GÜNÜ BİRLİK
Gurbette hasretinden yandığımda.
Geliver ne olur günü birlik.
Sevdandan naçar kaldığımda.
Seviver ne olur günü birlik.
Özlemlerim dağ tepe aşıyor.
..
,
Hep bir şeyleri hatırlarım üzüldüğüm
Bir boşlukta gibi olurum,
Hani dinlenme günü derler ya
Aksine daha çok yorulur ruhum.
Pazar günü.
..
Her seven aşkını, yargılayacak,
Sadakat bulursa, şüphe kalkacak,
Asmanın altında, sallanan koruk,
Günü geldiğinde, üzüm olacak.
Ağlayan gözlerde, yaşlar duracak,
Şayet haklı ise, hesap soracak,
..
İnşa ettiğin geleceğim
Öğretmenim doğru bildiğim
Bize verdiğin emeklerin
Sevdiklerim güzel dediğin
Doğru yolumsun inkılabım
Işığındır tek aydınlığım
..
BİLDİRGE, ŞİİR VE DENİZ...
21 mart Dünya Şiir Gününde, ülkenin pek çok yerinde çeşitli etkinlikler yapıldı. Bildirgeler okundu. Bu yıl edebiyat çevrelerinde sıkça konu edilen “şiir halktan kopmuş mudur? ” sorgulamalarına, salt sorgudan öteye gidip, direk olarak olumlu yönde katkı yapacak bir eylem gerçekleştirildi o gün İstanbul’da. “Bir şiir ister misiniz? ” gülümsemesi ile şiir sunuldu sokaktaki vatandaşa. Dün ve bugün, şiir odağında buluşturuldu, günümüz şairlerinin yüzlerine takılmış Cemal Süreya, Edip Cansever, Orhan Veli vb. şair masklarıyla. “Şiir”e dokundurdu insanların ellerini bu etkinlik. Ve aynı zamanda o kağıdın diğer yüzünde yer alan bir bildirgeye. Değerli şair Arif Damar hazırlamıştı, aslında sadece İstanbul’da değil, pek çok şehrimizde dağıtılan-okunan bu bildirgeyi. “Şiir adına verilmiş tüm emeklere sahip çıkarak, ’şiir’in sokaktaki varlığına sevindim elbette. Ancak, ’o sayfadaki sözleri, insanlara ulaştığı noktadaki etkileri üzerinden düşünüp, yaptıklarımıza eleştirel gözle bakmayı da ihmal etmeyen bir yerden incelemeliyiz’ diye düşünmekten de kendimi alamadım.
Çünkü bu bildirgenin “Dünya Şiir Günü oluşumunda direk rol almış bir ülkenin o gün içinde “şiir”e dair bildirdiği düşünceler” olduğu boyutunu da göz önüne aldığımızda söylenenler daha da önem kazanıyor. Bildirge “şiir”i anlatıyor. Her şeyden güçlü olduğu zannedilen sultanların, harunların çekip gittiği bir dünyada şiirin kalıcılığını anlatıyor. Anlatıyor anlatmasına da, içinde yer alan “şiir emektir, alın teridir “ gibi pek çok doğru tanımın yanı sıra, bazı tümceler daha özenli kurulsaydı keşke diye gönlünden geçiriyor insan. Çünkü artık insanlara sunulma şeklinden dolayı; o tümcelerin her biri, bir şairin herhangi bir konuşmada ortaya koyduğu gibi bireysel söylemler olmaktan çıkıp, o ülkenin sesi oluyor bir ölçüde. “Şiir Cengiz Han’dan da, Sezar’dan da, Hitler’den de, Büyük İskender’den de büyüktür.” gibi bir tümce okuyoruz bildirgede. Söylemin yanlış anlaşılmaya uygun geniş anlamı içinde bu savaşçı adamların dünyaya etkileri üzerinden değil de büyüklüğü üzerinden bir anlamla karşılaşınca, doğrusu şöyle bir garip hissetmemek elde değil kendini. Elbette “Hitler de büyüktü” demeye çalışan bir yerden kurulmadığını biliyorum ben o tümcenin. Ama sözlerin okuyucu belleğinde bilinçaltına girip nasıl iz bıraktığını da biliyorum tüm anlamlarıyla.
