Uçsuz bucaksız bozkırın ortasına dikilmiş,
umutsuz tek ağaç gibi ,
en kutsal inançları,
en iri yeminleri,
en acı anıları,
zamanla uzaklaşıp hafifleyecek yerde,
karşı durulmaz bir sancı gibi,
büsbütün ağırlaşıp göğse çöküyorlar .
Can sıkıyor artık eski fotoğraf albümleri.
Yırtıp atılıyor tek tek.
Şimdi yeni resimler çiziliyor duvarlara.
Yeni denizler yeni bulvarlar yeni rıhtımlar,
kentin bir ucundan bir ucuna giden,
yeni tren yolları,
yeni istasyonlar.
En manidar malumat değil midir
yaşadıklarımız?
Sayfa sayfa açılmaz mı ?
Nasibin peşinde dürülmüş nemli defterler
Oysa dilimizde dönüp duran,
bir erimez halka şekerdir
umut.
başka bir nefese karışıyor nefes
başka sözler başka isimler mırıldanıyor dudaklar
masallar anlatıp avutan
ninniler söyleyip uyutan
belliğin köşelerine yığınlarca anı
düşlerde yanık kokuları
Her şey bir şeyi anlatmak içindi aslında.
Harflerin kadrini göremeyen zavallı elimden
bıraktım kalemi.
Şeffaf kanatlarına aldırmadan
bal peteklerine dalan sineğin
avazı çıktığı kadar haykırıp ölmesi gibi
lezzetli midir bilmem?
bala gömülmesi dışında.
Bir damla bal peşinde giden ömürler
Allah verir.
Çiçeğe hem açmayı hem solmayı,
böceğe hem yürümeyi hem uçmayı,
döşeğe hem ölümü hem uyumayı
Allah sunar; çeliğin soğuğunu,
elmasın keskinliğini,
suyun ısrarlı yolculuğunu...
Her şey bir şeyi anlatmak içindir
aslında.
Ahengin parçası ol
ama evvelden benliğini dolaştıran ukdeleri çözerek.
Dünyadan nasibini al elbet,
Dağılmadan.
Ahenktir gönlü sükûna erdiren,
aynı dalda aynı rüzgâra yaralarını teslim etmiş
sonbahar yaprakları misali.
Hışırtılarla toprağa kavuşuncaya dek…
Ömrün bütün dikenlerine denk gelmişken
Hakk’ın ihsanını yâd edivermek.
Baştaki yeis bulutunu
erdemin kırk şakıyışlı kuşlarıyla
gül bahçesine doğru üfle.
Üfle ki
Saatlere bakıp ,zamanı ölçerken
dünya hududundaki nöbetinde
ömrün kana kana akışını
fark et
Ne zamana hüküm geçirebildik
ne de neşeyi türkülerden öğrenmiş gibi
gönlümüze gem vurabildik
bir yorgun kalp ki içimizde
savrulmaktan daha yeni kurtulabilmiş
Cama başını yaslamış.
Yokluklar içinde tutunduğumuz en sağlam ağaç dalı gibi
Her nağmesinde, her ezgisinde bambaşka duygular ile
Bir çınar ağacına yaslanır gibi
ruhu okşar sanki
tüm bedeniyle ömrümüzden yüzülen kayıp giden yılları
tel ucundan akar sanki ömrümüze
Berrak nehirler gibi coşar duygular
görüyorum ki
soğuktan morarmış ellere
sıcak nefes üfleyen ateşe
iri iri odunlar bırakıyorsun
bir dervişe düşüyor
kelamının yolu.
karanlığın ırağında salkımlanmış üzerlik demeti gibi
parıldıyorsun
anlatıyor
Eskinin de eskisi varmış bir vakit.
Garip kör dervişe
gül fidanlarıyla meşbu bahçeler emanet edilmiş.
Derviş görmezmiş,
bilmezmiş de
Hiç dikenden gül olur mu?”
diye diye
dikenleri budayıp sulamaya gayret edermiş.
Elleri, allı morlu basmalar gibi
iyileşip yeniden açılan,
rengi rengine sokularak benzeşen yaralara karılmış.
Ne zaman ki dikenler çiçeklenecek,
kör dervişin vazifesi de tamama erecekmiş.
Su kana,
toprak cana karışadursun
dikene gül makamı epey gecikmiş.
Ah, derviş neylesin
sağa dönse diken
sola dönse diken!
Çare makamına hasretlik ne garip dertmiş.
Derken
bir gece ansızın diken çiçeğe duruvermiş.
Kör derviş duymuş bir güzel koku…
Yer ile gök dolmuş bir güzel koku…
El yordamıyla aranırken çiçeğin boynunu
çıt diye kırıvermiş.
Velhasıl ,
çiçeği de diken bilmiş derviş.
O gün bugündür,
kör dervişler çiçekleri diken diye
hep ezip geçmiş.
Dudakları arasında
sözün sert kabuğu yumuşarken
kör derviş misali
elinde sımsıkı tuttuğu gri taşlara dönmüş
dertlerini saymaya başlamış tek tek
Onları dipsiz bir göle fırlatacağım.
Dalgalanacak göl dertlerimi öğrendikçe diye
mırıldanmış
öyle derler ya
Her dağ kendi karına teslim olurmuş
ve her dağın bağrı
nasibince kekiklenirmiş,
Kalp ,dile kırık,
gönül kaf dağına küsermiş.
boynu bükermiş
ondan sebep
İnsandır bu;
hatırlamak üzere unutur,
acıkmak üzere doyar ve vazgeçmek üzere sever.
Ne beyaz hep beyaz kalır
ne de siyah daima siyah.
Şiraze bozulmaya görsün...
Dağılırız
dağlana dağlana mühürleriz bize varan yolun
izbe tenhalığını.
Oysa insan insana soluktur,
candır.
hiç incitmeden sevmenin ötesinde
derviş,
hızlanmasına müsaade etmeyen yılgın dizlerini
her üç adımda bir durup gelişigüzel
ova ova ulaşır caminin geniş avlusuna.
Gün ağarır
en güzel derstir esasen gecenin gideceği demlerde
aydınlığın dalgalanarak
yer ile göğü boyadığı vakitler.
Kareler ekleniyor ardı ardına
kâh hüzünle
kâh neşeyle…
Âdemoğlunun da yarısı gün yarısı gece…
Dünyanın diken bahçesi olduğunu en iyi bilenler
yaraları en derine ulaşanlardır
Tomurcuk çiçeğe döndüğü vakit,
oncağızı görmek
dikenlere en ziyade tahammül gösterenlerin hakkıydır
Ömür dediğin ne ki
Ömür, imtihanlar silsilesi
Şimdi orada olsaydım dediğiniz yer...
Bu benim kırılma noktam! diyebileceğin bir ânın
Yirmi dört saatin
tamamlandığı yer
Mevsimlerden hangisi?
Sonbahar , ilkbahar mı
Hangisini seçerdik?
hangi havayı teneffüs etmek isterdik..
Anladım
dünyanın verdiği her şey dikense
ruhlar o dikenlerin çiçek açacağı yere sevdalı.
Hangi taraftayım
Bilmiyorum.
Kırılsam da kırılmamış gibiyim
Kapılarım açık ardına kadar.
Her şey fâni,
baki olan Allah...
redfer
İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 21.8.2025 12:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şiir başlığı bütünün özetidir. Başlık öylesine atılmış?
Cümleler arası geçişlerde bağlantı bütünlüğü sağlanamamış?
Konu uzatılınca Şiir makaleye dönüşmüş? SELAMETLE
TÜM YORUMLAR (1)