Kitaptan Kitaba 19 Şiiri - Seyfi Karaca

Seyfi Karaca
5233

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Kitaptan Kitaba 19

Stefan Zweig, Amok Koşusu romanında batılı sanayi ve endüstriyel ülkelerden kendilerinin yayılma ve pazar alanı olan sömürge veya yarı sömürge coğrafyalarına gerek misyoner, gerek antik çağ kazıcısı, gerek eğitimci, gerek banka kurmayları, gerek ekonomik ilişkileri denetleyen ve kurgulayan polis, gerek tıbbi yardımlaşma adı altında toplumları kolayca hizaya getiren siyasi ve kültürel dayatmacı arabulucular veya ajanlar olarak uzun süreli oralarda kaldıkları sürece başlangıçta kendilerini yeryüzünün iyilik güzellik dağıtan ve bundan büyük mutluluk duyan melekleri gibi gösterdikleri, fakat zaman ilerledikçe gerçekte oralı yerli halklara hangi iğrenen, tiksinen, aşağılayan, dışlayan, kolayca elde edilen, hayvanlarla eşit hor gören anlayış ve algıyla bakıp davrandıklarının kayıt belgesini tutmuş adeta.

Tıklım tıklım dolu olan Gemide zar zor ve tüm imkanların zorlandıktan sonra son anda kötü karanlık pis bir kamarada yer bulunan yolculuk sırasında geceleyin temiz hava almak için çıktığı güvertede kimsenin kendinden haberinin olmamasını rica eden, herkesten gizli ve kaçak esrarengiz bir yolcuyla karlılaşır Amok Koşusu’ ‘da Stefan Zweig. Gemi o zamanlar Büyük Britanya sömürgesi Endonezya’ dan İngiltere’ ye yol almaktadır.

Kendi deyimiyle’ Bir kadını tavlamaktan daha şiddetli arzu ve merakla’ bu esrarengiz yolcuyu tanımak için gecenin geç saatine saatini kurar. Sonsuz siyahlığa parlayan yıldızlar, çalan çan, sakin sularda sessizce sallanan gemi, ıpıssız güverte, dünküsünün aynısıdır. Tahmin ettiği gibi karanlığa gömülü adam Pruva yakınlarında her günün tam da bu en ıssız saatlerinde pipo içmektedir. Adam, bu çıkmazda büyük üzüntü duymasına rağmen yıllardır herkese kulaklarını tıkayacak derecede samimiyetsiz sahte yapmacık ve göstermelik ilişkiler kalabalığı olarak gördüğü için giderek yalnızlaşmış, her şeyi içine atarak yaşamaya başlamış ve daha kötüsü hiç kimseyle konuşmamaktadır. Tabut gibi yaşadığı kamarasından bıkmış usanmıştır.

Karşılıklı selamlaşmadan sonra farkına varır ki aslında bu esrarengiz kişi biriktiği yalnızlaşma hücresinde derin ruhsal çöküntü yaşamakta ve biriyle içinde bulunduğu hastalıklı hali anlatıp konuşmaya can atmaktadır. Aksi halde kendini tümüyle kendi içindeki sessizlikte kaybedip çıldırmanın eşiğindedir.

