Yükseklerde gezerdim, ütopikti belki hayallerim.
Pamuk pamuk bulutlardan saraylarım vardı benim.
Rüya âlemim, kâbusların ablukasına girdiğinde
Sert oldu düşüşüm; kanadı kırık kaldı düşlerim.
Ukdelerle dolu içim; dolularla hasarlı, viran şehirlerim.
Ben, belki her şeyin sonu, belki her şeyin başlangıcı…
Hislerime ültimatomlar iletiliyor, beynimin liberteryen kesimlerinden,
Mantığa karşı savaş naraları yükseliyor, yüreğimin müstemleke ülkelerinden.
Dünya’ya kapatılmış izole sınırlarım, basbariton suskunluğumla,
Duymuyorum ensemde patlayan kulak tırmalıyıcı soprano çığlıkları.
Görmüyorum kimi haklı kimi haksız alacaklıların bilenen dişlerini.
(Bir ilişkinin enkazında Descartes’i anımsarken)
Bizi bizle sarsan depremler, bizi bizde boğan tsunamiler var şehrimizde...
Depremin artçılarıyla birbirimizin yıkıntılarına tekrar tekrar devriliyor,
Suların fersah fersah taşkınında çaresizce kulaç atıyorken,
Yarının cevaplarını bilmesem de bize soruyorum: Bitiyor muyuz?
(Şiirle doldurmaya çalıştığım çatlaklar)
Sen, bir vahanın yeşilleri bense mavileri olsam…
Esirgeyip dökmesen yapraklarını kıyılarıma,
Sabahın yardımıyla, çiğlerle dokunurum tacına.
Köklerini çeksen, yüz çevirsen değdiğim topraklara,
(Sen’den kalmayanla yetinmeye çalışmak)
Bir derdim var “sen” diye, seninle paylaşmak istediğim;
Elimden gelenin en iyisiyle, gıyabında büyüttüğüm…
Yokluğun kadar yer tutan, adının başını senden alan;
Sen’den türeyen sensizlik.
(Zühre’nin şahsında tüm dönmesi istenen, beklenen, velhasıl bitmeyenlere)
Sana “her anım” diyesim var, akşamım, gecem, seherim, sabahım…
Sultan-ı Zühre’m, satırlarda seni senden dahi saklayacağım.
Düşlerim ele geçerse diye, adını ulu orta anmayacağım.
Sırnamemde seni, Zühre diye mahlaslandıracağım.
Ve devraldım vakarı dünyadan, ölümleri gördüğümde,
Oyunları, oyuncakları o vakit devrettim küçüklerime.
Saklambaçlarda sobelemeler, sobelenmeler,
Çelik çomak değnekleriyle uzaklara fırlatılmalar,
Yağ, bal satarımlar da dönüp arkana bakmalar,
Sekseklerde çizilen çizgilere basmadan sekmeler,
Sesini duymaya doyamadığım bir an,
Sessizlikten ürperdiğimi söylersem sana,
Sevda üstüne, yürekten nağmeli mırıldan bana;
Yak beni güzel, yak nakaratlarda.
Kara gözlerinde kaybolduğum bir an,
İki ayaklı aşk masasında, yere sağlam basan,
Dengeyi korumaya çalışan taraftım ben.
Masanın üzerinde ne varsa, yuvarlanmasına müsebbip,
Kırılan porselenlerin, camların bir numaralı katil zanlısı,
Sürekli sarsıntıların kaynağı, aksak ayaktın sen.
Ve nihayet, kırılacak bir şey kalmayınca,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!