Bir taşı, bir çöpü bile sevebilir insan isterse; sevilecek bir yan görebilir, doğru yere bakarsa doğru yerden.. Ki sen... Binbir mânâda tek bir aşk cümlesi gibi tezahürün baktığım yerden. Doğru yerden baktığımdan da, baktığım yerin doğrusundan da şüphem yok. Öyle ki; olmuşlardan, halihazırda olanlardan öte bir yerde hayal ettiğim.. Sevgili bir dokunuşa binlerce ihtirasın feda edilebileceği; bir göz temâsıyla, varoluşun anlamına yolculuk gibi....Bu çağrı beni dilsiz eden; seni sağır... Çıkar kulaklarını bir kaç vakit...
_____________ Nilgün Budak ________Epigram/Çağrı_____
___________27.4.2012 /18:10__
sanki...
sanki damarlarımda dolaşan şey kan değil de, hınzır bir acı.
o da ne demeyin...
tastamam bir tanımı yok ki, izah edeyim...
bişey işte...
anlamlı bir hüzün,
Elinde çiçeklerle gel demedim ki kapıma. Hem ben istemem çiçek falan.. Sevmediğimden değil çiçekleri.. Kıyamadığımdan. Bir sevgi başlasın diye, bir hayat neden bitsin ki..
____nb / 9 mayıs 2012 / 00:36
Kimisi bir aşka herşeyi feda eder, ya da bir aşkı herşeye feda eder kimisi. Kulaklarını sağır ederse binlerce kilometre ötede açlıktan ağlayan bir çocuğun sesi; utanır aşk için döktüğü gözyaşlarından bir de, benim gibisi..
16.4.2012 / 02:00
NilgünBudak
GİTMEK DÜŞER SİZE
Aşk kalbinizde acı olmuşken, kalbiniz aklınıza başkaldırırken bir otobüs yolculuğuna çıktınız mı hiç? Gecenin karanlığına bakarken camdan, o karanlıkta kaybolduğunuzu izlediniz mi? Önünüzdeki uzun, kıvrımlı ve ışıl ışıl yol hiç bitmesin istediniz mi? Bir yığın hatıra kulağınızda şarkı olmuş sizi çağırdığında gittiniz mi o şarkılarla o diyarlara, bir masaldı bitti diyebildiniz mi içiniz sızlamadan? Acısı tatlısı sizin değil mi anıların, atabildiniz mi hafızanızdan işinize gelmeyenleri? O şarkıların eski tatları vermediğini hissettiniz mi, burulmadı mı içiniz?
Yalan olup giden sevdanıza birkaç damla gözyaşı döküp, cama yansıyan görüntünüze bakarken alıp verdiğiniz nefesle oluşan buğuya bir kalp çizersiniz parmağınızla,sonra da içine iki harf... İçinizden kendi arabamda olsaydım, açsaydım müziğin sesini sonuna kadar, bassaydım gaza, tüm camları yarılasaydım, içeri girseydi rüzgar çarpsaydı yüzüme alıp gitseydi acılarımı dersiniz.. Dersiniz de.. Öyle gitmeyeceğini de bilirsiniz o acıların. Gecenin sessizliğinde deniz kenarında durup kayalıklara oturup size göz kırpan yakamozları seyretmek istersiniz onun da tam o anda yanınızda olduğunu, titreyen vücudunuzu ısıtmak için size sarıldığını düşleyerek.
Hayallerinizin yok olup gitmesine seyirci kalışınıza, çaresizliğinize içmek istersiniz, içmek… Unutmak bir an bile olsa… Bir şarkı da siz söylemek istersiniz bağıra bağıra. Onun en sevdiği şarkıları bir çantaya koyup atmak istersiniz canınızı daha çok yakmasınlar diye.. Gururunuza aklınıza yenik düşen kalbinizi nereye atacaksınız peki? Nasıl çıkaracaksınız o kalbi bedenden ya da nasıl çıkaracaksınız o imkânsız aşkı kalbinizden? Çıkarırsanız, nasıl dayanacaksınız ziyan olduğunu görmeye öte yandan?
