bana beni geri ver
yaşama sevincimi deliliklerimi
diz boyu
yankılandıkça çoğalan gülücüklerimi
bana kalbimi geri ver
gece sağır duymuyor iniltilerini duvarların
çatlak küflü bir mahzenin
gözyaşının katli bir ömre vacip
ister söv duvarların çehresi façalı gövdesine
Gece sağır duymuyor iniltilerini duvarların .Çatlak küflü bir mahzenin gözyaşlarının katli bir ömre vacip .İster söv ister döv çehresi façalı duvarların gövdesine ;bir çizik de senden yemiş müebbetine !Dil bilmez lisan bilmez ,öyle garip garip bakar durur ya insana!...
Omuzları geniş kara kara elmastan gözleri ,hilal kaşları,ak alnına dökülen simsiyah perçemleriyle ,öksüz bir garip yiğittir Hemit !On yedi yaşındaydı hey hat ,çekip vurduğunda anasına yan bakan ırz düşmanlarını köyün orta yerinde! Kardeşi Kamil çok küçüktü ; emzikteydi babaları kanserden öldüğünde. Dededen kalma küçük bir araziyi ekip biçiyorlardı anasıyla .Fakirlikten İlkokulu dahi tamamlayamamıştı.Evin geçimine katkı sağlamak için ,bir berber yanına girmiş ,meslek sahibi olamaya çalışıyor anacığına üç beş kuruş ancak getirebiliyordu. Yaz kış demeden işe yürüyerek gidip geliyordu. Minibüse verecek parası olsa da kıyamaz evi geçindirmenin mesuliyetinin altında ezilir onca yolu bıkmadan usanmadan her gün yürüyordu.Anası Sevgi Teyze mavi gözlü beyaz tenli çok güzel bir kadındı.Kocası öldükten sonra karalara bürünmüştü. Yüzünün yarısını sadece gözleri görünecek şekilde yazmasıyla peçeler ,başını kaldırıp kimselere bakmazdı.Kamil’i sepette uyutur, sepeti gölgeye koyar ,kendisi güneş iyice çıkana kadar tarlada çalışırdı.İnek bakar ineğinden elde ettiği ürünlerle çocuklarının karnını doyurur diğer yandan ,evin ihtiyaçları için ürünlerin bir kısmını pazarda satardı. Yoksuldular ancak mutluydular . Gece gaz bile bulup yakamaz, ay ışında sohbet eder öylece uykuya dalardılar!Tek umutları Kamil’i okutup büyük adam etmekti.Yağmur yağdığında katran sürülü evin teneke çatısı akıtırdı.Sevgi Ana leğen koyardı damlayan yerlere…
Odun ,artık ne kadar bulabilirse o kadar ısınırlardı.Kara ateşlik yanarken odanın içine ışıyan ateşin oyunları öylesi huzur verirdi ki o zamanlar Kamil’e ,anasının koynuna sokulur iri iri gözleriyle duvardaki ışık oyunlarını seyre dalar abisiyle anasının sohbetlerini dinlerken tatlı rüyalara dalardı.
Ana oğul sundurmanın üzerine serili koyun postunda oturur üsten tutmalı demlikte demlenmiş ıhlamur içerdiler .Kışı böyle geçerirlerdi.Evin tam ortasına tavandan asılı kalınca bir zincir inerdi.Zincirin ucunda bir kanca olurdu.O kancaya bir kazan asılır kazanda yiyecekleri şeyleri pişirirlerdi. Tabi hemen altında yere oyulmuş hafif bir çukura yerleştirilen özel yapım pilaki taşına hamur dökülür üzeri saç kapakla kapatılarak ateş yakılırdı.Altta ekmek pişerken üstte de yemek pişerdi. Bulgur tarhana her şeyleriydi. Arada Kamil yine mi bulgur diye söylenince, Sevgi Ana bulguru öyle abartılı bir iştahla yerdi ki ;Kamil imrenip yemeğe koyulunca ;Sevgi Anayla Hemit birbirlerine bakıp çaktırmadan Kamil’e gülerdiler. Öyle her şeyi almaya imkanları yoktu.Gece birbirine sokulur yün yorganların şevkatli sıcağında sabahlardılar.
