…Ak yel esiyordu. İçine giren rüzgâra engellemek mi, yoksa yıllardır içinden ki fırtınanın bir anda taşmasını mı engellemek için mi bilinmez, adam paltosunun yakalarını dik pozisyona getirdi ve ellerini cebine sokup paltosunun önünü iyice kapadı. Arkasını döndüğü kadından birkaç adım uzaklaştı. Gözlerini akyele rağmen dağılmayan duman yüklü bulutlara dikti…
-“Her şeyi anlatacağım. Ama katilleri uzakta arama. Duymaya hazır mısın? ”
Kadın ellerini gizlediği paltosunun ceplerindeki astarı buruşturuyor, bir yandan da denizin azgın dalgalarına bakıyordu. Saçları fırtınada kopacak gibi savruluyordu, gözlerinin ferini silip süpüren fırtına yüreğindeki acıyı, karmaşayı es geçiyordu… Çok acıyordu canı. Çok! Devamını duymaya hazır mıydı? Önce dalgalarına set çekilmiş azgın denize baktı. Azgın dalgaların beyaz köpükleri sanki onun içindeki yaranın dermanıydı… Oturduğu banktan kalkıp iki adım atsa acıları sona erecekti… Sonra, adama baktı. Adam kale gibi dik ve heybetli duruyordu. Acıların fethedemediği adamın yüreğinde açıp dalgalandırmayı bekleyen bir bayrak saklıydı… Başını denize çevirirken gözleri yosun bağlamış taşlara takıldı. Ve…
-“Her şeyi duymak istiyorum! HAZIRIM.”
Adam boğuk ve titreyen sesinle anlatmaya başladı;
-“Örgütün aldığı bir kararla yirmi kadar arkadaşımızla bölgenize gönderildim. Burada ocakların teşkilatlandırılması, milliyetçi hareketin genişletilmesi ve yayılan komünist hareketin engellenmesi gerekiyordu. Okul kayıtlarımızı kasabanızdaki liseye aldırdık. Kasabaya henüz gelmiştik ki bir istihbarat aldık. Aldığımız istihbarat gece karşıt görüşlü öğrencilerin duvar yazılaması yapacakları ve bildiri dağıtacakları yönündeydi… O gece plan yaptık ve bölgeler dağıldık… Biz üç arkadaş verilen güzergâhta pusuda bekliyorduk. Burası bir çıkmaz sokaktı. Sokağın iki tarafında da yer evleri ve evleri birbirine bağlayan duvarlar vardı. Gecenin sessizliğinde pusuda beklerken, birden yeşil parkeli biri girdi sokağa hızlı adımlarla ilerliyor, elindeki bildirileri alelacele evlerin kapılarına bırakıyordu. Hemen elimi arka cebime uzattım. Tam sokağın sonuna geldiğinde karşısına dikildik. “Olduğun yerde kal. Kıpırdama! ”Diye haykırdım. Tam da sokak lambasının altında durmuştu hafif yağmur çiseliyordu.Tabi,biz karanlıkta olduğumuz için o bizi net göremiyordu. Yüzünü ve başını gizlediği siyah beresini çıkarmasını söyledim.Bildirileri sol elinde topladı.Sağ elini yavaşça başındaki şapkaya götürüyordu ki,birden geri geri adım atmaya başladı.O geri geri adım atmaya başlayınca,ayağının arkasında duran taşa çarptı ve sendeledi. O anda elinde sıkıca tuttuğu bildiriler yerde ki su birikintisinin içine savruldu. Hızlıca eğildi telaş içinde bildirileri toplamaya başladı…”
Adam birden ses tonunu değiştirdi. Hafif gülümseyerek yumuşak bir ses tonuyla devam etti anlatmaya;
