Karşımda bir gölge
Aklın yitirildiği yerde dolaşsa ruhumuz onunla
Karanlığa adanan düşler içinden sıyrılsa, suskunluk olmadan bilse bildirilse
ahhh evvabin
ahh kuşluk
Her türlü haliyle önümde ilerleyen şu çocuğa bakıyorum,
Ne kadar saf ve berrak; İçim yumuşuyor
Kabullenemediğim şu yarışta neler var neler
Topuklarımı delen bilmecenin önüne geçtim
Fakat şimdi arkamı göremiyorum
Gördüklerim yeterli mi korkmamak için
içimize düşen nefesleri oluruna 'yaşamak' adı altında kendi kandırmacamız içinde soluklarımızı bir bir harcamak
hangisi yaşamak? ...
tek kelime ve çoğul cümleleri bir ad altında toplar gibi yapmak;
'Hay! '
Ruhum bedenimde sıkıştı kaldı. Bu daralma ruhumu ne kadar sıkıyorsa bedenim maddi olan zahiri yapım bunu fırsat bilip, onu daha da sıkmayı kendine görev biliyor ve bunu öyle güzel başarıyor ki... Ruhum aczini her haykırışında acıyan rengini bir şekilde ortaya çıkarsa da, nefsim onun bu çığlığını zıtlıklarla örtbas etmekte. Aslında çivi çiviyi söker babında saçma sapan bir olaydır bu. Bunu itiraf edebilmem ve kendimi yermem size biraz tuhaf gelse de, ne kadar doğru bilmiyorum ama bu bir gerçek.Belki de ne gerek var diyeceksiniz. Tabii ki biz insanız.Günahta sevapta bizler için.Bunu kabul ediyorum.Kabullenemediğim; aklımız var diyoruz, zekadan, duygulardan ve yeri gelince sezgilerden söz ediyoruz.Aaaa biz her zaman en iyiyizdir, öyle yeteneklere sahibizdir ki... Peki elimizdekilere yani aslında bize verilenlere nereye kadar güvenmeliyiz ya da doğumumuzdan itibaren sahip olduklarımız, hiçbir çaba harcamadan elimizde olan yeteneklerle nasıl övünebiliriz. Biz kimiz? Sadece nefsimize güzel geleni alıyor, aldığımızı da sorgulamaktan kaçıyoruz. Kabul etmediklerimizin de tam anlamıyla manasını bile bilmiyoruz nede öğrenmek için çaba sarf ediyoruz.
Görmüyoruz;
Görülmek, göstermek için görüyor,
Konuşmak için işitiyoruz.
Sevmiyoruz;
farkındayım zaruriyetimin fakrını;
etrafımda kendi mizacım…
bir yalar rüzgarı
bir yarar keskin telaşları…
içime düşer yar’ım!
Sıkıntı, içimde buğulu bir sis gibi; üstüme üstüme geliyor.Ben kaçıyorum.
Sanıyorum ki bu sis zehirli bir duman ve beni boğacak.Kalbim son sürat atıyor.İçimde bir sıcaklık var,yakıyor ama bitirmiyor.İnadıma mı yapıyor? Kızgınlığım gözlerimi köreltiyor...
Sis üstüme çöktü ama boğmadı beni.Hâlâ içindeyim.İşte bu yüzden korkunçluğunu fark edemiyorum. Kötülüğün içine girmeden de onu anlarsınız, çoğu zaman.Ama girdikten sonra bu girdabı fark ederseniz, işin içinden çıkmak zordur.İmkansız demiyorum.Alışılmışın içinden sıyrılmaktır esas olan; onun kötü olduğunu kabullenmektir içinizde ki hurdaya karışmadan. Kafamda bununla ilgili birçok kombinasyon şekillense de, karışığım; kafam, ben, ellerim, sözlerim...Anlaşılmaz çoğuna göre de tartışılmaz terimler içinde sürükleniyorum.Kimse yaramı; içimdeki çıbanı göremiyor, üstüne basıp geçiyor, iyileşemiyor,derinleşiyor derinleşiyor...
Kendi iç benliğime kapanıyorum ellerim ayaza durdu
kendi isteğiyle üşümekten korkarak…
Solmaya yüz tutmuş kelimelerim gözlerimin ferine ayan oldu.
sen içimdeki yokluğunla var olan
külfetim...
her bitişinde körüklediğim...
özürlere kekeliyorum
yetmiyor yetmiyor!
iç serüvenlerini tartıyordu, olduğu yerde durmuştu, zaman o dursada akıyordu
kurşun gibiydi saçlarına izlerini bırakıyordu...
bu ses uzak zamanlardan geliyordu gürül gürüldü çıktığı yerde; ulaştığı yerde siliniyordu...Başladığı yerde besmeleyle vardı bittiği yerde elhamdülillah sız yoksunluktu.Ellerimize baktıkça içimizin gülen gözlerine kalbimizin duru suları akmalıydı...
Zaman içinde tekrarsız bir resim aynalar
Görünmez yalnızlarda mevsimleri mi koklarlar
Bir değişik bakar oldular, yoksa bize mi kırgınlar
Hatırla...Hani zaman kokar ya aynalar, belki bizden yorgunlar
Sormazsan ne hâl sorar oldular ne bir hatır,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!