Kız ney'im ne de güzel işliyorsun nefesi
Kendimi Mevlana'yla semahta buluyorum
Başparen dudağımdan öyle nazlı öpüyor
YUN/US'umun aşkını seninle soluyorum
Bolâhenk yüreğimin Tanrıya kapısısın
Masada ayaklarım
Kitaplar, kalemlik ve tespih
Sonra dolu ıvır zıvır…
Tütün yanıyor bir kül tablasında
Büsbütün rahatım
Çözümsüz bir şey yok ki
Aynı avluda açtık gözlerimizi
Sen maviydin, ben âmâ
Geceydi, ıstıraplıydın
Ay aradın karanlığımda
Yalın ayak geçtin içimden, özgür
Elveda boşluğa hazin asılır
Gitmez, son baktığın yerde kalırsın
Bir buselik zamanda acıymış aşı
Akar suskun
Akar sevdalı…
Tahakküm; beynimde dört harfe mahkûm…
Aşk mürekkebine batıp çıktıkça bu dehliz içine çağırıyor beni
Ey İntihar çığlık ol ve düş bileğime!
İzmir geçti uzaktan bir vapurun sırtında
Parçalanmış kıtada martılar ağlıyordu
Bir sonbahar akşamı Hergele Meydanında
Tevekkeli sözlerim içime kanıyordu
En son Attila’yı gördüm gecenin ortasında
Çirkin gözlerinden tanıdım seni
Sakalın suratını doldurmuştu
Ölüm beyaz bir örtüydü ve kanadı yaralı serçe uzanmış yatıyordu yanında
Beni şahit tutmuşlardı
Sen bilmiyordun
İki köpek gelip uzunca kokladılar ellerini
Bilmediğin için adını tanımlayamadığından ilk aklına gelen şey, hiçbir nesnenin var olmadığı sahipsiz ve yeri belirsiz, meçhul, tarifsiz bir muammadır boşluk... Yaşamın her anında suratına çarpabilecek seni alaşağı edebilecek ve çözümsüzlüğe itebilecek zincirleme bir kavgadır boşluk... Bir an ile diğeri arasında ustaca saklanan ve pusu kuran her an yakalanma korkusudur boşluk... Kimi zaman tuhaf bir yabancılık bazen ise kör bir karanlıktır boşluk... Planlanmayanı, yazgıyı ve öngörüyü hiçe sayan hatta dinle ve insanlıkla alay eden; ateşten, dumandan ve yanan hiçbir şeyden oluşmamış dahası, havadan, sudan, topraktan da olmayan hissiz bir varoluştur boşluk... Kimsenin hatta en önemlisi tanrının bile bilmediği bir kayboluştur boşluk... Her yüreğin içerisinde olan, bilmeden gidilen, bazen dönülen bazen ise dönülemeyen bir hanedir boşluk... İktidarın baş edemediği bir sancıdır boşluk... Çarmıha gerilen bir peygamberdir boşluk... Buzağıya, heykele, güneşe ve ateşe tapınmaktır boşluk...Asanın nehre açtığı bir inanıştır boşluk... Yabancılığın ta kendisi, tanıştığında yüzünün resmidir boşluk... Her hayalin geçtiği bir kapıdır boşluk... Yaşamın iç sesidir boşluk... Ve bir cinayettir boşluk... Uysallığın köşe taşı, sessizliğin kabullenişidir boşluk... Belki de tanrının paranoyasıdır boşluk...
Çevrelendi mavi… Ayaklarım nasılda kuytusunda denizin, ıslak ve üşüyor! Taşlara seğiren ne çok küçük balık var. Toplandıklarında koca bir yosun sanırsın… Suda kırılıyor yosun ve taş... Ayaklarım büyüyor okyanusa varacak kadar.
“Kayayı yalayan su, iştahının izini bırakır tuzuyla!” şu an da rüzgâr fısıldadı…
Bir duba askıda batıp çıkıyor… Yarısı susamış diğer yarısı çoktan boğulmuş! Tıpkı, bedenin düşünceden vazgeçmesi gibi; bir tarafı var olmanın telaşında, ötesi suya kıvrılmış, büsbütün soğuk!
Uzakta bir şilep kaptanına nazlanıyor ulaşmamak için… Bilirim, denizi en çok gemiler sever! Çünkü batınca
kaptan kaçmak için uğraşır filikasıyla… Denizin bağrına saplanır batan geminin sancakları, varlığa yurt olurlar sonra…
Suya teslim oluyorum, çünkü; insandan kaçıyorum… İnsan, erdeminde iki fikri barındırır. Biri kör kuyu gibidir,
Düşünceler-1
Düşüncelerim düşüyor…
Kışa soyunmuş, yapraksız bir ağaçtan
Soğuk, hem de çok soğuk
Ayaz kurutuyor gözlerimi




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!