Elini tuttum sıcacıktı Şiiri - İlyas Kaplan

İlyas Kaplan
1402

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Elini tuttum sıcacıktı

Oyun başladıktan birkaç dakika sonra
perdenin gerisinden
eski orta asya kadınları gibi giyinmiş biri girdi süzülerek.
Sahne ışıklarının altında masallardan çıkıp gelmiş gibi
bir görüntü oluşturuyordu adeta.
Konu neydi, ne anlatıyordu,
henüz vâkıf olamamıştım

Elbisesindeki simli işlemeler göz alıcı parlaklıktaydı.
Neredeyse bir adım daha atsa düşecek kadar
yaklaştığı sahnenin kenarından
“Sen!” diye seslendi
bir ara elini loş salona uzatarak.
O an gayriihtiyari sağıma soluma baktım
birine hitap ettiğini düşünerek.

Kimse bu hitabı üzerine alınmış gibi görünmüyordu;
“Sen!” dedi yeniden sesini daha bir yumuşatarak,
“Saçları ömründen önce tükenen”
Şaşkındım.
Evet, saçlarımın dökülmeye başladığı doğruydu
ama onun, salonun karanlık ortamında
bunu fark etmiş olması imkânsızdı.

Ve sonra,
“Sen” diye başlayan cümleler kurmaya devam etti.
Tâ ki, “Sen, gözleri bulut bulut yağmur arayan adam”
diyene kadar...
O an yeniden etrafıma baktım.
Gözlerim salonun karanlığına
daha çok alışmış olmalıyken,
tam tersi
karanlık daha bir artmıştı sanki.
Kimseyi göremiyordum yanımda yöremde.

Sahnedeki kadınla baş başa kalmıştık.
Salonda bizden başka herkes yok olmuştu adeta.
O “Sen” dedikçe,
“Evet, ben” diyesim geliyordu.
Çünkü babama kızgınlığımda bulutlanırdı gözlerim,
annemi özlediğimde
ve yalnızlığıma sarıldığımda da.

Ve son hitabı,
“Sen, şimşeği kalbine gömen adam!” oldu.
Sonrası karanlık…
Çünkü ben,
çakan her şimşeğin
kalbindeki çarpışmalardan kaynaklandığını düşünürdüm hep.
Çünkü ben,
kalbi yağmur bulutları yüklü bir adamdım artık.

Ne olduysa ondan sonra oldu.
O karanlıkta kayboldu bedenim.
Ruhum, bana uzanan ele doğru yöneldi.
O eli tuttum. Sıcacık, yumuşacık…
Bir hayat bağışlanmış gibi...
Bir hayata yeniden başlamış gibi tuttum.

Babama kızgınlığım eridi,
anneme özlemim dindi.
Kalbimin atışları hızlandığında
ruhumun yeniden bedenime girdiğini fark ettim.
Baktım, ruhum bir şeyler söylüyordu bana.
Kalbim bir şeyler emrediyordu.

Onların dediklerini yaptım.
Salondan dışarı çıktım koşarak.
“Nereye gidiyorsun?” diye fısıldayanlara
açıklama yapamayacak kadar acelem vardı.
Bir demet çiçekle geri döndüm oyun bitmeden.
Oyun bitiminde kulise gidip
tebrik ederek tanışmak istediğimi söyledim
“Sen mi?” der gibi baktılar yüzüme
Haklıydılar, benden beklenmeyen hareketti çünkü.

Adı Füruzan’mış.
Çok sevindiğini söyleyip teşekkür etti.
O mutlu oldu,
ben mest oldum.
Az önce uzaktan yüzünü seçemediğim kadın,
zarif bedeni ve üzerindeki oyun kostümüyle
masal kahramanı gibi duruyordu
odanın ortasında.

Gülümseyen yüzü,
hafif çekik gözlerini daha bir küçültmüştü.
Uzattığım buketi kavrayan narin parmakları,
bu ellerin hiçbir şeyi incitemeyeceğini düşündürdü bana.
İnce kaşlarına kadar inen başlığını çıkartmıştı.
Omuzlarından aşağıya dökülen
dalgalı zifir saçları geceyi andırıyordu.
Huzur ve sükûn dolu bir geceyi...

Sıcaktan pembeleşmiş yanaklarında
yorgunluğun izleri vardı.
Buna rağmen gözlerindeki ışıltı,
dudaklarında gülümseme,
hayat iksiri gibiydi.
Odanın köşesindeki çiçeğin bile
gülümsüyor gibi durması
bu yaşam iksirinin
oradaki bütün nesnelere
sirayet ettiğini gösteriyordu.

Her şeyi etkisi altına almıştı bu ışıltı.
Ki enerjisi çoktan
benim de kalbimde kıvılcımlara dönüşmüştü;
kıvılcımlar ise küçük yangınlara.
“Yanmak bu kadar mı keyif verir insana ?”
dedim içimden,

“Ben lâl oldum,
sen birkaç soru daha sor garson,
birkaç kelâm daha et,
birkaç dakika daha kalalım
ömre bedel bu güzelliğin yanında”.

İşte o gün,
hatta o dakikadan sonra
benim alfabemin elifi oldu Füruzan
Lâl olmuş dilimin yeni alfabesi oldu.
Nefesimin yarısı,
aklımın tamamı oldu.

Her gece ağrılarıma
onun gözlerinin ışıltısını sürdüm,
sancılarıma ellerinin sıcaklığını derman bildim.
Ruhumda açılmış bütün yaralarımı
onun saçlarıyla sardım.
Gözlerim gözlerine değdiğinde
değişen dünyam onun hayâliyle aydınlandı

O günden sonra.
Dört mevsim bir baharda toplandı;
her sabah çiçekler açtı yüzümde.
Gördüğüm ilk dakikadan sonra
onunla ne konuştuğumuzu,
orada başka ne olduğunu hatırlamıyorum.
Yalnız geri geri çıkarken
kapıya çarptığım başımın acısı hariç…
Bu, Füruzan nedeniyle yaşadığım,
ilk ve en hafif acıydı.

