduğumuzu düşünüyordum. Başımı sudan her çıkardığımda kuyruğuyla köpükler saçan neşeli yunusları da görüyordum açıklarda. Büyük bir depremle karadan kopan adada, iki bin yıl evvel yapılmış küçük bir kilisenin kalıntılarını bulmak için çalışan arkeologların sessiz siluetleri kıpırdıyordu.

Dibi görünen yeşilimsi bir suyla çevrili yosunlu taşlara ulaştığımda yoğun bir ıssızlık hissiyle ürperdim. Sorumsuz bir ‘sarı yaz’ gününde felaketlerin neden olduğu koyu acılarla yüzleşmek istemediğim için biraz suçluluk duyuyordum galiba. Kayaların üzerine öylece ıslak vücudumla uzanıp bildiğimiz dünyanın zamanından uzaklaştım. Geçmişi çağıran, tanıdık, acı bir turunç kokusu vardı havada. Vaktiyle o kilisede dua edenlerin hayattan beklediklerini hissedebilmeyi istedim. Sonra yüz yıl evvel yaşamış olan Alma Mahler’in sevilme saplantısıyla yeteneğini nasıl çürüttüğünü düşündüm. Başkalarının içinde yaşarken sezemediği, ömür dediğimiz o ‘muammadan’ süzülen hakikat parçacıkları, zamana yazılan sözcüklerle hiç beklemediğimiz anlarda hayatımıza sızıveriyordu. Âşıklarından tanrılar yaratan bir kadının hırslarını, mutsuzluklarını, pişmanlıklarını ıssız bir adada yazının gücüyle hatırlamak tuhaftı. Şimdi o anki karmaşık ve dingin hislerimden çok uzakta, şehirdeki karanlık çalışma odamda, Mahler’in ruhu tedirgin eden huzursuz senfonilerini dinlerken bu yazıyı yazmaya çalışıyorum.

Alma’nın kare ası...

Ben yeteneğiyle keskin zekâsını buluşturabilenlere duyulan çaresiz hayranlığı, ‘ışıltıya’ saplanmanın tutkulu bir esarete dönüşmesini anlarım. O pırıltıya sahip olanı bazen doğal olarak kuşatan bencilliğin, küstahlığın ve kibrin kalın örtüsünden soyup çıplak yaralarıyla kabullenebilmek, onu olduğu gibi sevebilmek ve yaratılan o ‘eser’ kadar sevilmeyi ümit etmek, bunun hiç olmayacağını bilerek kenarda beklemek sıradan insanların becerebileceği bir iş değildir çünkü. Ama o ulaşılmaz gücün yörüngesine girip aslında olmadıkları bir kişiliğe bürünenlerin samimiyetsiz oyunlarından da pek hoşlanmam. Bunu genellikle ‘onun’ için hayatını feda ettiğini türlü numaralarla ima eden ‘yırtıcı’ kadınlar yapar. Hayatı boyunca yetenekleri seven, onları alanlarında en iyi yapmak için uğraşan, vazgeçmeyi göze alabilen tercihlerden korkan Alma Schindler Mahler de biraz böyle bir kadındı anladığım kadarıyla.
..

Devamını Oku
Metin Dalkürek

DÜŞMANLIĞI SANAT ETME DİYORUM


Gel şöyle dostluğa gönül verelim
Düşmanlığı sanat etme diyorum
Muhabbetle o menzile erelim
Gitmemekte inat etme diyorum
..

Devamını Oku
Utanmaz Dusmani İsik

seksen bir bin ton
sakiz gerek sakiz
arkasi dort dize
mani yazili
yureklere
kultur degil
sanat-edebiyat degil burada
..

Devamını Oku