Anlatmaya başlar ki, kelimeyi her duyduğunda tamamen kendini kaybedip alt üst olmasına sebep GÖREV kavramının hayatını delik deşik ettiği tıp doktorudur adam. Çünkü haddi sınırı olmayan; ve artık çok da saygıdeğer anlam ifade etmeyen görev tanımlaması yüzünden bitmiş tükenmişliğin sınırında yaşamaktadır. Çünkü akıl vicdan ilişkili ve sabrın katlanılmaz sınırlarına ulaştığı yerde görev bilinci biter diye inanıp bilmektedir sağlıklı, dengeli, saygın adil ve duyarlı yaşam algısını adam.
Yıllarca ülkesinden uzak, kendi kültürüne yabancı ilkel kabileler arasında yaşamış ve bu izolasyon sırasında kendine olan inancını yitirip dengesi bozulmuştur. Çünkü gerçeklik teması olmayan talil için gidilen uzak doğu ülkelerine trenle arabayla çekçekle palmiyeli ağaçlıklarda her kalma süresince her şeyin yüzeysel bakışla algılanan büyüleyici gelmesi gibi değildir, kızgın seralar içinde, görünmez camlar ardındaki gerçeklikte bitip tükenerek inandığı insanlık ve uygarlık için beslediği enerjisinin ve hayallerin tam tersine cehennem olup çıkmak. Bu yüzden artık İnsanlık Görevi diye başlayan her cümleye yorgun bezgin uzak uyuşuk halsiz tembel yılgın çaresiz ve hatta nefret edecek kadar duyarsız ve ilgisizdir artık. Avrupalı veya batılıların büyük kent karmaşasında geçirdikleri bunalımlardan kaçacak yer arama sırasında hakkında hiç bir şey bilmedikleri gerçekliklerle yüzleştikleriyle pes etmiş, yoldan çıkmış ve iyilikseverliğin tam tersine dönüştüğünün sıkça rastlanan bıkkınlık sendromu ve geldiği yer gözünde tüten kabus travmasındadır esrarengiz yolcu.

Öyle ki aradan uzunca sürenin geçtiği zamanla geldiği yerin kendisini çoktan unutmuşluğuna yabancılaşmış ve yolculuğu göze alamayacak kadar tembelleşmiştir. Yeniye alışarak yaşadığı yerde ise kendini her gün daha da çok üstüne basılarak ezilen bir kabuktan farksız görerek bataklık ve pislik çukurunda bile bile çürümeye terkedilmişliğinin ilk geliş gününe sürekli lanet okumaktadır .

Leibzig’ deki hastahanede çalışırken başarı grafiği yüksek doktorluğu sırasında tanıştığı dominant bir kadının adeta her istediğini yerine getiren esiri olmuştur. Bir başka aşığı da kadını kıskançlık sebebiyle vurmuş fakat hafif sıyrıkla atlatmış bu kadının talebi üzerine hastahane kasasından yüklü para sızdırmış, durumun fark edilmesi üzerine varlıklı amcası mevcut durumu düzeltmesine rağmen ordaki kariyerine son verildikten sonra Hollanda’nın sömürgelerinde çalışacak doktor aradığını duyunca on yıllığına ve parası peşin ödenen başvuruyla bugünkü sona gelmiş.
Aldığı paranın yarısını hastahane skandalından dolayı borçlu saydığı amcasına yollamış, diğer kalan yarısınıysa -kolundaki saatine varıncaya kadar -daha gemiye binmeden limanda yosma bir kadına kaptırmıştır. GÖREVLİ olarak tayin edildiği yer umduğu gibi eğlencenin, klüplerin, golfün, gazetenin bulunduğu bolluk değil, tam tersine dünyadan bağını kesmiş tarlalık çalılık ve bataklık ücrasıdır. Başlangıçta çok ilginç ve cazip gelen bu çukur, sonraları azap ve kabusa dönüşür. Bu açmazı bastırabilmek için kendini sürekli yeni sorumluluklara ve yoğun çalışma alanlarına yöneltir. Bu kendini baskılama ve çalışma yoğunluğunu Avrupa’dan kaçarak getirdiği enerji birikimiyle katlanır ve sürdürür, tükendikçe kabuğuna çekilir, etrafına olan ilgisi samimiliğini azalarak yitirir, heyecanı kuraklaşır bıkkınlık başlar, içkiye alışarak boş vermişliğe salar kendini.

AMOK…kelime anlamıyla herhangi bir sebeple gözü odaklandığı şeyden başka hiçbir şeyi fark edip görmeyen; ve sadece kafasına koyduğu cinnet haline ulaşıncaya kadar kendi önünde engel olarak duran her şeyi hiç bir ahlak usül kural kanun ihtiyat çekince tanımaksızın yıkıp yok ederek bütün enerjisini tükettikten sonra ağzından köpükler gelip yıkılana kadar veya kendi canına kıyana kadar dünyadan sapmış çılgınlık ve kilitlenmişlik halidir.

