gece …
ben yanında yokmuşum gibi anlat bana,
gecenin sahilinde, adımların basarken üstüne adımlarımın, tek başına
nasıl tutulduğumuzu birden, anlat açıktan geçen, bir geminin dalgasına
sanki, ben yanında hiç olmamışım gibi, sırılsıklam attığımız o çığlıkları
bu sabah ezanından hemen sonra, yani daha gün doğmadan
beraber bekleyelim seninle, kendi perdelerimizin aralığından
bir beygir gücündeki ekmek arabasının, nal ve tekerlek sesini
ve markasız o eski kamyonetin içinde, çarpışan süt şişelerini.
/bu sabah ezanından hemen sonra, gözümüzü bile kırpmadan
bekleyelim seninle, birbirimizi tanımadan…./
/denizlerden dağlara çıkalım sırılsıklam, tut elimden sevdiğim
beraber doğmuştuk ya bir şafak vaktinde..., işte öyle/
belki Karadeniz’in dalgalarıdır fırtınamın kürekleri, bilmiyorum
yıllanmış ege mahzenlerinde şarapla kol-kola, öyle dolaşıyorum.
isabet almamış kaçak korkularımı, bırakıp güneyin sarı sıcağında
/gökyüzünün dediklerini anlarım... /
bulutlarımla gölge olsam üstüne, şöyle günün en yangın saatlerinde
biliyorum sen gene güneşi isteyeceksin, dalına çiy düşmüş yüreğinle
yağmursuz ve serapsız çöllere saklayarak, gözyaşının son damlasını
yelpaze gibi açılmış güçlü kollarınla, dağıtacaksın bütün bulutları...
Kapısının eşiğinden, güneşin uykudan yeni uyanmış haliyle o mahmur ve sıcak güzelliğini göstermeye hazırlandığı yeni bir Pazar günü sabahında, altmışbir tanesinin eriyerek söndüğü, sadece bir tanesinin titrek ışıklarını salarak halâ aydınlatmaya çalıştığı “mum kokulu” odamın içine bakıyorum.
Çalışma masamın üstünde; her biri son beyazlığına kadar karalanmış binlerce kağıt, kurşunu tükenmiş kalemler, bir yerlerden, birilerinden gelmiş ya da bir yerlere, birilerine gönderilmiş rengini kaybetmiş, kurumuş çiçekler dağınıklığı ve üstlerine dökülmüş gözyaşı tuzları ve tebessüm kırıntıları.
Gözlerimi çalışma masamın üstünden alıp, onlarca rengi bir sonrakine astar olmuş oda duvarlarımın üstünde gezdirmeye başlıyorum. Yaramazlıklarımın ince çizgili kahramanlarını ezip geçen kalın çizgili mücadele adamlarım, onların da üstünde vesikalık resimleri binlerce kez büyütülmüş ama kendileri hiç büyümemiş ve yaşamları objektife baktıkları o anda donup kalmış ve tüm duvarlarımı kaplamış kadınlar, erkekler, çocuklar.
geçit vermez dağların, geçit açmış tünelleri
nasıl duymayı beklerse lokomotif seslerini
ben de işte öyle bekliyorum senin sesini...
bazen sırtüstü uzanıp, gözlerim gökyüzünde
ya da kulağımı dayayıp, paslı raylar üzerine
gelecek mutlaka, gelecektir diye...
/sana neler söyleyecektim neler, bana elveda derken
duvardaki apliğin iki lambasından biri sönecekti,
sen tam kapıdan dışarı adımını atarken.
neler söyleyecektim bir bilsen sana, sen giderken.
….
ezberlediğim sözcüklerden bir tek hece
6 Mayıs 1972
sen beni ‘altı mayıs’ gibi gör tarih, ben de seni yürek gibi üç hayat
ne yazdınsa ser önüme ama fısıltılardan uzak, sen oku-sen anlat
bir cana dahi kıymadan, kol kola bağımsızlık türküleri söyleyenleri
türkülerden bile korkan kırık kalemlerin, nasıl ipe gönderdiklerini
mesela bir cezaevi avlusunun şafak vaktini
bak duyuyor musun …
şimdi kapıdan girdiğimiz anda, bu şarkı neler söyleyecek benden sana
dinlemeni istiyorum sonuna kadar, bitince gideriz bakmadan arkamıza
bu gece biraz alaturka olsun, hani bol rakı, dumanlı efkar dertleşir gibi
söyleyemediğim ne kaldıysa sana, işte hepsini birden söylüyormuş gibi
beğeneceksin biliyorum, hep isterdin ya salaş bir meyhanede bir gece
“o trenin bütün yolcuları sütten kesilmiş analar
ve kucağından çocuğu alınmış köylü kadınlardı
ve bir de adı ‘ben’ olan bir çocuk vardı...”
-ey tren, hasretle bekliyorum seni, ilk yolculuğumdun sen benim.
o zaman bir veda yüküm vardı, şimdi ise dinamit lokumu yüreğim,




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...