“Benim tüm ikazlarım boşunaydı. O, bir çocuğun oyuncağını kaybetmesi gibi can havliyle suya düşürdüğü bildirileri topluyor benim ikazlarımı kulak ardı ediyordu… Bildirleri topladıktan sonra, yüzünü bize çevirdi. “Şimdi ne istiyorsan yapabilirsin! ” Dedi… O an’ a kadar bir kadın olduğunu anlamamıştım. Bir hamlede başındaki siyah bereyi çıkardı, kızıl saçları savruldu, adeta karanlık gece kızıla boyanmıştı. Sokak lambasının altında güneş gibi parlıyordu… Yağmur yüzüne çiseliyor, durmadan kirpiklerini çırpıştırıyor, çekik gözleriyle bizim yüzümüzü seçmeye çalışıyordu. Yeşil parkanın içinde onurlu, ay’ı kıskandıracak kadar güzel bir kız vardı… Ela gözleri leoparınki kadar ateşli, ruhu bir çocuğunki kadar temiz. Biz şaşkın gözlerle ona bakarken, üç adımda yandaki evlerden birinin duvarına sıçradı ve gözden kayboldu… Ben olduğum yerde taş kesilmiştim. Sende çok iyi bilirsin ki bir dava insanı için, örgütüne ait taşıdığı şey namusudur… Canından daha önemlidir… O suya düşen bildirileri alelacele toplarken acelesi can endişesi değildi… Acelesi, zarar görmeden kurtarabildiği kadar bildiriyi kurtarmaktı… Beni etkileyen yanı elbette sadece bu değildi… Çevikliği, zekâsı ve… Ve saçları… Kahramandı saçları… Her teli militandı saçlarının, yüreğimi YERİNDEN SÖKÜP ALAN. Ve arka cebime attığım elimi donduran…
Adam anlatırken kadın burnunun direğinin sızlamasına engel olamıyor… İçindeki boşluğun acısı dayanılmaz geliyordu… Adam yüzünü kadına doğru döndü kadının yanına geldi ve banka kadının yanına oturdu… Omuzu kadının omzuna değiyordu. Denize bakmaya devam ederken sessizce mırıldandı…
-“Ondan vazgeçmem mümkün değildi. Sürekli düşünüyordum. Davayı, onu, kendimizi düşündükçe içimi öfke sarıyordu… İçimdeki sevgiyle birlikte öfke de büyüyordu… Geceleri başımı yastığa koyduğumda belimdeki silahı elime alıyor saatlerce düşünüyordum”…
Yakardım bütün kıtaları, Asya’yı bile
Çocukluğum düşleri, güneşin kızı
Saçından renk almış kızıl Rusya’yı bile
Bağışlayabilirim uğruna, gönlümün hilali!
Serdar Sengir
-“Tüm direnişine rağmen buluşmaya başladık… Artık onunda tek düşündüğü şey dava ve aşkımızdı. Birbirimizi tanıdıkça ön yargılardan sıyrılıyor birbirimize bakarken öz eleştiri yapabiliyor bir şeylerin yanlışlığına varıyorduk… At gözlüğünü çıkarıp bir kenara çoktan savurmuştuk. Fakat bu birilerinin işine hiç gelmeyecekti… İkimizin gurubu da, yaptığımız çıkışlarla bizdeki değişikliği fark ediyor ne olduğunu anlamlandıramasalar da bu değişikliği kontrol altında tutmaları gerektiğini biliyorlardı…”
Adam tekrar ayağa kalktı, bir iki adım attı ve kadına doğru döndü yüzünü. Yüksek bir sesle ve heyecanla ellerini kadına doğru uzatarak…
“Biliyor musun? Ondan bir çocuğum olsun istiyordum! Bir elinden onun bir elinden benim tuttuğum sağa-sola çekelemediğimiz. Akıllı ve cesur bir kız… Güzellikte annesiyle yarışmalı. Yolculuğu daima güneşe olmalı… Kanatları olmalıydı kızımın, istediği zaman maviliklere kanat çırpmalı, istediği zaman koynuma…”
Hızlıca ellerini havaya kaldırdı ve öfkeyle yanan gözleriyle kadına bir bakış fırlattı… Akyeli bile kesen bu bakış, adamın canının ne kadar yandığının anlamasına yetti kadının…elerlini göğsüne bastıran adam…
-“Bu gönül ikisini de hep sevecekti, hep kollayacaktı! Yapamadım! Yapamadım! Yapamadım! ”
Acılarla set çektiği göz pınarlarından, yaşların akmaması için direniyordu adam. Kadın olduğu yerden ayağa kalkmak için hamlede bulunuyordu ki, adam yine sağ eliyle işaret ederek kadının ayağa kalkmasını engelledi. Ve derin bir nefes aldıktan sonra devam etti anlatmaya…