“Şiir”i anlatırken çocuğunu övmenin derdine düşmüş bir ebeveyn tavrı, o yüzden rahatsız ediyor beni bildirgede. Biçimsel açıdan bakıldığında, çok sık özne kullanımı, “Şiir muştu, sevinç ve mutluluktur, kötümserlik bilmez.” söylemleri, yine aynı sebepten düşündürüyor. Şiirin ölümü de, hüznü de, derdi de nasıl anlattığını; söz, “şiir” haline gelince o sözlerin bilinçaltımızdan kalkan denizaltılar olarak, içimize doğru nasıl yola çıktıklarını bilir, günleri şiirle dolu olanlar. “Şiir yıldırımdır, şiiri yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz” denilmesindeki yürekli sahip çıkışın, okuyandan önce yazarından başlayan coşkusunun etkisiyle, bu tümcenin mantıkla çelişişinin nasıl gözden kaçırılabileceğini anlarlar. Ancak anlamış olmak, üzerinde düşünmeyi engellemiyor ki. Çünkü biliyoruz; bildirgedeki “şiir olmasa sevdalılar söyleyecek söz bulamaz; o zaman sevda da, aşk da olamaz. İnsanoğlu yok olur.” söylemi sokaktaki insana değdi tüm ülkede. Duyarlı öğretmenler, yanına aldı gencecik çocuklara dağıtmak için bu sayfaları. Artık dizi film jeneriklerinde yazılanları şiir zanneden günümüz insanlarına yazıldı, en çok bu bildirge. Ve onların algı noktasında tamamlanacak.
..
Bu gün sevgililer günü ya
Hadi bu gün
Daha çok hatırlayalaım o en yüce sevgiliyi
Açalım ellerimizi af dileyelim
Geçmiş ve gelecek günahlarımız için
Bu gün sevgililer günü ya
..
Dünyanın dört bir yanında yatırımları, yatları katları olan zengin bir adam, şehrin ileri gelenleri arasında itibarlı biriydi. Taahhüdünde devam eden işlerin, paye kapmış zevatları aydan aya gelir bilgi sızdırarak işin akışını teminde kolaylıklar sağlayacaklarını vaat ederler, elden cebe hediyelerini alır, emellerine nail olduktan sonra arzı endam ederek boş gelip dolu giderlerdi. Şirketlerinde çalışanlarda bol keseden maaşlarını aldıkları gibi cabadan ayrıca yılda iki kez maaşları kadar pirim adı altında ikramiye alıyorlardı. Etrafında fır dönenler bu saltanatın gidişatından keyif alıyor memnunluk duyuyorlardı.
İş görüşmeleri için yurt dışı seyahatleri hiç eksik olmuyor sık, sık mahiyetindeki elemanlarıyla gidip geliyordu. Yine böyle bir yurt dışı iş toplantısında, bu kadar yoğun çalışma ve strese kalbi dayanamadı, kendini kötü hissettiğini söyleyerek en yakın sağlık merkezine, oradan da tam teşekküllü özel bir hastaneye kaldırıldı. Gerekli tetkikler sonucunda doktorları anjiyo olması gerekli dediler. Anjiyo sonuç vermediği için ameliyat olmasına karar verdiler. Bypass ameliyatı başarıyla yapıldı, yoğun bakımdan çıktıktan sonra bir kaç gün hastanede yattıktan sonra taburcu edildi.
Yakın dost ve iş arkadaşları, hasta ziyaretini bahane ederek yurt dışını görme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Adamın şirketlerinden birisini aracı kılarak uçak biletlerini aldırdılar, en güzel kıyafetlerini giyindiler hayatında hiç uçağa binmeyenler uçağa binip güle oynaya yurt dışına uçtular.
Hastaneye en yakın çiçekçiden, daha evvel sekretaryasından öğrendikleri, hastanın en çok sevdiği çiçeklerden buketler yaptırdılar. Hepsinin yüzünde ağlayan adam maskesi vardı, oysa maskenin ardında sırıtıyorlardı. Heyecanla hastaneye girdiler. Danışmanın vermiş olduğu refakatçi eşliğinde hastanın yattığı odaya geldiler. Poliklinik hemşiresi kısa süreli görüşe izin verdi. İkişer ikişer olmak üzere hastayı ziyaret etmiş olmak adına hastaya görünüp, geçmiş olsun dileklerini sundular. Hastanın karşısında timsah gözyaşları döktüler. İltifat ve pof poflara alışık olan adam vaziyetten pekte memnundu. Ne çok sevenim varmış diye düşündü içinden. Adamlarına talimat verdi. Ziyaretime gelenleri, şehrin gezilecek yerlerini gezdirin, hediyelerini alın diye.
..
Günü, günü veren güneşi, ondan sebeplenen gülü bile ezberledim.
Bilmiyorum ki seni, neredesin, nasılsın, iyi misin ama çok özledim...
..
Günü, günü veren güneşi, ondan sebeplenen gülü bile ezberledim.
Bilmiyorum ki seni, neredesin, nasılsın, iyi misin ama çok özledim...
..
Yerin göğün yaratılması o gün olmuştur,
Onun için aşure günü kutsaldır dinde.
