NASIL OYUNA GELDİK
-Tarih boyunca Dünya Hakimiyeti, her milletin arzu ve hayali olmuştur. Milletlerin birbirlerine çelme atma, hile yapma alışkanlıkları da hep var olmuştur. Geçmişte bazı Türk Devletleri Çinliler'in hileleri ile içeriden yıkılmışlardı. Bu nedenle, Türk Kavmine gönderilen “Oğuz” Peygamber'in Milletine uyarısını hatırlayalım: “Ey Türk Milleti Sözümü İşitin! Düşmanın(Çin) tatlı sözlerine, yumuşak İpek Kumaşına aldanma! ” demişti.
-Türk Milleti, 17 İmparatorluk kurmuş. Bu İmparatorlukların bünyesinde, ayrıca İki yüz devlet kurmuştur. Bu devletlerin tamamına yakını dışarıdan yıkılamamış, içeriden nifak sokularak yıkılabilmişlerdir. “iki Türk bir araya gelince devlet kurar, üç Türk bir araya gelince devlet yıkarmış” sözünde haklılık payı büyüktür. Ne yapalım, bizim de zaafımız budur. Kızılderililer(onlar da Türk imiş meğer) gibi her birimiz ayrı ayrı Reis olmak isteriz. Kızılderililer de, başına bir kuş tüyü takan Reisliğini hemen ilan eder. Birbirlerine tabii olamayınca Beyaz adam soylarını bitirdi.
-İşte düşman bu zaafımızdan faydalanarak ikicilik yaratmış, bu gün dahi bizi köşeye sıkıştırmayı başarmış durumda. İkinci bir zaafımız da; Kadına karşı olan zaafımız. Osmanlı Sarışın, Mavi ve Yeşil gözlü kadınlarla evlenmekle, Saraya ilk Casusları almış oldu. İşte çöküşün ilk temeli atılmış oldu. İsrail'in kuruluşunda da Sirklerde dans eden Mavi gözlü balerin kızların rolü büyüktür. Baltacı Mehmet Paşa'nın Katerina için Rusya'yı almaktan vazgeçtiğini hepimiz biliriz. Bunu kabul etmeyen Tarihçilerimiz var. Bu konuda iddialı değilim. Bir zaafı ortaya koymak için bu örneği verdim. Üçüncü zaafımız, İnancımız konusunda bilgisiz oluşumuz ve Dine karşı kayıtsız şartsız teslimiyetimizden dolayı, Din olarak bize yutturulan her şeyi bilgi eksikliğimizden dolayı hemen kabul edişimizdir. Dördüncü zaafımız; çok çabuk asimile oluyoruz. Bu nedenle Dilimizi bir kuşa benzetmişiz...
-Osmanlı'yı Top ve Tüfek ile yenemeyeceğini anlayan düşman; inancımızı, kültürümüzü, dilimizi, kimliğimizi yozlaştırarak bizi tuşa getirmiştir. Osmanlı'nın ve İslam Alemi'nin nasıl oyuna geldiğini, İngiliz Casusu Lavrens'in anılarından anlıyoruz. Gayet iyi Türkçe, Arapça ve Farsça bilen Lavrens, Osmanlı topraklarında Din Adamı kılığında dolaşarak, Vaazlar, Hutbeler vermiş, Müslüman Arapları Devlete karşı kışkırtmış, Arap ve Pers Milliyetçiliğini ön plana çıkarmıştır.
-Rusya'da esir düşen Kilisli bir askerimiz, anılarında şöyle diyor: “Rus komutan; “Antepli kimse var mı? ” diye sorunca, ben varım dedim. Rus komutan; “sen Antep'te Mehmet Paşa Camisini bilir misin? ” diye sordu. Evet bilirim dedim. “Ben o Cami'de 20 yıl İmamlık yaptım, size dininizi öğrettim.” dedi.”
