Yıllar Sonra
Olur ya bir gün —
yıllar sonra, bir sokak başında karşılaşırsak;
ben susarım önce, sadece bakarım gözlerine.
Gözlerin içindeki zamanın rengiyle ölçerim kendi yıllarımı;
belki dudaklarım titrer,
boğazımda düğümlenen kelimeler sessizce geri çekilir.
O an seni görmenin kalbimdeki telaşı
eski bir melodinin aniden çalması gibidir;
tanıdık, hüzünlü, bir o kadar da korunaksız.
Sadece bir dost gibi dururum yanı başında,
ellerinden tutarım — bir selam gibi, hafif, zarif.
“Sana yıllar sonra merhaba,” derim;
sorma olur mu, sorma “nasılsın” diye,
çünkü bilirsin — ben mutluluk yaparım insanlara,
bir ustalık gibi, küçük bir hileyle,
gülüşünü geri getirmek için yalancı da olsa bir tebessüm kondururum yüzüne.
Belki yağmurlar altında dans eden çocukları düşleriz,
ellerimiz ıslandı mı gülümseriz;
“İyiyim,” derim, ve kelime yumuşak bir battaniyeye dönüşür.
Yine geç kalmışımdır işte, yılların öğrettiği bir alışkanlık;
zamanı kaçırma sanatı bendedir belki de —
ama sen bilirsin, o zamanın eksik parçalarını
güçlü bir bakışla tamamlama becerim var.
Hoşça kal… Hoşça kal… Hoşça kal…
Üç kez söylemek isterim, çünkü üç kez söylenene daha çok inanılır ya;
her “hoşça kal” bir veda değil, bir iyileşme çağrısıdır.
Sokak lambalarının altında, ikimiz de biraz yaşlanmış gölgeleriz;
senin gölgen hâlâ tanıdık, benimkisi biraz daha uzamış.
Ellerimiz ayrıldığında, ardımızda bıraktığımız sessizlik
bir köprü kurar geçmişle şimdi arasında.
Dönerim arkanıza bakmadan ama duyarsın belki;
adımlarım hafiftir, çünkü taşıdığım yükü
yüzümdeki küçük tebessüm hafifletti.
Gecenin bir köşesinde, rüzgârın usulca uğultusunda,
senin adına bir mum yakarım — isim bile gerekmez;
o mum, yılların yıprattığı ama söndürmediği şeyleri anımsatır.
İçimdeki sessiz bahçede bir kapı aralanır;
içeri giren hafif bir ışık, senin gülüşünden miras kalan bir sıcaklıktır.
Belki yıllar sonra, bir başka sokak başında, başka bir yüzle tanışırım;
ama o gün seninle paylaştığım o suskun bakış,
o yalancı tebessüm, o çocuksu yağmur düşü —
hepsi bir mührü taşır ruhumda.
Ve gecenin sonunda, kendi kendime fısıldarım:
“Geç kalmışlık da bir şarkıdır; kimi zaman en güzel nakaratıdır.”
Hoşça kal…
Gözlerinde bir parıltı bırakarak,
dudaklarımda küçük bir yalanla —
sana yıllar sonra, sadece bir dost gibi veda ederim.
Özgen Öz
Kayıt Tarihi : 30.8.2022 23:41:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yıllar geçmişti… Her şey değişmiş, şehir başka bir yüz takınmıştı. Binalar yükselmiş, sokaklar daralmış, çocuk kahkahalarının yerini korna sesleri almıştı. Ama insanın kalbindeki bazı şeyler zamana direnirdi; işte onun da içinde öyle bir şey vardı. Bir akşamüstüydü. Hava yağmur kokuyordu, gökyüzü griye dönmüş, lambalar birer birer yanmaya başlamıştı. O sırada, köhne bir sokak başında yürürken, aniden göz göze geldiler. Yılların uzaklığını iki çift gözün içine sığdırmak mümkündü ve o an bunu yaşadılar. Söz söylemek kolay değildi. Dilinde binlerce kelime vardı ama hiçbirini seçemedi. Dudakları titredi, boğazında düğümlenen kelimeler suskunluğun ağırlığına yenildi. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, bir adım daha atsa her şeyin darmadağın olacağını hissetti. Yaklaştı. Sadece ellerine uzandı, dostça, incitmeden. “Merhaba,” dedi. O “merhaba” kelimesi yılların sessizliğini tek nefeste anlatıyordu. “Olur mu?” dedi kendi kendine, “sorma bana nasılsın diye…” Çünkü o biliyordu — her zaman mutlu göstermenin ustasıydı. Gülümsemeyi bilirdi, hatta acının içinden bile bir tebessüm çıkarabilirdi. O yüzden gözlerindeki telaşı gizlemek için hafifçe güldü. “İyiyim,” dedi. Ve yalanın içindeki doğrulukla bakmaya devam etti. Çünkü o an, gerçekten de iyiydi; sadece karşısındaydı, bu yetiyordu. Birlikte birkaç dakika yürüdüler. Yağmur başladı. Çocuklar sokaklarda su birikintilerine basıp kahkahalar atıyordu. İkisi de içlerinden aynı hayali kurdu: keşke yıllar önce o çocukların cesaretiyle adım atsaydı kalplerine. Keşke o zaman gecikmeseydi… Ama bilirdi — geç kalmak onun en büyük alışkanlığıydı. Hep öyle olmuştu. Hayat, fırsatları ona uzatmış, o ise tam yakalayacakken zamanı kaçırmıştı. Durdu. Yine gözlerine baktı. “Hoşça kal…” dedi. Sanki tek kelime yetmezmiş gibi üç kez tekrar etti: “Hoşça kal… Hoşça kal… Hoşça kal…” Sonra ellerini bıraktı. Adımlarını geri çekti, kalabalığın arasına karıştı. O anda arkasına dönmedi ama kalbinde bir şey biliyordu: o bakış, o suskun merhaba, yılların bütün yaralarını taşıyan ama aynı zamanda bütün yaralarını saran tek an olmuştu. Ve gece olduğunda, evinde yalnız kalınca, bir mum yaktı. İsim söylemedi, dua etmedi, sadece mumu seyretti. Çünkü bilirdi — bazen bir bakış, bazen tek bir kelime, koca bir hayatın en gerçek hikâyesi olabiliyordu.




beğeni ile okudum
TÜM YORUMLAR (1)