Sen bana birazcık bekle dersin,o cümleyi kullandığın anda anlarım göğsümdeki stepne yüreği,benden önce bir sevda uğramıştır limanına ve izlerini taşır iskelen.Sen o izleri silmeye çalışırsın bense sana yardım etmeye.Kabul etmezsin yardım teklifimi,sen etmedikçe uzar gider bekletilmişliğim.Oysa hiç silmedim,hiç yeni yatırımlar yapmadım yüreğimdeki limana,geleni karşılamak için elimde çiçeklerle hiç beklemedim iskelemde,her sevdamı ayrı bir köşeye yazdım ve seni de yazabilmek için bir köşe ayırdım.Halbuki anlayacaktın; sen iskelende beni beklerken ben seni karşılamayacaktım,sen limanlarını en güzel çiçeklerle süsleyip herşeyi dört dörtlük gösterecekken ben her sevdamın peşine dört dönmüşlüğümün izleriyle gelişine uzaktan bakacaktım.Bu kadar gösterişe,bu kadar hazırlığa gerek yoktu sevgili.Sen her ne kadar gizlesende,saklamaya çalışsanda ben sana tüm sevdalarımı tek tek anlatacaktım.O zaman düşecekti yanakların ve süzülecekti yaşlar gözlerinden ama uğradığın limanı yeni zannedip ne kadar köhne,harabe olduğunu gördüğünden değil,eski sevdalarını saklamak için o kadar koşuşturup hoş görünme çabasıyla verdiğin emek yüzünden.Yanıldın sevgili; benim saklayacak birşeyim yok,olsaydı senin gibi her sevdamda süslerdim iskelemi ve koşarak karşılardım limanıma her geleni,her sevda bir tomurcuktur ağaç dalında ve bu yüzden hiç bir sevdamdan utanmadım,izlerini kapatmaya çalışmadım ama dedim ya benim senin gibi saklayacak,utanacak hiç bir sevdam olmadı sevgili...
Solunum cihazının fişi çekildiğinde henüz on yaşındaydı.Sekiz yaşında daralmaya başlamıştı göğsü ve nefesi artık yetmiyordu bedenine.Kirişler çekip giderken,tuğlalar çözülürken yıkılıyordu duvarlar.Tam ortasındaydı bir baba çaresizliğin,bir anne döküyordu yüzünü; yaşarken bedenler depremi bir nefeslikti ilaç,bir nefes kadar sıcak.Savururken rüzgar elinin tersiyle çatısız bir ev kalıyordu geriye.
Pavlov'un köpeğiydi hayat koşullu öğrenilen ve çok ağırdı hayatın koşulu körpe bir bedene.Oysa daha dün gibiydi; yarına bir kala sallanıyordu salıncakta umutlar.Beyaz atlı bir prens gelecekti alıp götürecekti seni buralardan ve bulutlardan bakacaktın dünyaya ya da bir prenses gelip öpecekti o kurbağayı bir öpücüğe satın alıp yumuşatacaktı taş kalbini,tutunabileceğin daha sağlam bir dalın olacaktı.Beyazlar içinde yürürken o kalabalıkta bir çocuğun olacak canının en orta yerinden,gökyüzünden inen ve on yaşında kalacaktı.İşte o zaman arınacaktı sözler yalandan,gözler hüzün yaşlarından.Unutmayı unutup hatırlamaya başlayacaktın adım adım büyüyüşünü bir tarihin.Sesler gelecekti kulağına önce anlamsız,zamanla stadı dolduran taraftar edasında,coşkulu ve omuz omuza...
Kayıyordu yavaş yavaş ellerimizden bir çocuk henüz on yaşında,bahar tadında yaza bir adım kala.Kürek çekiyordu melekler okyanusa açılan kayıkta üstelik bir de çocuk vardı yanlarında dokuzunu yeni bitirmiş bekliyordu onun kapısında.Şimdi o çocuktan geriye dua edilecek bir mezar bile kalmadı apar topar gömülmüştü hemde kimsenin bilmediği bir yere.O anda kesilmişti nefesler,susarken dudaklar çekirdeği fırlamış boş kovandan ibaretti kelimeler ve solunum cihazının fişi çekildiğinde henüz on yaşındaydı bu sevda...On yaşındaydık hepimiz aslında; hayatı keşfederkenki dokuzu yeni bitirmiş on yaş edasındaydık bir çocuk gibi büyüttüğümüz bu sevdalarda...
Tuzsuz aşklar düğümlenmesin boğazına
Şekersiz çay gibi durmasın karşında umutların
Taşımak zor olur gözaltı torbalarında
Hüzün ver bana biraz gözlerinden...
Ayaklarını çekip döktüğünde saçlarını dizlerinin üstüne
Ellerinin arasında çaresiz kalmasın başın
Ben seni iki kerelik sevdim
Hani birle biri toplarsın ya
Bir çorap alabilir miyim dediğinde
Birbirine zımbalı iki tane uzatırlar
Ya da İstanbul'un iki yakası gibi
Herkes sıcak bir sevgi ararken
Her gidişin bir kayıp,bir gidişin herşeyi kaybetmek olduğunu sende öğrenmiştim.Geceleri avuçlarımda çağlayan kızıl nehirler,bir de tuzlu suların değmesiyle her geçen gün biraz daha çözülüp giden o resmin kalmıştı geriye.Önce sen firar ettin yüreğimden peşine o koca İstanbul.İstanbul muydu seni firara sürükleyen yoksa sen miydin gittiğin yere İstanbul'u çağırıp götüren? Bir ben kaldım kendi içimde,her gece sorgulara çekilip işkenceler gören.İstanbul ise tek tek topladı kaldırımlarını,sana hediye etmek için tek tek paketleyip yanında götürdü baharlarını.Artık İstanbul'un yatağı boş,senin yatağın çoktan kaldırıldı hücremde,benimse bitmeyen sorgulanmalarım.Susmamın tek nedeniyse bu firarların nedenini hiç bilmeyişim.Bekledim bir gün geri döneceğin umuduyla ve o bir günler kayıp kayıp giderken inatla senelere devretmedim.Ben devretmedim saçımda beyazlar ve peşipeşine sorgulanmalar.Oysa bir tek sen ikna edebilirdin İstanbul'u bir tek sen getirebilirdin geriye.Şimdi İstanbul'un yatağını da kaldırıyorlar hücremden; içimde artık bir ben bir o koca avlu; ne bir güvercinin kanat sesi,ne bir bahar,bir tek gölgeme saklanıp sırtımdan vuran yalnızlık.Gelmedi İstanbul,bir güvercin göndermedi engin gökyüzünden,sakladı yıldızlarını bulutların ardına ve milyonlarca çiğtanesi düştü gözlerimden ama gelmedi İstanbul sen ellerinden sıkıca tutmuşken.Ve senin adını firar koydum,dudağımda bir kan lekesi ve milyonlarca kırık yıldız düştü gökyüzünden.İstanbul kayıp sen firarlarda...İstanbul hala aranıyor ama adını yalnızlığımı saklayan gölgem koydum ve her gece o yalnızlık işkence edip vurmakta sırtıma...
Eskimiş,sıvaları dökülmüş bir bina,yamacına sokulup duvarlarına dayanmasını beklediği kepçeler...Rüzgarın çatısına indirdiği o sert darbelerle beklenmedik bir anda yıkılma korkusu.O binada oturuyordun,kendini boşluğa bırakmak için sabırsızlanan o dört katlı binada.Kimbilir kaç ayrılığa kaç sevdaya kulak misafiri,kaçgözyaşına kaç mutluluğa şahit olmuştu ama ne de bir başka sevda benim kadar halini sormuştu.Her gece gelir pencerene bakar sonra sessizce giderdim.Ben sevdanı taşırdım taş duvarlara ve o duvarlar dışarıdan beni içeriden seni dinlerdi.Bilirdim oysa her ne kadar aramızda olsa da dayanamazdı halime.Yatağın duvar kenarındaydı ve o bina bir duvarından diğer duvarına benden duyduklarını fısıldardı,yatağının kenarındaki duvarsa senin kulağına.Bir sabah gelirdin rüyanda sizin evin önüne gelip,seni izlediğimi gördüğünü söylerdin.Sen söylerdin ben anlardım ve her gece o duvarlara gülümseyerek bakardım.