Zweig ‘ ın anlatıcı olarak kendini romanın gizli öznesi yerine koyduğu sürükleyici hikayede hiç kimsenin adı yoktur. Gemi yolculuğunu zar zor ayarlanan biletle şartları en çekilmez hücreden ibaret kamaradan temiz hava almak için yukarı yanı güverteye çıktığında karanlığın içinde içtiği piposunun yana söne parlayan kifayetsiz ışığı olmasa asla farkına varamayacağı tuhaflığının ve gizemli bilinmezliğinin sırrını tanıma saklısını bilme fırsatı olmayacaktır.
Bir gün öncesinde kısa süreli selam kelamla biten gece ıssızlığından tam da ayrılacakken, karanlığın dibinde kendi içine tünemiş sessiz sedasızlığındaki hiç kimsenin haberi olmaması için adeta yalvarır tonda ricada bulunan bu kişi, herkesten kaçıp gizlenmekle önemli bir hususu kovaladığı her tuhaflığından bellidir. Bunu öğrenmenin merakıyla gece boyu zaten pis şartların tedirginliğiyle uykusuz kaldığını bu gizemi çözme merakına kurcalar yorar romanın gizli öznesi Zweig. Sabahın ilk ışıklarıyla bütün gün ortalıkta görünmeyen esrarengiz şahıs için bilgi toplamaya çalışsa da amacına erişemez. Çaresiz gece yine aynı saatte aynı yere çıkıp baktığında adam hakikaten de umduğu gibi karanlığa gömülmüş, pipo tüttürmekte, denizi mehtabı seyretmekte ve şişeler dolusu sürekli boşalan bardaklardan içkisini tazelemektedir.

Yine selam kelamla başlayan soğuk sohbette varlığından hiç kimseye bahsetmediği cevabını alınca teşekkür edip susan adama ‘ hiç önemi ziyanı yok kendime GÖREV bilirim ‘ karşılığını duyar duymaz aniden kızar köpürür bilinmezin esrarengiz kişisi. Çünkü başarısızlıklarla geçen hayatında kötülük olarak ne geldiyse her şeyi kendine GÖREV edinen bu salaklık yüzünden gelmiştir. İşittiği kızgın azar yüzünden konuşup sohbet etmenin imkanı olmadığını düşünerek özür dileyip ordan uzaklaşacakken, karanlık adam eğer kalırsa zaten uzunca zamandır hiç bir kimseyle tek kelime etmediğini, konuşacak birine çok ihtiyaç duyduğunu ve anlatacak çok şeyi olduğunu söyler.
“Uzak doğuya Hollandalı’larca parası peşin tayin edilmiş Doktorum ben“diye söze başlar. Anlatırken devamlı sönen tütününü yeniden ateşler, elinin altında şıngırdayan şişelerden boşalttığı kadehleri yeniler.

Tayin edildiği yer batılıların hiç bir konforundan olmaksızın hayallerini süsleyen donanımlılıkta olmadığı gibi tek tük seyrek evlerin bütün sivil alt yapıdan yoksun , uzak , insan ilişkilerinde kurak bataklığın ortasıdır. İlk başlangıçlarda yabancı hayatları keşifle geçerken her şeyi merak eder ilginç bulur. Ancak giderek tekdüze sığ ve sıradanlaşan bu yabancılılık; ve yerlilerin hayatının donuk durağanlığını tekrar ettiği artık her şeyini bayağı, adi, basit, ucuz, gelişimsiz, donuk, ve hatta ten rengini bile iğrenç bulduğu cansız durgunluğunu görüp yaşadıkça ordan kaçıp kurtulmaya can atmakta; her gün kolay elde edilen bir başka yerli kadınla sarmal dolaş olması artık onu tatmin etmediği gibi bıkkınlık vermekte; geldiği yerlere katlanılmaz derecede duyduğu özlemi her gün şiddeti artan azaplar içinde kıvranarak on yıl süreliğine anlaşmalı geldiği buradan emekli olarak ayrılacağı güne zaman sayıp, neredeyse unuttuğu beyaz insan tenini görmeye yanıp tutuşmaktadır.

