Minik eller, ince gülüşler!
zamane ölümleri artık yoktur,
gün doğumuyla, yeni insancıklar katılır,
hayatın hiç yokluğuna şahit eden…
Ayakkabıların çamuru temizlenir,
paspaslar kirlenmesi diye,
Kimi zaman ben bile anlamam, kalemimin dilinden.
Beyaz kağıtlara değilde, yalçın kayalara çarpan dalgalar gibidir sesi,
Ayağımın altından kayar yeryüzü, sıkıca tutunduğum umudum,
Sözlerim kadar var olduğum bir dünyanın gökyüzünden salındığım,
Nedense kırmızı? yada da kan kızılı? damlalar kıran soğuk mat kayalıklar,
Ben, sade bir sukutun gölgesinde korkumla pusarım…
Hükmün kılıcı elinde
Dilersen vur, kapalı kapılar ardına,
Bir şişeye koy sal bozkıra,
Olmasa da denizim,beklerim…
Bir şey diyemem gözlerine;
Söküp perçeminle geleceğimi
kasım soğuğunda sen olursun şehre karışıp giden
güm doğumuna yakın, ufku şehrin sisi kaplamış
yollarında adım izlerim, bembeyaz kırağıya karışmış
şehirde ’de sabah ezanının sesi, yankılanır yüzümde
Ağır bir duygu çoraklığında, sevinmeye çalışmışım yıllardır
Yapma çiçekler açmış, gönlümün bahçelerinde
Soğuk güneşler doğmuş, aydınlık sandığım sabahlarıma
Yüklenmiş sırtıma seni aramanın yorgunluğu,
Sıkıca sarılmışım, sana sakladığım 27 senelik bohçama.
Boz bulanık dalgalarda seyretmiş yalnız gemim,
Yerlerinden kovulmuş şeytanların,
Çirkef beğenimsisizlikleri gibi,
Satamadığı ruhlarının olmayan güzelliklerini,
Örtüleri saten yada ipek giysiler bilirim.
Kirlenebilecek doğanın en güzel lekeleriyle…
Bahanelerden mektuplar yazar diller kulaklara,
Gözler inancını sade kendi için sorgular,
Muhabbetlerin döndüğü akşam sefalarında,
Kılıçlar kuşanılmıştır, kıvılcımlar yayar arzular.
Beyaz güvercinler oluruna bırakma isteğidir hayatı…
Sahipsiz, piç kalplerinde, kralın soytarısı,
Batmış, koyu kullanılmış neftin içine;
Sarılamaz ruhunuza, tüm bedeniyle abansa bile.
Dünya’ya apış arasından bakan herifler…
Lanetlenmiş sanki dilleri, söyleyemez aşkı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!