Mahşer Meydanı
Ey kalbimin beklediği,
Ey yaralı sevgili…
Kalbim, bir mahşer meydanı şimdi.
Küllerle örtülmüş yanık bir ova,
feryatla suskunluğun birbirine karıştığı.
Göğe yükselen duman,
gözlerimin içinden çıkan bir ağıt gibi savruluyor.
Gölgeler üstüme çökmüş,
her biri sessiz bir yargıç.
Mahşer kalabalığının bakışları dikilmiş üzerime;
gözlerden kurulu bir mahkeme,
ne fesat ne de merhamet tanıyor.
Her nefesim ayrı bir sorgu,
her suskunluğum mühürlenmiş bir hüküm gibi.
Yürek, sancıların kıyısında.
Her çarpıntısı bir kıyamet davulu;
her acısı, sayfası kanla yazılmış bir hesap defteri.
Sanki içimde binlerce adım çarpışıyor;
sanki bütün kalabalık tek başına bana hüküm veriyor.
Ve beklemek…
Bitmeyen bir sıraya girmiş vakitler gibi.
Her saniyesi ağır ağır tükenen bir ömür;
her dakikası göğe çakılı bir mıh gibi sessizlik.
Bıçak darbeleri her seferinde bileniyor,
her dönüşünde daha derine saplanıyor.
Ey sevgili…
Sensizliğin ateşinde kavrulurken,
bu mahşer yalnızca kıyamet değil;
aşkınla yoğrulmuş bir ibadet.
Gözlerin Kevser’in suyuna benzer,
ne kadar içsem daha çok susatıyor.
Ayrılığın Sırat köprüsü…
Altında kaynayan ateşin kızıl nefesi,
göğe savrulan közleriyle ufku kavuruyor.
Üzerinde titreyen adımlarım,
her nefeste kırılacak ince bir cam parçası gibi.
Bir yanım uçurumun karanlığına devriliyor,
öte yanım ışığın vaadine tutunuyor.
Her adım, ölümle vuslat arasına gerilmiş
keskin bir kılıç gibi parlıyor.
Vuslat…
Eğer erişilirse,
Cennet kapılarında yankılanan bir müjde değil yalnızca;
karanlıktan doğan bir ışık,
susuzluğun kavurduğu dudaklara değen ilk damla,
yıllarca kilitli kalmış bir kapının ansızın açılışı.
Bir dokunuşla bütün yaraların kabuğunu düşüren,
bir bakışla bin yıllık yalnızlığı unutturan.
Kırık bir aynada görülen ilk tam suret,
karanlıkta yankılanan tek hakikat.
Vuslat, ömrün suskun sayfalarına düşülmüş
sonsuzluğa kazınmış bir mühür.
Ve ben bilirim,
Ey kalbimin mahşeri…
Bu yanış beşerî bir yangınla başladı;
ilahî bir sırra karışarak
göğe yükseldi sonunda.
Ey aşk,
ey mahşerimdeki sır;
beni ya yak,
ya da küllerimle rüzgâra savur.
Çünkü sensiz kalan bu beden,
ateşin içinde eriyen bir kandil olur,
dumanı göğe yükselen bir kefen gibi dağılır.
Ah minel aşk…
Ciğerim köz, dilim dua, gözüm çöl;
ve ben hâlâ seninle yanmayı
kurtuluştan daha çok seviyorum.**
Ah minel aşk,
mahşerim de sensin,
cennetim de…
Kayıt Tarihi : 2.9.2025 16:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!