Elif, evinin bodrumun da küçük, sevdiği eşyalarla döşenmiş, sadece ona ait odasın da eline ilk kez aldığı boya fırçalarına bakıp, önünde sonsuzluk kadar derin görünen tuval karşısında düşünüyordu: Nereden, nasıl başlamalıydı? Bu cümleyi kendi yaşamını anlatacağı ilk şiirine başlarken de tekrarlamıştı. “Nereden, nasıl başlamalı? Nasıl anlatmalı? ” Bu sefer anlatım dili olarak boyaları, renkleri, tuvali seçmişti. Hani şimdiye kadar kelimeler arasında gidip gelmeyi, bazen sarsak adımlarla, bazen usta kelime cambazlıkları arasında dolanmayı seviyordu ama bu sefer durum farklı idi. Hiç bilmediği bir ormanda kendine yol arayan bir serüvencinin heyecanı doldurmuştu içini. Hangi yoldan gitmeli, hangi kavşakta ne tarafa dönmeli, her kavşakta gözüne ilişenleri, bunların içinde yarattığı titreşimleri nasıl anlatmalıydı? Biraz daha seyretti boş tuvali. Sonra şu soruyu yanıtlamalıyım diye geçirdi içinden. Geçmişimi mi, bu günümü mü, yoksa geleceğimi mi çizmeliyim tuvale? Sonra “saçmalama,” dedi kendine, “geleceği nasıl çizersin. Tanrıyı oynama fikri de nereden geldi aklına? ” Güldü kendine. Geleceği çizme gücü olsaydı elinde neler çizmek isterdi? Birden şaşırdı. Bilmek istemiyor, çizmek istemiyordu. Olması gerekenler olmalıydı. “İşin kolayına kaçıyorsun Elif” dedi kendine.
Elbette geçmişten başlamalı idi çizmeye. Peki hangi dönemi çizmeli? Yaşama merakla bakıp her günün diğerinden farklı olacağını düşündüğü saflık dönemini mi… “Bu dönem için bolca beyaz ve pembe renkleri seçmeliyim. Şiir tadında olmalı renkler. Hatta bakanlar kuş cıvıltılarını duymalı kulakları ile. Evet müzikal olmalı, şiirsel olmalı ama araya başarısızlıkları, hayal kırıklıkları ve ihanetleri yansıtacak griler, koyu bordo siyahlar da katmalı! ” dedi kendine. Yine durdu düşündü. Bu renkleri rast gele fırça darbelerinin emrine mi vermeli yoksa zeminde hep biraz muzip, çocuksu ruhu yansıtan ama yüzünün diğer yarısı hüzün olan bir kadını mı ortaya çıkarmalıydı fırça darbeleri? Karar veremiyordu bir türlü. Bilirdi yaratmak, ürün vermek, kendini özgürce ifade etmek zordu, sancılıydı. Ama o hep sevmişti bu sancılı paylaşımı. Çok örselenmiş, berelenmiş ama bundan vazgeçmemişti. Daha doğrusu bu paylaşma inadı olmasa geçemeyeceğini biliyordu dar boğazlardan. Dönemeyeceğini biliyordu yelken açtığı okyanuslardan. Biliyordu hepten katlanılmaz bulacağını bu acınası dünyayı. Sonra yine gözlerini bomboş tuval üzerinde dolaştırdı. Eline fırçayı alıp beyaza buladı ve çizmeye başladı Önce bir yüz belirdi fırçanın ucundan. Ne kadar beyaz, pembe ve yeşil de kullansa, gözlere yerleşen hüzün ifadesini değiştiremiyordu. Fırçayı tekrar tekrar göz bebekleri üzerinde gezdirdi. Olmuyordu. Fırça istemi dışında hareket etmekteydi sanki. Silemiyordu hüznü. Ama son bir çaba ile iki pırıltı yerleştirdi iri iri bakan kahve gözlere. Evet olmuştu. Sevinçle bakıyordu yüz kendisine. Daha çok yıllar var mutlu olunacak, çevredekileri mutlu edecek çok yıllar. İçimdeki çocuk hiç büyümeyecek, hep soracak, hep aldanıp yeniden tamir edecek ama incineceğim diye asla denemekten, yüreğinin kapılarını açmaktan vazgeçmeyecek diyordu bu yüz kendine. Sonra fırçayı siyah ve beyazın karışımı ile elde ettiği griye batırdı. Fırça tuval üzerinde kendiliğinden gezinmeye başladı. Yüreğinin yarısını griye diğer yarısını kırmızıya boyamıştı. Neden böyle yaptığını pek bilmiyordu. Aslında fırça istemişti bunu. O katmıştı bu renkleri yüreğe. Sonra fırça, duru bir çocuk yüzünü andıran portrenin gerisindeki boşluğu çizmeye başladı. Fırça yine kendiliğinden almış başını gidiyordu. Önce denizleri sonra dağları çizdi ama hiç ova çizmiyordu. Deniz' in yaşamı gibi hep ya yükseklerde, ya çok derinlerde seyrediyordu fırça. Fırça istemişti bunu, o çiziyordu. Deniz söylememişti bunları çizmesini. Almış başını gidiyordu. Sonra göç eden kuşları çizdi fırça. Bunlar içimden göç eden sevinçler mi acaba, dedi Deniz' e sessizce. Bilmiyordu. Fırça çizmeye devam ediyordu. Gökyüzüne birkaç sevdalı bulut çizdi. Bulutlar da bir yöne doğru akıyor, ileride bir gökkuşağında son buluyordu sevdaları.