“ Bir gün onunla pikniğe gittik. Piknikte bu düşüncemi ona açacaktım… Ormanları, doğayı çok seviyordum. Ne de olsa bir köy çocuğuyum... En sevdiğim yerde söylemeliydim ona... Bir ağacın dibine oturdum. Titreyen vücuduma destek almak için, sırtımı ağaca yasladım. Çimenlerin üzerine uzandı, başını bacağımın üzerine koydu. Güneş ışınları yüzüne vurdukça gözlerini kamaştırarak, kedi yavrusu gibi dizimde kıvranıyordu. Gözlerimi alamıyordum ondan. Elimi saçlarına uzatmaya çalıştım ama yapamadım. Baharla birlikte omuzlarında açmış olan ıhlamur çiçeklerini öpmeyi yeğledim. Kokusunu içime çektim. Tam zamanı dedim. Ha gayret… “Bir kızım olsun istiyorum senden. Tıpkı sana benzesin. Akşam eve dönüşümde beni karşılayın kapıda… Ben size oyuncaklar ve kır çiçekleri getireyim. Sonrada ikiniz yan yana oturun ben saçlarınızı tarayayım… Kır çiçekleriyle birlikte öreyim…” Yavaşça yüzünü bana döndürdü, gözlerini kapadı… Yavaş bir ses tonuyla başladı anlatmaya; ”
-“Bir gün bir arkadaşla buluşma talimatı aldım. Ana caddede yürüyorum, yanıma zayıf sarı benizli biri yaklaştı “merhaba Leyla arkadaş” Dedi. Kendini tanıttı ama o kadar gergindi ki “hayırdır” dedim… “Pek hayır değil” dedi. Başladı anlatmaya “buraya seninle buluşmaya gelirken bir Türk kadını beni Amerikan silahıyla vurdu! ” “Nasıl yani? ” “Ben yolda ilerlerken kadın balkondan boş kola kutusunu kafama attı. Düşüne biliyor musun? Bizler emperyalizm hayır! Diye haykırırken, bağımsız Türkiye mücadelesi verirken o beni Amerikan silahıyla vurdu…” O an şaşkın gülümsemiştim. Onun hissettiğini hissedememiştim… Hassasiyetini davaya olan inancını fark edememiştim... Bir kaç gün sonra bir piknikte bir araya geldik. Bu bir tanışma, kaynaşma pikniğiydi birkaç kişi bağlama çalıyor şarkılar söylüyorduk… Bu arkadaş da piknikte Yanıma geldi “merhaba” Dedi. “Sizi rahatsız ettim’ tam hayır rahatsız etmiyorsun diyecektim ki, işçi arkadaşların yanına doğru ilerledi. Sonra neden böyle davrandığını düşündüm… Ve piknik alnından uzaklaşıp gelişen olayları gözlemlemeye başladım…’yolumuz işçi sınıfının savaş yolu! ’ diyen bizlerin sofrasında bir tane işçi yoldaş yoktu… İşçi soframıza buyur etmiyorsak neyin davasını yapıyorduk. Yönetimde de hiç işçi yoktu… Bir hafta sonra bu arkadaş evinde intihar etmiş bulundu. Ve kendini asalı bir hafta olmuştu… Onu merak ettikleri için değil bir eylem için aramaya evine giden arkadaşlar bulmuştu… Sessiz sedasız cenazesi yapıldı… Doğru dürüst dualarda bilmiyorduk ama camiye götürdük sonra defnedildi… Mezara işçi arkadaşları yerleştirdi… Onu ipe götüren neydi? Onu ne zaman kaybetmiştik? Hiç kazanmışmıydık? Biz neyin davasını yapıyorduk? Soframıza almadığımızı, gönlümüze almadığımızı anladığı an mı onu kaybetmiştik? Sadece gücüne ihtiyacımız olduğunu onu kullandığımızı anladığı an mı kaybettik? Benim için bu sıradan bir olay değildi…”yarınlar bizim! ” derken, bir bir arkadaşlarımızı kaybediyorduk. Ailelerimizi reddediyor, tanrıyı reddediyor, soyumuzu reddediyor, geleceğimizi reddediyorduk, duygularımıza set çekiyorduk. Adeta birileri içimizi boşaltıyor, tek tek toprakla bağlarımızı sağlayan köklerimizi kesiyordu… Ve bunun için baltaları bizim elimize tutuşturmuşlardı… Silah kuşanıyor, aç yaşıyor, durmadan okuyorduk ama sorgulamıyorduk… Akşam eve dönerken mezarlıkta görmediğim, fakat sabah okula giderken gördüğüm taze mezarlar neyin nesiydi? Kimin mezarlarıydı bunlar, gece gece gömülen başında ağlayanı, bir demet çiçeği olmayan. Kuran okunmayan…
