Destan Şiiri - Hüseyin Erdinc

Hüseyin Erdinc
109

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

Destan

Destan

Önce söz vardı,
Gökten değil, gönülden düşen,
Bir bilge otağın ortasında diz çöktü,
Sazı yoktu, ama kelimeleri sazın telleri gibiydi.
Dede Korkut dedi ki:
“Yiğit, sözle doğar, sözle ölür.
Kılıç pas tutar, ama kelime ölümsüzdür.
Türk’ün yolu destandır,
Destan insanın alnına yazılır.”

O söz bozkırda yankılandı,
Kopuzun tellerine değdi,
Her oba bir hikâyeye dönüştü,
Ve hikâyelerden bir millet doğdu.

O millet yürüdü, göçtü,
At sırtında geceleri gündüze kattı,
Çadırını çöktüğü her yere
Bir parça efsane bıraktı.
Ve bir gün Horasan’da bir kandil yandı:
Ahmed Yesevî kalktı ayağa.

Yesevî’nin nefesi,
Çilehanenin karanlığında ışık oldu,
Hikmetleri göğe yükseldi,
“Yol Hak yoludur, sevgi Hak sevgisidir” dedi.
Bozkırın diliyle ilahi söyledi,
Çadırların arasında Tanrı’yı buldurdu.
Onun nefesiyle dervişler yola çıktı,
Anadolu’ya doğru yürüdü.

Anadolu’ya vardıklarında
Bir meydan kuruldu,
O meydanda aşk kadehlere dolduruldu,
Ama şarap değildi o,
Hakikatti, dostluktu, kardeşlikti.
Meydanda bir pir vardı:
Hacı Bektaş-ı Veli.

Hacı Bektaş dedi ki:
“İncinsen de incitme,
Taş senin elinde değil,
Gönlünde olmasın kin.”
Ve Türk’ün kalbine insan sevgisi yerleşti,
Taş bile can oldu onun nazarında,
Her varlık Hak’tan bir sır taşıdı.

İşte o sır,
Bir köylü ozanın kalbine indi,
Yunus Emre oldu adı.
“Sevelim, sevilelim,
Bu dünya kimseye kalmaz” dedi.
Ve halk, onun diliyle kendi kalbini tanıdı,
Şiirle dua etmeyi,
Türküyle Hak’ka varmayı öğrendi.
Onun ilahisi ırmak oldu,
O ırmak dervişlerin semasına aktı.

Orada bir başka çağrı vardı,
Bir başka aşk dolu nefes:
Mevlânâ döndü,
Dönerken bütün âlemi içine aldı,
Kolları gökyüzü, ayakları yeryüzü oldu.
“Gel, ne olursan ol yine gel” diye haykırdı,
Ve bütün insanlığı aynı aşkta birleştirdi.
Onun mesnevîsi gök kubbenin altına yazıldı,
Her beyiti bir yıldız gibi parladı.

Mevlânâ’nın çağrısı semada dönerken,
Yeryüzünde adalet arandı.
Bir ses, yüzyılların sessizliğini bozdu:
“Yeryüzü sofrasıdır,
Herkesin onda hakkı vardır!”
Bu ses Şeyh Bedreddin’in sesiydi,
Toprağı ortak, ekmeği kardeş kılmak isteyenin nefesi.

Fakat zalim kulaklar sağırdı,
Görmeyen gözler kördü,
Bedreddin’in adaleti kılıçla boğulmak istendi,
Ama onun sözü,
Bir nehir gibi aktı,
Asırlara uğradı,
Bir sazın tellerinde yankılandı.

Pir Sultan aldı o sözü,
İsyanını sazına kattı,
“Gel dostum” dedi,
“Yol uzun, ip boynumda olsa da,
Hak yolunda susmam!”
Ve darağacı bir merdiven oldu göğe,
Onun türküleri asıldıkça
Daha da özgürleşti.

Pir Sultan’ın türküsü dağlara çarptı,
Dağların ardında bir yiğit atına bindi,
Gözü dağlarda, gönlü halkta,
Adı Köroğlu’ydu.
Yiğitliği kılıçla değil,
Sözüyle meydan okudu.
“Benden selam olsun Bolu Beyi’ne!” diye haykırdı,
Dağlar, taşlar, obalar karşılık verdi:
“Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir!”

Yiğitlik bir ozanın sazında,
Direniş bir halkın yüreğinde,
Hürriyet bir türküde can buldu.
Türk milleti, zulme boyun eğmeyişini
Bir destan gibi yeniden yazdı.

Köroğlu’nun haykırışı dağlarda yankılanırken,
Başka bir kader yazılıyordu uzak diyarlarda.
Bir şehzade vardı,
Sürgün yollarında büyüyen bir acı,
Kalemi gözyaşına karışmış,
Beyitleri gurbetle yoğrulmuştu.
O, Cem Sultan’dı.

Gözleri hep Anadolu’da kaldı,
Gönlü hasretle kavruldu.
Kardeş kavgası onu yurdundan kopardı,
Ama kalemi silahından güçlüydü.
Her beyiti bir hüzün oldu,
Her dizesi vatan kokusu.
Onun gurbeti, halkın dilinde
Türküye dönüştü.

Ve o türkü,
Bir başka ozanın dudaklarında yankı buldu:
Karacaoğlan.
O, dağdan dağa, köyden köye gezdi,
Aşkı söyledi, tabiatı övdü,
Gönül sevdasını sazında dillendirdi.
Sevdanın da gurbetin de türküsü
Onun nefesiyle coştu.

Fakat yalnız aşk değildi sözün yükü,
Bir başka ozan vardı:
Nesîmî.
Hakikat uğruna derisi yüzülürken bile susturulamayan,
“Ben sığmazam göklere, yerlere” diye haykıran.
Onun sesi,
İnsanın tenini aşan bir sırdı,
Ruhu göğe, sözü gönüllere sığdı.