Sonra fırça yine griler siyahlar üzerinde gezindi. Aldığı renkleri portrenin yüzünde, yüreğinde gezdirmeye koyuldu. O sırada yürekteki renkler de değişmiş bir yarısı siyah bir yarısı beyaz olmuştu. Renkler yok olmuştu sanki. Susmuştu türküler. Fırça bir darbede, göç eden kuşları gök kuşağının yedi rengini silmiş, geriye tek düze gri tonlar kalmıştı. Bu grilikler içinde yine dağlar denizler seçiliyor ama pembeye rastlanmıyordu. Elif anladı; fırça kendiliğinden bu güne geçmişti. Ne büyük heyecanların rengi “kırmızı”, ne yeni umutların rengi “yeşil” vardı artık. Ama gri tonların, tüller tarzında derinlikler yarattığı tabloda çok gerilerde bir yerlerde güneş ışığına benzer bir turuncu, tüm grilere inat durmaktaydı orada. Minicik bir ışık huzmesi gibi bir şey. Gözü oraya takıldı Elif’in. Fırçanın kendisine oynadığı bir oyun, küçük bir sürpriz olmalıydı. O ışığı turuncudan sarıya, güneş renklerine değiştiren son darbeyi vurduğunda tüm grileri yırtarak geçen bu ışık geldi durdu tuvalin kıyısında. Adı “umuttu” ışığın. Bir tebessüm yerleşti tuvaldeki kadının dudaklarına. Öylece bakıyordu şimdi Elif’e, gözlerinde çocuk sevinci, yüreğinde hüzün, dudaklarında buruk bir tebessüm ile. Fırça işini bitirmiş kenardaki kavanozun içine, kendi dünyasına dönmüştü artık. Sessizce. Şimdi odada, sadece tuvaldeki kadının tebessümü ve yerde yanan mumlar ışıldamaktaydı. Deniz neredeydi? Kim di o? Şaşkınlıkla aradı, kimse yoktu. Peki Elif kiminle konuşmuştu?
..
İsyan bayraklarını çekmişiz,
Aşk kulelerine...
Ve rüzgârın kollarında şimdi
Siyah ve gri gülüşlerimiz...
Kulplarımız yok tutulacak ve
Ellerimiz yok tutunacak...
..
Sinir var yüreğimin göğüs kafesinde oturmakta,
Birde kendine köpüklü bir kahve hazırlamış,
Elinde de bir dal sigara, tüttürüyor,
İzmariti ezerken yüreğimde,
Buzdağlarını eritiyor bağırtım,
Umutlarımı sakladığım,
Kuzeyin dağları da yok olup gidiyor.
..
Bulutlar
Bazen hüzne bürünen bazen sevince
Siz yağmur yüklüyken kaybederim hüznümden sizi
Ne olur ben böyle özlem yüklüyken yağmur
olmayın
Yağmur olmayın
..
slında her insanın hayatı renklidir.Kurulan hayallerin rengi acı, tatlı tonlarıyla belirivermiştir.
İnsan farkında bile değildir oysa; Rengarenk dünyasına siyahıda bulaştırdığının.Beyaz'ınada hüküm sürülmüş lekelenmiştir artık.
Mesele budur işte.Beyaz'ın yokluğu bütün renklere perde çekmiş; İnsan karanlığa boyanmıştır.
Hayatı hep gri yaşayıp, geride olanlar hep 'artık' kalacaktır.
..
