neden astın ki yüzünü, beraber karar vermiştik okula gitmemeye
hani demiştin ya bana laf arasında, orayı da keşke görebilsem diye
şimdi oradayız işte...
bu yemyeşil orman önü ve masmavi denizin kimsesiz kıyısında
vaktin nasıl geçeceğini, ne sen biliyorsun canımın içi ne de ben
/kuralım soframızı, güneş tepede, ayaklar su içinde, denizin üstüne
ilk kadeh ikimizin olsun, ikincisi de öyle, dolunay altında gece niyetine/
mevsimsiz balıkların göç yolları değil, konumuz gözlerden ırak
yakamozları beklemek bahanemiz, yani cennetimizi yakalamak
ben şarap dökerken dudaklarına, bağ bozumlarının öncesinden
/deniz bu kadar uzakta mı kaldın, mavini görmesem bile sesini duymaz mıydım/
Güneş doğdu doğacak yola karşı.
İçerden bile buz tutmaya başlayan camın ardından seyrediyorum. Işıklar gökyüzünü kış mavisinden önce, bulutların arasından başlayarak düşlerimin içinde kalan son kızıl pembeye boyuyor. Asfalttan ayrılıp orman içinden dağ yoluna sapıyor
ve ilerliyorum.
Hiç ses yok çamurlu yolda tekerleklerin çıkardığı sulu hışırtıdan başka. Bütün doğa bir karşılama öncesinin heyecanını değil sessiz bir uğurlamayı bembeyaz kabullenmiş gibi. Arabadan iniyorum.
/sevdiklerimizin hiçbiri, birbirine benzemese de
sevdiklerimize sevgimiz, ne çok benzer birbirine/
...
siz hiç terkedilmiş bir iskele olmadınız ki, nerden bileceksiniz
….ilk harfi henüz açmamış gündoğumunda saklı o alfabeyi anlat bana
bu alaca vaktinde akşamın, beynim karmakarışık düşmüş avuçlarımın içine
şimdi düşünüyorum da canımın içi, neden alfabeyi öğrendim ki senden önce
mesela bir oyun odasında olsaydık yanımda sen, saçını çekiverseydim birden
sonra saklanıp arkana kahkahalarımla, senin baban benim babamı döverken.
/hayalet olur düşer ay ışığının beyazı,
arka odanın bahçesine, kaktüsler üzerine/
de ki; dağları dökülüp çöl olmuş, kalmamış sığınacak gölge
bir damla su bile bulamamış, dün yıkandığı o derelerde.
ama ceylanın korkusu ne ondandır ne de ondan canımın içi
ayna, güneşin doğduğu saatlerde, yemyeşil kırların arasındaki
dar patikadan denize doğru yürümeye başladı.
/bir rüzgâr eser aniden, bu nedir/
mesela rüzgar görünmez ama hissedilir, sevgi de böyle bir şeydir
kendi gagasını öpen yavru kuşa, bir kır çiçeğinin gülümsemesidir
işte böyle…, geçmez, bitmez, gözüne uyku girmez bir gecedir
duyguları süsler gün yüzü görmemiş hayaller, öyle bir gecedir
şimdi canımın içi, şimdi gecedir.
* *
o veda saatinde, günlüğümün son satırına yazdıklarımı okuyorum
“şimdi güle-güle git canım güle-güle,
ama bir gün mutlaka, yeniden görüşmek üzere”
...
ister misiniz pencerenizin önünden
bir akvaryum geçsin yarın sabah.
şöyle ellerinden biri cebinde,
diğeri kehribar taşlı bir tespihte.
sahi siz hiç göz göze geldiniz mi bir Japon balığı ile.
Ne kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...