İllagalite de asla tepede kim olduğunu bilemezsin, kimden emir geldiğini, emirleri sorgulayamazsın…”
Sonra derin bir iç geçirdi gözlerini gözlerime dikti… Gözlerinin içindeki Kımıl kımıl dalgalanan güneşin ışıklarının yerini hüzün bulutları kaplamıştı… Saçlarını okşamaya devam ediyordum… Devam etti konuşmaya; “beni ilk gördüğün gece, bildiri dağıtacağımızı nasıl haber aldınız? Biz sizin her eyleminizden nasıl haberdar oluyorduk? İki gurup karşılaşır, kan dökülür… Ölülerimizi bırakıp kaçarız… Ya da birileri aniden basıyor eğitim aldığımız dersliği, alıp götürüyor sorgusuz. Bir daha ne bir haber, ne de bir selam. Ölülerimizi kim topluyor? Kim öldürüyor bizi? Biz her şeyi kaybediyoruz… Birileri ölümün ucunu yakmış… Ölüm kokusu tütsü gibi beynimizi ele geçirmiş… Yaşamaya dair ne varsa ölümle çevrelenmiş…oysa biz çiçekleri ne çok seviyorduk değil mi? … Devrim yolunda ölmek… Ben yaşamak istiyorum. Evet, senden çocuk doğurmak istiyorum… Bedenime senden başkasının eli değsin istemiyorum… Yaşamak için yol almak istiyorum… Anam avratım olsun demek de istemiyorum. Anneme sarılmak istiyorum… Çok özledim! ” Yanağından süzülen yaşları içmek geliyordu içimden…
Bir anda adam irkildi. Yanında oturan kadına baktı göz pınarlarından süzülen yaşları görünce, usulca başını kadının omzuna koydu bir müddet öylece durdu. Kadın yanında oturan adamın sıkıca elini yakaladı ve rüzgâra doğru döndüğü yüzünü adamla aynı izaha getirdi.
-“Peki, o gün, eylem günü niye karşısına çıktın. Durdurmaya çalıştın.”
-“Aramızdaki ilişkiyi saklamamızın imkânı kalmamıştı artık… Saklamak da istemiyorduk… Aşkın coşkusu ve heyecanı nasıl saklanır ki? Örgüt arkadaşlarımız her şeyi öğrenmişti… Leyla benimle görüşmeyi kesmiş benden uzak duruyordu… Onunla başka konuşma şansım kalmamıştı… O gün onun karşısına çıktım… Ve kulağına eğilip bunu bize yapmamasını, benimle gelmesini söyledim… Gece onu çıkmaz sokakta bekleyecektim.”
-“Peki, geldi mi? ”
- “Evet geldi… Örgüt ilişkimizi öğrenmiş ve Leyla’nın başka bir arkadaşıyla evlenmesi kararı alınmış… Hatta örgütteki tüm kızlara birer eş adayı bulunmuş… O güne kadar örgüt içinde yasaklanan ilişki diğer kızlarda elde tutmak için evlenmelerine karar verilmiş… İtirazı olanlar örgütten ihraç edileceklermiş, “saçmalık! ” Leyla tüm gücüyle karşı koymuş alınan karara ama önünde iki seçenek var ya evlenecek. Ya da ihraç edilecek… Buluştuğumuzda ellerinden tutup benimle gelmesini söyledim. Eğer kalbinden ve aşkından vazgeçersen geriye ne kalır dedim… Yanlış bulduğun bir kararla mücadele etmelisin… mücadele etmeliyiz. Ertesi gün kararının ilçe temsilcisine bildirdi… Leyla ona önerilen arkadaşla evlenmeyecek hatta diğer kızların da tombala çeker gibi kuradan çıkan yoldaşlarla evlendirilmemesi için mücadele edecekti. Özgürlük mücadelesi veren bir kadın olarak bu baskıcı yapıya karşı koyması gerekiyordu ve hani o gece yaptığınız karanfiller bu başkaldırının bir adımıydı…”
-“Ve o çocuğun gönderdiği gülleri de sen gönderdin.”