Aynalara küs yüzüm ve bakışlarım tek bir noktadan ibaret artık.Boş kaldığım zamanlarda kalbim ve beynim kafa kafaya verip seni konuşuyorlar.Geceleri uyuyabiliyorum artık ama düşlerimde sen varsın.Resmini bile o kadar çok seviyorum ki orada bile gözlerin gözlerime değdiğinde ben 'ben' oluyorum tekrar.ve seni çok özlüyorum.Sadece aydan gündüzler gibi geceler yapıp yolluyorum şehrine.Rüyaların için En şiddetli akan ırmağın sesini, en yüce dağın çiçeklerini koyuyorum gecene..Yaralı bir kartal gibi biçareyim şimdi.Sesim, ellerim, bedenim güçlü ama düşüncelerin kalbime isabet ettiğinden beri benliğim ve yüreğim yara aldı! Ve sesin, senin sesin en çok sevdiğim türküler gibi aklımda...Yaralıyım işte anla.Sesin, yüzün, nefesin dost değil bana.Ne olur dostça davranma..Kaç kez daha haykıracağım adını içime? Ya da ne zaman kabuk bağlayacak yaram Nisan yağmurları gibi yağarken kanım yüreğime ve sevmek gibi hızla ilerlerken ölümüm..Sen bencilsin yüreğimin kapısı.....Neden mi? Kalbini paylaşabilme imkanın bile varken benimle ona bakmama bile izin vermedin..Zaten iki kalbin var şimdi...Biri çaresiz olanı yani benimkisi...Sen onu bile geri vermedin bana.Ama kirli görme kalbimi haksızsın.Gri olmasının sebebi sana gelirken süründüğü içindir! ! ! Dedim ya yaralıyım ve seni özledim.Sevdam yaşlanıyor artık.Dokunuver ruhuma ve dindir şu özlemimi tek bakışınla.Öylesine emdim ki seni içime ve öylesine aşinaki yüreğim sana sadece seninle arınabiliyorum artık! Seni hatırlatan her günde güneşi içine çeken siyah gibi senden kalanları hapsediyorum içime.Dedim ya yaralıyım, özledim ve seviyorum seni! ! !
..
Gündüzleri yaşarken seninle güneşimi söndürdüm kendi ellerimle.Şimdi loş bir dünyada dilimin tüm tat duyularını kaybetmiş bir gri portreyim.Ve birden dünya kararıyor ve sen yıldızı oluyorsun sahip olduğum gökyüzünün.Ne fayda biliyorum elimi uzatsam tutamayacağım, yalnızca seyrediyorum.Ne zaman gözümü kapatsam, vazgeçsem gökyüzüne dair hayallerden bana yaklaşan bir ay oluyor,üzerime yapışan ışıklarını hissediyorum.O an bir kabusla, yıldızımın kaydığı bir kabusla açıyorum yine gözlerimi ve bana yaklaşan tüm ışıklara ayna tutuyorum,şiddetle uzaklaştırıyorum.
Gecemden ve yıldızımdan geçemiyorum.Ben galiba karanlıkları seviyorum.Dedim ya Karagözlüm,gözlerinde yakalamıştım en derin karanlığı ve o günden beri senden öte sevdalısı oldum karanın,karanlığın...Öyleki artık,gecemde yıldızımdan uzaklaşıyorum,kafamı çeviriyorum yıldızsız sade gecelerime.Yıldızsız,ışıksız ve sensiz...
29.10.2002
..
Yaşam bir çizgi;
Bazen düz,bazen eğri...
Varolmanın nedir bedeli?
İşte onu iyi bilmeli.
---
Beyaz düşler mi?
Onlar da bazen gri,bazen siyah.
..
Bir kuş havalandı gökyüzüne,
Rengi değişikti kuşun
Bir yanı gri-kara,
Bir yanı pembe-mavi,
Acı ve umut çelişkisi gibi.
Bir çiçek tarlasına uçtu kuş,
Çırptı gri-kara kanadını,
..
Yağmurda evin içinde yüzüm.
Gri manzaraya bakar gözlerim
Ah memleket seni şöyle bi düşünürüm
Düşüm benim olduğu kadar.
Acılı bir yüz herşeyi görür
Alır sokakları birbirine düşürür
Yırtık damdan bir damladır akar
..
Hangi yüzyıldı son yalnızlığımın gölgesinden kaçışım aklımda değil! Portakal çıkmış mıydı manav sepetlerine anımsamıyorum,kediler vardı sokaklarda başıboş ve umarsız,ağlansa ben ağlardım onların öyküsüne....Ağaçlar boy vermiş ben görmeyeli bu diyarda,yeşile kesmiş her yer büyülü bir el değmişcesine..Ben giderken gri gökler vardı sanki,yoksa ben mi yorgundum o güz ayazında?
