İsyanbul buranın adı öyleyse.   Öyle çıktım evden çünkü. Yorgunum. Yorgunum daha sabahın yedisinde. Kopyala yapıştır günlerden, beğenmekten, paylaşmaktan, tıklamaktan yorulmuş bir bulut. Mayakovski örmüş beni.   İtalyan bir duvar ustası örmüş annemin omuzlarını.  Yorgunum. Mutsuz muyum? Mutlu muyum? Karışık bence. İkisinin ortasında bir yerde. Duygularım  az çok bir sınır kapısı görüntüsü çiziyor. Melez bir his var içimde. Hem Mutluluktan ve hem mutsuzluktan devşirme.
Buranın adı isyanbul artık öyleyse. Öyle çıktım evden çünkü. Yorgunum. okyanustaki bir şarap şişesi gibi. Kopyala yapıştır devinimden yoruldum belki. Beğenmekten, paylaşmaktan tıklamaktan. Bir ekrana bakmaktan belki.  Kaç megapiksel gülüyorsun ya hayat grenlenmemiş bir şekilde duruyor yüzünde. Hayatı, mutluluğu annen iliştirmiş yüzüne. Genetik bir mutluluk seninkisi. Saf ve duru.
Buranın adı isyanbul.  yerler kanla yıkanmış olsa da. Sloganlarımıza ara vermek zorundayız. Artık sessizliğimiz devralacak nöbeti. Artık suskunluğumuz devralacak nöbeti. Bir attan doğan bir tay gibi yapış yapış, bağımsız bir direniş bizimkisi. Bireysel ekonomik politik yani. Şirin kapitalizm dünyamız. Kamusal alanımız. Ağzının kenarında bir gamze var biliyorsun, satarsan alabilirim onu.
Bizim için Aydınlatma fişekleri olsun yıldızlar, aslında yıldızlar ve yağmurlar   güdümlü ve menzilli. Düşüşlerine baksana ne Albert camus’lar indirmişler yere. Kalbim temiz benim, kendi kendime yalan söylerken bile kalbim saf, kalbim temiz benim. Senin kalbin de temiz. Karışmışız birbirimize. İnan kalbimiz çok temiz. İnan birleşmiş ve değişmişizdir birbirimizde.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