-“Evet, ben gönderdim. Onunla gurur duyuyordum… Mücadeleci ruhuyla… Eğmediği dik tutuğu başıyla. Cesur yüreğiyle ve bu kadın benim kadınımdı… Kadınım. birgün gel canına ihtiyacım var dese seve seve gözümü kırpmadan vereceğim can… Çölde açan bir kaktüs çiçeğiydi o…tüm olumsuzluklara, sert koşullara rağmen dikenlerin arasında açan muhteşem bir çiçek. Umuttu o bizi bize düşürenlere direnen. Gerçek bir hümanist, vatansever… Güzellik… Güllerin arasına bir not koydum… Bekliyorum sevgilim! Bu akşam gel!
-“Peki, niye beklemedin? ”
-“Bekledim. Bekledim bir tanem… Ama yetişemedim… İlk karşılaştığımız çıkmaz sokakta onu bekleyecektim. Sokağa doğru ilerlerken bir aracın beni takip ettiğini fark ettim… Adımlarımı hızlandırdım. Caddeden uzaklaşmaya çalışıyordum ki, aracın içindekiler ateş etmeye başladılar… İki taraftan da ateş ediyorlar “hain” diye haykırıyorlardı… O gece gideceğimizi haber almış olabileceklerini düşünüp, bir an önce buluşma yerine gitmem gerekiyordu… Leyla’ ya zarar vermelerinden korktum sokak aralarına dalıp izimi kaybettirdim. Fakat bacağımdan aldığım yara yüzünden hızlı ilerleyemiyordum. Leyla’nın yanına zamanında varamamaktan korkuyordum… Bacağımı boynumdaki atkıyla sıkıca sardım… Koşar adımlarla ara sokaklardan geçerek, buluşma yerine ilerliyordum ki, onu gördüm. İlk gördüğüm yerde, sokak lambasının alt ında beni bekliyordu… Muhteşem görünüyordu. Allah şükür ona yetiştim derken, birden acı bir fren sesine silah sesleri karıştı… Bir anda kollarını açtı yukarı mantosu savruldu krem rengi elbisesi peş peşe aldığı kurşunlarla kana bulanmıştı… Bu sefer ayağını çarptığı taştan değildi, aldığı kurşunlardan geriye doğru sendeledi… Aldığı her kurşunla arkaya doğru sendeliyor yıkılmamak için direniyordu… “leylaaaaaaaa “diye haykırarak, koştum yanına… Ben yanına varınca araç çoktan uzaklaşmıştı… Leyla’mı hemen kucağıma aldım… Dudağının kenarından kanlar süzülüyordu. Gözyaşlarının akmasına dayanamadığım bu kadının, kanın akmasına engel olamıyordum… Sıkıca kucağıma sardım, “dayan bebeğim, dayan! Hiç ayrılmayacağız! Birlikte gideceğiz kadınımla söz… Dayan bir tanem…” Ayağımdan hızlı ilerleyemiyordum. Ana caddeye çıktığımızda araç geçmiyordu, saat çok geçti… Sesimin çıktığı kadar haykırıyordum. “Yardım edin. Yardım edin. Kimse yok mu? Dayan bebeğim! Dayan bir tanem, yalvarırım.” Hemen bir aracın camını kırıp ele geçirdim ve onu hastaneye götürdüm… Kan gerekiyordu tüm kanımı alın dedim… Onu yaşatın!