-Ruslar'ın ve İngilizler'in yetiştirmiş oldukları Casus İmamlar ve Din Adamları, görev sürelerince DİN öğretiyoruz diye, “Doğru Din”in yerine, Hurafelerle dolu bir Din öğrettiler. Son üç yüz yılda, devletin asıl sahibi olan Müslüman Türkmen Boylarına tahsil imkanı vermeyen ve cahil bırakan Osmanlı, Milletin ve Ümmetin oyuna gelmesine zemin hazırlamıştır. Devşirme-Dönme çocukları Enderun'da tahsil yapma imkanı bulurken, bu memleketin öz evlatları tahsil yapamadıkları için, Saray'da görev de alamadılar. Dininin Kurallarını, inceliklerini bilemeyen bu Müslüman Millet, “Casus Din Adamları”nın Hurafeleri'ni Din kabul ederek, oyuna getirildi. İçtihat Kapıları kapatılan Din, çağın gereklerine Hurafeler'le çözüm getirmeye çalışınca, yenilik ve bilimsel gelişme de olmadı.
-Bu Hurafeler'den bazılarını sıralayalım:
-Bir vakit Namaz kılamayan Müslüman'ın 70 yıl Kızgın Sacın üzerinde Namaz kılacağını ve Sırat Köprüsünde geçerken, ağzında alevler çıkan Ejderha'nın ağzına düşeceğini söyleyen Casus İmamın bu Fetvası, Müslüman'ı ümitsizliğe sevk etmiş ve tamamen Namazı bırakmasına neden olmuştur. Çünkü, Yarım Müslüman hesap yapıyor; “ülen ben 45-50 yaşına gelmişim. Bu güne kadar hiç namaz kılmadım. Ara sıra Cuma veya Bayram Namazlarına giderim. Her vakit için 70 yıl ceza verilecekse. Bir gün de; 5 vakitten x70 yıl = 350 yıl namaz eder. Bir ayda; 5x30=150 vakit x70 yıl=10.500 yıl; bir yılda 12x 10.500 yıl=126.000 yıl, kırk beş yılda; 45x126.000 yıl= 5.670.000 yıl namaz kılmalıyım. Bunun yanında 45 yıllık geriye dönük Kaza Namazı da kılacağım. 5.670.000 yıl yaşayamayacağıma göre, ben zaten ölmüşüm, benim hiç kurtuluşum yok, en iyisi ben bu namaza hiç başlasam daha iyi olur. Anamızın adı Fattık, öyle de olsa battık, böyle de olsa battık” diyor ve namazı tamamen bırakıyor.
-Bu fetva ile amaçlanan; kişileri ümitsizliğe kaptırarak, tamamen dinden uzaklaştırmak olmuştur. Halbuki dinimizde ümitsizliğe kapılmak, küfre inanmak kadar tehlikelidir. Allah'ın Rahmetinin ne kadar geniş olduğunu hatırlatmak var iken, ümitsizlik yolu öğretilmiştir. Allah(cc) Ayetinde; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin(sevdirin) , nefret ettirmeyin.” buyurmakta iken, Casus Din Adamları suyu hep yokuşa akıtmaya çalışmışlardır. Beyazıt-ı Bestami Hazretleri, Allah ile Latife edecek kadar ileri gitmiş ve; “Bana bak! Senin Rahmetinin ne kadar geniş olduğunu Kullarına söylersem, kimse sana ibadet etmez ha...” demiş.
-Diğer bir Hurafe; “bir kişi Hacca gidip, döndüğünde; elini metreden ve teraziden çekmeli. Çünkü; eksik ölçer, eksik tartarsa kul hakkı yemiş olur.” diyerek Müslüman'ın elini ticaretten çekmişler. Ticaret yollarını Gayri Müslimler ele geçirmişlerdir. Bu gün AET denen Ekonomik Birlikten, AB denen Siyasi Birliğe geçiş yapmışlardır. Bize hem Ekonomik, hem Siyasi yönden dayatmalar getirmektedirler.
-Bizi vurdukları diğer bir yol ise şudur: “Efendim Siyaset namuslu adamın işi değil” diyerek, namuslu, dürüst insanların Siyasete girmelerine mani olunmuş. Bazılarına göre bu iş namuslu adamın işi olmadığına göre, bu görüşün tersini düşünürsek; yıllarca bizi kimlerin yönettiği kolayca anlaşılacaktır. Ülkemizin kötü yönetilmesinin izahatı da bu acı tesbitte yatmaktadır galiba. Bu durumda, bu ülkenin öz evlatları Siyasetten elini çekmiş, Devşirme-Dönmeler ve Gayri Meşru para kazananlar siyasetimize hakim olmuşlar. Öyle ise biz kimi kime şikayet etmeliyiz? Türk evladının derdini kim dinler, kim anlar?
