ESKİ EV VE YAŞLI ADAM
Bir akşamüstü mevsim sonbahardı, yapraklar sararmış, geceler uzamaya başlamıştı. Rüzgârın esmediği nadir gecelerden biriydi, hava çok durgundu, zaman durgundu sanki. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıl parlıyor, hissedilir bir soğuk insanın içine işliyordu adeta.
İşte böylesine soğuk ve ayaz bir gecede, oldukça yaşlı, saçları bembeyaz ağarmış bir adam, soğuktan boynunu içine doğru çekmiş, hafif kamburunu çıkararak ağır adımlarla şehrin dar ve ara sokaklarından üç tıkırtı eşliğinde yavaş yavaş ilerliyordu.
Bu şehrin en eski mahallelerinden, araçların giremediği, iki insanın bile zor sığdığı dar sokaklardan geçerek, büyükçe bir ağaç kapının önüne gelince durdu. Hemen yan tarafında eskimiş, sönük ışıklarıyla zar zor aydınlatan sokak lambasının loş ışığında, Yılların yüzüne bıraktığı, derin izleri görmek mümkündü. Bu eski ve artık tarihe mal olmuş evin; Bakımsızlıktan, yıkık dökük duvarları, çürümeye yüz tutmuş ağaç direkleri, tıpkı yaşlı adam gibi ayakta durmakta zorlanıyordu.
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar agarırken konuşmuştuk tepelerde,
Sen nerde o fecrin agaran daglari nerde!
Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,