Zaman geçti, devir döndü,
Bir başka derviş,
Niyazi-i Mısrî,
İlahiyle gönüllere seslendi.
Sürgünlerde yaşadı,
Ama her sözünde sabır ve teslimiyet vardı.

Ve Erzurumlu İbrahim Hakkı geldi,
“Marifetnâme”yi yazdı,
Gökyüzüyle yeryüzünü aynı kitapta topladı.
Yıldızları anlattı, insanı anlattı,
“Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler” dedi.

Yüzyıllar böyle aktı,
Ve Osmanlı’nın yorgun omuzlarında
Yeni sözler doğdu.
Namık Kemal “Vatan yahut hürriyet!” diye haykırdı,
Millet uykudan uyandı.
Ziya Gökalp Türk’ün düşüncesini işledi,
Bir fikir haritası çizdi.
Mehmet Âkif kalktı minberden,
“Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!” diye dua etti.

Ve işte o sırada,
Toprakla dost olan,
Ama gözü göremeyen bir ozan çıktı ortaya:
Âşık Veysel.
“Uzun ince bir yoldayım” dedi,
Kör gözlerinde bütün cihanı gördü.
Toprağa gömülen gözleriyle
Gökyüzünü buldu.
Ve o yol,
Bizi bir menzile götürdü.
Âşık Veysel’in uzun yol türküsü,
Bizi Cumhuriyetin kapısına çıkardı.
O kapıda bir güneş doğdu:
Mustafa Kemal Atatürk.

O, savaş meydanında bir dağ gibi dikildi,
Düşman ne kadar kalabalıksa,
O kadar sarsılmazdı.
Ama asıl yiğitliği,
Kılıçta değil akılda gizliydi.
Masada dağ, kürsüde yıldırım oldu,
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” diye haykırdı.

O sesle beraber,
Asırlardır biriken bütün nefesler
Birleşti.

Dede Korkut’un kopuzunda duyulan öğüt
Atatürk’ün dilinde cumhuriyete dönüştü.
Ahmed Yesevî’nin çilehanesindeki dua
Atatürk’ün kaleminde inkılâba dönüştü.
Hacı Bektaş’ın “İncinsen de incitme” öğüdü
Atatürk’ün kardeşlik sofrasında yeniden doğdu.
Yunus’un “Sevelim, sevilelim” çağrısı
Atatürk’ün köy enstitülerinde yankılandı.
Mevlânâ’nın “Gel, ne olursan ol” sözü
Atatürk’ün laik düzeninde hayat buldu.
Bedreddin’in “Yeryüzü sofrasıdır, herkesin hakkı vardır” hayali
Atatürk’ün halkçılığında ete kemiğe büründü.
Pir Sultan’ın darağacındaki türküsü
Atatürk’ün bağımsızlık nutkunda yeniden haykırdı.
Köroğlu’nun yiğitliği,
Dadaloğlu’nun ferman tanımazlığı,
Cem Sultan’ın hasreti,
Karacaoğlan’ın sevdası,
Nesîmî’nin hakikati,
Mısrî’nin ilahisi,
İbrahim Hakkı’nın bilgeliği,
Namık Kemal’in hürriyeti,
Ziya Gökalp’in düşüncesi,
Mehmet Âkif’in duası,
Veysel’in uzun yolu…
Hepsi Atatürk’te birleşti.

Çünkü o,
Geçmişin nefesini geleceğe bağlayan köprüydü.
Çünkü o,
Milletin kaderini milletin eline veren ışıktı.
Çünkü o,
Her destanın son dizesiydi,
Ama aynı zamanda yeni bir destanın ilk satırıydı.

Ve o ışık
Bir ulusun alnına kazındı.
Küllerinden doğan bir ateş gibi,
Sonsuza kadar yanacak bir meşale oldu.

Bu destan burada bitmez,
Çünkü Türk milleti her sabah yeniden doğar,
Her sabah bu isimlerle birlikte yürür,
Her sabah Mustafa Kemal’in yolunda
Özgürlüğün türküsünü söyler.
Hüseyin Erdinç

Sözlerin Kaynağı
• “Yiğitlik, sözün gölgesinde büyür” → Dede Korkut
• “Divan-ı Hikmet” ve derviş nefesi → Ahmed Yesevî
• “İncinsen de incitme” → Hacı Bektaş-ı Veli
• “Sevelim, sevilelim” → Yunus Emre
• “Gel, ne olursan ol yine gel” → Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
• “Yeryüzü sofrasıdır, herkesin hakkı vardır” → Şeyh Bedreddin
• “Gel dostum” ve isyan nefesi → Pir Sultan Abdal
• “Benden selam olsun Bolu Beyi’ne” → Köroğlu
• “Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir” → Dadaloğlu
• Hasret beyitleri → Cem Sultan
• Sevda ve gurbet türküsü → Karacaoğlan
• “Sığmazam göklere, yerlere” → Nesîmî
• İlahiler, sürgünler → Niyazi-i Mısrî
• “Marifetnâme” bilgeliği, “Mevla görelim neyler” → Erzurumlu İbrahim Hakkı
• “Vatan yahut Silistre”, hürriyet çağrısı → Namık Kemal
• Türkçülük ve millet fikri → Ziya Gökalp
• “Korkma, sönmez bu şafaklarda” → Mehmet Âkif Ersoy
• “Uzun ince bir yoldayım” → Âşık Veysel
• “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” → Mustafa Kemal Atatürk

Hüseyin Erdinç saygı ve minnetle

Hüseyin Erdinc
Kayıt Tarihi : 3.9.2025 02:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!