-“Ama onu hastane önünde bulmuşlardı…”
-“Bilmiyorsun! Konuşuyorsun demiştim sana hatırladın mı? ”
-“Onun son anına kadar yanındaydım. Doktor beni ele vermedi… Yakalanmak istemiyordum…”
-“Ne söyledi, son sözü neydi ablamın? ”
-“Elini tuttum sıkıca hafifçe ceylan gözlerini araladı ve gülümsedi.”bir kızımız olmayacak! ”sıkıca tutuğum elini öptüm. Tam olacak dayan sevgilim diyecektim ki “sus” dedi. “Kızımız olmayacak belki ama senin çocukların olacak. Ve o çocuklar bizim gibi olmamalı, bu amansız kan durmalı… Tüm çocuklar tek yürek ve tek yumruk olmalı can. O çocuklar doğmalı… Sen sevmeye devam edeceksin… İnsanlar yaşamı koklamalı her sabah, barış için, ülkem için, insanlık için o çocuklar doğmalı ve her insan yeniden, yeniden doğmalı. Benim bir kızım var ona iyi bak. Seni sevi…”
Ve gözlerini kapadı… Ben onu hiç terk etmedim.
-“Ben seni cenazede hiç görmedim”
-“Yo… Ben hep ordaydım…
Kadın usulca adamın koluna girdi başını omzuna yaslayıp;
-“ Günlerce ağladım, bazen kızdım bazen isyan ettim… Ölüm can evime pençesini sokmuş çatır çatır en sevdiğimi benden almıştı. Kimi sevsem ölecekti. Kime dokunsam bir gün yok olacaktı bunu biliyordum… Bunu bilmek dayanılmaz bir ağırlıktı… Biz günahın çocukları mıydık? Öyle bir günah işlenmiş olmalı ki bedeli bizlere ödetiyor olsun… On yedi yaşında incecik boyunlar yağlı ilmeğe geçsin… Ellerimiz küçücüktü... Nasırlaşmamış sertleşmemişti… Avuçlarımızda gizlediğimiz umutlarla yaşanılası bir dünya kurmak istedik… Buz kesti terimizi, ateşin ortasında donduk, buzun içinde yandık… Dik durduk! Sağcısı-solcusu cesur çocuklardık, acıyla büyüdük. Ama sadece birbirimizi ve kendimi acıttık… “Tavşan kaç-tazı tut” Drangeli kuranı, çanak tutanları, ölü toplayıcılarını, hiç görmedik ve bunun bedelini ödedik… “Kapansın el kapıları” derken, postal altında kaldık… Kahrolsun Amerika’nın çocukları… Darbeciler Amerika’nın çocuklarıysa, biz onların çocukları değildik… Biz emperyalizme kafa tutmuş güçlü kökleri olan bir ulusun çocuklarıydık… Biz öyle birbirimize düşmeliydik ki ortada onlarda yüz yıllık planlarını devreye sokabilsinler… Sunni-alevi, Türk-Kürt, sağcı-solcu diye durmadan bizi birbirimize hedef yaptılar. Tarih acılar içinde kıvranarak bizleri tekrar yazacak. Kapıyı dışarıdan kapayın uşaklar ve katiller. Kapıyı dışarıdan kapayın kan emici yarasalar ve akbabalar… Hesap günü çok yakın”
Adam elini cebinden çıkardı kadının omzuna attı ve usulca yüzünü kadının yüzüne doğru çevirdi ve sıkıca sarıldı. Kadın adamın göğsüne iyice kendini bıraktı ve devam etti…
“Bir gün okuldan eve yürüyordum. Bir akrabamız koşar adımlarla telaş içinde bana doğru ilerliyordu. Gözleri ateş saçıyordu... O anda kötü bir şey olduğunu anladım. Daha “hayırdır abla” dememe fırsat vermeden, “Babanı vurmuşlar! ” Dedi. Tüm dünya değil de tüm evren üzerime çöktü sanki. Elimden kitaplarım kaydı, tutamıyordum. Ayakta duracak halim yoktu ama tüm gücümle kadından gelecek cevabı duymak istiyordum. “Yaşıyor mu? ”Babamın ölümünden sonra bu kadar çok sevmenin doğru olmadığını anladım. Bu kadar çok sevmemeli insan, bu kadar çok da öfke bağlamamalı… Aklımda tek bir soru vardı neden? Neden? Neden? Biliyorsun sana anlatmıştım, babam bir fabrikada çalışan sıradan bir işçiydi. Bazılarının söylediğine göre; son zamanlarda dili fazla uzamış… Sendika kurmaktan falan bahsetmiş… proleteryadan falan bahseder olmuş… Bazılarına göre de dili bu kadar uzarsa ölümü hak etmiş…”
Adamın bir an içi ürperdi. Elini kadının eline kenetledi, diğer eliyle kadının saçlarını okşamaya devam ediyordu... Her konuşmaya başladığında susturduğu kadına şimdi sıkı sıkı sarılıyor, adeta konuşması için destek oluyordu… Kadın adama daha sıkı sarılarak…
