şehirden uzakta
davetkâr yemişlerle dolu bir bahçe
hemen girişte
huzuru gölgesinde taşıyan bir meşe ağacı,
altında bedeni uykuya çeken taştan bir sedir
biraz ileride yılları eskiten iki göz oda
ey hayat,
yetmez mi bunca bedel
bunca çırpınış bunca kıyıya vuruş
bunca hırpalanış
niye aramızdaki bu uzaklık bu mesafe
nedir böyle delice tükettiğimiz
eteklerine bahar değmiş
çocuklar gibi sancılıdır,
her yeni açan sevda
gülüşünde tomurcuk kokusu
saçlarında
gündoğumundan izler taşır
başımda ay
topuğumda deniz
sağ yanım dilsiz
sol yanım kimsesiz
………..
bilirim ağlamak gerek değildir sana
ağıt yakmak inlemek gerek değildir ardından Güldünya
sen toprağımın kırk örgülü güzeliydin Güldünya
kırk örgünün kırkı da adın gibi kokardı
yüreğim yandı gidişine ama ağlayamadım
gün bitip de
geceye uzanınca yalnızlıklar
yokluğun asılır karanlığa
bir bir elimi yakar
dokunduğum yıldızlar
bildiğim bütün masallar
gecelerden bir gece
ertelenmiş gitmeler
dökülürken yollara
gecikmiş ürkek dokunuşlarla
kanatlanmıştı yüreğim
karanlığı yırtarken yaralı bir kuş avazı
Türküler,
bizim türkülerimiz
kiminde deniz mavisidir
kâh dalgalı kâh dingin yol alır ummanlarda
kiminde rüzgâr yeşilidir
kâh lodosla kâh poyrazla savrulur ovalarda
Bilir, hem de alâsını bilir bu gönül
en deli sevmelerin
zira en çok bu gözler taşımıştır
özlem yüklü bakışları
en fazla bu eller taşımış
bu dil dökmüştür ağıda
nasıl da tanıdık bir oyun bu
bir o kadar da can alıcı
yok mu ah,
şu eskimek bilmeyen
ben bunu görmüştüm duygusu
Issız ve yalnız zamanlarımda, sesimin yankısını bulduğum ender şiirlerin şairi. Umarım hayat ona hep saygı gösterir.