Bu gönüllü hapisliğin zifir zindanında yaşadığı her anı katlanılmaz eziyet olarak sürüklenirken, muson yağmurların bitimine yakın günlerde kapısı bilinmeyen beyaz bir kadın tarafından çalınır.
Kadın, sömürgecilerin soylu ve zenginlerinden biriyle evlidir faka kocasının sık sık ve uzunca yokluğu sırasında yaşadığı kaçamak ilişkiden hamile kalmış, doğmasını istemediği çocuğunu kürtaj ettirmek için doktorun yardımına ihtiyaç duymuş. Kaprisli kibirli karşıdakine tenezzül ile üstten bakan kadınların her zaman kurtuluşu olmayan ve her dediğine tutsak esiri olmuştur daima doktor. Kendini ağırdan alan bu kadını da görür görmez başlangıçta ezilmişlik fırsatını vermese de dediğim dedikte ısrarcı olan kibirin ardından kendini kaybederek aklını kontrolünü yitirmişcesine koşmaya başlar. Herkes onun hiç alışık olmadığı bu ipten zıvanadan çıkmış bisikletin başında stündeki can hıraş haline seyirci durduğu halde kimin ne dediği veya düşündüğü umrunda bile olmamıştır.
Sakın beni takip etmeye kalkma yoksa sana dünyayı dar ederim sert ve katı tavrı daha da çekici ve cazibeli tutkuyu kamçılayan Kadın, Çinli uşağıyla beraber gelmiştir ona. Ne yapsa yetişemediği kadın, uşağın doktora çıkardığı engel sayesinde istasyona yetişip ortalıktan kaybolmuştur. Ordaki çalışanlardan kadının kim olduğunu, evini adresesini öğrenen doktor, ilk trenle her şeyini geride bırakarak ihtiyacı olen herkesin eşyalarını alabileceği haberini salar ve bilet işini halleder.. Aynı günün akşamı hiç vakit geçirmeden kadının kapısındadır. İçeri alınmayınca tamamen azar kudurur. Ertesi gün beyaz soylular arasında yapılacak olan baloyu bir şekilde öğrenir. Herkesten evvel eğlencenin yapılacağı yerde bitiverir. Eğlenip neşelenmek gibi bir derdi yoktur, tahmin ettiği gibi geleceği kesin kadındadır ona herkesin içinde her şeyin belli olacağı şekilde asılıp yapışması.

Bakar ki kurtuluşu yok, herkesin seyrine bakıp durduğu rezillik işleri daha kötüye sarmadan baloyu ardında bırakarak hızla orayı terkeder doktorun çığırdan yoldan çıkarak AMOK kölesi olup güzelliğine büyüleyen kadın.

Artık hiç biryere geri dönüşü yoktur bu cinnette ağzından köpükler çıkıncaya kadar veya intihar eylemine başvuracağının dur durak bilmezinde sonu gelmeyen kovalamaca.
Taaki ertesi günün akşamında nefes nefese kalarak doktorun derhal onunla gelmesi için yalvaran ricada bulunmasına kadar sürüklenir durur bu kovalamaca. Uşağın tarif ettiği yerler tam bir fuhuş furya ve uyuşturucu bataklığıdır. Kadın doktordan umduğu fakat göremediği yardımı buradaki ilkel yöntemlerle kesip biçen hokus pokusçu ihtiyara sığınıp çare diye baş vurmuştur. Tam bir ölümü kesin getiren ve artık hiç bir müdahalenin işe yaramayacağı kan revan fışkırması yaşıyordur kadın. Çok sürmez ona kimseye bu durumdan bahsetmemesi sözünü alarak sabahı görmeden hayatını yitirir kadın. Ölü defnedilmeden raporu düzenleyecek olana sebebin kalp yetmezliğinden yazmazsa raportörü ölümle tehdit ve ikna ederken doktor Kadının kaçamak yaşadığı subay, son bir defa daha görmek için izin ister doktordan.

