Neyimsin
sen benim nefesim olmalısın
çekebildiğim kadar derin
sen olmasan ölmeliyim
ellerinde kaderim
Eksik noksan olan bir insanda ne olaki, sırma saçlarımı ince beli badem gôzlerimi, aksakl olsa ayağı lal olsa dili yada ne bileyim gôrmese gôzleri ne fark ederki, yüreği tammı kalbi güzel atarmı insanmı sen ondan bahset, aklından kôtülük geçermi dili ak derken akıl tarlasında karalar biçermi, bence şefkati merhameti eksiksiz olan en güzel insan.
Oldu biraz zaman yeni ayrılmışım yârdan ha ben ha cenaze kemikleri kıran havada düştüm yola ekmek parası işte, arnavut mahallesinden geçerken gôzüm portakal ağacına takıldı bahçe içinde şirince dalları kar yığını kırılmak üzere, ne kadar mutlu oldum anlatamam karların arasında portakalları gôrünce iki dakika ağacı seyrettim hayretler içinde, ulan dedim İstanbul ne biçim memleketsin içimdeki bağı bahçeyi talan ettin kaybettiğim neşemi bu mevsimde bana geri verdin.
Sanki kar onun avuçlarına yağar ben donardım ôyle üşürdü elleri, sonunda kış bitti oldu mu diye soramıyorum oldu mu ellerini ısıtan başka birileri.
On altı yıl sofularla yaşadım ruhum çalındı engel olamadım aldım bedenimi kendimi yollara attım ruhumu kortejlerde slogan atarken buldum tazzikli sularla yıkandım yundum, sarı gazide basın açıklaması yaptığım günlerde oldu, kırk beşlerimde tuttum yakasını benliğimin hırpaladım paraladım cevabını bilmediğim sorular sordum, neyim ben kimim yaş elli üç cevap yok en sonunda tüm insanlara inançlara saygı duymak gerektiğinde karar kıldım, tabiki samimi ve iyi niyetli oldukları sürece.
Bakmayın on dôrt şubatta neymiş diye küçümseyenlere çiçekler alın sevdiğinize paranız yoksa cebinizde şiir çalın şairin zulasından, iki sıcak sôz sôyleyin hiç birşey yapamıyorsanız yıldız ôdünç alın geceden serpin sevdiğinizin gôğsüne arsızca iltifatlar yağdırın, mümkünse bunu on dôrt şubattan on iki aya yayın.
Otobüs seferleri henüz başladı şôfôr yarı uykulu bilinmez kaç yüreği yaralı var yolcular arasında sokak hayvanları tedirgin yiyecek telaşında, elinde çalı süpürgesi yere her vuruşunda kaderini çiziyor yıpranmış emekçi dayı, susam kokusu yayılmış simitçi tezgahından boş kaldırımlara havada demli çay karanlığı kimi sıcak yatağında kimininse açılıyor kapıları ekmek kavgasına.
Hatırlıyorum ozanlar dolaşırdı eski mahallelerde boynunda teybi, kendi doldurduğu kaseti son ses açar yanık sesi delerdi garip gônülleri, elinde deste deste satmaya çalışırdı yazdığı şiirleri, camlardan fırlardı o zamanın ablaları alsın kokulu zarfta versin diye gôzlerdi kalplerini kaptırdıkları delikanlıları, sevmenin masum olduğu yıllardı, o zamanın aşıkları o sokakların kôşe başlarında kaldı.
Palas pandıras aşka düşmeli vatan gibi sevmeli birini al bayrak gibi yere düşürmeden niğmetten saymalı aş gibi ekmek gibi, öyle alalade sıradan değil düşün, kalbin bir ülke oda tam ortasında o ülkenin başkenti.
Pamuk şekeri satıyordu yoksul mahallelerde sakalları bulut beyazı yaşlıca bir dayı yana yakıla, daha ne kadar dayanacaktı kaç adımda çıkacaktı ekmek parası arada sendeliyordu hayatın ayaklarına doladığı sancıyla, parası batsın dedi mırıldanarak soğuk kaldırıma çôktü pamuk şekerine bulanan yaşlı gôzlerini sildi toparlandı dayandı tekrar arabaya nasır tutmuş elleri.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!