“Gazze’nin Kalbinde Bir Yûnus Ağlıyor”
(Modern Tasavvufî Ağıt)
Gazze…
Bir annenin duası yanık ekmek kokusunda saklı,
Bir çocuğun düşü, enkaz altında cansız bir oyuncak artık…
Ve sema,
bir melek değil bir mermi indiriyor her gece toprağa.
Ey Kudret!
Bu kadar mı suskunsun sen?
Yoksa biz mi sağırlaştık adaletin sesine?
Kimi sarıkla vuruyor çocuğu,
kimi kravattan çıkan kibirle…
Ama her seferinde düşen
bir insan değil yalnız,
bir umut, bir nefes,
bir secde oluyor Gazze’de!
Sufiler rüyalarında kan görüyor,
Semazenlerin dönüşü
dönüş olmaktan çıkıyor artık,
çünkü sema
sadece göğe değil,
yıkılan duvarlara da ağlıyor.
Gazze,
bir gül değil artık—
köküyle sökülmüş bir çığlıktır.
Her sokağında İsmail’in boğazı kesiliyor yeniden,
ama bu kez bıçak İbrahim’in elinde değil—
modern Firavunların, çağdaş YeZidlerin ellerinde!
Ey derviş,
ey kalbi Mevlâna’ya yakın ama
sessizliğe gömülmüş dillerin sahibi,
hadi şimdi konuş!
Konuş ki sustuğun her dakika
bir çocuğun mezar taşı oluyor Gazze’de.
Gazze’de bir ezan değil,
bir ninni sustu bu gece.
Süt içemeyen bebekler
kanla doyuyor sinelerine…
Ve sen hâlâ soruyorsan,
“Kim haklı?” diye,
Yûnus sana cevap vermez bu kez:
“Ben kendimi zalimlerden sayarım…”
Ey Allah!
Yakarış değil bu,
yakılmış bir halkın
küllerinden yükselen ağıttır.
Ey Rahmân!
Gazze’nin kalbine
bir rahmet indir,
bir rahim eli uzat…
Yoksa biz
bir halkı değil,
insanlığımızı yitirdik artık.
Kayıt Tarihi : 6.7.2025 23:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Gazze yalnız bir coğrafya değil, burada masumiyetin, acının ve suskun vicdanların sembolü olmuş. İlk dizelerde: “Bir annenin duası yanık ekmek kokusunda saklı...” gibi ifadeler, hem yoksulluğun hem de duasız kalan bir dünyanın ruh hâlini derinlemesine yansıtıyor. Secde, ezan, sema, sufîlik, dervişlik gibi İslam’ın sembolik kavramları kullanılarak, inancın gerçek özü ile bugünkü yozlaşmış temsilcileri arasında bir yüzleşme yaratılmış. Bu, şiire yalnızca siyasal değil, mistik bir sorgulama boyutu da katıyor: “Ama her seferinde düşen bir insan değil yalnız, bir umut, bir nefes, bir secde oluyor Gazze’de!” Secdeyi düşen bir umut olarak görmek, inanışın içinden gelen bir yıkımı anlatıyor. Modern Firavunlar, çağdaş YeZidler” ifadesiyle, zulmün tarihsel devamlılığına dikkat çekilmiş. Bu benzetmeler Kur’anî ve Kerbelâî bağlamlara dayandırılarak, zamandan bağımsız bir mazlumluk çizgisi kurulmuş. Şiirde Yûnus Emre'nin sesiyle vicdani özeleştiri çağrısı yapılıyor: “Yûnus sana cevap vermez bu kez: ‘Ben kendimi zalimlerden sayarım…’” Bu çok güçlü bir kırılma noktası. Artık Yûnus bile susmuşsa, kalpler de susturulmuş demektir. Serbest ölçü kullanımıyla duygular özgürce akıyor. Ancak bu serbestlik, anlamda dağınıklık yaratmıyor. Aksine bütünlük duygusu korunmuş. Üslup, hem edebi hem yalın; okuyucuyu entelektüel birikimle değil, kalbi vicdanla yüzleşmeye davet ediyor. Dönüşen sema, susturulan ezan, kanla doyan bebek gibi imgeler maneviyatın katline tanıklık eden metaforlar hâline gelmiş. Son dizelerde yakaran değil, yakılmış bir halkın sesi konuşuyor: “Ey Allah! Yakarış değil bu, yakılmış bir halkın küllerinden yükselen ağıttır.” Bu, dua değil bir çığlık; dilek değil bir isyan. Ve finalde verilen yargı: “Yoksa biz bir halkı değil, insanlığımızı yitirdik artık.” Tüm şiirin felsefesini özetleyen bir vicdan manifestosu gibi. Bu şiirim bir şiir olmaktan öte, bir çağrıdır; bir tebliğdir; bir farkındalık tokadıdır. Tasavvufun sükûnetini değil, sükûnetin bozulduğu yerde konuşma sorumluluğunu hatırlatır. Derviş susarsa, Yûnus bile susarsa, konuşacak tek şey artık ağıtlardır.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!