Ö Y L E
B İ R
S E V G İ K İ…
Mutfaktan gelen tanıdık seslere uyandı.Karısı kalkmış kahvaltısını hazırlıyordu.Pence-
reye baktı,dışarıyı göremedi.Koyu renkli kalın kumaş perdeleri çekilmişti.Karanlıkta el yorda-
mıyla başucundaki ışığın düğmesini arandı.Yere hafif bir gürültüyle bir şeyler düştü. düştü.
Parmakları aradığını buldular. Karanlık, küçük yatak odası bir anda ışığa boğuldu.
Bir yatak odası için fazla parlak ve kuvvetli bir ışıktı bu.
Karısının itirazlarına rağmen o böyle olmasında ısrar etmişti. Zayıflayan gözleri daha iyi görüyor,okurken fazla yorulmuyordu.Gençlik yıllarından edindiği okuma alışkanlığı ilerle-
yen yıllarda tutkuya dönüşmüştü. Ne yapıp ediyor, her ay bir veya iki kitap alıyordu.
“ Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.” derler ya,onun da gönlünde kendine ait,duvar-
ları okuduğu,okuyacağı kitaplarla dolu bir oda var.Oturma odasında karısı ve kızları televiz-
yon seyrederlerken kendisini okuduğu kitaba veremiyor,okuduğunu anlamakta güçlük çeki-
yordu. Geriye ev de okumağa elverişli bir kızının odası, bir de mutfak kalıyordu.
Kızının odasının kapısında her zaman koca bir, “GİRİLMEZ “levhası asılı dururdu.Bu
odasının durumunun pek iç açıcı olmadığının göstergesiydi. Ortalıktan el ayak çekilince kita-
bını alıp mutfağa geçip okumağı denedi. Fakat canı bir süre sonra bir şeyler yemek istiyordu.
Kalkıyor,buzdolabını açıyor,erzak dolabını karıştırıyor,yiyecek bir şeyler muhakkak buluyor-
du.Hafiften göbeklenip kilo almağa başladığını fark edince mutfakta okumaktan vazgeçti.
Akşam yemeklerini birlikte yiyorlar,haberleri seyrediyor,karısını ve kızını televizyon
başında bırakıyor,o kitabını alıp yatak odasına çekiliyordu. Karısı yatmağa gelene kadar oku-
yordu. Ne komşu balkondan sokağa taşan aile kavgası, ne kızının kapıları hızla çarpması,onu
daldığı alemden ayıramıyordu.
Besmeleyle yataktan kalkerken ayağı az önce yere düşürdüğü, karanlıkta ne olduğunu göremediği şeylere takıldı. Eğilip yerden aldı.Biri, Çin malı ucuz pilli saati idi. Diğeri ise iki gün önce ay sonu olmasına rağmen iş dönüşü indirimli kitap satan sergilerin birinden aldığı
kitaptı.” KULLETEYN “ Kitabı akşam okuyup bitirmişti.Çok beğenmiş, etkilenmişti.
Kitabın yazarı,Turan Dursun’u gazete yazılarından tanıyordu.Bağnazlıktan uzak,derin ve sağlam bir din bilgisine sahip,Türklüğü ile övünen,vatanını,milletini seven,tabuları yıkma-
ğa kendini adamış,atılımcı bir yazar olduğunu biliyordu.” ŞEYTAN AYETLERİ “nin yazarı
Salman Rüştü’ye ölüm fermanı yazanlar, ondan önce Turan Dursun’u fermansız ortadan kaldırıverdiler.Bir gün bir yer de, acımasız, sakat bir beynin verdiği emir yerine getirildi.
Turan Dursun artık faili meçhul bir dosyaydı.
İşe giderken yol boyu, işyerinde masasının başında bunları düşündü gün boyu.Genel-
likle böyle olurdu. Kitabı okuyup bitirir, kafasında beliren kritiği kitabın son sayfasının ardın-
dan gelen son boş sayfaya muhakkak not ederdi.
Patronun elinde Bond çantası, servisi boydan boya geçip gitmesiyle paydosa bir saat kaldığını öğrenmişti.Duvardaki saat beşi gösteriyordu.Kolundaki saate baktı, beşe yirmi beş
dakika vardı. İyiye alamet değildi bu. Pili zayıflamıştı. Oysa daha ne kadar olmuştu pili de-
ğiştireli? Küçücük şeye onbeş bin lira vermişti.
Böyle anlarda hep yaptığı şeyi tekrarladı.Dudağını bükerken başını hafifçe bir sağa bir sola salladı. Bayağı canı sıkılmıştı. Öyle ya,şimdi bir kitap almak zorunda kalacaktı beklide.
Çaycı akşam çaylarını getirmişti. Tavşan kanı çayın buruk tadı hoşuna gitti. Bayan iş arkadaşları makyajlarını tazeliyorlardı.Bir yandan da televizyon dizilerindeki yıldızların saç-
larını,modanın yeni kreasyonlarını,yeni sevgililerini konuşup tartışıyorlardı. Bütün gün süre-
giden disiplinli, ciddi çalışmanın yerini patronun gitmesiyle son saatte bir gevşeklik, başıbo-
zukluk almıştı.
