Gözlerin ardına bakmak isterdim.
Saklısına varmanın erinci...
Kuytu köşelerde kimlerin parmak izi...
İsmimi arama telaşı
Rüzgarın taşıyıp soluğuma eklediği, yanık hüzün kokusu
Gizlendiğin yerde yaktığın suret mi benimki? ...
Bahtiyarın, ala gözlü diyarında,
Sırma kızın, tek evlik,
Derviş saltanatıdır,
Muradım.
Lokması tek,
Mutlulukla donatılmış, evlerden bahsetmek, lüks mü, bizim için? Her metrekaresi, sonuna kadar kullanılan; emekle ve inançla döşenmiş; varlığını, eşyanın hegemonyasına kaptırmamış, evlerden... Kullanıcılarının kimliklerinden kaynak bulmuş bir ruhu ve renkleri bulunan; duvarları, gönül bağı kurulabilecek, mutluluk resimleri ile süslenmiş; huzurlu, sade ve keyifli mekanlar...
“Bir şey! ” olma kaygısı, bizi kendimizden uzaklaştırıp (o “şey”, her ne ise?) , bambaşka kalıpların içerisine kıstırmadan önce ki, düşlerimizi, anımsamak için, çok mu geç kaldık? Eşyanın (ne kadar hızlı koşarsak koşalım) yetişemediğimiz “ziyan” gelişiminin kontrolüne girmeden önce, ne isterdik? Duruversek birden! ...Hatırlayamaz mıyız acaba?
Hani, bir sürü, adam gibi adamın, kısalı uzunlu hayatlarını, birkaç hayat değerinde yaşarken ve hiç tanımadıkları insanlar için, kendi bedenlerini, düşlerini, beyinlerini yol kılarken, betimlediği, “tamam olmuş” çatılar vardır... Hani, sürüldüğümüz zamanda, kendimiz olabildiğimiz, ender anlarda, yüreğimizle yüzleşip, dehşetle fark ettiğimiz ve (genellikle mülkün kazandığı) iç savaşımızın başlamasına neden olan adamların, örnek yurtları... Kimliğimizin, züppe yansımalarından, anlıkta olsa, paçasını kurtarabildiği; vardığı yerle, yola çıkarken ki amacını karşılaştırma cesareti gösterip, çevresine bakabildiği zamanlarda “doğrusunu” hatırlamamıza neden olan insanların evleri...
Duruversek aniden! ... Ve kristal kül tablasına dayadığımız sigaramızın dumanları, alçı sıvalı, saten boyalı duvarlarımızda, yükselirken; ferforje ve pahalı camlarla dizayn edilmiş, avizelerin, yetersiz ışığında, bakıversek “evimiz” dediğimiz yerlere... Koleksiyon parçası, ithal ve moda(!) renklerle bezenmiş, rahatsız koltuğumuzda, arkamıza yaslanıp; masif maun çalışma masamızın, işe yaramaz büyüklüğünün kalabalığından; devasa ebatlarda ve bir dolu gereksiz materyal ile doldurduğumuz, yine takımın parçası büfenin karışıklığından kurtarabildiğimiz, bir iki korkak bakışla, “bizim” zannettiğimiz, bilmem ne stili odayı, kendimizle örtüştürmeye çabalasak...
Herkes dinlediği ve haberdar olmamış olmanın, entelektüel(!) imajımızla bağdaşmayacağını düşündüğümüz için, kulaklarımıza ve ruhumuza eziyet, popüler, mekanik seslerin bağırdığı; ne işe yaradığını anlamadığımız halde, “olmazsa şık olmaz” kaygısı ile edinip, hiç kullanamadığımız onlarca fonksiyonu bulunan, müzik setimizde başlayabiliriz, mesela. Sonra; iklim koşularının zorlayıcı etkisini azaltmaktan başka, sadece, üretildiği kaynağın coşkusunu, renkleri ve dokusu ile, ruhumuza taşımak dışında bir amacı olmaması gereken, ama, makinelerin ruhsuz devinimi ile üretilmiş ve postmodern stilistlerin öngördüğü, yılın modeli, ipek halılara değen ayaklarımıza, soruversek; hurdalığa attığımız, el dokuması, motifiyle, bir ömrün hikayesini anlatan kilimlerimizin, yumuşacık ve dostane dokunuşunu hatırlayacaklardır mutlaka.