-Bir başka Hurafe; “Her Koyun kendi bacağından asılır.” sözünü Müslüman Türk'e kabul ettirmişler. Bu söz büyük bir sorumsuzluk ve bencillik içermektedir. Aslında bu söz hayvanlar için kullanılmıştır. Çünkü insan Sosyal bir varlıktır, toplumdan bağımsız değildir. Hayvan gibi, sadece kendi bacağından asılamaz. İşin içerisinde “kul hakkı, komşu hakkı” olduğuna göre, insanı tek başına toplumdan soyutlayamayız.
-Yine; “Suya Sabuna dokunma” sözü ve “Bana değmeyen Yılan bin yaşasın”, “Gemisini kurtaran kaptan” sözleri ile hem tepki gösterme duygumuz köreltilmiş, hem de insanımız “neme lazımcı” olmuştur. Ben kendimi kurtarayım da, diğerleri ne olursa olsun, anlayışı hakim olmuştur. Hani; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değil”di? (Hadis)
-Behey ahmak adam! “Suya sabuna dokunmadan” temizlik olur mu? Temizlik olmadan yaşanır mı? Böylece içi ve dışı kirli toplum haline getirildik. Sana değmeyen yılan bin yaşarsa; bir gün çocuğunu, eşini, sevdiklerini sokarsa ne yaparsın? İşte, Afgan'ın, Irak'ın hali, İşte Organ Mafiaları çocuk kaçırıyorlarmış. Bir gün senin de çocuğunu kaçırırlarsa halin ne olur? Demek ki, insan toplumdan soyutlanamayan, sosyal bir varlıktır demiştik.
-Sonuç olarak, okuyup da ne olacaksın diyerek, tahsilden ettiler. Namuslu adam Siyaset yapamaz diyerek, Devlet yönetiminden uzaklaştırdılar. Elini Metreden, Teraziden çekeceksin diyerek; ülke ve dünya ticaretini elimizden aldılar. Bizi koyun zannedip, bacağımızdan asmaya kalktılar ve tek tek dövdüler, sonunda mağlup olduk. Gemisini kurtaran kaptan dediler; yardımlaşmayı kaldırıp, bencilliği, neme lazımcılığı aşıladılar. Bu Hurafeleri dinimize ve kültürümüze sokan Casus Din Adamları, bizi Ticaretten, Siyasetten, İbadetten, Tahsilden ve Toplumdan kopardılar. Hep güzelliklerimizi bıraktık, oyuna geldik ve kimliksiz, kişiliksiz bir toplum olmaya çalışıyoruz. Böylece Garip bir toplum haline getirildik.
-Üstad Necip Fazıl'ın şu DUA'sı ile sözlerimize son verelim:
Bıçak soksan gölgeme,
Sıcak kanım damlar...
Gir de bir bak ülkeme;
Başsız, başsız adamlar...
Ağlayın, Su yükselsin!
Belki kurtulur Gemi...
Anne Seccaden gelsin;
Bize dua et, emi!
-21.Asır, Osmanlı Haritasının kan ağladığı asırdır. Bosna, Çeçenistan, Karabağ, Afgan Özbekleri, Irak, İran,Suriye ve Uygur Türkmenleri hep kan ağlıyor. Ancak bu kadar kan ve göz yaşı yetmiyor galiba. Madem bu Gemi Gözyaşlarının yükselmesi ile kurtulacak. Ne kadar ağlamamız gerektiğini siz hesaplayın lütfen.... Daha da kötü günler ileride galiba... 26.3.2004-
Mehmet Demir Atmalı.
Gaziantep Kuvva-i Milliye Derneği
Gen. Bşk. Yrd.
Kayıt Tarihi : 7.6.2006 19:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Saygılarımla...
TÜM YORUMLAR (1)