Hüzün döşenmiş bir yoldaydım,bastığım yer balçığa kesmiş,yağmur tepemden tokmak gibi düşerken sen yoktun aklımda..Senden öncesi vardı ve yine senden öncesi aklımda kalmış buz gibi sessizliği ile....En son bir el dokunmuştu gözlerimin altına,dokunup uykulara yatırmıştı düşlerimi...Henüz saçlarım dökülmemişti ve yılgınlık üç adım ötemdeydi...Sen yoktun yine...Senden öncesi vardı bilemezsin...
Ben Söğüdün dalına aşıktım o vakitler...Yaralarım yeniydi ve kan damlıyordu dizlerimden,her şarkı seni anlatıyordu henüz sen yokken,anlam katıyordu yeni günün sancısına türlü türlü melodiler...Ben ağlardım kimse görmezdi,yastığım dilsiz, ispiyonlayamadı beni kör Agop’a...Kör Agop dedim de Kilise avlusunda yudumlanan kırmızı şaraplar geldi aklıma nedense...Şarap biterdi ve ben ağlardım, görmezdi kimse yine...Sen yoktun o zamanlar...Sensizliğin vardı ardıma saklanan....
..
Gri bulutlarla giyinmiş gök yüzü,
Hüzün konfetileri serper üzerime.
Zoraki gülümsemesiyle güneş,
Kasvetli yüreğimi selamlıyor..
..
Sarı,mavi,yeşil biraz da gri
Dizdiler bütün renklerini
İllede almam lazımsa birini
Beş lira fazla ama aldım kırmızı rengini
..
Al diye uzattığım yüreğim,sana senden yakındı belkide
Bakışlarımdan utanmış gözlerim,Islanmaktan sakındı belkide
Soluk,gri sislerin ardında,Beni gözlüyordun belkide
Kollarını yüreğime sardığında,dudaklarımı özlüyordun belkide.
30.06.2006
..
Bir fil dünyayı içiyor,
Duman kulaklarını aşmış büyük ve görkemli gri.
Kalıplara basmak gibi ayaklarımızı,
Takip etmek ve beyazda kaybolmak için,
Kalp kırmak kadar kolaydı işimiz,
Tercih ettiklerimizden pişman olmak gibidir.
..
sevgi olmadan tenler dokunsa birbirine ne olur ki? elde var sıfır!
insan boşlukta kaldığında o boşluğa sıkı tutunmalıdır. çünkü bir daha asla bir boşluk kadar sınırsız ve zengin bir şeye rastlayamayabilir. insanın dehası da, gücü de zorluklarda ve yokluklarda ortaya çıkar. bir güçlüğü yaşamazsanız onu aşıp aşamayacağınızı nasıl anlar ya da deneyebilirsiniz ki.
insan yaşadığı ne olursa olsun onun hakkını vermeli belki de o boşluğa büyük bir resim çizebilirsin aklındaki gri renklerden uzak olduğun için. acı tükenmeli ki karşına çıkmasın güce muhtaç olduğun anlarda. çok sevdiği adamı/ kadını unutmaya çabalamak da aynı yersizliğin sonucudur. kimse yaşadığını unutmaya çalışmamalıdır, zaten bir insanı unutmak o insana dair sayısız şey hatırlatır insana.
boşluğu, yokluğu, acıyı, yalnzılığı; yani size verilmiş olan şeyleri sevin! onlar sizin çünkü. insanın acısını, düştüğü boşluğunu bırakabileceği bir cami avlusu yok çünkü!
..
2005 YILI İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ “BİR ZAMANLAR BEN DE ÖĞRENCİYDİM” KONULU “ÖYKÜ” YARIŞMASI ÜÇÜNCÜSÜ
TEŞEKKÜRLER ÖĞRETMENİM
Bazıları şehirlerin kokuları olduğuna inanır; bazıları ise tadı. Bazıları şehirleri kadınlara benzetir; bazıları ise çocuklara…Bense şehirlerin bir rengi olduğuna inanırım.
..
Yıldızımla barıştım,boğdum içimdeki şeytanı
Yüzümde gri bir hüzün işte dünyanın en şahane tablosu
Başucumda yakamadığım sigaram.korkuyorum ateşi yanaştırmaya
Ya o da yakarsa beni senin yaktığın gibi
..
Gri
Hoşuma gitmiyor dinlemek
Sessizliğin sesini
Üstelik düşünüyorum
Sessizliğin çıkardığı sesin çelişkisini
Garip bir açmazdayım
..
Üç nokta benim hayatım,
Bitmemiş cümlelerle sonsuz rüyalardayım,
Kısırlığı kanıtlanmamış döngülerde yaratıldım.
Geçmişim, üç noktanın silik izinde,
Geleceğim üç noktanın belirsizliğinde.
Ne anlatabilirim tam olarak hissettiklerimi
..