Ve böylece İngiltere’ ye götürülmek için gemiye yüklenen tabutun refakatinde geziden dönen kocası da vardır. Güzergah üstü yolcu indirip bindirmeye Uğradıkları italyan limanlarından birine gelindiğinde tabutu yanaşan gemiye yanaşan kayığa sarkıtırlarken simsiyah bir kabus hayaleti inen tabutun üstüne atlamış, denize düşenler kurtarıldıysa da tabut ve ne üzerine atılıp çullanan AMOK KOŞUSUNU ölerek sonlandıran kara hayaletten ertesi gün gazetelerde çıkan habere göre bir daha bulan gören olmamış..
Avusturyalı Zweig , Alman Faşizmi’ nin bütün kitaplarını toplu törenle kendilerinden geçen sapkınlığın yaktığı yazarlar arasındadır . Her gittiği yerde izleniyor ve takip ediliyor olma korkusuyla en son Latinlere gitmiş ve orada bu cehennem azaplı cinneti yaşamaktansa ölüp kurtulmayı yeğleyerek karısıyla birlikte intihar etmiştir.

Seyfi Karaca….. Mayıs/ 25

VE BEYAZ GECELER’ i DOSTOYEVSKİ’ nin

Beyaz Geceler Dostoyevski, nin ona çağın yeni Gogol’ ü namıyla değer katan İnsancıklar’ dan sonra yazdığı bir dizi romanlardan biridir.
Kendini hikayeleyerek yazdığı Beyaz Geceler’ de ne seveni vardır ne arayanı soranı . Sabah git akşam gel boğunuk bunaltısı içinden her günü diğerinin tekrarı olan evden işe, işten eve tutukluluğunun renksiz, cansız, muğlak, sönük ve silik rutin güzergahında kıvranıp dönerken, eve gidiş yolunda gecenin görünmez yerinde bir hıçkırık sesi duyar. Gerek yol boyunca gerek başkaca sebeplerle görüp rastlaştığı her şeyin kendince hayalini kurarak yaşamaktadır. İflahı olmayan tam bir hayalperesttir . Hatta öyle ki dünyadan bütün ilgisini bağını koparıp keserek şizofrenlik kadar kendi karanlığına çekilmenin yaşanılmamış hayatını kendi kabuğuna kapalı ve bütün özlemlerini iç dünyasında hayal ederek doyurup avunmaktadır romanın esas öznesi Dostoyevski.

Bu durağan girdap git gellerinde kendini özenle kenara çekip kimsenin haberi ve ruhunun bile duymadığı karanlıkla bezeli soyutluk kuytusuna kaçış yaparak kurduğu hayaller boğumunda hiç kimsenin tatmadığı doyumsuzluğun özel ve seçilmiş kişisi sanıp bilmektedir. Sıkça yaptığı işlerden biri de amaçsız sebepsiz dışarı çıkıp Petersburg’ un onu en mutlu eden sokak meydan ve caddelerinden tarlalara çayırlıklara yorulmak nedir bilmeyen avarelik etmesidir.Her hayal kurduğu esnada veya avarelere salındığı sıralarda ona en sevimsiz ve korkunç bulduğu şeyler ve yüzler dahi kusursuz güzellik seçkisi gibi görünür. Sabah olup işe gitmek için yola düştüğündeyse hayalleri silinir ve bütün asık suratlı bozuk ve çirkinlikler peydah olmaktadır.

Bir gece, kimi zaman sevşncini paylaşacağı kimsesi olmadığı için kendi kendine ıslık çalıp şarkı söyleyecek kadar huzurla kaldığı ucuz eski ve gösterişsiz fakir işi pansiyona dönerken kanal boyundaki yolda korkuluklara tutunmuş, derinlere daldığı kayıptan hiç kimseyi duyup işitmeyecek kadar dünyadan uzak bir genç kız, boğunuk ses tonuyla hıçkırmaktadır. Niçinleri soracakken kız farkedildiğini anlayarak irkilir ve karşı kaldırıma geçer. Kızın kaçışına takılıp konuşmak için uygun fırsat beklerken sarhoş berduş bir adamın ona askıntı olduğunu görür. Kıza yapıştığı anda elindeki bastonun topuzlu tarafıyla adamın kafasına koluna girişerek kızın kendinin koluna girmesini isteyecek kadar hızlı gelişir Dostoyevski ile kızın arasındaki samimi yakınlaşma.