Yaz başka güzeldi o eski evde. Etrafında envai çeşit güller, arka bahçede karayemişler ,evin hemen önünde patlıcan incirini saran o mis kokulu sarmaşık gülü.Ortası sarı ana rengi beyaz gülün tüm vadiyi saran keskin kokusu ,verimli dalların tartışı ki ,incir ağacı gülleri taşımakta güçlük çekerdi. Arka odanın penceresinden teneke çatıya çıkan ve saçaklardan sarkan hanımelinin baş döndüren miskinliği sarı kanat düş ekerdi mehtaba…
Gece evin yoksulluğuna meydan okuyor olacaktı ki ,taş duvarlarda adeta ay ışığın dansına eşlik gövdesi hanımeli kokan çırılçıplak körpe bir kız salınırdı Hemit’in lacivert menevişlerinde.O vakitler Fadime’ye sevdalıydı Hemit! Çiçeklerin sarhoşluğuyla gece boyu Fadime’sini düşünür para biriktirip onunla evlenmenin hayallerini kurardı .Esmer esmer minyon iri gözlü çok güzel bir kızdı Fadime. Hemit’e olan sevdası derin mavilerce içliydi. Kıskanırdı da Hemit’i sık sık kavgaya tutuşurlardı. Hatice’ye niye baktın, çeşmenin yanından niye geçtin diye.Ne Hatice’ye bakardı Hemit ne çeşme bahanesiyle yokuşta önüne çıkan kızlara.Yolunu değiştirir büyük tarlanın dere tarafından dolaşarak evlerine varırdı.Çok yaman delikanlıydı.Kızların hepsi ona varmak için can atarlardı.Lakin onun gözü ufacık tefecik Fadime’sinden başkasını görmezdi.
yorgun çıplak ve durgun dalgalardan devrilen bakışlarınız
elasında haylaz
bir huzur bırakırdı içime
güneş saçardı
Her akşam o ak ellerinde aynalı çay tepsisi ,nasılda süzülerek gelirdi Lâika!
Saçlarında rüzgarın elleri,dudaklarında gül buseleri çiçekli fistanını gurubun huşusuna savurarak ,aheste aheste gelirdi ,koylarından maviliklerin .Ak gerdandan aşağı gönlüme akan siyah inci tozu serpilmiş saçlarında yanardı gecenin şavkı mor menekşelerce! Orta boylarına tav olduğum ,ince balık etinde papatyalardan ak güzel ,küçük ağızlı dolgun dudaklı ,hokka burnunda erik çiçeklerinin nazlı kıvrımları ,hilal kaşlarında mavi kelebekler kanatlanan düşleri,ah !Simsiyah menevişlerinde elası yanık türküleri ,beni benden alan afeti devrandı Lâika! Gözlerinden devrilirdi konağın avlusuna sus pus yakamozlar, serilirdi ipek tenin ayazlarına düşler de kozası yanık gülücükler, benim canımın canı halacığımın edasından! Serçeler cilveleşip yavrulardı ,saçağı dolayıp orta odaya uzanan sarmaşık güllerinin kuytularında ,Laika uykuların haylaz koynunda...
Yıldızlar dökülmüştü sanki parıldayan pürü pak yüzüne! Ah kapayınca bakışlarını üzerime kirpiklerinde ki cümbüşte estirirdi simsiyah yelpazeler Galanima'nın köpüklü dalgalarından !
Yanardı gönüllerin otağında delikanlı yürekler; yuvarlanıp misket tanesi gibi,çakıl taşlarına çarpardı çapkın çapkın bakışlar .Dalından düşerdi kuşlar o pencereyi aralayınca. Tanyeli o an doluşup içeriye ,kulağına fısıldardı sevdalı masallarının turkuaz sancılarını…Küçük polenim derdi bak !Vakit seherdir ,günü geldiğinde sana da doğacak şafaklar ve ay ışığı damlayan çehreni sayıklayacak sevdalar ;sonrada gülerdi ,ben şaşkın şakın bakınca, boynunu hafiften eğerek yere doğru!
