Eksik ömrümün o dönüm noktalarında karşılaştığım,
suni aşk hikayelerim oldukça doyumsuzlar. Bundan mütevellit,
döşe hızlı hızlı çarpan kalbimin kara tülbentlerini,
düşüncesizce bağlıyorum kara yazgılarıma.
Boşluklarımdan iğreti çıkarlar sağlayan ben ve diğerleri,
ruhumun en el değmemiş köşelerini, umursamaz gülüşlere köle olarak ölümüne işgal ederlerken,
sadistlere özgü bir memnuniyet duyuyorlar.
Dönüm noktası demişken...
Nedir tamda şu an durduğum
Ve bana sarsılması zormuş gibi gelen dönüm noktası?
Hangi dönümün dölüdür bu çağ?
Hangi kış?
Her kış ve her sonbahar,
her yaz ve her ilkbahar,
dönümlerime döl olmuş mevsim noktaları değil de nedir!
Her dönüm gebe bir kadın güzelliğinde. Her doğum can vermiyor bedene nihayetinde.
Ölü doğum denen birşey var yaşamda.
Ölü doğumdur benimkisi de.
Her dönümüm kış tazeliğinde,
her ölümüm kefensiz,
tarih sahnesinde.
Her defasında çığlık ata ata doğurduklarım,
yorgunluğumun ertesinde çığlık ile cevaplamıyor,
o ilk soru bakışlarımı.
İnceliği göz ardı edilir sorularımın,
her bıçak darbesinde.
Çığlık atmıyor dönüm çocuklarım. Direniyorum tükenmeye.
Terleyişlerim,
zamanlı-zamansız sancılarım,
gerilen bedenimdeki derin yadigar çizgiler, ruhumun ve bedenimin dalgın kadın sevinçleri,
dönüm sonrası trajedilerimin gözyaşları olarak geri dönüyorlar bana.
Dalgalanışlarımın sebebi ölü doğmuş çocuklarımın babaları değildir pêk tabi. Dalgalanışlarımın tüm girdab-ı ahenkten sebepleri,
rahmimdir.
Kürek kemiklerimin birleştiği yerdeki gönül çukuruma,
hangi dönüm babası yüreğiyle kürek atarsa atsın,
kaçınılmaz ölüm,
tamamıyla benim eserimdir.
Tohuma minnet etmeyen gri toprağımda sonlandırıyorum,
sindirerek sonlandırıyorum düşümü.
Düş,
düşüşlerime şahit oldukça kırılıyor aynamda.
Halbuki öyle güzeldirki tohumların yakamoz yansımaları toprağa.
Yazıklar yoruluyor şimdi bitap gitar tellerinde.
Üzülmüyorum.
Çekmesin sakın gözlerin,
aldatılmışlığın yorgun kepenklerini üzerime. Düş bu...
Düşten düşen bir düş.
Sen de üzülme,
emi Düş.
Magma ile olan bitmez tükenmez aşkım müsadededir tohuma bağlanışıma.
Kafir tohumu indirirken,
öfke ile püskürtüyorum,
magmayla olan ölümsüz aşkımı.
Ve devam ediyorum dönüm çocuklarımın nefessiz kalışına şahit olmaya.
Ölü doğum,
yaşamımın kafir tohumdan olma ölü çocukları!
Magmasına sevdalı,
kendisine kör ve de ateşine bereketli yer toprağıyım ben.
Sen, kafir tohum.
Bu, dönüm boşluklarımdan sızan,
gönül ve beden eksikliklerimden sızan dönümdür.
Ve dölüsündür sen boş tohum,
atılan toprağıma.
Tohum,
çaresiz ve dirayetli; dirayeti çaresizliğinden, sabır sahibi ve bencil; bencilliği sabrından, ilgi düşkünü ve narsist; narsistliği ilgi düşkünü oluşundan,
yerli-yersiz pervasız ve cesur; pervasızlığı cesaretinden.
Toprağa minneti olmadığına öyle delice inandırmış ki kendisini tohum,
yeri aptal virane ülkesinin çıplak krallığında bile kayıp.
Öylesi virane olmalı ki virane olan,
yer ile bir olduğunun farkında olmasın, olamasın.
Başı dik bir sorumsuzluk örneği iken tohum,
boşluğunun ölesiye boş olmasındandır ki, her ne ile doldurursan onunla dolar.
Ve o doldurduğunla anlam kazanır, kendisinden azade bir biçimde.
Kendi öz boşluğuyla çürümüş olan ve karanlıklar ülkesinin vatandaşı tavırlı tohum,
toprak onun adını her ne koyar ise,
ona dönüşür.
Başka oluru da yoktur zaten bunun.
Sana yüklediğim anlamların ta kendisi olman bu sebepten.
Sana yüklediğim anlamlardan daha fazlası değilsin,
olamazsın.
Bu kanıtın farkındalığı sana karşı daha da merhametli olmama neden oluyor.
Öyle ya,
böylesi kuru ve boş olmasaydın naz bu denli yakışır mıydı sana.
Naz, kendi içindeki boşluğun büyüklüğü kadar yakışırdı tohuma.
Güzellik, içeriğin boşluğunu doldurmaya yeten bir yeti değildir.
Kendi özüne has bir anlamı olmayanın, anca nazı olabilirdi bir başkasına.
Tohumun öz anlamı varoldukça,
mahsulü değer kazanır ve daha az naz hapseder içine.
Naz boşluğun mahsulü, mananın değil. Nazlı, güzel ve boşsun.
Naz kokuyorsun sen.
Kokuşmuş naz terlerine bulanmış üstün başın.
Nazlanan tohum,
hazır ve nazırdır kendini toprağa bırakmakya.
Hazzı ve nazzı çürütür kendini,
bir el cabukluğuyla toprağa muhtaçlığını küstahça gizleyerek akar berekete.
Baştan aşağı ihanettir bu toprağa.
Sanır ki, toprak onsuz nesef alamaz: kafirdir tohum.
Küstah tohum,
yaratılışındaki öze dair ne biliyorsun ki!
Toprak güceniyor her defasında,
önce kendisine sonra ona.
Elden ne gelir bilinmez...
Toprak güler ve kafir tohum çürürken, nazından cana geliverir.
Miladını doldurmuş bir yaşam formu gibiyim şu an.
Bir melankoli bin melankoli ediyor ölüm kafesimde.
Tuhaf bir sevinç var hüznümde.
Tanıyorum bu hüznü,
isyan bu.
Yaşamın isyana kapaması yolunu,
bu hüzünden ve teslimiyeti magma bellemesinden.
Ateşim teslimiyetim.
Teslimiyet kalbin özgürlük meşalesi,
isyan ise kölelik öz suyu...
Gariptir bizlere belletilen deli saçmaları bunlar.
Körüklü gemilerle taşısınlar cenazemi bu limandan.
Cenazen cenazemdir,
müjdeler olsun Tohum,
ölüyorsun ve ilk kez diriltip diriltmeme konusunda şüphelerdeyim.
Bitiyor bu hikaye de.
Beyaza buluyorum toprağımı.
Ve sen, kafirim,
Ne de nazlı, ne de güzelsin...
Aldatır.
Gulê
Bahar AdaKayıt Tarihi : 21.1.2023 20:23:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çok sevince... öyle olur.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!