Bir gece tüm ışıklar sönüktü,peşine bir gece bir gece daha.Sevdamı sana taşıyan duvarlar bir kez olsun beni uyarmamıştı,taşınmıştın.Boş odalar beni karşıladığında sen çoktan firarlara mühür basmıştın.Ne bir ses ne bir not,tam iki sene.Hangi baharın kırlarında tomurcuk veren çiçeklerin meltemine kanmıştın,peki ya bu kutup soğukları senden mi kalmıştı? iki senedir her gece ziyaret ettiğim o bina bana o gidişi söylememenin pişmanlığındaydı çünkü gördüğü diğer sevdalar gibi unutacağım kanısındaydı.Yanılmıştı; yanılmasının verdiği azap yüzümle her karşılaştığında daha da artıyordu.Çöküşümün tek tanığıydı ve çöküşüme ortak olmak için can atıyordu.Önce bir rüzgara teslim etti çatısını peşine yanaklarımı okşayan yağmurlarla döktü sıvalarını en sonunda ise ıssızlığını bahane ederek çürüttü pervazlarını.Ben çökerken o da devrilmeye hazır ağaçlar gibi çatırdıyordu artık.Bu son geceydi ve farklı olmalıydı.İlk defa senin bir zamanlar her gün inip çıktığın merdivenleri adımladım.Kapılar sonuna kadar açıktı,odana yönelip yıllarca aşağıdan baktığım pencerenden bu sefer aşağı baktım.Kaldırımlarını arşınladığım kırtasiye,ekmek fırını ve berber ne kadar yakındı.Bir zamanlar yüzünle koyun koyuna uyuyan duvarın kenarına eğilip sırtımı yasladım.Oysa sen rüyaların dışında bir gün olsun aşağıda beklediğimin farkında olmadın ve o vurdumduymazlığınla firarlara mühür bastın.Şimdi iki enkaz adayı,birbirlerini görmekten eskimeyen iki yüz ve duvarlara yaslanmasını bekledikleri kepçeler...Biri çatısını uçurdu diğeri umutlarını,biri sıvalarını döktü diğeri yüzünü ve beraber çürüdüler bu ıssızlıkta.Sen korkarken sevdayı hiçe sayıp firarlara mühür bastın ama o mührün boyası bir ömür kalır parmaklarda.Unuturum kanısıyla çıktığın baharların sonunda yanılgıların ve o yanılgılarının verdiği acıyla kandığın rüzgarın meltem değil kar,boran,fırtına olduğunu anlamışlığın var.Artık çok geç; belki dönüp son bir umutla arayacaksın ama döndüğünde geride enkaz içinde enkaz bulunduğunu duyacaksın...
Bir akşam üstü aynı yolları adımlamışlığımız
Baktığımız,bakıp görebildiğimiz her yer aynı
Benim denizde seninse havadaki martıda
Ama ikimizin de o sahilde göz izi kalmış
Bu tesadüfte dakikalar geçerken aramızdan
Ortak meridyen olmuş hayata geç kalmışlığımız
Boyalı suratlar sıkışmış fotoğraf albümüme,boyası yüzüyle birlikte akmış suratlar...İlk sayfada ben varım; bir kolum havada bir elim boşluğu sarıyor gibi duruyorum,sanki kendi omzuma elimi atıp kendimi sarmışım yıllar boyunca.Ufak bir çocuk oturmuş boşluğa,saçları kıvır kıvır,emziğe kaynamış dudakları,mavi yünden böcekli bir elbise,annesinin babasının kaybolmuşluğuna aldırmadan gülümsüyor objektife.Bir diğer resimde bükük dudağı,siyah önlük üstüne beyaz yakası,ellinde eskiden kaldığı belli rengi solmuş tırtık bir çanta,adım atıyor yalnızlığının sokağında.Çeviriyorum; bir sayfa bir sayfa daha en son sayfaya geliyorum.Yaklaşık bir ay önce çekilmiş bir resim ve henuz boya değmemiş tek resim bu koca albümde.Hayatın gerçek siyah beyazlığında,karanlıkta çekilse de parlıyor beyazlamış saçları,belli ki acıya gülümsediği ilk ve son resim bu.Hepsinden farklı; kayıp eşyaların havasında,hasret akan gözlerin küçülmüş gözbebekleri çıkıyor ön plana.Tekrar başa dönüyorum çevirip sona geliyorum daha da hızlanıyorum ama yok,neredeydi senin resimlerin? Oysa son resmi koyana kadar her gece bakardım doya doya...Anlıyordum ki gerçek olan tek bir resim varmış,son koyduğum resim ve o resmi görünce gerçekliğimle birlikte akmış bütün boyalı suratlar.Bense bugüne kadar bir ressamın paletinden çıkan resimlere can vermişim halbuki verdiğim bu canla tüm sevdiklerimi o ressamın tualine gizlemişim...
Yalnız gözlerin söylerdi en güzel şarkıları
Ve odanın ortasında dans etmişliğimiz
Ellerin boynumda en anlamlı çelenk
Ellerim belinde erir giderdi
Dünyanın yükü sırtımdan kalktığında
Başın yaslanıp omzuma değerdi
Telaşım yetişmeye çalışma çabamdır meyhaneye
Köşedeki masada oturur bekler yalnızlığım
Susar elinde kadehi önünde mezesiyle
Tek kelime etmez bazense hiç dinlemez
Ama sıkılıp sen gibi terketmez
Koşuşturmam bu yüzdendir yalnızlığıma yetişmeye.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!