Gün doğunca yeşil tepelerin efsunundan konağın camlarına üzerime yorganı çeken parmak uçlarından kanatlanıp uçuşurdu rüyalarıma gelincikler. Sanki rüyalarımın meleği oydu ona verilmişti, Yaratan tarafından bu görev! Sarı sarı kelebekler üzerine mercan çizgiler çekilmiş, antenlerinde sanki turkuaz bocuklar uçuşan oradan oraya ebelenmemek için saklandığım yerlere benimle. Bir kelebek vardı içimde, kanatları zardan ateş! Çırpındıkça soluğumda can veren! Öylesine mağrur öylesine güzel! Sonra demli çayın kokusunda efsunlanacak olurdum ki ,süt kaynatmış yine çıkarken merdivenleri Lâika ; yatakta hayal mi kurardım ne uyandığımda tavandaki ahşap işlemeleri izlerken gülümseyerek girerdi içeriye !Sahi o zamanlar konak başka güzeldi hepsi başka güzellikteydi Münire Hanımın kızlarının fakat Lâika bambaşkaydı! Kalbi yanardı görenlerin eriyip yerlere saçılırdı delikan yürekler! Ham çağların O'na dair yarınlarında titrerdi denizler. Şafak süzgün edasıyla inerdi yüzüne Laikâ’nın. Tutuşurdu o an ucu mektupların ,karanfiller tütsü yakardı Osmanbaba'nın çalımından kuzeye o zamanlar! Körfezinin sığ nöbetlerinde dağlanırdı efsanevi güzelliği. Derinleşir Karadeniz’e sığmayan adı kabarır göğe fışkıran haylaz sulardan, ebemkuşağının sinelerinde olgunlaşıp sancı sancı yağardı rüzgârlara karışıp !Çıplak ayaklarından yaban lilyumları saçılırdı tüm kıyıya. Bastığı yerlerden filiz süren lilyum baygınlığından ,deli deli vururdu kumsala deniz, onun kayıp izlerini ararken! ''Gagal gözlüm gel seninle çiçek toplayalım!'' derdi. Menekşeleri çok severdi nedense kıyamazdı ‘’koparmalayım ha polenim burada daha güzeller derdi’’.Ondan mıdır bilemem çiçeklere kıyamam koklamaya doyamam koparamam hiç birini, halamın elleri kanayacak ,kelebeklerin küllerine kan sıçrayacak diye korkarım! Köpeğimiz Arap etrafımızda kelebek kovalardı burnunun ucuna konuncaya değin kelebekler! Sonra usulca çömelir dilini içeri alır nefes dahi almazdı. San ki hissederdi nefesinden ürküp kelebeklerin kaçacağını! İki katlı beyaz badanalı konağımızda telaşı hiç bitmezdi. Yazı başka güzeldi kışı başka hoş sohbetti! Hele o büyüsünden çıkamadığım bahar ayları ,bir melodi fısıldardı deniz kabuklarından perdeyi savuran rüzgarın gelişiyle. Martılar çığlık çığlığa onu haykırırlardı arşa doğru! Çok küçüktüm lakin martı çığlıklarını bilirdim hissederdim derinliklerimde acıyı ,en acısını!
seninle olmanın düşü yakar beni
yakar Anzelha ...
bir beyaz papatyanın sabahla düetinde
Aşk, sürmelerinde bahara diplenmiş sızısıdır şafağın. Kucağına sancıdığı kumsalların göğsünden öptüğü ıslaklığıdır. Büluğ bir ışıyıştır, ahh ince bel tütüşünde salınan nefesin şulesidir. Buz mavisi derinliklerin gözesinden içer yalnızlığı. Masmavi şafakların kızaran uçlarından gelinciğin ürpertisine taşar. Ardında acıyı gördüğün rengin şeffaflığı hep kızıla çağlar. Cayır cayır kökleri yanarken o kırmızının en nadide rengini sunar yüreğinize. Kokusu derinlerden gelen bir tadımlık sarhoşluğudur yüreğin. Ah aşk…