“Babamın ölümünden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bazen canım tırnak uçlarıma geliyor, dışarı fırlamak için basınç yapıyordu. Ama direniyordum.yaşamak için direniyordum. Yüreğimi saran öfke, gözlerimden fışkırıyor, babama bunu yapanlardan nefret ediyordum. Tek düşündüğüm katil faşistlerin bir an önce cezalandırılması. Çok sıkıldığımda, babamın beni sık sık götürdüğü parka gidiyor, saatlerce onunla geçirdiğimiz güzel anları hayal ediyordum. Bir keresinde o kadar dalmışım ki kendi kendime gülmeye başlamışım. Yan bankta oturan Hamdi amca yanıma gelip ”hayırdır! Zeytin gözlü” dedi. Şaşkın baktım, daha önce hiç görmediğim bu adama… “Bir saattir seni izliyorum. Doğrusu merak ettim.” Hamdi amca kimi kimsesi olmayan devrimci bir doktordu. Ona babamdan bahsettim. Babamın ismini söyleyince, “Sen bizim Ali’nin kızı mısın? ” dedi… Bana babamı ve davayı anlatıyordu… Bir gün mutlaka adaletin yerini bulacağını söylüyordu. Buda beni ona çekiyordu… Arada parkta karşılaşır sohbet ederdik. Oda tıpkı babam gibi konuşuyordu…”bir gün mutlaka devrim gerçekleşecek! ”,”yarınlar bizim! ”diyordu… Babamın ölümünden sonra çok kötü günler geçiriyorduk. Annem Hamdi amcanın yanında çalışmaya başlamıştı. Ben okuldan çıkınca hemen muayeneye koşuyordum. Bana; ”Hadi, anlat bakalım okulda neler oldu bugün” diyordu. Benimle çok ilgileniyor, arada derslerime de yardım ediyordu. Çoğu zamanda devrimden bahsediyordu… Çok ilgiliydi benimle… İlkokuldan girdiğim sınavlarda başarılı olunca kasabadan ayrılmam gerekti… İşte o zaman Leyla ablamla tanıştık. Annemle kayıt yaptırdıktan sonra ne yapacağımızı bilemeden, okul kapısında şaşkın şaşkın otururken, yanımıza geldi… Ve bir daha hiç ayrılmadık… Bir süre sonra Hamdi amcada bulunduğumuz ile geldi… Annemin sağlığı gittikçe bozuluyor babamın ölümünden sonra bir türlü kendine gelememişti… Bir gün Beni Leyla ablama emanet edip memleketteki akrabalarının yanına gitti… O günden sonra benim hem annem, hem babam olan bana gözü bakan biri vardı. Onu çok seviyordum. Bu kadar çok sevdiğim için bazen korkuyordum… Ama ona bir şey olamayacağını düşünüyordum. Çünkü cesur ve çok akıllıydı… Arada Hamdi amcayla parkta karşılaşıyorduk. Onunla sohbet ediyordum. Leyla ablam “bu adamın sana bu kadar yakın olmasından rahatsız oluyorum” der benim onunla konuşmamı pek istemezdi… Ama babamı tanıyan, babamdan bahsedeceğim tek insandı… Hamdi amca her şeyi biliyordu. Aradığın bütün cevaplar onda vardı. Adeta sihirbaz gibiydi… Ablamın uyarılarına rağmen ondan uzak duramıyordum. bi şekilde beni kendine bağlıyordu…
Adam derin bir iç geçirdi… Kadının saçını okşadığı elini çektikten sonra, nereye koyacağını bilemedi… Sağ-sola bakındı, bir hamlede kalkabilir ve bu konuşmayı burada kesebilirsi… Sonra batmaya yüz tutmuş güneşe baktı ve sessizce mırıldandı “yarın güneş bir tek senin için doğacak can, bir tek senin için. Senin kanatlarından süzülerek aydınlatacak tüm dünyayı… Gerçeklerle yüzleşmenin vakti gelmişti artık. Ne kadar ertelese de bir gün bu anı yaşayacağını çok iyi biliyordu…
Kadın adamın kucağından doğruldu… Adamın yüzüne baktı. İlk defa adamı böyle görüyordu… Ve o soruyu adama sordu;
“Ablamla o gece çıkmaz sokakta buluşacağınızı kim haber verdi? Nasıl öğrendiler sizinkiler gideceğiniz? ”
Adam önce denize uzun uzun baktı, sonra bir iç çekti ve kadına döndü… Bir yerlere konduramadığı elini, kadına doğru uzattı ve ekledi...”sen! ”Göz pınarlarında gizlediği yaşlara engel olamıyordu artık… Kadın, adamın söylediği itiraftan sonra, boğazı düğümlenmişti sanki… Boğuk ses tonuyla…
-“sen, ne diyorsun? ”
Adam yaşlı gözleriyle kadına doğru eğildi, bir yere sığdıramadığı elini kadının boynuna doğru uzattı ve…
-“Evet, ablanı ele veren sensin”
-
Üçüncü bölüm başlangıç..
