Soğuyan tek şeyin havalar olmadığı bir eylül günü… İçimdeki suskunluk, bir kentin kalabalığında unutulmuş bir melodi gibi ağır ağır yayılıyor. Rüzgâr serinlese de, insanın içine çöken boşluk daha keskin, daha sessiz.
Eylül, takvim yapraklarında yalnızca bir ay değil; ayrılıkların, bitişlerin, içe dönük sorgulamaların adı. Her gün biraz daha kısalan ışığın gölgesinde, zamanın elini daha belirgin hissediyor insan. Belki de bu yüzden her eylül, aynı hüzünle geliyor.
Ve biliyorum, sonra Eylül’ün son takvim yaprağı da düşecek takvimden. O yaprak düştüğünde, ardında kalan boşluk sadece bir sayfa değil; bir mevsimin, bir duygunun, belki de bir çağrının kapanışı olacak.
Eylül, kendi içinde bir vedadır aslında. Güneşin çekilişine, dalların çıplaklaşmasına, günlerin kısalışına söylenen bir veda. Zaman, her yaprakla biraz daha azalan bir ses gibi, sonbaharın rüzgârına karışarak uzaklaşıyor.
Ve insan, yalnızca takvime bakarak bile öğreniyor vedayı. Çünkü zamanın kendisi, hiç durmadan ardında izler bırakıyor. Bir ay giderken, geriye yalnızca birkaç kırık satır, silikleşmiş anılar ve eksilmiş günler kalıyor. Hiçbir şey aynı kalmıyor; dün, bugünün karşısında hep biraz daha soluk.
Zamanın ardında bıraktıkları, insana fark ettirmeden çoğalıyor: Yarım kalmış cümleler, kullanılmamış fırsatlar, tamamlanmamış hevesler… Ama aynı zamanda, birikmiş anılar, kabullenilmiş eksiklikler ve ağır ağır kabaran bir bilgelik de var.
Eylül, işte bu hatırlatmayı yapıyor: Zamanın vedası, yalnızca kaybolan bir mevsim değil; aynı zamanda içimizde sessizce büyüyen bir kabul. Çünkü zaman, her şeyden önce, geride bıraktıklarıyla öğretir insana.
Ve biz, her düşen yaprağın ardından, aslında zamana veda etmeyi öğreniyoruz.
19 Eylül 2025
12:30
Kayıt Tarihi : 19.9.2025 17:49:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!