Yine zamandan medet umarsınız.. Ve “değerli yolcularımız…” diye başlayan cümleyle uyanırsınız. Müzik çalar stop etmiş, kulaklıklar düşmüş, sırtınız tutulmuş, yüzünüzde gözünüzden yanaklarınıza doğru kıvrımlı ince bir gerginlik hissedersiniz ki, uykuya dalmadan önce akan gözyaşınızın güzergâhıdır o. Camdaki buğudan da eser kalmamıştır. Sırt çantanızı takar, eşofmanınızı düzeltir, ayakkabılarınızın bağlarını sıkar ve yaşam yarışınıza devam edersiniz. Madem durduramıyorsunuz zamanı, madem aşkınızı yerleştiremiyorsunuz evrene kazıyarak, yazarak çizerek... Bakarak anlatamıyorsunuz gözlerinin içine derin derin madem aşkınızı. Gitmek düşer size son defa arkanıza bakıp gitmek…
bir gemi düşün,
tabanında, ufak ufak bir çok delik açılmış bir gemi...
onarılmaya müsait oysa, batacağı muhtemel;
“Bizim zamanımızda” diye söze başlayan büyüklerimize” sizin zamanınız geçti” gibi cevaplar vermişizdir ara sıra. Onların anılarını, yaşadıkları zamanın farklılıklarını dinlemeyi sıkıcı bulmuşuzdur çoğu zaman. Çünki biz şimdiyi yaşıyoruzdur ve bir an durup beklersek şimdi elimizden uçup gidecekmiş gibi zamanla yarış halindeyizdir. Şu ya da bu nedenle koşuşturma ve planlarla doludur yaşamımız.
Ve her yorulup baktığımızda o büyük resim içindeki hayal ettiğimiz bizi oluşturamamışızdır. O resim bambaşka bir yer vermiştir çoğunlukla bize kendinden. Öyle gizli saklı girmiştir ki kanımıza yeni şeklimiz; planlarımızı, olmak istediğimiz şeklimizi ve yerimizi unutup farkında olmadan onu kabullenmişizdir.
Öyle hızlı yaşarız ki hayatı, geçen bir sene verebileceğinin fazlası bilgi ve deneyimi verebilir beklide bize. Ve bu sürat bilincimize yerleşmeye çalışan bilgileri sistemli bir şekilde yerleştirmemize engel olur. Tadını çıkara çıkara yaşamamışızdır aşkımızı, dostluklarımızı, okul yıllarımızı. Çağın hızına esir etmişizdir hayatın tatlı yanlarını. Aşklar bile başlamadan biter olmuştur. Ayrılığın yaraları bile oluşmadan kaybolur. Çünki vakit yoktur sızlanmaya, ağlamaya, güzel anları özlemeye..
Ve ömrümüzün çeyrek asırlık bölümünü tamamladığımızda bir nostalji rüzgarı sarar benliğimizi.yaşadıklarımızın tadına varamadığımızın yeni yeni farkına varırız. Ve tüm bu gecikmiş farkında olmalar üşüşüverir kafamızın içine.bu karmaşa manevi değerlere iter büyük olasılıkla bizi.. uzun zamandır ziyaret edemediğimiz aile büyüklerinin gönlünü almaya çalışırız, yolda yürürken gördüğümüzü minik bir çocuğun boncuk boncuk gözlerle bize baktığını fark eder başını okşarız, balkona gelen kuşların sıcaktan kavrulduğunu, çiçeklere su verirken yerde oluşan göletçikten birkaç yudum alıp uzaklaşırlarken mutlu olduklarını düşünür onlar için bir su kabı koyarız onlar için beklide… yapmaz mıyız bu gibi şeyler?
Farkındalıkla başlar asıl yaşam.
Seni yaşadım İstanbul!
Seninle soludum seni Çamlıca’dan,
İki gözümle baktım,
Üçüncüyle gördüm kazıdım yüreğime.
Taç misali taktım seni Topkapı’da,
Kaşık oldum elmastan,
Kültürümüzün parçasıdır ya hani, her ne kadar unutuluyorsa da artık yavaş yavaş, ben üstüme düşeni yapayım önce bir selam vereyim, saygılar sunayım sonra internetin kıyısına yerleşeyim. Ve dökmeye başlayayım aklımdan geçenleri becerebildiğim kadar..