Masasının çekmecesinden sabah aldığı, henüz tam okuyamadığı gazeteyi koltuğunun
altına sıkıştırdı. Duvardaki işyeri saatine son bir göz attı.Ceketinin göğüs cebine koyduğu ma-
aş zarfını sağ eliyle üstünden şöyle bir yokladı.Zarfın hışırtısını duydu,kalınlığını algıladı,yü-
zünün düşünceli, gergin,yorgun kasları yumuşadı.Kolundaki saati de büro saati ile ayarladı.
İş arkadaşlarına “ İyi akşamlar “ dileyip çıktı. Binadan çıkıp kaldırıma attığı ilk adım-
da durdu. Denizden gelen esintiye, imbat rüzgarına karşı derin bir nefes aldı. Çevresinin hare-
ketliliğinin aksine, o sakin, telaşsız adımlarla yürüdü.
Her ay başı yaptığı gibi biraz kahvaltılık, bir miktar et ve kıyma alacaktı. Geri kalan
alışverişi semt pazarından karısı yapardı.
Akşam güneşi körfezin ucuna çekilmiş, dev bakır bir tepsi olmuş, gökyüzüne asılı du-
ruyordu.Her akşam, üzeri tekrarlanan bu doğal tabiat gösterisinin seyrine doyum olmuyordu.
Ortalığı keskin kokoreç kokuları sarmıştı. “ Nasıl da kokar pişerken şu mübarek! .İnsan
ister istemez yutkunur,canı çeker.Gel gör ki,serçe parmağından biraz kalınca bir parçası beş-
bin lira, sanki kimya..Doyumluk kokoreç yemek bizler için imkansız.” Kendi kendine hem konuşuyor, hem yürüyordu.
Kitap sergilerinin olduğu sokağa girmişti. Görmese bile,cilt ve baskı kokularından bu-
nu bilebilirdi. Böyle bir iddiaya rahatlıkla girebilirdi.Sıra, sıra dizilmiş kitaplar onu oldum ola
sı mıknatıs gibi kendilerine çekerlerdi. Bu güce direnemezdi.
İlk sergiye yanaştı. Nefes alışları sıklaştı. Saf,çocuksu bir heyecanla,dizginleyemediği
arzuyla elleri kitap dizilerine uzandı.
Kendinden geçmiş, yazarına, adına, baskısına, konusuna baktığı kitapların birini alıp
birini yerine bırakıyordu.Ellerinde sanki çok değerli, düşürüp kırabileceği bir kristal eşya varmış gibi dikkatli davranıyordu.
Zamanı unutmuş gibiydi.Mutluluk denizinde yüzüyordu.Esasen aklında almayı düşün-
düğü kitap adı yoktu.Maaşını almadan iki gün evvel cebindeki, ayın son parasıyla bir kitap al-
dığı için düşünmüyordu.Maaşını aldığı bugün ise,yine kitap alsa karısıyla tartışacakları mu-
hakkaktı. “ Hoşgeldin “ diye, güler yüzle açılan kapı,elindeki kitap paketini gördüğü an sertçe
kapanabilirdi.Ardından: “ Aç kalınca bunları yeriz herhalde…” şeklinde bir fırça yiyebilirdi.
Karısının silahı nasıl dili ise,kendisinin silahı da suskunluğuydu. Çelebi yaratılışı ba-
ğırmağa,vurmağa,kırmağa maniydi. O,gün geçtikçe nesli tükenen,halim-selim,munis bir kişi-
liğe sahipti.Televizyon kolik olmadan önce kendisi kadar olmasa da,karısı da okurdu. Her yaştan insanları önünde oturmağa mahkum eden televizyon, karısı ve kızını da etkisi altına almayı başarmıştı. Aile uyumu zedelenmiş, meşguliyetler, alışkanlıklar, zevkler sade-
ce televizyona ayarlanmıştı.
Vitrinlerin ışıkları caddelere dökülmeğe başlamıştı. İnsanlar karıncalar misali koşuştu-
ruyorlardı. Ana caddenin gürültüsü daha bir belirginleşmişti. Kokoreç kokuları ile dumanları-
nın yerini sandviç arabaları,börekçi tezgahları,söğüş kelle satıcıları almıştı.Şehir uzun yaz ge-
celerinin olağan hazırlıklarını tamamlıyordu.O, onu büyüleyen sihirli, güzel varlıklardan, kitaplardan bir türlü ayrılamıyordu.
Göz hizasındaki rafta “Turan Dursun “ ismi gözüne çarptı. Uzanıp aldı. “ Din Bu
Cilt 1” ikinci, üçüncü ciltleri de yanı başında idiler. Elindeki kitabın arkasını çevirip sağ alt köşedeki fiyat etiketine baktı.
