İnceden bir yel, kopar; azar-azar yüreğimden, düşer o narin kuytuların sessizliğine…
Gömülürüm; anıların canlılığında, adı “ben” olan vücut kabrime…
Bir çocukluk ninnisi, rüzgârın uğultusuyla sokak başında… Karşılar!
Kaldırımların ıslak, kirli beyazı…
Karanlığı kesen ayaz, buzdan baltalar…
Ve “ay” nerede(?) sorarım; yıldızlarını dökmüş geceye…
Üşüyorum, yokluğunda; tel-tel dökülen hayat yaşlarıma sarıyorum ruhumu! Yüreğimden bir “sızı” kesintisiz, genzime vuruyor! Tutamıyorum gözyaşlarımı… Karışıyor bir-birine; göz ve hayat (yaşlarım) , tükeniyorum, bile-bile…
Tan ağarıyor, sanki menteşesiz bir kapı, yeni güne… Yine doğuyor güneş ve saklayamıyorum gölgemi; kâh benden önde, kâh arkamda ama hep ayakaltında… Sürünüyor; bir vefa örneği mi, yoksa reva mı (?) diye, sormadan(!) düşündürüyor…
Kendi “sorguma” katılıyorum ve soruyorum: “hani, ne oldu(?) kuru bir dal dikmiştin gönül bağına(!) yeşerdi mi? ”
Artık “boyun bükmek, yiğitliğin şanındandır” diyemiyorum; zira gördüm ki yiğitlik, “sabrın” sonsuzluğundandır…
O’na sığınıyor, O’suz zamanı haram kılıyorum, nefesime…
(suyun götürdüğü gölge’den)
Necdet DurmazKayıt Tarihi : 29.1.2011 16:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)