Oldum olası televizyon reklamlarını izlemeyi sevmişimdir. Hem öyle böyle değil, türü,hedef kitlesi,bütçesi gibi, reklam sektörüyle ilgili olanları alakadar etmesi gereken detaylara takılırım. Konunun işlenişi,kişileri nerelerden yakalamayı hedefledikleri,ne denli yaratıcılık kullandıkları önemlidir benim için. Aslına bakarsanız ürünlerle pek de ilgilendiğim söylenemez, işin tabiri yerindeyse mutfağı, teknik kısmı daha cezbeder beni. Büyüyünce reklamcı mı olacağım ne? :) zaten ülkeyi yönetme işini”ah ben olacaktım ki..” diyenlere, reklam şirketlerinin yönetimini de bana versinler görsünler neler oluyor :) o kadar iddialıyım yani.
Bizim evin, reklam izleme, inceleme, değerlendirme kurulu başkanı olarak ben, son günlerde izlediğim birkaç reklam vasıtasıyla dikkatimi çeken bir konudan bahsetmek istiyorum. Bazı kitapların CD versiyonları veriliyormuş gazetelerle. Evet evet, birisi okuyor CD’ye kaydediliyor, sizde alıp evde “dinliyorsunuz”. Demokraside çareler tükenmez diye buna deniyor olsa gerek. Kitap okumayan bir milletiz ya, düşünsenize bir gün de kitap dinlemeyen ülke haline gelirsek! Sloganlar bile değişebilir” kitap dinleyelim” şeklinde mesela. Okumuyoruz bari dinlemeyi becerelim de iyice rezil olmayalım dünya aleme,dinlemeyi bile bilemediler dedirtmeyelim.
Mesela siz bulaşık yıkıyorsunuz, CD çalar size kitabı okuyuveriyor. Ya da siz araba kullanırken… ve siz de “öğrenmiş” oluyorsunuz. Ben yolculuk sırasında şoförle konuşmak yasaktır diye bilirdim? Tabiki CD çalar şoföre soru sorup cevap beklemiyor ama,konuşmuş oluyor sonuç olarak değil mi ama? :) Tam katilin kurbanının arkasından sessizce yaklaşıp bıçağı saplamak üzere olduğu an şoför heyecanlanıp gazla fren pedalını karıştırırsa mesela! ! Bu ve benzeri tipteki trajik durumların olmamasını isteyelim biz yine de. Okumanın verdiği hazzı dinlerken bulabilir miyiz sizce? Bir romandaki kahramanlara ayrı ayrı sesler hayal edip gözünüzde canlandırmak bir yanda, tümünü aynı sesten dinlemek öte yanda.. Nasıl olur denemedim fikre sıcak bakmadığımdan dolayı ama, deneyimlediğim benzer birkaç durum olmadı değil. Mesela Birigitte Jones’in Günlüğü adlı kitabı okurken aldığım tadı, filmini izlerken bulamadığımı söylemeliyim. Sinemaya uyarlanırken kesilen kısımlarından mı, hayal ettiğim ve kendi gözümde çektiğim filme benzemediğinden mi bilmem ama o tadı bulamamıştım işte.
Mutluluk bir yanılsama mı sadece?
Bazen bir yudum su, yeniden susayana kadar...
Bazen bir tabak yemek, yeniden acıkana kadar...
Belki bir palto soğukta,
Güvenli bir çatı belki,
Bazen bir aşk, bir el tutuş;
Tanıyorum diyebileceğiniz biri olmadığı gibi, tanıdıkça tanıyasınızın geldiği, güzel yanlarının terazide oldukça ağır geldiği, sürprizlerle dolu, ruhu keşfedildikçe daha çok seveceğiniz biri. Bir gün kişiliğine yakışan, tarzıyla 'işte bu' dedirtecek bir kitap yazmasını, kanal kanal dolaşmaktan yorgu ...
Burnumun ucundaki sövalye!
Orda durman ne sana fayda verir, ne bana.
Görüs açimda olmadigin kesin,
Bari önümü kapatma.
Ya yer degistir görebileyim,
Ya da çek git.
Ya ask olsun ya dostluk kalbindeki
Olma aralarda kalanlardan.
Ve bil ki,
Kampanyada ...
Değerli arkadaşım.şiirlerini ve yazılarını sewerek okuduğum birisin.bu tür ortamlarda kişilere iltifat etmesini sewmem.duyguların insanı olarak şunu söyleye bilirimki.insanların sadece gözleriyle görmesi gerekmiyor.bazen sözleri yüreğinden süzdüğün zamanda insanları anlaya biliyorsun.NİLGÜN BUDAK.şi ...