O günden sonra,
oyun sahneden kaldırılana kadar,
oynadığı her gün gidip seyrettim.
O zarif elini uzatıp
“Sen” dedikçe,
“Evet, ben” diyordum içimden.
Oyun gibiydi.
Çok hoşlandığım bir oyun…

Evet, saçları ömründen önce tükenen adam bendim.
Evet, gözerinde bulut olan adam bendim.
Evet, kalbinde bir yanardağ büyüten adam bendim.
Evet, umutları törpülenmiş adam da bendim.
Uzaktan da olsa gidip
Füruzan’ın dilinden kendimi duymak,
onun siyah, gür saçlarında soluklanmak,
zarif parmaklarından
onun dünyasına girmeyi düşlemek
heyecan veriyordu bana.

Orası, o salon, o koltuklar, o karanlık
başka bir dünyaydı
ve ben de artık başka bir dünyalıydım.
Füruzan o kadar güzel, o kadar içten
“Sen” diyordu ki
bugüne kadar kimsemin olmadığını düşündüğüm dünyada.
Artık kimsemin olduğunu varsaymaya başlamıştım.

İnsan birini sevdikten sonra
ya da sevdayla tanışınca
aynı insan olarak kalamıyormuş.
Hatta insan olarak bile kalamıyor,
kanatlı bir varlığa dönüşüyormuş.
Yeryüzüne sığmıyordum,
gökyüzü yetmiyordu bana.

O günlerde bana kim olduğumu sorsalar,
adımı bile şaşırıp
“Füruzan” demem çok muhtemeldi.
Çünkü onun aklımda olmadığı bir an bile
yoktu neredeyse.
Ellerim onun elleri,
gözlerim onun gözleriydi.

O büyümüş, büyümüş,
yaşadığım şehrin bütün sokaklarını,
caddelerini kaplamıştı.
Onunla uyuyor,
onunla uyanıyordum.
Uyandığımda nefes almaya başlamadan önce
onu buluyordum aklımda.
Gündüzümün bütün meşgalesi,
gecelerimin kalp ağrısıydı.
Ama bir problem vardı:
Bütün bunlardan onun haberi yoktu!

Dilimde ona biriktirdiğim onca söz,
zamanla kalbimi daraltmaya başladı.
Söyleyemediğim her duygu,
içimde keskin bıçaklara dönüşmüştü,
kan kaybediyordum günden güne.

Her ne kadar “Aşkın doğasındandır acı çekmek;
sonsuz bir acıyla yanmak
aşkın birinci kuralıdır
ve aşkın ikinci kuralı yoktur,
“aşk ateşi” diye bir kavram vardı.

Hasret, aşkın olmazsa olmazı.
Vuslatsız bir özleme biçimidir aşk” diye
teselli etmeye çalışsam da
ikna edemedim kalbimi.
Aşka gönüllü olanın,
yanmaya da gönüllü olması gerektiğini söyleyerek,
sabırlı olmaya,
ve yatıştırmaya çalışmam boşunaydı.

Laf anlamaz kalbimin feryadına dayanamayıp,
bir gün,
olmayan o medenî cesaretimi kuşanarak
çaldım kapısını Füruzan’ın.
Benimkisi belki de
kaybedeceği bir savaşa silahsız girmekti.

“Çay içelim” dedim.
İtiraz etmedi.
“Başka bir zaman kahve içelim” dedim,
“Sevinirim” dedi.
İçtiğimiz,
dünyanın en güzel çayı,
en güzel kahvesiydi.
Zehir içseydim
muhtemelen dünyanın en tatlı zehri olacaktı
benim için ki belki de öyleydi;

Bir gece,
bir yaz akşamı,
mehtabın aydınlattığı bir göl kenarında
elini tutup kalbime koydum.
Kalbimin canlandığına,
dile geldiğine eliyle şahit olmuştu.
Yüzüme bakıp
gecenin karanlığıyla bütünleşmiş saçlarını
yasladı omzuma,

Eli hâlâ kalbimdeydi.
Nefesini şah damarımda hissettikçe,
bana yeniden can oluyordu.
Gökte bütün parlaklığıyla gülümseyen ay,
yerde sular,
sularda yakamozlar,
ağaçlarda kuşlar şahitti.
Zaman ve mekân şahitti.

Bir gün anlayamadığım bir sebeple
sessiz sedasız kayboldu ortadan
Füruzan ,ulaşılamaz oldu.
Uzaklara gitmişti
Çok uzaklara

Kararımı vermiştim.
Füruzan’dan kalan,
onu hatırlatan her şeyle vedalaşıp çıkacaktım evden.
Her şeyin başladığı o tiyatroya gidecek
ve yeniden yeni bir hayata başlayacaktım.
Arkadaşım geldi, içeri girmeden
“Gidelim” dedi.
“Gidelim” dedim
kaderimizin çizdiği yeni bir yolculuğa çıkar gibi.

“Ben” dedi,
“Merdivenleri inerken biletleri üç kişilik aldım”.
Yüzüne baktım,
hınzır bir gülümseme vardı yüzünde.
Şairin dizeleri düştü yeniden aklıma,
“Dürtme içimdeki narı” dedim.
Gülümseyişi bütün yüzüne yayıldı.
“Sana bir sürprizim var” dedi.
Dışarı çıktık,
dün akşam dinen yağmur
yeniden başlamıştı.

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 25.9.2025 03:37:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!