Mesafenin diz çöküp, aşındığı zamandan
Geldiler yürümenin hevesiyle ayaklar.
Var oluş mahreminden, kapkaranlık mekândan
Fışkıdılar davetin o sesiyle ayaklar.
Evvelâ süründüler, evvelâ emekleme,
I
“Atuşağı ağa olur kahve yıkar ses ile,
Beslemeden hanım olur, kurna yıkar tas ile…”
Kahve kendi kendini yıkar sessiz sadâsız
apartmanın merdivenlerinden iniyorum
komşu kadınlar kapıları açmış zamanı yıpratıyorlar
iyi niyet tebessümüyle günaydın diyorum
kaçışıyorlar
öyle kaçıyorlar ki, terliğin biri antreye
diğeri merdiven boşluğuna düşüyor
eskimiş
artık sana olmayan duygularını
at gitsin üzerinden
korkma, sadece kokun gidecek onlarla
sen kendine kalacaksın
çıkarıp atmazsan eğer
Bir garip gardaşınam seslenirem ıraktan
Kendi kanımı içim, susuz kaldım kuraktan
Zulümdeyem, kandayam, kurtar meni Irak’tan! ...
Gardaşım, gönüldaşım, dinle meni duy meni…
Yurdumdan apardılar yetim yetim dolaştım,
Yurt denince aklıma beyaz geliyor
Bir de onun iki çocuğu
Sızı ve ayaz
Ayaza alışkınlığım var
Çünkü ben yüksekte doğdum
Nerdeyse yıldız ve ay arasında olacak kadar
Garbın çehresi beyaz
Ve orda kader insana doğarken gülermiş
Ne var ki palet altındaysa canlar
Ağız dolusuysa kan ve diş
Kemikler kepeğe dönüşüyor
Dökülen derilerini topluyorsa insanlar
domuz çobanlarından aldım haberini
seni karşılamaya geldim, ey yüce
bir tek tanrı’nın sahtesi olmaz
bir de meleklerin ihanetperveri
onun için adını göklere yazmıyorum
vakit varken git kurtar güneşini
Ne zaman kaçışımı yollarına çevirsem
Tüm zamanların devleri uyanıyor.
Ve yağmurlar eşliğinde şimdi
Gönlümün yağmur ormanları yanıyor!
(2009 Erzurum)
Bizler bir tarih gömdük bekçisiz bir mezara.
Bizleri de neslimiz gömecek intizara...
(1986 Kayseri)
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!