Gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Bozkır yamaçlarının kırağı yumağı. Ilıman göçlerin çiğ ırmağı. Koyu karanlıkları parçalayan meteor parçacıkları. Kül rengi bulutlarla işlenen isli ağıtlar. Gelincik tarlasından yansıyan buruk tebessümler.
Vahşi köpekleri sollayıp uykuda bile peşini bırakmayan sisli düşünceler. Kırk ikindilerde içini delen hasret yıldırımları. Sağdan soldan çarpan güneş kırıntıları. Krater soslu ay taşları…
Demiştik ya, gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Zamanın kimi dilimleri, üzerine gül reçeli sürülmüş ekmek dilimine benzerdi. Ama gün olur, izbe uçurumlar bileşkesi bir mağaraya üşüşen yılanlar, yüreğini dişlerdi.
Davul kendi boynunda, tokmak başkasının elinde de ona kalan konu mankenliği miydi? Ya bastıramadığı duyguların volkanik ateşi, karanlık düşlere kazınan, lotus şafağını yutan lodos çığlığı?!..
Hasretin ve çaresizliğin çifte fırınında kavrulurken bir köşeye büzülür, bu kâbusun geçmesini beklerdi.
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta