'Bütün ölümler erken ölümdür...” der şair. Ama can arkadaşım öğretmen Mehmet Çetin’inki de büsbütün erken ölümdü canım...
Atatürk Bulvarı üzerindeki adı sonradan Kader olarak değiştirilen apartman, durup dururken yukarıdan aşağıya “hışşş” diye inivermişti ansızın. Ben de çalışmıştım o binada. Öğretmenlikten ayrıldığım sıralarda büro işini üstlenmiştim o binanın müteahhidi can insanın, Muhtar Atmaz’ın yanında...
Mehmet Çetin çiçeği burnunda bir öğretmendi. O günkü görevini bitirmiş, günün yorgunluğunu çıkartmak için yürüyüşe çıkmıştı.
Eski bir alışkanlığıydı bu. Öğretmen Okulu’nda okuduğu yıllarda da böyle yapardı. Değirmisuvak’tan, Başkarakol’a kadar, kimi zaman tek başına, kimi zaman bir iki arkadaşıyla yürüyüş yapardı.
O gün de aynı amaçla yürüyordu. Kırkayak’ın yanına geldiğinde kulakları sağır eden bir gürültüyle irkildi.
Önce olduğu yerde çakılıp kaldı Mehmet öğretmen. Sonra yüz metre kadar ilerideki toz bulutuna takıldı gözleri. Bir binanın ağır ağır çöküşünü, toz bulutlarının arasından, sanki bir filmin ağır çekimini izler gibi izledi.
Neden sonra kendine gelebildi. Çöken bu binanın içinde insanlar olabilirdi. O anda bu insanlar ölüm kalıp savaşı veriyor olabilirdi. Yardıma ihtiyaçları vardı elbette. Kurtarma ekipleri gelinceye kadar iş işten geçebilirdi. Her bireyin kendince yardımda bulunması gerekirdi ölüm kalım mücadelesi verenlere.
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,