Aşk, derinlerden duyulan kokusunda saklıdır gelinciğin. Bir tadımlık doyumsuzluğu ömre bağışlanmış sonsuz hakikatidir sevdanın. El değmemiş sabah güneşlerinin denizlere doğan sancısından alan o kokuyu bir kez almaya tatmaya görsün insan. Ömrünce o sızının gözesinde kaynar, uçsuz bucaksız denizlere kavuşma arzusuyla taşar, kendini aşar. Her kendini aşan hiçliğinde yeniden en başa, yeniden sevmelere döner. Kaç kez sever ki insan. Kaç sonsuza akar ki! Ah aşk… Aşk, insan eli değmeyen o canım ürpertinin renginde yakamozlara kanayan çırpınışıdır zerrenin, avuçlarınızda kalan gidişidir. Son bir iz bırakırcasına, yatışmış denizlerin dingin dalgalarına içini yakan güneşten damlayan fizahıdır. Ah el değmeye görsün, bir daha hiç titremez derinlere, susar sancısını. Çekirdeği sütlenen sabahların zarından kalkar çığlık çığlığa; kuşların göğsünden yağar, yağar da bir daha hiç titremez yüreğe. Güneş görür bir daha alır sevdayı renginden; çırılçıplak kalır diye bir daha titremez. Her göz kırpışınıza saklar yüreğinize dayanamadığı o anları, her göz kırpışınızda yeni yavrulayan serçelerin aşka sevdaya yeniden kanatlanışıyla titrer, için için yanan yüreğin kıpırtılarına. Sonra susar, ara ara gelir değer o canım kokusu ruhunuza. Bir şeyler çırpınır içinizde o an anlayamazsınız, dile getiremezsiniz ama bilirsiniz titrediğini, geldiğini aşkın eşiğinizden içeri baktığını. Bir an bakacak gibi olursunuz; göz göze gelmenin ürkekliğiyle kaçar değgilerinizden, delinir kirpiklerinizin şuranızda yumuşayan simsiyah dokunuşlarıyla. Kanar kan kırmızısı, kanar aşk. Ah aşk…
Aşk, gelinciğin çekirdeğinde filizlenen simsiyah epifitlerin titrekliğinde göğe filizlenen hayalidir sevdanın. Düştüğü yerden şafağın gerisin geri yana yakıla dönen çığlığıdır. Kan kırmızısı dudaklarında bir güzelin yanan ince belli nehirlerin sarhoşluğudur. Ahh aşk…
Aşk, lohusa güvercinlerin sabahında sütlenen ağzıdır yakamozların. Ay ışığında koşturan deli tayların rüzgara kavuşma arzusuyla coşarak köpük köpük çağlayanların derin denizlere boşaldığı yanılgısıdır, düşüğüdür ana rahminde hasretlerin… Ah aşk…
Aşk, titreyişlerini çoktan kokusunu bildiğin; açılışlarına, bir sana kapanışlarına kaptırdığın yalancı baharın çiçeğidir. Hep o çiçeği ararsın konduğun, tattığın, bütün polenlerin balında; o minicik tadı bir nefeslik ölümsüzlüğü ararsın. Bulamazsın bir daha o nefesi bulamazsın hiç. Artık o tat bulaşarak akar gider yeni başlangıçlara. Ve hiçbir başlangıç ilk günlü gibi o ilk nefesin titreyişi gibi başlamaz. Her çiçeğe bir parça bulaşmış eşsiz kokuyu tam anlamıyla hiç birinde alamaz ve ölümsüz suyuna kavuşamazsın. Yaşanan ve biten bir sürü başlangıç yanı başında solarken sen yalnızlığına çekilirsin. Güneş başından aşağı, akşam ağlarken o haline gölgede karnına çekilen iki büklüm o halinde susarsın.
uzayan yolların ışık dansından ak sarhoşluğuma
çözülsün bağından saçları tan yosmasının
maviyi süren gözlerinden taş sürmelerime
bir damla suya hasret denizimde yağmurum ol!
sussaydı sesleri eğer gecenin
seni böylesi
bölük pörçük tözlerinde mısraların çığırtır mıydım
kapkara değillemelerine harcatır mıydım
alazı şurubuna karışmış bir tıngırtıdır
bir şarkı yapacağım senden sevgili
bir şiir
alacağım seni menevişlerinden gurubun
mor sineli türkülere çığıracağım...



-
Fahri Bulut
-
Almula Erdem
-
Almula Erdem
Tüm YorumlarFiliz hanım sizi facebook da göremiyorum. Şiirlerinizi çok özletmeyiniz, yüreğiniz dert görmesin dileklerimle selamlar.
Hani bazen yanındaki tüm insanların dudaklarının kıpırdamasından konuştuklarını bildiğin halde birden bire tüm sesler kesilince kendini sağır gibi hissedersin ya :)) ben hiç hissetmedim :)) çünkü benim o güzel sesini en zor veya en iyi zamanları paylaşmaya saklayan
Güzeller güzeli terapistimmm ...
https://www.youtube.com/watch?v=maTeCQo9jUg
Emre Aydın - Sen Gitme