Yaşıyorum acılar dehlizinde. Yaşamak denirse buna!
İslam arı, ben balım.
İslam şerbet, ben yalım.
İslam ağaç, ben dalım
İslam damar, ben kanım.
Kıskacındayım dönencelerin,
Takvimden son yaprağı devirdi Haziran.
Üç yüz altmış yedinci günün kapısındayım.
Mevsim Hazeran,
Gün Hazeran,
An Hazeran!
Aşkın ile ateşe, düşsem ne gam Süveyda;
Nemrut gibi alevin, akşam serinliğidir.
Nefesinden ateşi eksik etmesin Huda.
Yanardağ yüreğinden, volkan olur taşarım,
Ateşinle beslenir, çöllerinde yaşarım.
Karanlık koylarımda ay misali parlayan;
Gün ışıldar gözünde, ben kor gibi yanarım.
Yüreği alev alev, gözleri can harlayan;
Çağır dudaklarına ben aşk olur konarım.
Savur beni seherde bâd-ı sabâya sinem.
Yola çıkış
Tanrı Dağı’ndan aşıp; Hira’da bulduk yolu.
Tohumlandık Kur ‘andan; göğsümüz iman dolu.
Durmak nedir bilmeden, aradık seni han han.
Tavanı tomruklardan çakılmış bir ev.
Direk, sanki evin ortasında bir dev.
Odayı aydınlatıyor derin bir pencere.
Ocağa kurulmuş, Afrika zencisi tencere.
İçinde yarma tanesi olan su, kaynamakta;
yarma ile su çiftetelli oynamakta.
AŞİKÂRA GİZLENMİŞ SESLER
Söyleyin bu hoş sesler, acep nereden gelir?
Surlarda bayraklaşan namlı bir serden gelir!
Cihadı düğün bilen akıncı erden gelir!
Mohaç’ta zafer vuran şanlı mehterden gelir!
İstanbul’da rüzgâr misk-i lale yüklüdür,
Üfler zümrüt çağların kokusunu.
Kuşları kanatlarında tarih taşır,
Kuşları rüzgârla yarışır.
Yeditepe’de Itri’nin soluğu,
Bir feryad yükselir Kerbela’dan,
Resul’ün yüreğini dağlayan bir feryad,
Su, su, su...
Çatlamış dudakların son gayreti,
Rabb’ın kulakları çınlatan ilk ayeti,
Ve su.
Kan damlıyordu yazık, gecenin siyahına! ..
Korkunç bir ıslık, bir an parçaladı boşluğu.
Bir soğuk kahpe çelik, kesiverdi soluğu.
Aydınlattı geceyi bir çift göz çakmak çakmak.
izlemeye devam edin.