Zifiri karanlık gecede, kadın kızgın atlar gibi yalın ayak koşarken karanlık geceyi ikiye yarıyordu… Uzaktan sadece elindeki tenekenin beyazlığı seçiliyordu… Kadının yorgun sıcak nefesinden başka hiçbir şey duyulmuyordu… Gökyüzündeki birkaç yıldız kadına rehberlik ediyor, kadının yolunu aydınlatıyordu… Gecenin sessizliğini yaşlı bir erkek sesi bozdu. yapmaaaa…
Alev alev yanıyor asırlık çatı,
Gecenin bir yarısında
Alevler sararken göğü, gözlerime karıştı dumanı
Elimde kaldı alelacele doldurduğum su dolu kova
İzledim öylece
İzledim öylece yangını
Kurt yeniği kalaslar çöktü çatır çatır
Bu defa ne benim, nede başka bir çocuğun üzerine
Ateşte patlayan tahtakurularından çıkan sesle birlikte
Diniyordu kulaklarımda, sarı benizli hasta çocukların kesik öksürükleri
İzledim öylece,
İzledim öylece döne döne etraflarında
Tanıyordum ben bu evi, ama nerden?
Hatırlayamadım…
Biliyorum artık,
Bir daha uyanmayacak çocuklar, kirpiklerinde tahtakurusu tozlarıyla
Kabarmayacak bembeyaz tenleri, kaşınmayacak tombul karıncıkları, uykularında…
Yangınla birlikte dindi kesik öksürükleri…
Bak öksürmüyorlar artık…
Hasta olmayacaklar bir daha, sararmayacak bakışları
Biliyorum!
Kararmış ağaç budaklı tahtalar değil, masmavi gökyüzü örtecek üzerlerini
Ve
Yıldızları avlayacaklar yataklarından...
Kuş tüyü yastıklara hasret ölmeyecekler, sevecekler onlarda geceleri
Ay onları, onlar ayı kucaklayacak..
Mutluluk çiçeği gamzeler açacak yanaklarında.
Kadın elindeki gaz tenekesine sıkı sıkı sarıldı, gökteki birkaç yıldız birer bire saçlarına iniyordu… Sarıldığı gaz tenekesine oturduğu yerde sallanarak bir şeyler mırıldanıyordu.
Gamzelerin mutluluk çiçeği yanaklarında
Çocuğum!
Sıkı sıkı sarıl onlara.
Sırtındaki yükleri bırak...
Özgürce cennetine kurul
Bu günden vazgeçme,
Güneşli günler yarat kendine
Biz yalan söyledik size
Cehennem ateştir diye...
Biz yalan söyledik çocuğum…
Biz yalancıyız çocuğum…
.
Bir müddet sonra İrfan koşar adımlarla yangın yerine geldi. Kadını oturduğu yerde gördüğünde ellerini saçlarına götürdü ve “Allah şükür yaşıyorsun” dedi… Sonrada kadına sıkıca sarıldı… Kadın buz gibiydi ve titriyordu. Hemen sırtındaki hırkayı çıkararak kadına saran İrfan, kadını kucağına alarak gözlerden kayboldu………….
Kayıt Tarihi : 19.7.2011 17:12:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)