Kim olduğunu bilmediği adama kızla kol kola girecek kadar sevincini uyandıran ve hayatında hiç yaşamadığı tanışmayı sağlayan adama içten içe teşekkür eder .Heyecandan bitmesini hiç istemediği bu sarhoşlukta sesi ve bedeni tir tir titremektedir. Sohbet derine sardıkça niye ağladığının aslını sebebini ve esasını kızdan duyar işitir ki, ona evlenmek vaadiyle güvenini ve sevgisini kazanmış olan kişi, söz verdiği gün saat ve yere gelmemiştir. Laf lafı açar, karşılıklı ve hiç olmadık hızla bir dahaki buluşmalar için birbirlerine her zaman dürüst olacaklarına ve asla aşık olmayacaklarına kızın buluşma şartı olarak söz verirler.
Karanlık ve silik ıssız yapa yalnız dünyasına inanılması güç renk, coşku, ilgi, merak, haz, gibi insanı sınırsız mutlu eden somut canlılık gelmiştir şimdiye kadar meğer yaşayan ölü olduğunun farkına varan Dostoyevski, nin hayatına. Kız onu büyüleyecek kadar hoş ve güzeldir.
Dostoyevski nasıl sonsuz bir kuraklık çölünde kayıp bir ceset gibi yaşadığını kızın anlatmasını istediğinden de çok ve Edebiyatın Dostoyevski anlatımlı eşsiz satırlarla bezeli incelerini uzun uzadıya oluklardan boşanırcasına göz yaşları boğumuyla anlatır.
Nastenka’ dır kızın adı. Babaannesinden başka kimi kimsesi yoktur. Babaannesi kör olduğu için onun saf iyi yürekliliği sebebiyle herhangi kötü bir iş gelmesi ihtimalini gözeterek yalnız dışarı çıkmasına asla müsade etmemektedir. Bir kere izinsiz gittiği evden çıkışın farkına vardığı için kızın eteğini kendininkine en ufak bir kıpırdanışı sezecek derecede ilikleyip bitiştirmektedir.Yıllar süren bu sancılı kıskaç kızın tüm hayatını hiç bir sosyal ilişkisi olmamaya alt üst etmişliğini, aslında her ikisininde bu yaşanmamışlık ve yalnızlık çölünde ortak kader birliği olduklarına tanıklık ederler.

Her zaman aynı yerde aynı saatte büyük bir tutkuyla geceler boyunca görüşür buluşur ve kaynaşırlar artık.
Birbirlerine yemin içip söz verdikleri halde ilgisi pekiştikçe pekişen duygusal sağanakta artık birbirleri olmadan yaşayamayacaklarını ve hatta tepeden tırnağa aşık olduklarını söylerler. Buluştuklarının her defasında asla ve hiç bir zaman birbirlerini üzmeyip ayrılmayacaklarının sarılıp kucaklaşmasıyla ertesi güne başka hiç bir şeyle değişmek istemedikleri mutluluğa özlem duyarlar .

Taa ki…
Babaannesiyle oturduğu evin bir zamanlar üst katında kiracıları olan gence ölümüne aşık olup bağlandığı ve hıçkırıklarla vadettiği gün ve yere gelmeyişine ağıt yaktığı kişi, onların gecenin bir yerinde el ele karanlık anlamsızlıklarını Beyaz Gecelere çeviren buluşmaları sırasında çıkıp gelmiştir. Asla sensiz ayrı yaşayamam bundan sonra diyen Nastenka, onun çağıran sesini duyar duymaz Dostoyevski’ nin boşlukta kalan elini eskisinin aynısı yitik kayıp karamsar küs ve silik hayalperest yalnızlığına ve amansız soğuk boşluklara bırakarak süzülüp ona gitmiştir.

Seyfi Karaca…. Mayıs/25

Seyfi Karaca
Kayıt Tarihi : 22.5.2025 12:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!