Bu dünyamız o gün içinde nizam bulmuştur,
Onun için aşure günü kutsaldır dinde.
Adem'in duası o günde kabul görmüştür,
Nuh Peygamber o gün Cudi Dağına ermiştir.
..
İpek Kumaş Yeni eski farketmez
Dike dike günü geçer terzi'nin
Bir makasla yola çıkar, çark etmez
Söke söke günü geçer terzi'nin
İşler iyi ise, moreli iyi
Güzel yapar nakış, nakış sevgiyi
..
Yetiştirir her meslekten insanlar,
Ana kucağı kadar sıcaktır bu okullar,
İlk okumaya başladığımız o yıllar,
Bilgi dolu eğitim yuvasıdır okullarımız.
Edep ve terbiye, saygı ve sevgiyi,
..
Yaşanmıyor senin olmadığın sokaklarda hissetmiyorum şehrin parıltılı havasını
Gözyaşlarımdan buğulu görüyorum sayende dilekler için beklediğim yıldızları
Kırlardan koparılmış papatyalarda deniyorum şansımı bir dal seviyor bir dal sevmiyor beni
İsminide Söğüt ağacına kazdım umutlarımı ve gönlümden geçenleride dallarına sıkıca bağladım
Hatırlarsın çocukluklarımı, babanı atıp tutan şiirlerimi hatırlarsın, seneler sonra belkide ağlarsın
Yüzyıllar sonra yaşacak değilizya eriyoruz işte günden güne gidiyoruz sonun başlangıcına
..
Çocukluk Günü
Ne gül diyen oldu, ne halden anlar,
İçimden gülmedim çocukluk günü.
Bağrına basarda okşar analar,
Okşanır olmadım çocukluk günü.
..
Elleri nasır olmuş,yatağı hasır olmuş
Sabah akşam tarlada günleri asır olmuş
Irgatlık ede ede adeta esir olmuş
Her günü perişan her günü yaslı
Gülmemiş ki kaderi, ne yapsın ki Sivaslı.
Bağırır, çağırır duyulmaz onun sesi
..
Kendinden ve birden başka böleni olmayan asal bir padişah tahtta idi o sıralar Konsantrepoliste. Ordu patiska seferini bir dahaki sefere bırakmış, Konsantre birinci ligi tatile girmiş Bamya spor ve Lahana idman yurdu taraftarları fikirsiz fütursuzca ellerinde takımlarının sembolü takke ve külahla dolaşıyordu Karaköy civarında. Parası olanlar haliç civarında arzı endam eğliyor, ilginçtir bunu parası olmayanlarda yapıyordu. İşte tam bu arzcıların endamcıların eyyamcıların içinde biri paralı diğeri beş parasız iki genç devşirme de seyir halindeydi. Lokmansuyla Cavitcan. Lokmansu küçük yaşta yetişmesi için verildiği zengin bir toprak ağasının sayesinde para sıkıntısı çekmemiş, katıldığı bir kuşatma sırasında topu kendi kalesine ateşlediğinden sebep ordudan ihraç edilince içgüveysi mertebesine yükselip ağanın ortanca kızına yapmıştır sonraki ortalarını. Cavitcan ise makus talihini son ana kadar kıramamış, hem zengin ailesinden koparılıp peltek, yoksul bir köylünün yanına verilmiş, orada yancılık stratejisi dersleri almış hem de peltek bir adamdan dinlediği içindir ki bütün sureleri yanlış öğrenmiştir. Gerçi bu pelteklik ilerleyen yıllarda Cavitcanın velinimeti olmuş, bir bedava ziyafet deyip oturduğu mevlit masasında Fatiha suresini titreyerek okumaya çalışmasını iman bütünlüğü sanan şeyhülislamın kızına damat alınmış. Aksarayda tuhaf şeyler satılan dükkana ortak edilip ilk tuhafiyenin de kurucuları arasına sokulmuştur. Neyse biz hikayemize dönelim, işte bu iki can yoldaşı haliç civarında yürürlerken bir kalabalığa rastlarlar, Lokmansunun ne işimiz var diretmesine karşılık içindeki avantacılığı bastıramayan Cavitcan sayesinde bedava bir şey dağıtıyorlardır umuduyla limanda tezgah açmış bir İngiliz denizcinin masasına kıyı kıyı yanaşırlar. O zamana kadar hayatlarında iskambil kağıdı görmeyen halk konsantre bir şekilde masaya odaklanmıştır. Tahmin ettiğiniz üzere şehrin ismi de o günden sonra değişmiştir. Denizci bağırıyordur ‘Find the black take the money’ o sıralar kimse İngilizce bilmediğinden bu denizci adamcağızın