Öff! Devlet memuru olsa, maaşının nerdeyse dörtte birine yakınını şu üç kitaba verme-
si gerekecekti.Allah’tan özel sektörde çalışıyordu. Yine de kitabın fiyatı aylığının onda birine
geliyordu. “ Peki bu memlekette orta gelirlinin,memurun,işçinin,öğrencinin kitap alıp okuma-
ğa hakkı yok mu? Kitabı lüks nesne yerine saymak niye? Sadece zenginlerin alımına sunulur
hale getiren kimdir? “ diye söylendi
Yine dudak bükerek başını sallarken isteksizce, hatta çok üzgün ve buruk kitapları raf-
taki yerlerine koydu.Yana kaymış, devrilmiş birkaç kitabı da düzeltip özenle yerlerine koydu.
Gözleri çevresine kayınca zamanın nasıl, süratle geçmiş olduğunu gördü.Fakat serginin
önünden ayrılamıyordu. Farkında olmaksızın elleri tekrar kitaplara gitti.Birkaç kitap daha şef-
katli parmaklarıyla adeta okşandılar.Aklı ve gözleri o üç kitaba takılı kalmıştı. Bakıyor, düşünü- yordu. “ Neden Türkiye’de basılı yayınlar ateş pahasıdır? Cevabı basitti...” Yetmiş mil-
yonluk ülke de yayınlanan günlük gazetelerin toplam tirajı üç milyonu geçmez.Diğer bir de-
yişle; Türkiye’de gazete alıp okuyanların sayısı bu rakama ulaşmaz.Bu ülke de ilk baskısı ya-
pılan kitap en fazla üç bin adet basılır.Hal böyleyken basılı yayınlar nasıl ucuz olabilir? “ So-
rularına yine kendisi böyle cevaplar bularak beyni yersiz bir akşam jimnastiğine girişmişti.La-
kin sorular ve yanıtların ardı arkası kesilmiyordu.Buna mani de olamıyordu.
“ Gazeteler bugünkü tirajlarını üçe katlayabilseler,- ki bu bile azdı.- birinci baskıya gi-
ren kitaplar üç yerine ellibin,yüzbin adet basılsa görün bakalım,fiyatlar böyle mi olur? “ Tele-
vizyon da tüm basılı yayınlara en büyük rakip,hatta tehlike yaratan duruma erişmiş.Kanal sa-
yısı gün geçtikçe çoğalıyor.Yirmidört saat TV. seyretmek mümkün.Bu yüzden gazetelerini o-
kuyamayanların, kitaplarını bitirmeden bir kenar da bırakanların çoğaldığı saptanmış.
TV.elsiz, ayaksız,başsız teknolojik korkunç bir canavar. İnsanların işten artan ne ka-
dar zamanı varsa bencilce,insafsızca yiyip bitiriyor.Zengin aileler de anne-babanın,çocukların
ayrı,ayrı odalar da TV’leri varmış. Herkes istediği kanalı, arzu ettiği programı seyredebiliyor-
muş. Böylece de kavga gürültü olmuyormuş.”
“ Üçünü birden alırsanız size yüzde yirmi indirim yaparım. Akşam ucuzluğu bu…”
Sergiye bakan gencin bu teklifiyle dalıp gittiği alemden sıyrıldı. Birden gözü elindeki kitapla-
ra kaydı. Elinde üç kitap vardı.Sımsıkı tutmuştu. Sanki birileri elinden kapıp alacaklarmış sanı-
sı ile…Ne yapmalıydı şimdi? “ Aman sen de! İçkim yok,kumarım yok, sigaram yok, hovardalı-
ğım hiç yok. Bunlar da benim tek lüksüm olsun canım! “
Genç sergici sessizce verilecek yanıtı bekliyordu.Sergiyi toplamadan satacağı üç kitap-
tan kazanacağı parayı hesaplayarak adamın, bir an önce kitapları alması için dua ediyordu.
“Peki sar bakalım,alıyorum bu üçünü…” Az önceki kararsızlığının mutlu sonla nokta-
lanmasına sevindi. Bütün gün çalışma masasında oturmaktan ağrıyan beline, hareketsizlikten
şişen, ağırlaşan ayaklarına aniden şaşılası bir hafiflik, rahatlık yayıldı. Genç sergicinin uzattığı
kitap paketini coşkuyla aldı. Ceketinin sol üst cebinden maaş zarfını itina ile çıkardı. Elleri tit-
remeden memnun, mesut cesaretle açtı. Birkaç banknot çıkarıp ederini ödedi.
“Oyuncaklarına kavuşan çocuk sevinci, gururu içinde, biraz evvelinin tam aksine, acele
ederek hızlı, hatta telaşlı adımlarla çarşıya yöneldi. Alması gereken şeyleri alabilmesi için dük-
kanlar kapanmadan yetişmeliydi…
.......................
Dinmez Er / Çeşme /
Kayıt Tarihi : 26.10.2008 13:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!