Ve dolaşıversek, “bizim! ” sandığımız mekanda...
Denize yeşil verdiğin yerde
Kara kattım suyuma.
Ve serinlikten nasibini almamış,
Çöl yangını kıyıdan geçtim
Vurdum yüreğimi, dağların ayazına.
Bana değdi!
Tenimde bir alaz, bir savaş...
Arkamda kalan dünlerin çokluğuna,
Yakışmayan bir telaş.
İçinden gemiler geçerdi gözlerinin
Ve bir vapur düdüğü, bakışında ki akşamda
Menevişlenirdi hüznün kuytusunda deniz,
Bir kadın, çakıl taşı toplardı.
Uzaktan, bir çizgi bakardın çokça
Kendini zamandan kurtaran çizgi,
Bir anlama yar oldu.
Geldi, durdu, sustu...
İpliğin inceldiği andı bu,
Çizgi, yüzümüze dost oldu.
Dünle yarın arasında bir nokta bu yaşadığımız
Tomurcukla gonca arası
Ağıtsı türkülerin yanlızlığına doğru
Bahar misali salınışımız
Yine yalnızlıklar var
Ben,
Seni;
Sitemli bakışlarından süzülen, çığlıklarında çözmüşüm.
(Susukunluk namustu o an için...)
Yol, esmer teninden aktı,
Yaşamak, kendi içinde bir bütündür. Yaşamanın, geçmişi vardır; şimdisi vardır; geleceği olacaktır! Yaşamak, içerdiği tüm kurgularını, ait olduğu bireyin, donanımlarından, değer yargılarından ve deneyimlerinden yola çıkarak oluşturur. Bu yaşama örgüsünün, ait olduğu bireyin, kişisel insiyatifi ve insafı ile geliştiğinin en açık göstergesidir. Tabi ki nesnel koşullar, bunlardan kaynak bulan öznel kurgular ve metafiziksel yansımaların(kader, şans, baht vb.) neden olduğu bireysel hallüsünasyonlarında, payını göz ardı etmek, yakışıksız ve zalimce bir peşin hükümlülüktür.
Kendi başına ait olduğu, hiçbir anlamı taşımaz 'yaşamak'... Görece, boş bir dolap gibidir, tek başınayken... Bireysel insiyatiflerle, kimi zaman ardiye, kimi zaman evrak, kimi zaman eşya, kimi zaman ise düş dolabı olarak bulur kimliğini... Genellikle, hangi amaca hizmet eden bir kurgunun ürünü olduğu anlaşılamadan tüketilir hayatlar. Birey, yanlızlığının ve özgürlük arayışının düş fırtınalarında kaybolmuş ve ne yazık ki yitip gitmiştir... Aslolanın mutluluk olduğu gerçeği, sözde etik değerlerin, zalim kaderin ve bireyin zavallı, beceriksiz ve korkak planlarının içinde kaybolmuştur. 'Adam gibi yaşamak' derken; kendi paradoksunun girdabında, tamamlanamadan ve üstüne üstlük kim olduğunun ayırdına bile varamadan yok olmuştur. Daha da acısı; geride yas tutanlar, aynı hezeyanlarla, aynı prematüre ölümlere aday olmayı sürdüreceklerdir.
Binlerce yıl, binlerce farklı düşünür, bir dolu farklı yöntem ve eylemle içini doldurmaya çalışmıştır, yaşamak eyleminin... En rasyonel haliyle, her bireyin kendi elinde olan alın yazıları, bir sürü mistik, hayali ve sözde etik değerlerle, alaca bulaca boyanarak, kendi olmaktan çıkarılmış ve sahte, kaknem kılıklarla tanınmaz hale getirilmiştir...Kavramlar öyle içselleştirilmiş ve kurgulara öyle yabancılaştırılmıştır ki birey; yaşama örgüsünün, ancak kendini tanımaktan başlayan verimliliği ne yazık ki kelimelerin ve sözde felsefelerin anlaşılmaz kuyusunda boğulup gitmiştir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!