kalabalığa derdini anlatayım derken kahrından öldüğü söylenir. Adam ölünce ölüm hak miras helal deyip Cavitcan kağıtlardan birini cebine sokar. Biraz sonra oturdukları bir çayhanede Cavitcan elinde tuttuğu kağıttaki parlak adamın vale olduğunu öğrenir ve başlarlar Lokmansuyla şakalaşmaya. Sen valeydin ben valeydim iş giderek sarpa sarar. İlk tokadı kim yemiştir ilk tekme kimden çıkmıştır hala bir muamma gerçek olan şu ki kendilerini o vakitler Galata kadısı olan büyük büyük dedem Güleçerzade Necip Paşanın karşısında bulurlar. Necip Paşa adil ama tuhaf kararları olan bir kadı olarak anılırmış bütün Konsantrepolis hudutlarında. Aynı zamanda bir musiki grubunda kanun çalan bu zatı şahane ilk rap-musikinin harmanlayıcılarındandır. Bir şehzade sünnetinde musikiyi yanlış yerden heceleyip padişahın ‘mu neyi? ’ sorusuna verdikleri cevap sonları olmuş bütün grup üyeleriyle kelleleri cellat Kara Rıfkıya teslim etmişlerdir. Velhasıl büyük büyük dedem rahmetli Güleçerzade Necip Paşa bir birlerini perişan eden bu genç devşirmeleri karşısında görünce önce tebessüm etmekten kendini alamamış sonra valeyi ortadan ikiye bölüp gençlerin kulaklarına küpe yapmış. Bununla da yetinmeyen büyük dedem Lokmansu dönüp sen takkeni Cavitcana ver külahı da al demiş. Öylelikle 13 Şubat sen valeydin gününde dostlar arasında hediye alış verişi gelenekselleşip bir sevgi günü olarak kutlanmaya başlanacakmış ki dedemin aklına eşi Hacı Rukiyeyi kapalıçarşıya götürme sözü gelmez mi. Demiş ula kızanlar biz bu günü yarın kutlasak nice olur…. İşte o günlerde sevgi günü olarak kutlanan sen valeydin gününün hüzünlü bir o kadar da gurur yüklü hikayesi, yolunuz düşerse Konsantrepolis civarında arkeoloji müzesinde başsız göreceğiniz mermer heykeller rahmetli büyük dedem ve grup üyelerine aittir. Ruhları şad olsun…
NECİP GÜLEÇER
..
Nasıl düşünmeyeyim, nasıl düşünmeyeyim. Geldi kapıya dayandı neredeyse bir sevgililer günü daha. Bir aydır, yok yok altı aydır onu düşünüyorum şu on dört şubat gelse de; ki kendileri az buçuk ''Sevgililer Günü'' oluyorlar, ben de sevgilime bir şeyler alsam. Karım da bu duruma hayatta kızmaz ha, neden derseniz; bizatihi karım aynı zamanda sevgilimdir de ondan, bilmem anlatabildim mi?
Yahu arkadaşlar bu meret, yani sevgililer günü yeni icat oldu sanırsam, yoktu bizim gençliğimizde böyle özel günler fazla. Biz bir anneler gününü, bir de babalar gününü, bir de Kabotaj Bayramı'nı bilirdik gerisi hikâye ve hatta seri halinde fotoroman bile diyebilirsiniz...
Bakayım dedim şöyle bir iki gün öncesinden vitrinlere, bir de fuar var başkentte. Allah razı olsun adamlardan ne güzel düşünüyorlar da sevgilileri fuar yapıyorlar, her bir şeyleri ayağınıza kadar getiriyorlar. Herkes bütçesine göre sevgilisini düşünsün artık. İsteyen saç tokası alsın ya da bir demet çiçek, isteyende milyarlık saat alsın.
..
Daha dün arefeydi bu gün bayram a dostlar
Gün aynı gün ama bu gün bayram günü
Dün başkaydı bu gün başka gün çocuklar
Gün aynı gün ama bugün bayram günü
Bayram gelmiş neyime diyenler var
Bosnada katliam afganda ölenler var
..
benim için ne ayların nede günlerin önemi kaldı
sana aldığım her çiçek her gül elimde soldu kaldı
seninle en son ayrıldığımızda işte tam bu aydı
yalnızlığımı hatırlatır bana her ondört şubat günü
kimbilir şimdi sen nerelerde kiminlesin
elbetde bir gün geriye belkide bana dönersin
..
Anne babamdan sonra gelen,
Sensin bana emek veren,
İnsanı insan yapan yücelten,
Benim canım öğretmenim.
Gülünce yüzünde güller açan,
Gözlerinden ışık saçan,
..