Sana ait olan her şeyi, bir gün batımının kızıla çalan göğü gibi içime çektim. Oysa sen, dokunduğum an buharlaşan bir sis perdesiydin. Ne kadar yakınıma gelirsen gel, aramızdaki o görünmez cam duvar hep buz gibi kaldı.
Şimdi bu şehir uyurken, ben seninle geçen o kısa, yakıcı anların enkazında oturuyorum. Hatıralar, keskin kenarlı cam kırıkları gibi; dokunmaktan korkuyorum ama gözümü de alamıyorum.
Bana öğrettiğin en büyük gerçek şuydu: Aşk, bazen sahip olmak değildir. O, sadece var olduğunu bilmenin verdiği dayanılmaz acıyla yaşamayı öğrenmektir. Bir deniz fenerinin uzaktan parlayan ışığı gibi... Ona ulaşamazsın, ama o ışık olmazsa, ruhun karaya oturur.
Ben senin limanın olamadım. Sen de benim yuvam. Sadece kısa bir süreliğine, iki gezegenin birbirinin yörüngesine girip, çarpışmadan hemen önce ayrılması gibiydik. O anlık yakınlık, tüm evrenime yetecek enerjiyi bıraktı.
Unutmadım. Unutmayacağım. Çünkü seni silmek, bu kalbi sökmek olurdu. Ve ben, bu yaralı kalbi, senin adınla atmaya yemin etmiştim.
Gitmiş olman, seni daha az sevdiğim anlamına gelmiyor. Sadece, seni uzaktan sevmenin, kaderim olduğunu kabul ettim. Ve inan bana, bu sessiz, mesafeli sevgi, dünyadaki en gürültülü çığlık...
Kayıt Tarihi : 18.11.2025 00:05:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!